29 Temmuz 2019 Pazartesi

İngiltere'de Soyadı Kullanımının Başlaması

Bryan Sykes

Domesday Book (kitabı) bir gravürde böyle gösterilmiş, 1900
Fatih William, İngiltereyi işgal ettikten sonra elindeki mülkün değerini öğrenmek ister.
Görevliler ayrıntılı (çok ayrıntılı) araştırma yaparak, kayıt tutarlar ve bu kitabı hazırlarlar.
Sicil defterleri, sicil kayıtlarının yorumlandığı;  özet kitap, değerlendirme raporudur aslında Domesday Book.
Belgeler İngiliz ulusal arşivlerinde hala mevcut. Bu yüzden geçmişini araştırmak isteyen bir kişi için yüzlerce yıl
 önceye giden resmi kayıtlar var.
Nitekim yazarımızın da (Bryan Sykes) başlangıç hikayesinin bir yönü de budur.

Aristokratlarınkiler dışındaki çoğu İngiliz soyadı 13. yüzyıl civarında, en başta bir mülk yönetim aracı olarak kullanılmaya başladı. 1066’daki Norman istilasını gerçekleştiren ve ülke topraklarını dostlarına, destekçilerine dağıtan I. William’ın doğrudan mirası olarak, neredeyse bütün ülke büyük feodal beyliklere bölündü. Beyliklerin bütün topraklarını bir feodal lord kontrol eder ve tarım arazilerini kiracı çiftçilere dağıtırdı. Bu kiracı çiftçiler, ödedikleri kiralarla, lordun ve birinci dereceden akrabalarının çok kısa sürede alıştıkları o gösterişli hayatı sürdürmelerini sağlardı. Bu son derece denetlenen bir yapıydı, her parselin boyutları ve kirasıyla beraber kiracının adının da listelendiği -pek çoğu hâlâ mevcut- ayrıntılı kayıtlar tutulmuştu.

Soyadı olmadan, mülk memurlarının olayları takip edebilmesi neredeyse imkânsızdı. Herkesin birbirini tanıdığı küçük bir köyde birkaç insanın isminin aynı olması köy sakinleri için başa çıkılabilir bir şeydi. İnsanlar birbirini şahsen ve çoğu zaman da lakabıyla tanıyordu. Ama idareciler büyük sorunlarla karşılaşıyordu. Hangi John, hangi Adam, hangi Maud, hangi Mary, çoğu zaman bilinemiyordu. Getirdikleri çözüm, aynı isme sahip insanlara birer isim daha —bir soyadı— vererek, onları birbirinden ayırmak oldu. Çok geçmeden bu yeni soyadları kalıtsal hale geldi. 13. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, ölen kiracı çiftçilerin toprak kullanım hakkını oğullarına bırakmasına izin verilmesiyle kiracılığın kalıtsal hale gelmesinin ardından soyadının da kalıtsal hale gelmesi normaldi. Yani, çoğu İngiliz soyadının kökeni, ortaçağ muhasebeciliğinin pratik zekâsında yatıyor. Uygulama bürokrasiden çıktı ve sonunda herkese bir soyadı verildi; evlenen kadınlar kocalarının soyadını aldı. Bu soyadları bazen bir meslekten —örneğin Carpenter [marangoz], Smith [demirci] ve Butcher [kasap]- türedi, bazen bir lakaptan, genellikle Redhead [kızıl] ya da Smallpiece [küçük bir tarlanın sahibi] gibi betimleyici bir lakaptan evrildi.

Bazı soyadları, babanın adının sonuna bir “-son” [-oğlu] eklenerek, Johnson veya Adamson gibi baba kökenli isimlerden türedi. Dördüncü gruptaki soyadlarıysa arazi özelliklerine dayanıyordu; Hill [tepe], Bush [çalı], Wood [koru] ve Yorkshire’da Sykes [dereler].

...

Bryan Sykes, Adem'in Laneti, Koç Üniversitesi Yayınları, 2017

11 Temmuz 2019 Perşembe

A'dan Z'ye Resimlerle İstanbul: Tarihi ve Meşhur Yerler Kılavuzu



Golden Horn, Altın Boynuz veya Haliç
Resimde Haliç'in girişini, Galata Köprüsü'nü, karşı yakada Sarayburnu ve Topkapı Sarayını
bize yakın olan tarafta Galata Kulesi'ni ve Pera'yı, Marmara Denizi açıklarında Prens Adalarını görüyoruz.
Altın Boynuz (Haliç), eski şehri Beyoğlu’ndan ayıran ve Boğaz’la kesişme noktasından 7 km. kadar içeriye doğru akan kıvrımlı medcezirsel bir haliçtir. İngilizce anlamı kabaca Grekçe Kepdrıoç Kötioç, Keratios Kolpos’tan gelir; Türkçede ise körfez anlamına gelen Haliç’tir. Boynuzun meydana getirdiği doğal liman İstanbul’un konumu için büyük bir avantaj sağlar.
Bizans dönemi İstanbul'u. (Tarihi Yarımada)
Konstantinopolis (Konstantin'in Şehri)

Altın Kapı, İmparator I. Theodosius’un hükümdarlığı zamanında (378-395) ihtimalle 386 yılında Vizigotlara karşı kazandığı zaferin anısına inşa edilmiş bir zafer takıdır. Altın Kapı olarak adlandırılmasının sebebi şehir surlarının yaldızlı bronz plakalarla kaplı olmasıdır. Bizans devri boyunca Altın Kapı önemli seferlerden dönen imparator ve generallerin zafer kapısı olarak kullanıldı. Böyle bir meşhur olay, İmparator Heradius’un 628’de İran Sasanilerine karşı yaptığı başarılı sefer sonrasında Kudüs’ten çaldıkları Kutsal Haç’ı Konstantinopolis’e getirip zaferle kapıdan geçmesiydi. Atlı arabası dört fil tarafından çekildi. Türkler II. Mehmet zamanında Avrupa yakasından gelecek saldırılara karşı şehri savunmak için Yedikule’yi inşa ettiler.
Yedikule Hisarı
Ayrıntılı bilgi için linke bkz. 

4 Temmuz 2019 Perşembe

Tigris (Dicle) İsminin Mitolojik Kökeni



Dicle Nehri (Tigris) 
Dionysos, tutkun olduğu Alphesiboia isimli Asya'lı nympha'yı elde etmek için binbir çare düşünmüş, sonunda bir kaplan olup kızı kovalamaya başlamış. Koşa koşa bir ırmağın kıyısına gelmişler, kız ırmağı geçebilmek için tanrının kolları arasına girmeye razı olmuş. Dionysos'tan gebe kalıp Medos'u doğurmuş. Medos, Med'ler boyuna adını verdiği gibi, geçilen ırmağa da Tigris (Dicle) yani Kaplan ırmağı denmiş.

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 

1 Temmuz 2019 Pazartesi

Aydınlanma ve Kamu Alanı

John Merriman


Royal Palais’in bölümleri, 18. yüzyıl'da,  Paris’in sosyal, ekonomik ve sosyal yaşamının merkezi haline gelen alışveriş merkezlerine dönüştürüldü. Arabistan pazarlarından esinlenerek, Kraliyet sarayının uçlarını birbirine bağlayan bir dizi ahşap dükkandan oluşan Galerie de Bois, 1786'da açıldı. Nazik orta sınıfı etkilemek için tasarlanan Palais-Royal, nispeten yüksek fiyatlarla lüks ürünler sattı. Ancak, bu yeni eğlenceler; alışveriş yapmak ve görülmek için bir yer haline geldiğinden, fiyatlar asla caydırıcı değildi. Çarşılar, müşterilere gürültülü, kirli caddeleri karakterize eden karmaşadan uzakta; kapalı, ılık, kuru ve insanların sosyalleşebileceği bir alan sundu.  Aşağıdaki yazıda bu mekanın öneminden de bahsediliyor. 

....

Önce, bilinen bazı şeyleri sizin için bir tekrar edeyim. Aydınlanma’nın niçin önemli olduğunu altı başlık altında özetlemek gerekirse, şu şekilde bir sıralama yapabilirsiniz. Hepsinden önce, tabi ki
Aydınlanma düşüncesi—her ne kadar Aydınlanma düşünürleri bir çok konuda görüş ayrılığına düşmüşler, çok değil sadece bir kaç tanesi ateist, bir çoğu Deist ve Tanrı’nın her yerde olduğuna inanıyorlarsa da—Aydınlanma geleneksel dinin hakimiyetini, özellikle Fransa’da Katolik Kilisesi’nin
rolünü zayıflattı. Tabi ki, lisede veya her neredeyse öğrendiğiniz Fransızca ile Voltaire’in açıkça
din karşıtı Candide’ini okursanız, bunun en aşırı örneğini göreceksiniz.

İkinci olarak, ve buna bağlı olarak, Aydınlanma düşünürleri laik, dini inançlardan ayrılmış bir bir
ahlak yasası öğrettiler.
İnsanoğluyla uğraşıyorlardı. İnsanoğlunu seviyorlardı. İnsanların esas olarak iyi olduklarını düşünüyorlardı. Bu dünyanın sonsuz yaşamı bekleyen bir ağlama vadisi olmaması gerektiğini söylüyor, çıkıp bu tür iddialarda bulunuyorlardı.

Üçüncüsü, kalıplaşmış geleneği kabul etmeyerek eleştirel bir analiz ruhu geliştirdiler. Nesilden nesile aktarılan gerçekleri, özellikle dini kurum tarafından aktarılanları; kalıplaşmış geleneği kabul etmediler, mesela kalıplaşmış hiyerarşileri. Bu onların analiz ruhlarının parçasıydı.