27 Temmuz 2021 Salı

Pompeii'nin Son Günleri

 C.W Ceram 

Pompei'nin Son Günleri
Ressam Karl Briullov

İsa'nın doğumunun 79. yılı Ağustos ayında, daha önceleri de sık sık olduğu gi­bi Vezüv'ün patlayacağını anlatan ilk belirtiler görüldü. Fakat ayın 24'ünde, o za­mana dek hiç görülmedik bir felaketin başladığı açıkça anlaşıldı.

Korkunç bir gök gürlemesi ile dağın tepesi yarıldı. Fıstık ağacı biçiminde bir duman gök kubbesine yayıldı. Gümbürtüler ve çakan şimşekler arasında bir taş ve kül yağmurudur boşandı, güneşi kararttı. Kuşlar havadan ölü düştüler, insan­lar bağrışa çağrışa kaçıştılar, hayvanlar öteye beriye sokuldular, bu arada, gökten mi, yerden mi geldiği bilinmeyen seller yolları bastı.

Her iki kent güneşli bir günün sabah çalışmalarına dalmıştı. Onların so­nu iki türlü oldu. Küller, sel gibi bir yağmur ve lavdan oluşan bir çamur yığını Herculaneum'un üzerine yuvarlandı, caddelere ve sokaklara doldu, yükseldi, büyüdü, damları örttü, pencere ve kapılardan içeriye taştı, kenti, bir süngeri su­yun doldurduğu gibi doldurdu ve onu, çarçabuk kaçarak kurtulanların dışında ne varsa hepsi ile birlikte örttü.

Pompei'nin sonu başka türlü oldu. Buraya önünden kaçmaktan başka görü­nür çıkar yolu olmayan bir çamur seli gelmedi, önce hafif bir kül yağmuru baş­ladı. İnsanın üzerinden silkeleyebileceği gibi bir kül yağmuru ardından lapil­li[1] yağdı, sonunda her biri birkaç kiloluk süngertaşı parçaları da araya karıştı.

Ancak yavaş yavaş tehlikenin büyüklüğü ortaya çıktı ama o zaman da artık iş iş­ten geçti. Kükürt buharları yere çöktü, bütün aralıklar ve deliklerden sızdı, gittik­çe güç, daha güç soluk alabilen insanların yüzlerine sardıkları bezlerin altına dol­du. Kurtulmak ve hava alabilmek için dışarı fırlarlarsa başlarına lapilliler öyle sıkı yağıyordu ki, dehşet içinde geri çekilmek zorunda kalıyorlardı. Ama daha evlerine girer girmez tavan çöküyor ve onları altına gömüyordu. Bazıları kısacık bir sü­re için kurtuldular. Merdiven direklerinin ve revakların[2] altında korku içinde ya­rım saatçik büzülüp kaldılar. Sonra kükürt buharları usul usul, sürüne sürüne gel­di, bunları da boğdu.


Atlama Taşları
Su akan caddeden ıslanmadan karşıya geçmenin yolu olarak düşünmüşler.
Arabalar iki taşın arasından geçiyormuş. Bunun için de arabaların enini standart yapmışlar.

Kırk sekiz saat sonra güneş yeniden göründü. O zaman Herculaneum ile Pompei artık yoktu. On sekiz kilometre çapında bir alanda her yer harap olmuş, tarlalar örtülmüş. Afrika, Suriye ve Mısır'a dek kül tanecikleri uçuşmuştu. Şimdi Vezüv'den yalnız ince bir duman sütunu yükseliyordu. Gök gene eskisi gibi ma­viydi.

Bunun, geçmişle uğraşan bütün bilimler için ne denli heyecan verici bir şey ol­duğunu göz önünde tutmak gerekir.

Aradan yaklaşık bin yedi yüz yıl geçti.

Başka bilgilere, başka törelere sahip olan, fakat bütün insanlığı birleştiren kan bağı ile o gömülmüş insanlara bağlı başka insanlar, küreklerini toprağa daldırdı­lar ve onca zamandır uyuyanları ışığa çıkardılar. Bu gerçekten, sihirle ölüleri di­riltmeye benzer bir şeydi: Bilimine delice tutkun, üstelik dedelerine saygı duyma­yan bir bilgin böyle felaketleri büyük bir talih eseri sayabilir. Goethe, Pompei için pek saygısızca: "Bundan daha ilgincini kolay kolay düşünemiyorum . . . "  demişti.

Gerçekten de bir kenti gündelik yaşamın bütün işleyiş yönleriyle gelecekteki bilginlere saklamak için böyle bir kül yağmurundan daha üstün bir olanak düşün­mek zordur; hayır, saklamak değil, konserve etmek sözü buna daha uygun düşer.

Burada eski bir kent doğal bir ölümle yavaş yavaş çökerek ölmemişti. Burada can­lı kentlere ansızın bir büyücü değneği dokunmuş, zamanın, oluşun ve yok oluşun yasası yürüdüğünü yitirmişti.

İLK kazı yılına dek yalnızca şu olay biliniyordu: İki kent gömülmüştü. Ama şimdi yavaş yavaş bu dramatik olay anlaşılmaya başlandı ve ilkçağ yazarlarının haberleri canlandı. Felaketin bütün korkunçluğu, günün akışını ansızın kesiveren, süt do­muzunu ocaktan almaya, pişmiş ekmeği fırından çıkarmaya bile vakit bırakma­yan o ansızınlığı gözlerde belirginleşti.

Hala esirlik bukağılarını[3] taşıyan, çevrelerinde kıyamet kaparken zincire vu­rulu kalmış iki iskeletin parçaları arkasında acaba hangi öykü gizlidir? Yine böy­le zincire vurulmuş olarak bir odanın tavanı altında bulunan köpeğin ölümü ar­dında ne acılar yatıyor? Pencereler ve kapılardan akıp dolan lapilli yığınına tırma­na tırmana giderek daha yukarı çıkmıştı köpek. Sonunda tavan yolunu kesinceye, bir kez daha havlayıp sonra boğuluncaya dek . . .

Pompei Harabelerinin görece ilk durumu
Şimdi çok düzenli bir  şehir görünümünde

Kazdıkça aile öyküleri, çaresizlik ve ölüm arasında geçen dramlar ortaya çıkı­yordu. Edward Bulwer-Lytton'un ünlü romanı Pompei'nin Son Günleri'nin son bölümü hiç de gerçeğe aykırı değildir: Çocukları kolları arasında, analar bulundu. Peçelerinin son parçacığı ile onları korumuşlardı, ama sonunda ikisi de boğul­muştu. Hazinelerini toparlamış, kapıya dek varabilmiş, sonra da lapilli yağmuru altında yığılıp kalmış erkekler ve kadınlar çıkarıldı. Bunlar hala son güçleriyle mü­cevherlerini, altınlarını kavrıyormuş gibi duruyorlardı. Bulwer'in Glaukus'unu[4] oturttuğu evin kapısının önünde mozaikte "Cave Canem" ( Köpekten kendini ko­ru [Dikkat köpek var!]) yazılıdır. İki genç kız kaçarken bu eşiğin önünde duraksamışlar, değerli malla­rını toplamak istemişlerdi ve artık çok gecikmişlerdi.

Herkül Kapısı'nın önünde üst üste ölüler bulundu. Bunlar hala, kendilerini ağırlıklarıyla ezen ev eşyalarıyla yüklüydüler. Kül altında kalmış bir odada bir kö­pekle bir kadının iskeleti bulundu. Dikkatle incelenince korkunç bir dram orta­ya çıktı. Köpeğin iskeleti hala biçimini korurken, kadının kemikleri odanın köşe bucağına dağılmış duruyordu. Ama bunlar ne yüzden böyle dağılmışlardı? Yoksa dağıtılmışlar mı demek daha doğruydu? Açlık yüzünden kurt doğası üstün geldi ve köpek hanımına saldırdı, onu yedi ve ölümden bir gün mü çaldıydı? Bundan çok uzak olmayan bir yerde bir cenaze töreni yarıda kalmıştı. Cenaze şölenine ka­tılanlar yataklara uzanmıştı. Bu kendi cenaze törenlerine katılanlar, bin yedi yüz yıl sonra da yine öyle bulundular.

Pompeii Harabelerinin arkasında facianın
sorumlusu Vezüv Dağı görünüyor.

Şurada, bir odada, hiçbir şeyden habersiz oynarlarken ölümün ansızın üzer­lerine çullandığı yedi çocuk vardı. Burada otuz dört kişi; yanlarında da herhal­de boynundaki çıngırağın korkunç çıngırtıları arasında, insanların barınakların­da kurtuluşunu arayan bir de keçi vardı. Kim kaçmak için uzun uzun duraksar­sa artık ne cesaret, ne de kuvvet ona yardım edebilirdi. Gerçekten Herkül yapı­lı bir adam buldular. Önünden koşan anasıyla on dört yaşındaki kızını bile koruyamamıştı artık. Hep birden yere çöküvermişlerdi. Adam son gücüyle bir kez da­ha doğrulmaya uğraşmıştı. Ama o zaman buharlar onu uyuşturmuştu. Ağır ağır yere serilmiş, sırtüstü dönmüş ve uzanmıştı. Küller onu örtmüş ve kalıbını al­mıştı. Bilginler bu kalıba alçı döktüler ve bir insanın biçimini elde ettiler, ölü bir Pompei’linin heykelini.

Bırakılmış, geride kalmış bir kapının ve yolun kendisine kapalı olduğunu an­layınca, küllerin örttüğü evde, kapılar ve duvarlara vuruşları kim bilir nasıl ses vermişti? Ya baltayı eline geçirip duvarı yıkmaya başladığında? Duvarın ardında da çıkar yol olmadığını görüp ikinci duvarı da yıkınca, sonunda bu son odadan üzerine yanardağ külleri yığılarak düşüp kaldığında?

Evler, İsis Tapınağı, tiyatro, hepsi içinde oturulduğu ve yaşandığı zamanki gi­biydiler. Yazıcı dükkânında balmumu tabletler, kitaplıkta papirüs tomarları, esna­fın işliklerinde avadanlıklar, hamamlarda kaşağı duruyordu. Meyhanelerin masa­ları üzerinde hala kaplar, son müşterilerin acele ile fırlatıverdikleri paralar vardı.

Meyhane duvarlarında yanıp yıkılan, ya da umutsuz aşıkların yazdıkları beyitler okunuyordu. Villaların duvarlarında freskler vardı ki, Marcello Venuti'nin[5] dedigi gibi "Raffael'in[6] yapıtlarından daha güzeldirler". 18. yüzyılın aydın insanı işte böyle bir buluş bolluğunun karşısındaydı. Rö­nesans'tan sonra doğmuş oldugu için bütün güzelliklere karşı açık, pozitif bi­limlerin yeni başlamakta olan gücünü sezen o çağın çocuğu, gerçeklere kendi­ni vermek ve yalnızca hayranlıkla yetinen estetikçiliğe saplanıp kalmamak isti­yordu.

Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler, C.W Ceram (Kurt Wilhelm Marek) , Çev. Hayrullah Örs, Remzi Kitapevi, 2015/11, s.17-19

 

Ayrıca bkz.

https://www.muzebiletleri.com/bilet/italya/napoli/pompei-antik-kenti-giris-ucreti-ve-turlar/

https://www.youtube.com/watch?v=aYtsHqneCNc

https://arkeofili.com/yanardag-patladiginda-pompeiiden-kacanlar-nereye-gitti/

https://www.kidsnews.com.au/history/april-1-is-the-anniversary-of-the-rediscovery-of-the-lost-roman-city-of-pompeii/news-story/748ea8f8525d8ca062089870f56879cc

https://www.youtube.com/watch?v=gaJPcKLyXLQ

 



[1] Volkan bacasından atılan lav parçalarının havada dönerek soğuması ile oluşur. Volkandan atılan lav hariç tüm malzemeye tefra denir. Bu malzeme değişik boyutlara sahiptir. 2.0 mm den ufak boyuttakilere kül, 2–63 mm arasındakilere lapilli ve daha büyük tane boyuna sahip olanlara da volkan bombası adı verilir., https://tr.wikipedia.org/wiki/Volkan_bombas%C4%B1

 [2] Revak, sırtı bağlı bulunduğu binaya dayalı, ön cephesi açık, üstü örtülü ve örtüsü sütunlarla ya da payelerle taşınan mekana verilen ad. Güneşten ya da yağmurdan korunma amaçlı işlevsel revaklara sundurma adı verilir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Revak

 [3] Kaçmasını önlemek için hayvanın ayağına geçirilen demir köstek. Ve: Ağır cezalıların ayaklarına takılıp ucuna pranga bağlanan demir halka. Burada iki insan esirden bahsediliyor.

 [4] Romanın baş kahramanı. Yunanlı asılzade Glaukus.. https://en.wikipedia.org/wiki/The_Last_Days_of_Pompeii

Burada da çizgi romanı var: https://mega.nz/file/dwBwSLpJ#CNw9X37WF1oTsZEi9LZAslAn4s5EgdavWmpGYLLHSHQ

 [5] Niccolò Marcello Venuti ( Cortona , 1700 - 1755 ) İtalyan tarihçi ve arkeolog 

[Buna katılmak mümkün değil DK]

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder