21 Kasım 2017 Salı

Uygarlığın İlk Adımları: Neolitik Çağ

2007 Ocak
Sergi Tanıtım Yazısı
Sergi için üretilen Göbekli Tepe tapınağı maketinden görünüm
Neolitik Dönem: Günümüz Uygarlığının Temel Taşları
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş.’nin üstlendiği bu sergi 2007 yılının Ocak ayı ortalarında Almanya Karlsruhe kenti Badisches Museum’da açılan “İnsanlığın En Eski Anıtları” sergisinin bir devamı niteliğindedir. Yalnızca Anadolu ve Yakındoğu değil, Avrupa da dahil olmak üzere günümüzde dünyaya hâkim olan uygarlığın temel taşlarını içeren, günümüzden önce 14000 ilâ 8000 yılları arasındaki uzun bir süreci yansıtan bu sergi, haklı olarak, beklenenin üzerinde bir ilgi görmüş ve büyük bir heyecan yaratmıştır. Özellikle son yıllarda bu dönemi yansıtan Çayönü, Körtik Tepe, Nevali Çori, Göbekli Tepe, Aşıklı gibi merkezlerde yapılan arkeolojik kazılar, uygarlığın ilk dönemleri ile ilgili bilgilerimizi, yorumlarımızı kökten değiştirecek kadar önemli yeni sonuçlar vermiştir. Bu kazı yerlerinden ortaya çıkan bilgi ve görkemli buluntuların yurt dışında yaratmış olduğu heyecan dalgasının ülkemizde yankı yaptığını söylemek, maalesef olası değildir. Anadolu’nun tarihöncesi kültürleri denince ilk akla gelen, renkli ve görkemli buluntularıyla Çatalhöyük olmaktadır. Ancak Çatalhöyük, burada ele alınan dönemin en son aşamasını temsil etmektedir. Şimdiki sergi ise bizi, Çatalhöyük’ün başlangıcından 4000 daha eskiye götürmekte, Çatalhöyük’ün başlangıcına kadar olan süreyi anlatmakta ve Çatalhöyük’ün başlangıcıyla sona ermektedir. Anadolu’nun en eski uygarlığının görkemi bu sergi ile ülkemizde ilk kez toplu olarak sunulmaktadır.



Anadolu, tarihöncesi dönemden yakın çağlara kadar her dönemde uygarlık tarihinin önemli bir merkezi olmuş, çok sayıda kültürü barındırmıştır. Ancak Anadolu’nun uygarlığın oluşumuna en belirgin katkıyı yaptığı dönem, bu sergiyle yansıtmaya çalıştığımız süreçtir; bu aynı zamanda uygarlık tarihinin en heyecan verici ve renkli dönemlerinden biridir.
Karlsruhe sergisi Güneydoğu Anadolu’da ortaya çıkan kültürün, Orta Anadolu ve Marmara Bölgesi üzerinden Avrupa’ya aktarımını ele almıştır. Bu serginin kurgusu ise Güneydoğu Anadolu’da izlediğimiz köklerin tanıtımı ile sınırlı tutulmuştur. Serginin içeriğinin bu şekilde sınırlı tutulması ile, ülkemizde henüz hiç tanıtılmamış olan “ilkler”i içeren bu dönemi, sıradan buluntularla değil, kültürü oluşturan diğer öğelerle birlikte daha kapsamlı ve çok yönlü olarak tanıtabileceğimizi düşündük. Bu şekilde Güneydoğu Anadolu’da başlayan kültürel sürecin İç ve Kuzeybatı Anadolu bölgelerine yansıması ve bu dönem insanının yaşamını nasıl sürdürdüğü tanıtılmaktadır.
Umarız bu sergi, Anadolu’nun insanlık tarihine yapmış olduğu en büyük katkıya, hak ettiği ilgiyi uyandırabilir.


Uygarlığın İlk Adımları: Neolitik Çağ
Bu sergi, bilim dünyasında “Neolitik Çağ” - “Yeni Taş Devri” olarak adlandırılan ve okul kitaplarımızda “Cilalı Taş Devri” olarak geçen dönemin başlangıç aşamasını tanıtmaktadır. Bu dönemi doğru olarak algılayabilmek için, uygarlık tarihine kısaca bakmakta yarar vardır.


İnsanlığın yüzbinlerce, hatta milyonlarca yılla ölçülen çok uzun bir geçmişi vardır. En eski atalarımızın Afrika’dan ayrıldığı yaklaşık 1.800.000 yıllarından bu yana yalnızca insanın fiziki özellikleri, kültürü, yaşam şekli değil, yaşadığı doğal çevre ortamı da sürekli olarak değişmiş, farklı aşamalardan geçmiştir. Bu değişimi dünyanın çeşitli yerlerinde arkeolojik kazılardan çıkan verilerle izleyebilmekteyiz. Genellikle değişim ya da gelişme yavaş bir süreç içinde gerçekleşmiştir; ancak bazen “sıçrama” olarak adlandırabileceğimiz hızlı değişim dönemleri de vardır. İnsanlığın bu uzun gelişim sürecine geniş bir açıdan baktığımızda, sonuçları bakımından devrim sayılabilecek kadar önemli bu tür sıçrama ya da hızlı değişimlerin oldukça ender olduğunu görürüz. Bu serginin konusu olan Neolitik dönem, bu tür hızlı değişim dönemlerin en önemlilerinden biri, belki de bıraktığı izler bakımından en önemli olanıdır.

