27 Kasım 2017 Pazartesi

Milliyetçiliğin İyisi Var mı?

Ayşe Kadıoğlu
05/06/2005

Milliyetçilik ideolojisinin temelinde, insanların bir grup olarak kendilerini diğer gruplardan bir takım özellikleri öne çıkararak ayırmaları var. Bu özelliklerin ne olduğuna göre de milliyetçiliğin "kötü" ya da "iyi" olarak nitelendirilmesi söz konusu oluyor. Eğer bir grup kendisini diğer gruplardan ırk, etnisite gibi "doğumla gelen" ve "değiştirilemez" özellikler ile ayırıyor ise buna "kötü" milliyetçilik deniliyor. Çünkü ne yaparsanız yapın o gruba üye olamıyorsunuz, kapılar kapalı oluyor. Ancak insanların biraz çaba göstererek söz konusu gruba üye olmalarına izin veren, nisbeten daha "açık" üyelik koşulları olan grupların milliyetçilikleri ise "iyi" kabul ediliyor. Milliyetçilik literatüründe "kötü" milliyetçiliğe örnek olarak kapalı, tecrit edici, organik ve ırk temelli Alman milliyetçiliği, "iyi" milliyetçiliğe örnek olarak da Fransız milliyetçiliği verilir.

Aralık kapılar, kapalı kapılar

Kısacası, üyelik kapılarını kapayan milliyetçilikler "kötü", kapıları nisbeten açık bırakan gruplar ise zararsız ve iyi olarak biliniyor. Örneğin, iyi Fransız milliyetçileri Fransızcayı iyi konuşmayı öğrenen ve Fransız kültürüne aşina olan Cezayirlilere "Fransız" olmanın kapılarını açarken, kötü Alman milliyetçilerinin Arapların zaten Almanca konuşmaya ya da Alman kültürünü içselleştirmeye bile layık olmadıkları düşüncesi ile hareket ettikleri varsayılır. Kısacası birincisinde kapı aralıktır ve adaylar istenileni yapınca içeri girebilirler; ikincisinde ise kapı kapalıdır. Aralık kapı durumu, "iyi" addedilen durumdur. Oysa bugün, içinde bulunduğumuz dönemde "kapı" denen olgunun bizatihi kendisi eleştiriliyor, onun aralık bırakılması yeterince demokratik bulunmuyor. Kapısızlık ve buna bağlı olarak kapıcısızlık söz konusu ediliyor. 

21 Kasım 2017 Salı

Uygarlığın İlk Adımları: Neolitik Çağ

2007 Ocak
Sergi Tanıtım Yazısı
Sergi için üretilen Göbekli Tepe tapınağı maketinden görünüm
Neolitik Dönem: Günümüz Uygarlığının Temel Taşları
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş.’nin üstlendiği bu sergi 2007 yılının Ocak ayı ortalarında Almanya Karlsruhe kenti Badisches Museum’da açılan “İnsanlığın En Eski Anıtları” sergisinin bir devamı niteliğindedir. Yalnızca Anadolu ve Yakındoğu değil, Avrupa da dahil olmak üzere günümüzde dünyaya hâkim olan uygarlığın temel taşlarını içeren, günümüzden önce 14000 ilâ 8000 yılları arasındaki uzun bir süreci yansıtan bu sergi, haklı olarak, beklenenin üzerinde bir ilgi görmüş ve büyük bir heyecan yaratmıştır. Özellikle son yıllarda bu dönemi yansıtan Çayönü, Körtik Tepe, Nevali Çori, Göbekli Tepe, Aşıklı gibi merkezlerde yapılan arkeolojik kazılar, uygarlığın ilk dönemleri ile ilgili bilgilerimizi, yorumlarımızı kökten değiştirecek kadar önemli yeni sonuçlar vermiştir. Bu kazı yerlerinden ortaya çıkan bilgi ve görkemli buluntuların yurt dışında yaratmış olduğu heyecan dalgasının ülkemizde yankı yaptığını söylemek, maalesef olası değildir. Anadolu’nun tarihöncesi kültürleri denince ilk akla gelen, renkli ve görkemli buluntularıyla Çatalhöyük olmaktadır. Ancak Çatalhöyük, burada ele alınan dönemin en son aşamasını temsil etmektedir. Şimdiki sergi ise bizi, Çatalhöyük’ün başlangıcından 4000 daha eskiye götürmekte, Çatalhöyük’ün başlangıcına kadar olan süreyi anlatmakta ve Çatalhöyük’ün başlangıcıyla sona ermektedir. Anadolu’nun en eski uygarlığının görkemi bu sergi ile ülkemizde ilk kez toplu olarak sunulmaktadır.

15 Kasım 2017 Çarşamba

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'nda

Savaşın başında bir Alman kartpostalı Türkiye'nin savaşa girdiğini ilan ediyor
 Sol üst köşede padişah V. Mehmet Reşat görülüyor.
https://www.deutsche-schutzgebiete.de/mittelmeer_division_souchon.htm
I. Dünya Savaşı başladığında Osmanlı İmparatorluğu, ölümcül bir darbe yediği Balkan Savaşı'ndan henüz çıkmıştır. Bu savaşta yalnızca Anadolu ile birlikte anavatan addedilen o çok değerli Rumeli kaybedilmemiş, -yine büyük bir yenilgi ile bitmiş olan- 1877-78 savaşından sonra hissedilir hale gelen '"devletin çökmekte olduğu'' endişesi yöneticilerin üzerine bir kâbus gibi çökmüştür.

14 Kasım 2017 Salı

Uygarlığın Yayılması ve Merkez - Çevre İlişkisi

Neil Faulkner
Ur kentinin temsili olarak canlandırılması
https://www.realmofhistory.com/2017/07/27/reconstruction-ur-city-sumerian/

Dünyanın ilk sınıflı toplumu Sümer’de milattan önce 3000’li yıllarda ortaya çıktı. Başrahipler ve şehir yöneticilerinden oluşan bir seçkinler grubu, kendilerini toplumun üstünde konumlandırdı ve sıradan yurttaşları kendi çıkarları için sömürmeye başladı.
Giderek karmaşıklaşan toplum, onlara özel siyasi-dini roller tahsis etmiştir. Bu roller onlara mülkiyet ve artı değer üzerinde hâkimiyet vermiştir. Ancak kıtlığın ve yoksulluğun kural olduğu bir dünyada bu hâkimiyeti kendilerini zenginleştirmek ve kendi iktidarlarını desteklemek için kullanmışlardır.
Aynı anda ya da birazcık sonrasında birtakım başka yerlerde aynı şeyler olmuştur. Medeniyet tek bir merkezden dışarıya doğru yayılmamıştır: koşulların uygun olduğu yerlerde bağımsız biçimde ortaya çıkmıştır.