19 Ağustos 2021 Perşembe

Millî Tarih ve Devlet Mitosu

 Tanıl Bora

 


Devlet Mitosu
 adlı ünlü eserinde Ernst Cassirer[1], siyasal düşüncede devlet telâkkisini, mitsel[2] düşüncenin Aydınlanma akılcılığına ayak direyen mirasının önemli bir hücresi olarak teşhis eder. Romantizmin tarihe (bir “şanlı geçmişe”) olan derin tutkusu ve Hegel’de doruğuna varan modern metafizik düşünce eşliğinde, Devlet kavramı, 20. yüzyıl modernizminin mitos üretiminde ayrıcalıklı bir mevkiye gelmiştir. 1. Dünya Savaşı sonrası Batı toplumlarını saran gelecek ve anlam bunalımı, devlet mitolojisine ve bu mitolojiyi kitleselleştiren faşizme yatak açmıştır.

Türk modernleşmesinde de, Cassirer’in ikiliğini (onun rasyonalizmi ‘katıksız’ algılayışını bir yana bırakarak) kullanırsak, rasyonel düşünce-mitsel düşünce çatışmasında devlet kavramı kritik bir yerde durur. Türk milliyetçiliğinin modern ulus-devleti inşâ sürecinde Aydınlanmacı ideallerin en ‘pürüzsüz’ göründüğü evrede bile, mitsel (ve kutsallaştırıcı) düşüncenin etkisi güçlüdür. Mitsellik veya kutsallık, tarihe bakışta, tarihin mitolojikleştirilmesinde kendini bariz biçimde gösterir. Mitosun çekirdeği, devlettir. Türklüğün tarih içindeki tözü, Türk nomos’u[3] olarak telâkki edilen Töre, ezelden gelip ebede giden bir varlık gibi düşünülen “Türk Devleti”nde cisimleşir. Şu ‘Atatürk sözü’, zımnen neredeyse devletin millete takaddüm ettiği kabulünü içeren bu tasavvurun özeti sayılabilir: “...çok derin geçmişlerde bile Türk milletini benliğinden çıkaran bir teşkilat vardı ki ona devlet veya hükümet teşkilatı derlerdi.” (Söylev ve Demeçler’den aktaran Atatürkçülük: 27) “Türk Devleti”, böylelikle, başka devlet yapılarıyla karşılaştırılması pek anlamlı olmayan, devlet yapılarını tahlil etmeye yarayan genel kavramların yetersiz kalacağı, biricik bir vaka gibi düşünülür. “Türk Devleti” teriminin, örneğin Türk Tarihinin Ana Hatları - Methal’de ve birçok metinde, isim haliyle, bir “nitelik” gibi anılması bu düşüncenin yansımasıdır. Cumhuriyet ideologlarından Necmeddin Sadak, Sosyoloji (1937) kitabında, “her devletin bir beşeri ideali, tarihine, mizacına göre bir anlayışı vardır” der. (12 Eylül sonrasında Genelkurmay’ca bastırılan Atatürkçülük kitap dizisinde de “Türk devletinin ilkelerinin taklit olmadığı” vurgulanacaktır.) Türkçü literatür de Türk devletinin kuramının da kendine özgü olduğunu söyler. (örn. M. Niyazi)

Söylemeye gerek var mı: Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki bu tarihsel devlet mitosu, doğrudan doğruya güncel devlet mitosunun inşâsına dönük bir pratiktir.

Baştan vurgulamamda yarar var: Mitos kavramını seçmekle, tarihsel vakalar ve verilerin ötesinde, bu vakaların ve verilerin tahayyül edilme, anlamlandırılma biçimleri üzerinde duracağımı vurgulamış oluyorum. Eski Türk devletlerinin mâhiyetini değil, bunlarla ilgili tasavvurları tartışıyorum. Yaptığım, amatör bir tarihçilik bile değil, bir ideoloji tarihi okuması.

Türk millî tarihçiliğinde Devlet Mitosunun inşâsını ele alırken, öncelikle cumhuriyetin kuruluş dönemini, yani resmî millî tarihi, “Türk Tarih Tezi”ni[4] esas alıyorum. Resmî tarihin oluşum sürecini sanırım iki evreye ayırabiliriz: Doruğunu 1. Türk Tarih Kongresi’nin (1932) oluşturduğu “romantik” denebilecek evre ile; 2. Türk Tarih Kongresi’nden (1937) başlatabileceğimiz, 1950’lere kadar uzanan ikinci evre. İlk evrede kadim Türk tarihinin idealleştirilmesi ve etnisist bir tarihçilik hâkim. İkinci evrede ise tarihsel mitos üretiminde bir “durulma” söz konusu; mamafih Devlet Mitosu tahkim ediliyor ve ilk evrede üzerinden atlanan Osmanlı tarihi daha fazla içeriliyor.

Resmî millî tarih hikâyesi ve Türk Tarih Tezi, 1930’lardaki enerjikliğinden ve iddialılığından kaybetse de, temel kalıpları ve kurgusu itibarıyla bugünlere kadar devretmiştir. Gerek devletin “sahibi” kabul edilen “çekirdek devlet” kurumlarının, başta TSK/MGK’nın ideolojisinde, gerekse ilk-ortaöğretimde ve popüler tarih algısında, bütünlüklü bir şekilde vaz’edilmese de Türk Tarih Tezinin temel kaziyeleri [5] geçerliliğini koruyor. En azından Devlet Mitosuyla ilgili olarak bunu söyleyebiliriz. Ayrıca, resmî tarihten ayrışan Türkçü-Turancı ve milliyetçi-muhafazakâr tarih mitolojileri de, hem tematik yönünden hem de temel karakteristik kalıplar yönünden aynı anlayışı sürdürmüşlerdir.[6]

Kullandığım malzeme, kimi temel resmî tarih metinlerinin yanısıra, yaygın kabul görmüş popüler metinler ve siyasal-ideolojik metinlerdir.

15 Ağustos 2021 Pazar

Bedrettin Cömert

saygıyla..

Bedrettin Cömert
Öldürüldüğünde sadece 38 
yaşındaydı

1. Yazı: Biyografik Tanıtım

Bedrettin Cömert; 27 Eylül 1940 tarihinde Vezirköprü'de doğdu. İlkokuldan sonra, altıncı ve yedinci sınıfları, Kangal ve Gürün'de okudu. Yoksulluk çekerek büyü­yen Bedrettin ortaokul üçüncü sınıftan başlayarak Sivas Lisesi’ne geçti, parasız yatılı sınavını kazanmış ve orta eğitimini güvence altına almıştı artık.

Bedrettin Cömert lisede okurken gerek düz yazı gerekse şiir olarak edebiyatla uğraşmaya başlamıştı. Bu yıllarda yazdığı ilk şiirleri Varlık dergisinde yayınlandı. 1960 yılında Liseyi bitirdi ve bir devlet bursunu kazanarak İtalya'ya gitti. İtal­ya'da ilk iki yıl Perugia Yabancı Üniversitesi'nde İtalyanca ve Latince okudu. Daha sonra Roma Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi. 1965 yılında Maria Augostino ile evlendi. 1966 yılında büyük oğlu Ergun doğdu. Bir yandan Türk edebiyatında yapıtlar vermeyi sürdürürken bir yandan da 1967 yılında Roma Üni- versitesi'nden lisans diplomasını aldı. 1970 yılında Türkiye'ye dönen Bedrettin Cömert, Haziran ayında Hacettepe Üni­versitesi Sanat Tarihi Bölümü’ne asistan olarak girdi. Burada Sanat Tarihi ve Estetik konularındaki çalışmaları yürütürken, 1971 yılında Roma Üniversitesi Felsefe Ensti- tüsü’nde, "Son Elli Yılda Türkiye'de Sanat Eleştirisi" konusundaki tezi ile estetik doktoru derecesini aldı. 1972 yılında Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde Öğretim Görevliliğine atandı. 1973 yılında küçük oğlu Kemal doğdu.

Sanat Tarihi konusundaki araştırmalarını, edebiyat ve eleştiri çalışmaları ile bir­likte sürdüren Bedrettin Cömert, ikinci doktorasını, Hacettepe Üniversitesinde verdi. "Giotto ve San Francesco Geleneği" konusunda yaptığı tez ile Sanat Tarihi doktoru da oldu. Aynı yıllarda, Türk televizyonu için "Leonardo da Vinci" adlı yapıtı çevirmişti.