Uygarlık tarihinin “kırılma noktaları” olarak da bilinen, hızlı değişimlerin yaşandığı dönemler, toplumun, günlük yaşamından yaşam felsefesine, yararlandığı teknolojiden toplumsal örgütlenme modeline, inançlarından doğal çevresi ile kurduğu ilişkiye kadar her düzeyde değişime yol açan köklü dönüşümlerdir. Halen içinde yaşamakta olduğumuz Endüstri Devrimi süreci, bu tür köklü değişimlerden biri ve en sonuncusudur. Bu tür önemli dönüşümleri, bir anda başlayıp biten olaylar olarak görmek doğru değildir; aynen Endüstri Devrimi’nde olduğu gibi, bu dönüşümler dünyanın belli bir bölgesinde başlar, ancak olgunluğa eriştikten sonra başka coğrafyalara yayılarak, küresel bir model haline gelirler. Bu nedenle ilk ortaya çıktıkları bölge ile, daha sonraları yansıdığı bölgeler arasında zaman farkı vardır.


İnsanlık tarihi her yerde aynı gelişimi göstermemiştir. Bazı bölgelerde gelişim süreci daha hızlı, bazılarında ise daha yavaş olmuş ve hatta en uç bölgelerde zaman saati durmuş gibidir. Bu nedenle, önemli dönüşümlerden isim alan kültür basamakları da farklı coğrafyalarda farklı zaman dilimlerini yansıtır. Örneğin kentleşme devrimi olarak adlandırdığımız İlk Tunç Çağı, Mezopotamya’da MÖ 3200 yıllarında görülür. Mezopotamya’dan uzaklaştığımızda o tarihlerde kentleşmeyi değil, bundan önceki kültür basamağının süregeldiğini görürüz. Kentleşme, örneğin Ege dünyasına MÖ 2600’lerde, Batı Avrupa’ya Roma İmparatorluğu ile gelecek, daha uzaklara gittiğimizde ise bu yeni yaşam biçiminin aktarımı MS 16.-17. yüzyıllarda gerçekleşecektir.


Uygarlık tarihine bir bütün olarak bakıldığında geleneksel görüş, en önemli dönüşüm ya da “kırılma noktası”nın, gezginci yaşamdan yerleşik köy yaşantısına, avcılık-toplayıcılıktan besin üretimi-çiftçiliğe geçiş dönemi olduğunu kabul etmektedir. Bu bakış açısının temelinde, köy, tarım ve hayvancılığın başlangıcı, daha sonraki uygarlığın tetikleyicisi olarak görülmüş ve milyonlarca yıllık yaşam biçiminin, Neolitik olarak adlandırılan bu dönemde köklü olarak değişerek yeniden biçimlendirildiği kabul edilmiştir. Tarımın toprağa bağlı yaşama, dolayısıyla köylerin gelişmesine yol açtığı, kalıcı konutların yapımı için de yeni yapım malzemeleri, mimari teknikler, araç-gereçlerin gerektiği, toprağın ekilip biçilmesinin, depolama, mülkiyet, miras, işçilik ve elde edilen ürünün de besin hazırlama, artı-ürün gibi daha önceleri olmayan tanımları doğurduğu, yeni yaşamın gereklerini karşılayabilecek yeni hammaddelere yönelttiği genel olarak kabul edilmiştir. Çiftçi olarak tanımlayabileceğimiz bu yeni yaşamın sulu aş için gerekli olan ateşe dayanıklı kaplar, depolama yerleri, tahılı besine dönüştürecek teknolojiler geliştirdiği, hayvancılığın ortaya çıkmasıyla başta dokuma olmak üzere hayvan ürünlerinin besine dönüşmesi, saklanan besinlerin fermante edilerek ya da kurutularak başka yiyeceklere dönüşümü ve giderek artı ürünün, işgücünün organizasyonunu zorladığı, ticaretin, ve yönetici sınıf gibi yeni toplum katmanlarının ortaya çıkışı da Neolitik dönemin yarattığı sonuçlar olarak kabul edilegelmiştir. Öngörülen bu sistemin daha sonraları kent, kent devletleri, devlet ve imparatorluğa kadar olan sürecin de altlığını oluşturduğu açıktır.


Yukarıda değindiğimiz Neolitik yaşam tanımı, her ne kadar ileri aşamalarda kent ve devlete dönüşecekse de, genel kabul bunun ilk dönemlerinin, eşitçil bir toplum dokusu olan basit yerleşmeler olduğu şeklindeydi. Bir topluluğun, aynı yerde uzun süre kalarak sabit bir köy kurabilmesi için mutlaka tarım yapması gerektiği de öngörülmekteydi. Bu sergiyle tanıtılan süreç, yukarıda değindiğimiz kabullerin esası ile tam olarak çelişmektedir. Daha önce de değindiğimiz gibi Güneydoğu Anadolu’da son yıllarda yapılan arkeolojik kazıların sonuçları, uygarlık tarihiyle ilgili bilgilerimizi tamamıyla değiştirmiş ve Neolitik olarak tanımladığımız sürecin başlangıç aşamasını, başka bir bakış açısıyla yeniden ele almamız gerektiğini ortaya koymuştur; serginin vurgusu da budur. Her şeyden önce ilk yerleşik toplulukların halen avcı ve toplayıcı oldukları, etkin besin üretiminin ancak ileri aşamalarda ortaya çıktığı anlaşılmıştır. Daha da çarpıcı olan, halen  avcı-toplayıcı olan bu yerleşimlerde tapınak olarak tanımlayabileceğimiz anıtsal yapıların, görkemli heykel ve kabartmaların, toplumu yönlendirdiği ve öbür dünyayla ilişkiyi sağladığı anlaşılan ruhban ya da yönetici sınıf gibi belirli toplum katmanlarının varlığıdır. Dört binyıl kadar süren bu süreç içinde mimarinin, uzak bölgeler arası mal aktarımının, yeni teknolojilerin geliştiği, ancak çanak çömleksiz dönemin sonu olarak adlandırdığımız MÖ 7000 yıl içinde kelimenin gerçek anlamıyla tarım ve hayvancılığın önem kazandığı ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak önceki yıllarda Neolitik olarak tanımlanan yapılanma, bu sergide anlatılan dönemin en sonuna denk gelmektedir. Bu sergiyle, uygarlık tarihi için yeni bir kavram olan, besin üretimi öncesi yerleşik toplulukların neler yapabildiğinin en çarpıcı örnekleri yansıtılmaktadır.
Göbekli Tepe Uygulaması. Sergiden.

“Neolitik” Adlaması
Bir kültür evresi olarak “Neolitik” adlaması 19. yüzyılda, Taş Devri’nin son aşamalarını temsil eden taş aletlerin işlenişindeki yeni bir teknolojiyi tanımlamak amacıyla ortaya atılmıştır. Zaten “neolitik” sözcüğünün anlamı da “yeni taş”tır. Arkeolojinin emekleme çağı olan o yıllarda, yazı öncesi dönemleri tarihleyebilecek herhangi bir yöntem yoktu. Tarihi bilinmeyen eski kültürleri, kullandıkları teknolojinin niteliğine göre, en basitten en gelişkine göre sıralayarak, “göreli” bir tarihleme yapılırdı. Neolitik adlaması da bu uygulamadan ortaya çıkmıştır. Bugün arkeoloji, arkeometri adı altında topladığımız doğa ve fen bilimlerinin yöntemlerinden yararlanarak geçmiş kültürlerin mutlak yaşını belirleyebilmektedir.
Uzun bir süre boyunca arkeologlar için Neolitik dönem, yerleşik uygarlığın başladığı, tam olarak tanımlanamayan bir süreç olarak görülmüş, fazla ilgi çekmemiştir. Ancak ilk olarak doğa bilimciler, yabani tahılların tarıma alınması, hayvanların evcilleştirilmesi gibi biodünyayı ilgilendiren gelişmelerin bu evrede gerçekleştiğini öngörmüş ve yabanılların nasıl olup günümüzdeki şeklini aldığı ile ilgilenmişlerdir. Bu bağlamda bugün ekmek yaptığımız buğdayın ya da arpa, çavdar gibi tahılların yabanıl atalarından çok farklı niteliklere sahip olduklarını unutmamak gerekir. Her şeyden önce yabani tahılların taneleri, doğal olarak tohumlanabilmeleri için başağa kırılgan bir sap ile bağlıdır, sallanınca kendiliğinden dökülürler. Tarıma alınmış türlerde ise bu özellik, silkelendiği zaman dökülmeyen daha sağlam bir bağlantı ile değişmiştir. Bunun yanı sıra başağın şekli ve diğer morfolojik özelliklerinde de önemli farklar vardır. Evcil koyun, keçi, sığır ve domuz, yabanıl atalarından birçok bakımdan farklıdır; örneğin yabani koyun uzun bacaklı, hızlı koşabilen, yün yerine kıllarla kaplı, iri boynuzlu, yabani sığır ise bugünkünün yaklaşık iki misli büyüklüğünde olan hayvanlardır. Yabanıl türlerden tarıma alınmış ya da evcilleştirilmiş türlere olan dönüşüm için oldukça uzun bir sürenin gerektiği de bilinmektedir. Kuşkusuz bu dönüşüm, kültürel açıdan çiftçiliğin ve dolayısıyla yerleşik yaşamın başlaması anlamını da taşımaktadır. Yerleşik yaşam da, kalıcı konut mimarisinin yanı sıra, mülkiyet, farklı bir toplum düzeni, organize işgücü, besin biriktirme ve bunun dağıtımı gibi farklı bir yaşam biçimini gerektirdiğinden, biolog ve zoologların ardından Neolitik Çağ, toplumbilimcilerin, etnografların ve antropologların ilgisini uyandırmıştır.


Neolitik yaşam olarak tanımlanan çiftçilik yeni aletleri, bu aletlerin yapımı için de yeni teknolojilerin geliştirilmesi gereğini ortaya çıkarmıştır. Neolitik öncesi avcı toplulukların gereksinimi, taşın yongalanmasıyla elde edilen sivri uçlu ya da keskin kenarlı aletlerdi. Çiftçilerin ise ağaç kesebilmek, tahta yontabilmek, toprağı kazabilmek için darbelere dayanıklı farklı bir alet türüne, tahılları öğütebilmek için yüzeyi pürüzlü taşlara, bitkisel besinleri yiyebilmek için ateşe dayanıklı kap kacağa gereksinimleri vardı. Bu gereksinmeler, taşlara sürtülerek biçim verilmesi ve kilin hamur haline getirilip biçim verildikten sonra fırınlanması gibi yeni teknolojilere yol açmıştır. Bu dönemde en çok rastlanan alet türü, bazen “celt” olarak da adlandırılan yüzeyi parlatılmış yassı taş baltalar olduğundan, arkeolojinin ilk zamanlarında bu dönem “Cilalı Taş Devri” olarak adlandırılmıştır.


18. ve 19. yüzyıllarda, özellikle Avrupa’da yapılan kazılar, Neolitik yaşam biçimi olarak adlandırılan tarımın, hayvancılığın, yerleşik köylerin ve bunlarla bağlantılı teknolojilerin bulunduğu çok sayıda buluntu yerini ortaya çıkarmıştı. Ancak Neolitik yaşamın olmassa olmazları olarak görülen buğday, arpa, çavdar, koyun gibi türlerin yabanıl atalarının Avrupa topraklarında bulunmayışı, ayrıca ortaya çıkartılan yerleşmelerde konut mimarisinin, çömlekçiliğin başlangıç aşamasında değil, gelişkin düzeyde olması, bu kültürün Avrupa’ya başka bölgelerden, gelişimini tamamladıktan sonra aktarılmış olduğunu göstermekteydi. Bunu izleyen soru, Neolitik dönüşümün, tarım, hayvancılık ve yerleşik yaşamın ilk olarak nerede, nasıl ve neden başlamış olduğuydu. Tarım, tahıllardaki küçük tanelerin toplanması ve yenebilecek duruma getirilmesi gibi, avcılığa ve toplayıcılığa göre, çok güç bir beslenme şeklidir. Özellikle yabani tahılların tarla gibi değil, diğer otsularla karışık bulunması, başaklarının bugünkü türlere göre çok daha küçük ve az taneli olması ve bunun da ötesinde tanelerinin toplanırken dökülme özelliğinin bulunması, insanların nasıl olup da bu besin kaynağına yöneldiğini yanıtsız bir soru olarak bırakmıştır. 20. yüzyılın başlarında doğabilimciler bu değişimin ancak kuraklık, doğal çevre koşullarının olumsuz bir ortam yaratmasına bağlamış ve bu nedenle ilk Neolitik kültürlerin, bugün çöl olan bölgelerdeki vahalarda ya da çöllerin içinden geçen büyük akarsuların vadilerinde gerçekleşmiş olabileceklerini önermişlerdi. Bu tür zorluk içinde yaşayan toplulukların çok basit bir yaşamları olduğu ve bu nedenle bunların yaptıkları ilk sabit konutların çok basit kulübelerden ileri gidemeyeceği öngörülmekteydi. Bu nedenle arkeologlar, ilk çiftçi toplulukların izlerinin bulunabilme olasılığına uzun bir süre kuşku ile yaklaşmışlardır.


Arkeologların arasında Neolitik dönemin uygarlık tarihi açısından taşıdığı önemi ilk ve en açık şekilde vurgulayan Gordon Childe olmuştur; Childe bu dönemin önemini vurgulamak için “Neolitik Devrim” adlamasını ortaya koymuş ve o dönemdeki arkeolojik bilgilere göre bu devrimin ancak Fırat, Dicle ve Nil gibi büyük akarsu boylarında gerçekleşip geliştikten sonra, başta Avrupa olmak üzere, dünyanın diğer yerlerine yayıldığı ileri sürmüştü. Bu konuda ikinci büyük atılım Robert J. Braidwood tarafından yapılmış, Braidwood doğa bilimlerinden de yararlanarak, bugün “Doğal Yaşam Bölgesi” olarak tanımladığımız kuramı ortaya çıkarmıştı. Buna göre çiftçilik ancak yukarıda sıraladığımız tahıl ve hayvanların yabanıl atalarının doğal ortamlarında birlikte bulunabildiği, sulama gibi gelişkin bir teknoloji gerektirmeden tarımın yapılabileceği bir bölgede gerçekleşebilirdi. Braidwood doğabilimcilerle birlikte yaptığı bir ön çalışmayla, çiftçiliğin başlayabileceği bölgenin ancak Yakındoğu’nun belirli bir kesiminde olabileceğini ortaya koymuştur. Bu bölgenin tanımı doğuda Zagros, kuzeyde Güneydoğu Toroslar, batıda Amanos ve Lübnan Dağları ile belirlenen ve ağızı güneye dönük bir hilale benzediği için “Bereketli Hilal” olarak tanımlanan bölgenin biraz gerisindeki dağların etek ve eşikleri boyunca uzanan, daha sulak ve bereketli bir coğrafi kuşağı içermektedir. Braidwood, Neolitik kültürün oluşum bölgesine getirdiği yeni tanımın dışında, “Neolitik” adlamasına da karşı çıkmış, teknoloji kökenli bu terimin yerine, beslenme ve yaşamdaki değişimi yansıtan “İlk Tarımcı Köy Toplulukları Dönemi” adlamasını önermiştir.


Gordon Childe ve Robert J. Braidwood’dan bu yana yarım yüzyılı aşkın bir süre geçmiştir. Bu süre içinde, başta Yakındoğu ve Anadolu olmak üzere dünyanın birçok yerinde Neolitik dönemi yansıtan binlerce arkeolojik kazı çalışması yapılmış ve ortaya çıkan sonuçlar farklı açılardan ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir. Ortaya çıkan tablo, Childe ve Braidwood’un dönemindeki hiçbir bilim insanın düşünemeyeceği kadar çeşitlilik göstermektedir. Neolitik dönemin geleneksel tanımının içerdiği çiftçiliğe dayalı köy yaşantısı modelinden farklı “Neolitik” kültürlerin de olduğu, hatta dünyanın çeşitli yerlerinde farklı zamanlarda bu tür kültürlerin gelişebildiği artık bilinmektedir. Örneğin Uzakdoğu’da çanak çömleğin Yakındoğu’dan çok daha eski bir tarihte, Eski Taş Devri içinde başladığı ve ilk tarımın meyve ağacı fideciliğine bağlı olarak geliştiği, Avrasya steplerindeki Neolitik yaşamın ise hemen hemen hiç çanak çömlek kullanmayan, tarım yapmayan ama hayvana bağlı bir göçebe yaşamı olduğu, Doğu Afrika’da çanak çömlek kullanmayan gezginci bir Neolitiğin varlığı gibi farklı bir zaman, tanım ve yaşam biçimlerini görmekteyiz. Aynı şekilde Anadolu yaylalarında tarım ve hayvancılık yapmayan, görkemli ve büyük yerleşmeler kurabilen “Anadolu Neolitiği” de yeni bir açılım olarak ortaya çıkmıştır. Neolitik dönemin farklı tanımları öylesine bir çeşitlilik göstermiştir ki, yaklaşım olarak daha doğru olmasına karşın Braidwood’un adlaması bir yana bırakılmış ve yeni yaşam biçiminin her türlü açılımını içine alan genel bir ad olarak “Neolitik” kullanılmaya devam etmiştir. Dünyanın birçok bölgesinde farklı Neolitik modellerin olmasına karşın, daha sonraki dönemleri etkileyerek küresel hale gelecek olan model, Anadolu-Yakındoğu çıkışlı model olacak, diğer Neolitik modeller bir süre sonra Anadolu-Yakındoğu Neolitik modelinden gelişen kültür tarafından özümsenecektir. Bu sergiyle tanıtılacak olan model, Yakındoğu modelinin bir parçası olmasına karşın, kendine özgü birçok temel özelliği bulunan Güneydoğu Anadolu- Kuzey Suriye modelidir.


Neolitik Dönemin Değişen Tanımları
Yukarıda da kısaca değinildiği gibi, dar anlamıyla Neolitik dönem, beslenme, teknoloji ve yaşamı belirleyen öğelerin yeniden biçimlenme sürecini yansıtmaktadır. Sonuçları bakımından devrim niteliğindeki bu değişimin oldukça uzun bir süre içinde gerçekleştiği, yaklaşık olarak MÖ 12000 yılları ile 6000 yılları arasındaki bir döneme yayıldığı bilinmektedir. Bu sürecin başlangıcı Son Buzul Çağı’nın yarattığı koşulların ortadan kalkması, bugünkü iklim kuşaklarının yerleşmesiyle ilişkilidir. Dünyanın her yerinde insanlar, değişen doğal çevre koşullarına, bildikleri teknoloji ve sosyal alışkanlıklarıyla uyum sağlamışlardır. Ancak Yakındoğu’nun belirli bir bölgesinde bu dönüşüm dünyanın diğer yerlerinden farklı olmuş ve daha sonra tüm dünyayı etkileyecek olan yeni yaşam biçimini ortaya çıkarmıştır. 6000 yıl gibi, oldukça uzun bir zaman dilimini kapsayan bu oluşum sürecini, konunun uzmanları olan arkeologlar Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ, Çanak Çömlekli Neolitik Çağ gibi farklı kültür basamaklarına ayırarak tanımlamaktadırlar. Ancak ilginç olan, bu sürecin ilk aşaması olan Çanak Çömleksiz Neolitik dönemin, sonrakilerden daha görkemli kalıntılara sahip olmasıdır. Bu ilk dönemin görkeminin, anıtsallığının en iyi izlendiği bölge de Güneydoğu Anadolu’dur.


Yakındoğu Neolitik kültürünün oluşum bölgesi olarak tanımladığımız coğrafya güneyde Filistin’den başlayarak İsrail, Suriye, Lübnan, Ürdün, Kuzey Irak, Batı İran, Güneydoğu ve İç Anadolu ve hatta son araştırmalar ışığında Kıbrıs’ı da içine alan çok geniş ve geniş olduğu kadar ekolojik çeşitliliği de olan bir bölgedir.
Tüm bu bölge içinde yaşayan toplulukların birbirleriyle bilgi ve teknoloji paylaşarak 6000 yıl boyunca söz konusu kültürü geliştirdiği ve dönemin sonunda kelimenin tam anlamıyla “çiftçi” durumuna geldikleri anlaşılmaktadır. Bu oluşum, başlangıcından gelişimini tamamlama aşamasına kadar aynı coğrafya içinde kalmış, ancak tam olarak gelişimini tamamladıktan sonra farklı coğrafyalara yayılmıştır.
Jericho (Eriha), Batı Şeria


Daha önce de değinildiği gibi, tahıla dayalı bir yaşam biçiminin, avcılığın ve toplayıcılığın yerini alması çok güç bir dönüşümdür. Bu nedenle bilim insanları bu dönemin ilk basamaklarını doğal çevrenin kısıtlı olduğu, insanların yaşamlarını sürdürmek için tahıl tanelerini toplamak zorunda olacakları kurak ve yarı kurak bölgelerde, özellikle Filistin, İsrail ve Güney Suriye’de aramışlardır. Söz konusu araştırmalar ilk başlarda Filistin çevresinde yoğunlaşmıştır; Güney Filistin’de Natuf ve Kebaran gibi Neolitik dönemin öncülü olabilecek kültürel oluşumlara rastlanması uzun bir süre arkeologların ilgisini Güney Levant olarak tanımladığımız bölgeye odaklamıştır. Bu bağlamda 1952 yılında K. Kenyon tarafından kazılmakta olan Eriha (Jericho) kazılarında, gerçek anlamıyla Neolitik bir yerleşimin bulunması, daha sonraki araştırmaları yönlendiren önemli bir gelişme olmuştur. Eriha kazıları, Neolitik kültürün başlangıcında çanak çömleğin bilinmediği bir evre olduğunu ve daha önemlisi bu evrede öylesine eski bir tarih için görkemli sayılabilecek büyük yapıların bulunduğunu açık olarak ortaya koymuştur. Bugün hâlâ kullanmakta olduğumuz, Neolitik kültürün gelişim basamaklarını yansıtan Çanak Çömleksiz Neolitik A, Çanak Çömleksiz Neolitik B ve Çanak Çömlekli Neolitik ayrımı da ilk kez bu kazıda ortaya atılmıştır. Eriha kazılarıyla hemen hemen aynı yıllarda, R.J. Braidwood ve ekibi Kuzey Irak Zagros bölgesinde, doğabilimcilerle birlikte araştırmalara başlamış ve özellikle Jarmo kazılarıyla ilk kez, çiftçiliğin başlangıç aşamasındaki basit bir köy toplumunu ortaya çıkarmıştır.


Neolitik dönem araştırmalarının başladığı 1948 yılından 1970 yıllarına kadar geçen süre içinde söz konusu bölgelerde yapılan Neolitik dönem kazılarının sayısı 100’ü aşmış, arkeolojik kazı yöntemlerinin gelişmesi, arkeometrinin sağladığı olanaklarla çok farklı konularda geniş bir bilgi birikimi oluşmuştu. Bu bağlamda yakın zamanlara kadar doğal çevre ortamının çok daha zengin olduğu, insanların yaşamlarını tahıl tanesi toplamaya bağlamak zorunda olmadığı Anadolu’nun, ilk çiftçi topluluklarının oluşum bölgesinin dışında kaldığı öngörülmekteydi. Bilim insanları, tarım, hayvancılık ve yerleşik yaşamın ilk olarak Güney Levant olarak tanımlanan Filistin ve çevresinde başladığını ve belirli bir aşamadan sonra bu yeni yaşam biçiminin Kuzey Suriye de dahil olmak üzere Anadolu’ya aktarıldığını düşünmekteydi. Bu nedenle Güneydoğu Anadolu da dahil olmak üzere Anadolu Platosu uzun yıllar Neolitik dönem açısından hemen hemen hiç araştırılmadan kalmıştı. Anadolu’da başlayan ilk Neolitik kazılar olan Urfa Bozova yakınlarındaki Biris Mezarlığı ve Söğüt Tarlası ile Diyarbakır Ergani yakınındaki Çayönü, kuzeydeki farklı bir Neolitik çekirdeğin ilk izlerini daha 1964 yılında vermiş, ancak elde edilen sonuçlar başka kazılarla desteklenmediği için yeterince yankı bulmamıştı.


Aynı süreç içinde Orta Anadolu’da J. Mellaart tarafından kazılmış olan Hacılar ve Çatalhöyük, J. Garstang tarafından kazılan Yumuktepe, D. French tarafından kazılan Can Hasan ile J. Bordaz’ın kazdığı Süberde ve Erbaba da, Neolitik yaşam biçiminin oluşumuyla ilgili süreçte, Anadolu Platosu’nun yerinin tam olarak anlaşılması sağlanamamıştı. Bunlardan özellikle Çatalhöyük görkemli ve şaşırtıcı buluntularıyla her ne kadar ilgiyi çekmişse de, o dönem için geçerli olan kuramlarla bağdaştırılamamıştır. Bu nedenle yakın zamanlara kadar, tarım ve çiftçiliğe dayalı olan yaşam biçiminin Yakındoğu’nun kurak ve yarı kurak bölgelerinde ortaya çıktığı, geliştiği ve daha sonra Anadolu Platosu’na aktarıldığı görüşü kabul edilegelmiştir.


Anadolu Yarımadası’nın Neolitik kültür oluşum süreci içindeki yeri, 1970’li yıllardan sonra, kazı ve araştırmaların artmasıyla tam olarak anlaşılabilmiştir. Fırat ve Dicle nehirleri ile bunlara bağlı kolların üzerinde kurulan baraj gölleri nedeniyle başlayan kurtarma kazıları, yeni birçok Neolitik yerleşimi de ortaya çıkarmıştır. Bunların arasında ilk çarpıcı örnek Urfa bölgesinde H. Hauptmann tarafından kazılmış olan Nevali Çori ile Batman’da M. Rosenberg tarafından kazılan Hallan Çemi’den gelmiş ve bunu izleyen, K. Schmidt tarafından kazılmakta olan Göbekli Tepe, V. Özkaya tarafından kazılmakta olan Körtik Tepe gibi yerleşimler, beklenmedik şaşırtıcı sonuçlar vermişlerdir. Anadolu Platosu’nun Akdeniz Havzası’yla, Neolitik dönemdeki ilişkilerinin daha iyi anlaşılabilmesi Yumuktepe’de kazıların I. Caneva tarafından yeniden başlatılmasıyla sağlanmıştır. Benzer bir gelişme önceleri Orta Anadolu ve hemen ardından İç Batı, Batı ve Kuzeybatı Anadolu’da da gerçekleşmiştir. U. Esin tarafından kazılan Aşıklı Höyük ile D. Baird’in kazmış olduğu Pınarbaşı gibi yerleşimler, Orta Anadolu Platosu’ndaki Neolitik kültürün Güney Levant’taki kadar eski olduğunu, M. Özbaşaran tarafından kazılan Musular, A. Öztan’ın kazmakta olduğu Köşk Höyük ile E. Bıçakçı’nın kazmakta olduğu Tepecik-Çiftlik bu kültürün ileri aşamalardaki gelişimini çarpıcı buluntularla yansıtmıştır. Aynı bölgedeki N. Balkan Atlı tarafından kazılmakta olan Kaletepe’de ortaya çıkan obsidyen işliği, Filistin’e kadar uzanan Neolitik dönem ticaret ağının ne kadar kapsamlı olduğunu göstermiş; Çatalhöyük’te I. Hodder tarafından başlatılmış olan yeni kazılar bu yerleşimin uygarlık tarihi açısından taşıdığı önemi arkeolojinin yeni yöntemlerinden de yararlanarak farklı bir şekilde sergilemiştir. Anadolu Yarımadası’nın daha batısında R. Duru’nun çalışmış olduğu Kuruçay, Höyücek ile Bademağacı ve son yıllarda Ege Bölgesi’nde A. Çilingiroğlu tarafından kazılan Ulucak, Z. Derin tarafından kazılan Yeşilova, H. Sağlamtimur tarafından kazılan Ege Gübre yerleşimleri ve A. Peschlow’un Beşparmak Dağı’ndaki buluntuları ile Kuzeybatı Anadolu’da N. Karul’un kazdığı Aktopraklık, J. Roodenberg’in Ilıpınar, Menteşe ve Barçın kazıları bu yaşam biçiminin batıya yayılım sürecinin izlerini çok açık bir şekilde sergilemiştir.


Anadolu Yarımadası’nın hemen her yerindeki kazıların ortaya çıkardığı sonuçlar öylesine önemlidir ki, bugün bilim dünyası Neolitik kültürün nasıl oluştuğu ile ilgili yüzyılı aşkın bir süredir tartışılan kuramları yeniden gözden geçirmek ve bu dönemi yeniden tanımlamak durumunda kalmıştır. Burada sıraladığımız Hallan Çemi, Nevali Çori, Çayönü, Göbekli Tepe ve Körtik Tepe kazılarında geniş alanlar açılabilmiş olduğu için, ortaya çıkan buluntular ve bunların yansıttığı buluntu düzeni, bilim dünyasının dikkatini bunların üzerinde odaklamıştır; ancak bunların yanı sıra daha sınırlı alanlarda açılmış olan başka Neolitik dönem kazıları da vardır. Bunların arasında Bruce Howe tarafından kazılan Söğüt Tarlası ve Biris Mezarlığı Proto-Neolitik olarak tanımladığımız bu sergiyle tanıtılan Neolitik kültürün öncüsünü vermiş; M. Rosenberg tarafından kazılan Batman yakınlarındaki Demirköy, R. Harris tarafından kazılmış olan Adıyaman-Gritille, J. Roodenberg tarafından kazılmış olan Hayaz Höyük, Adıyaman Müzesi’nin kurtarma kazısı yaptığı Levzin Höyük ve Malatya yakınlarındaki J. Cauvin tarafından kazılmış olan Cafer Höyük, Çanak Çömleksiz Neolitik dönem kültürlerinin çeşitli ayrıntılarını bize zengin buluntularla yansıtmıştır. Aynı şekilde Batman’da Y. Miyake tarafından kazılmakta olan Salat Camii Yanı, Diyarbakır Ergani’de I. Caneva tarafından kazılmış olan Yayvantepe-Tilhuzur, Urfa Bozova çevresinde J. Roodenberg’in kazmış olduğu Kumartepe, Elazığ yakınında U. Esin tarafından kazılmış olan Tepecik ile Malatya yakınındaki İkiz Höyük, İlk Çanak Çömlekli Neolitik dönemi bize tanıtmış; Urfa Birecik çevresinde M. Özbaşaran tarafından kazılan Akarçay Tepe ile M. Özdoğan tarafından kazılan Mezraa-Teleilat, Fırat Havzası’ndaki Neolitik kültürün gelişim aşamalarını bize vermiştir. Bu kazıların yanı sıra bölgede yapılan yüzey araştırmaları, Neolitik dönemin hemen hemen bütün aşamalarının bölgede ne kadar yaygın olduğunu göstermiştir; kazı yapılmadığı halde, yüzey buluntularıyla bilim dünyasında önemli yankı yapmış olan en önemli buluntu yerlerinin arasında, Elazığ Boytepe ile Ergani yakınındaki Papazgölü ve Kurtalan yakınındaki Ain Germ’i sayabiliriz. Gerek bu katalog, gerekse sergi kapsamında; Güneydoğu Anadolu’da şimdiye kadar ortaya çıkmış olan ve uygarlık tarihi açısından yenilerle dolu olan kültürü tam olarak yansıtmaya olanak yoktur. Gene de bu sergi özellikle son yıllarda Güneydoğu Anadolu’daki kazılarda ortaya çıkan ve yüzyılı aşkın bir geçmişi olan Neolitik dönem araştırmalarına yeni bir boyut kazandıracak kadar önemli sonuçları ortaya koymaktadır.


Bu sergide de görüleceği gibi, Güneydoğu Anadolu’daki Neolitik dönemin başlangıç aşaması, yaşam mücadelesi veren, zorluk içinde yaşayan ve yiyecek bir şey bulamadığı için tahılları toplayan insan topluluklarıyla değerlendirilemeyecek kadar gelişkin bir düzeyi yansıtmaktadır. Dört metreyi geçen boyutlarda dikilitaşları kabartmalarla süsleyebilen, en sert taşları biçimlendirerek takı yapabilen, çanak çömlek yapımından önce bakırı ısıtarak işleyebilen bu toplumun bulguları şaşırtıcı olduğu kadar heyecan vericidir. Buradaki toplulukların, Güneydoğu Anadolu coğrafyasının sağladığı zengin doğal çevre ortamının besin üretimine, tahıl ve hayvan evcilleştirmeye gerek kalmadan sabit yerleşmeleri kurabildiğini ve bir üst kültürel düzeye yalnızca avcılık ve toplayıcılıkla eriştiğini görmekteyiz. Bu sergide MÖ 12000 yıldan 6000 yıla kadar olan süreç, seçilmiş bazı buluntular, maketler ve grafik anlatımla yansıtılmaktadır. Tüm bilim dünyasını heyecanlandıran bu bulguların, çok geniş Anadolu coğrafyasında sayısı 10’u geçmeyen kazılardan geldiğini gözardı etmememiz gerekir. Neolitik olarak tanımladığımız yaşam biçiminin görüldüğü, Anadolu’nun güneyinde kalan bölgelerde son yarım yüzyıl içinde gerçekleşmiş olan kazıların sayısı 300’ü geçmiştir. Buna karşılık şimdiye kadar Güneydoğu Anadolu’da yapılan arkeolojik kazılar iki elin parmaklarıyla sayılacak kadar az, Türkiye’nin genelinde ise, sondaj niteliğindeki küçük kazılar da dahil olmak üzere 36 tanedir. Gene de ortaya çıkan sonuçlar, bilim dünyasını sarsmış ve günümüz uygarlığının temel taşlarının bu bölgede olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur.


Mimari kalıntılarıyla Güneydoğu Anadolu’dan bildiğimiz en eski yerleşim Hallan Çemi’dir. Bunu izleyen Çayönü yerleşimi Neolitik kültürün 3000 yıllık gelişimini tabaka tabaka eksiksiz olarak yansıtmış, Çayönü kazısında açılan alanın genişliği ilk kez yerleşme düzeninin beslenme kadar ilginç bir seyir izlediğini ortaya koymuştur. Çayönü kazılarıyla, barınak niteliğindeki kulübenin, yeni işlevler yüklenmiş konuta nasıl dönüştüğü, yuvarlak planlı bir yapının köşeleri, temelleri, düz dam ve çatısı olan bir yapı haline geliş sürecini tüm aşamalarıyla adım adım görebilmekteyiz. Daha da ilginç olanı, en eski Neolitik yerleşmelerin önceden belirlenmiş plana göre yapılmış olmaları, yerleşim içinde yapı planları ve dağılımları bakımından katı bir şekilde uygulanan bir planın olduğu, ancak bu planın dönem içinde ortaya çıkan gelişmelere göre yeniden düzenlendiği görülmüştür


Çayönü, Nevali Çori ve Göbekli Tepe, ilk Neolitik toplulukların, konutların yanı sıra tapınak olarak adlandırabileceğimiz özel yapılara da sahip olduklarını ortaya koymuştur. Gerek bu tapınakların yapımı ve gerekse bunların barındırdığı dikilitaş, kabartma, heykel, duvar resmi gibi betimlemelerin yalnızca özel seçilmiş sanatkârları değil, çok büyük ve organize bir işgücünü de gerektirdiği açıkça görülmektedir. Söz konusu yerleşmelerde gördüğümüz teknoloji, daha çanak çömleğin yapımından önce madenin kullanılması, kirecin yakılması gibi uygulamalarla şaşırtıcı ve daha önceleri ancak MÖ 3000 uygarlıklarında erişildiği sanılan düzeyi yansıtmaktadır. Çok zengin ve çeşitli betimlemelerin yanı sıra, Neolitik dönemde gelişen inanç sisteminin en çarpıcı göstergelerinin arasında ölü gömme ile ilgili uygulamaları sayabiliriz. Toplu gömülerin yanı sıra gövdelerinden ayrılan kafataslarının bazen bezenerek saklanması, üzerlerine alçı maskeler yapılması ve özellikle Körtik Tepe taş kaplarıyla birlikte gördüğümüz zengin ölü armağanları, o dönemin sanatını, toplumsal düzeyini ve inanç sistemini yansıtmaktadır. Yerleşimlerin çok uzağında, dağlık bölgenin kuzeylerindeki volkanik bölgelerden getirilmiş olan doğal cam-obsidyen ticaretinin eriştiği hacim, günümüz için bile şaşırtıcı miktarlardadır. Halen hiçbir binek hayvanının evcilleştirilmediği bu dönemde dağların ardından elde edilen obsidyen 6000 yıl hiç kesintiye uğramadan yüzlerce kilometre öteye aktarılmış, obsidyenin yanı sıra Kızıldeniz ve Akdeniz kökenli deniz kabukları ve yarı değerli bazı taşlar da bölgeye getirilmiştir. Henüz bu sistemin, artı ürün ve artı değerin oluşmadığı İlk Neolitik Çağ’da nasıl işlediğini tam olarak bilemiyoruz. Ancak Göbekli Tepe betimlemeleriyle giderek daha iyi görmeye başladığımız ve bir anlamda “resim yazısı” olarak da yorumlayabileceğimiz işaret ve sembollerin sayısının artması ve bu sembollere Kuzey Suriye de dahil olmak üzere çok geniş bir alanda birbirlerine benzer şekilde rastlanması, yazı olmasa bile bir aktarım dilinin oluştuğunu düşündürmektedir.

Güneydoğu Anadolu İlk Neolitik Çağ kültürleri, burada kısaca özetlediğimizden çok daha fazla konuyu içermektedir. Bu döneme ait başlayan her kazı, konunun uzmanları olan bizleri şaşırtan beklenmedik sonuçlar vermekte; her kazı döneminin sonunda bütün bildiklerimizi yeniden gözden geçirmekteyiz. Kuşkusuz bu serginin içerdiği kültürlerin uygarlık tarihi için taşıdığı anlamı gösterebilmek için, buradan kaynaklanan Avrupa, Akdeniz, Asya’nın içleri ve Nil boylarına kadar yayılan yansımalarını da unutmamak gerekir. Bu nedenle bu sergi, günümüz uygarlığının temel taşları olarak tanımlanmıştır.


Kaynakça
Braidwood, Robert J.,
1995 Tarih Öncesi İnsan, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

Hauptmann, H. ve M. Özdoğan,
2007 “Anadolu’da Neolitik Devrim”, C. Lichter (yay.) Vor 12000 Jahren in Anatolien. Die ältesten Monumente der Menschheit. 12000 Yıl Önce Anadolu. İnsanlığın En Eski Anıtları: 404-410. Badisches Landesmuseum, Karlsruhe.

Karul, N. (yay.)
2002 Arkeoatlas I. Doğan&Burda Yayıncılık, İstanbul.

Lichter, C. (yay.)
2007 Vor 12.000 Jahren in Anatolien. Die ältesten Monumente der Menschheit. 12.000 Yıl Önce Anadolu. İnsanlığın En Eski Anıtları. Badisches Landesmuseum, Karlsruhe.

Özdoğan, M.
1999 “The Transition from Sedentary Hunter Gatherers to Agricultural Villages in Anatolia-Some Considerations”, A. Dinçol (yay.) Çağlar Boyunca Anadolu’da Yerleşim ve Konut Uluslararası Sempozyumu (Bildiriler): 311-319. Ege Yayınları, İstanbul.

Özdoğan, M. ve N. Başgelen (yay.)
1999 Neolithic in Turkey. Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

2007   Türkiye’de Neolitik Dönem. Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya Yayılımı. Yeni Kazılar, Yeni Bulgular, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.
Sey, Y. (yay.)
1999 Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme. Tepe Mimarlık Kültür Merkezi, İstanbul.




ayrıca bkz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder