Reşat Ekrem Koçu
Topkapu Sarayında, Babıhümayun ile Babüsselam (Orta Kapu) arasında kalan birinci avluda Orta Kapuya doğru yaklaşırken, sağ taraftaki duvarda bir Çeşme görülür, adı «Cellat Çeşmesi» dir. Çeşmenin önünde sütunumsu bir taş vardır, onun da adı «İbret Taşı» dır. Her ikisinin de hatırası kanlıdır. Kafası cellat satırı ile uçurulan veya boynuna dolanan kemend ile boğulduktan sonra başı gövdesinden ayrılan bedbaht insanların kelleleri bu taşın üstünde teşhir edilirdi. Ve cellatlar satır, bıçak ve usturalarındaki insan kanını bu Çeşmede yıkayıp akıtırlardı.
Her devletin, tarihinde görülegelir, Osmanlı İmparatorluğunda da cellat pençesinde can vermiş masum veya suçlular sayılamaz. Kimi işlediği cinayetin veya devlete ilhanetinin cezasını görmüş, kimi bir entrikanın, iftiranın, bir kinin, bir aşkın kurbanı olmuş, kimi de kurunun yanısıra yanmıştır. Kimi bir kemend veya bir satırla bir anda öldürülmüş, kimi de işkenceler altında inim inim inletildikten sonra can vermiştir.
Cellat Çeşmesinin karşısı, Osmanlı İmparatorluğunun resmi cellat teşkilatı hakkında konuşulacak yerdir.
Bir cellatbaşının idaresinde, sayıları devir devir azalmış, çoğalmış olan cellatların hepsi, Tanzimat adını verdiğimiz uyanık mutlakiyet devrine kadar aslen Hırvat idi, Tanzimattan da sonra Hırvat cellatlar yerine kıbti cellatlar kullanıldı. Cellatbaşı ile beraber Bostancıbaşı Ağanın emrinde idiler.
Bostancıbaşı Ağayı bizzat Padişah tayin ederdi. Has vazifesi, .sarayın ve Padişahın nefsinin muhafazası
idi. Sarayuı Enderun ve Harem müstesna, bütün dış kısmının, dış hizmet ocaklarının ve muhafız kıt'alarının en büyük zabiti idi ve İstanbul şehrinin de en büyük zabıta amirlerinden biriydi. Bostancı Ocağı ve Bostancılardan ve Bostancıbaşıdan ileride tafsilatiyle konuşacağım.
İdam fermanları, emirleri Bostancıbaşı Ağaya verilir, o da hükmü yerine getirirdi. Mahkum mühim bir şahıs ise, hükmün infazında bizzat bulunurdu, hükmü de bir veya iki yamağı ile cellatbaşı infaz ederdi.
Siyasi mahkumlar yağlı kemendle boğulurdu. Bazan idamdan sonra mahkumun başı «şifre» denilen gayet keskin hususi cellat usturası ile gövdesinden ayrılır ve bir ibret taşının üstünde teşhir edilir, yahut Babıhümayun önüne bırakılır, atılırdı. Sabıkalı hırsızlar, bilhassa gece hırsızları, şehrin münasip görülen bir yerinde, umumiyetle suçun işlendiği semtte, hatta bazan hırsızlık için girdiği evin, dükkanın, hanın kapusu önünde asılırdı. Tanzimattan evvelki devirde kaatil için esbabı muhaffefe tanınmaz, yaş küçüklüğü nazarı dikkate alınmaz, maktulün tarafı kısasda ısrar ederse idam olunurdu, kısasdan vazgeçilirse, maktulün kanı kaatile bağışlanırsa diyete mahkum olur, diyet borcu için zindana atılırdı. Şekavette yakalananlar ve azılı kaatiller işkence ile idam olunurdu.
İdama mahkum olan askerlerin, bu arada yeniçerilerin başı kesilir, tabiri mahsusla boynu vurulurdu ve cesedleri ayaklarına taş bağlanarak denize atılırdı. Bazı siyasi mahkümlara da, kemendle idamlarından evvel, gizli servetlerini söyletmek için işkence yapılırdı. Bu soğuk yerde fazla durmayalım.
Osmanlı tarihinde en namlı cellatlar, onyedinci asır ortalarında cellat Kara Ali ile yamağı hammal Ali'dir. Bu iki müthiş adamın son boğdukları insan Sultan İbrahim olmuş, bu idam hükmünün infazını müteakip kendileri de gizlice boğdurulmuşlardı. Kara Ali'den sonra Süleyman isminde bir cellat da hayli nam kazanmıştır.
Hükmi Sultan olmaz ise gelmez hata celladdan ...
https://groups.google.com/forum/#!topic/merakediyorum/lvCIBSEs5Ww |
Topkapu Sarayı, Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi Kütüphanesi, s: 20-21
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder