31 Aralık 2021 Cuma

Türk Siyasal Düşüncesinin Son Yüz Yılında Üç Ana Yönelimin Ortak Çıkmazı Dogmatizm[1]

 

Türkiye yüz yıldır, sırasıyla İslâmcı, Pozitivist-Batıcı ve Sosyalist olmak üzere üç düşünce ikliminde yaşamıştır dersem, sanırım, çok yanlış bir genelleme yapmış olmam. Bunların bağdaşmaz olduk-larını, birbirleriyle eşit ağırlık taşıdıklarını, Türk düşüncesinin bu evrelerden birini tamamladıktan sonra ötekine girdiğini, üçünün benzer ölçülerde yaygınlık kazandığını, yüz yıldan beri başka hiç-bir düşünce akımı doğmadığını söylemek istemiyorum. Yalnızca, bunları ana yönelişler olarak ayırmak bana önemli göründü.

Türk düşüncesi, en azından yüz yıldır, hemen hiçbir alanda gerçek anlamıyla yaratıcı olmamıştır –ne özgün bir kuramsal yapı ortaya koyabilmiş, hatta ne de yabancı kökenli bir düşünceyi yerli koşullara uyarlamakta ciddî bir başarı gösterebilmiştir. Aydınlarımız genellikle, epigon[2] olmaktan ileri gidememiştir.

Bu iki tespiti şöyle bağlayacağım: Çağdaş Türk düşüncesindeki üç ana akım içinde, dogmatizm ortak bir parantez meydana getirmektedir. Düşünürlerimizin benimsedikleri görüşlere dogmatikçe bağlanmaları, eleştirici ve dolayısıyla yaratıcı olmamalarına yol açmıştır. İşte, burada savunmaya çalışacağım tez, en sivri bir biçimde böyle özetlenebilir.

Hemen söyleyeyim ki, bu bir çeşit özeleştiridir. Bununla, Türk düşüncesine karşı haksızlık etmeyi amaçlamıyorum. Hatta nedenini ve çarelerini araştırarak dogmatiklikten kurtulabileceğimiz gibi, safdilce bir umudum da var.

Önce, dogmatizmden ne anladığımı açıklamaya çalışayım.

8 Aralık 2021 Çarşamba

Jean Genet ve Dışlanmışlar..

 

Genet'nin en popüler oyunları olan Hizmetçiler ve Sıkıgözetim'de çelişik duyguların, keskin ikilemlerin ve kimlik bölünmelerinin yansımalarını görü­rüz. Bu oyunların kurgulanışı "gerçekçi" bir anlatımın tamamen dışındadır.

Daha ziyade anlatım, yoğun bir duygusallığın üzerine kurulur: Nefret ve im­renme duygularının tasviri, "marjinal" figürler, sapkınlar, yeraltına kapanmış suçlular, muhalifler; hapishaneler ve kerhaneler gibi göstergeler yığını içinde algılanır. Bunlar, Genet'nin dışlanmışlığın söylemini sabit mekânlara konum­landırdığı "kurumlardır". Genet'nin "işaret"lerinin (anlamının) oynaklığı ve boşluğu vahşet ve saldırganlık içeren bir belirsizlik atmosferini de beraberinde getirir. Böyle bir atmosferde beliren çelişik, uyumsuz, eğreti biçimlerin tümü derinden derine rahatsız edici bir şiddet hissettiren uyumlu bir yapıya dönüşür.

Jean Genet'nin gençlik hali

Açıkça görülmeyen ve varlığı oldukça keskin bir biçimde hissedilen şiddet at­mosferi seyirciyi rahatsız eder veya çileden çıkartır, onlara kendi kimliklerini huzurla sabitledikleri alanın oynaklığını hissettirerek korku ve huzursuzluk ya­ratır, utanç ve infial duyguları uyandırır. Genet'nin "ifade biçimi" için nispe­ten "absürd" diyebiliriz çünkü bu ifade biçimi alışık olduğumuz herhangi bir mantık dizgesine oturmayabilir.

Genet'nin anlatımı, Kartezyen (Descartçı) fel­sefenin rasyonel mantığına tamamen ilgisizdir. Dönüşümlü kompozisyon bi­çimleri, parçalama ve dağıtma teknikleri, sunuş biçimleri arasında sık sık gidip gelmeler, bir metaforlar yığınını seyircinin tahayyülüne meydan okuyan bir şe­kilde yapılandırır. Anlamın tezahürü, bilinçli bir temsil etme istemi sonucu ol­maz. Genet'nin "mantıklı olmak" ve/ya "anlamlı olmak" gibi bir kaygısı yok­tur. Öte yandan, istemsiz ve gelişigüzel olmakla beraber, Genet belli bir nokta­da kendi toplumdışı olma hayalini yücelterek bir şekilde bir anlam ya da karşı anlam yaratır ki, bu da, Genet'nin karşısında olduğu kutsal toplumun kendisi­ne bakışını doğrulamasını, onların "toplum", kendisinin de "dışı" olduğunu kabullenmesini, meşrulaştırmasını getirir. Bu nedenle uçuşup duran metaforlar ve işaretler, bir nefret, hâkimiyet kurma ve öldürme İsteği ile yerlerini bulur ve anlam kazanırlar. Bu tamamen aşağılanmayı kabulleniş ile birlikte gelen saldır­ganlıktır. Sıkıgözetim adlı oyunun içeriği, genel olarak bir cinayet ideali ve ha­pishane olgusuna farklı bir bakış olarak değerlendirilebilir. Genet ilk oyunla­rında iğrenç ve "yasaklanmış" üslupları kullanarak kendi varoluşunun anlamını bir zamana ve mekâna "kapatmak" istemiştir ve her defasında bu "kapatma­nın" imkansızlığı ile yüzleşmek zorunda kalmışar. "Dışlanmış", "toplum dışı" olmanın iç yapısını anlamak açısından Genet'nin oyunlarına bir göz atmakta fayda görüyorum.