Jorge Luis Borges
Kızıl Boya
Hakim,
Hicret'in 120. yılında (M.S. 736) Türkistan'da doğdu. Zamanının ve ülkesinin
insanları Peçeli Peygamber adıyla anacaktı onu sonradan. Hakim'in evi, bağları,
bahçeleri ve çayırları hüzünle çöle bakan eski Merv şehrindeydi.
Şehir
sakinlerinin nefesini tıkayan, kara üzüm salkımlarının üzerinde gri bir tabaka
oluşturan toz bulutlarının yokluğunda, öğle vakitleri, bembeyaz ve göz alıcı
olurdu Merv'de.
Hakim, bu
iç sıkıcı şehirde büyüdü. Amcalarından birinin onu kumaş boyama işine çırak
olarak aldığı bilinir. Kâfirlerin, kalpazanların, düzenbazların sanatıydı bu.
Azgınlıkla sürdürdüğü meslek yaşamının ilk melanetleri için bu adamlardan esinlenecekti.
Gül'ün İmhası'nın iyi bilinen
bir sayfasında, Hakim'in şöyle dediği yazar :
Yüzüm altın
rengidir, ama ben demlendirdim boyalarımı. Taranmamış yünü ikinci gece boyaya
bastırdım, işlenmiş yüne üçüncü gece emdirdim boyayı. Adaların hükümdarları
hâlâ yarışır dururlar bu kızıl kumaş için. Tanrı’nın yarattığı gerçek renklerle
oynayarak günah işledim gençlik günlerimde. Melek, bana koç ile kaplanın aynı
renkte olmadığını söyledi. Şeytan ise, Kadiri Mutlak öyle olmalarını isterdi, o
senin hünerin ve boyalarından yararlanıyor, dedi. Artık biliyorum ki,
melek de şeytan da hakikatten saptılar ve biliyorum ki, tüm renkler iğrençtir.
Hicret ya
da İşrâ'nın 146. yılında, Hakim, Merv'de görülmez oldu. Kazanları, boya
fıçıları, bir Şirazi hançeri ve bronz bir aynayla paramparça halde bulundular.
Boğa
158 yılının
Şaban ayının sonlarında çöl havası duruydu. Merv yolu üzerindeki bir
kervansarayın kapısının önünde oturan bir grup adam gözlerini akşam göğüne
dikmiş, nefsini tutma ve oruç dönemini başlatan Ramazan ayını aramaya
koyulmuşlardı. Köle, dilenci, at tüccarı, deve hırsızı ve kasaptılar. Vakarla yere
çökmüş bekliyorlardı gelecek işareti. Günbatımını seyrettiler, ve
günbatımı kum rengindeydi.
Güneşi alev
alev yakan, ayı insanı ürperten titrek ışıklı çölün diğer ucundan, dev
boyutlarda üç siluetin yaklaştığını gördüler, insandı bunlar, ve ortadakinin başı
boğa başıydı. İyice yaklaştıklarında, bu adamın maskeli; yanındakilerin de kör
olduğu anlaşıldı.
Binbir Gece
Masalları'nda olduğu gibi, birisi adamdan bu kerameti açıklamasını istedi.
"Onlar kör," dedi maskeli adam, "çünkü yüzüme baktılar."
Leopar
Abbasiler'in
resmi tarihçisine göre, çölden gelen adam (ki sesi fevkalade yumuşaktı ya da
maskesinin kabalığıyla karşılaştırıldığında insana öyle geliyordu),
kervancılara, pişmanlık ayını başlatacak işareti beklediklerini bildiğini, ama
kendisinin daha büyük bir işaretin vaizi olduğunu söyledi. Hayat boyu pişmanlık
ve şehitlik mertebesi vaat ediyordu. Kendisini Osman oğlu Hakim olarak tanıtan
adam, İşrâ'nın 146. yılında evine bir yabancının girdiğini, kendisini arındırıp
dua ettikten sonra palayla kafasını kestiğini ve cennete götürdüğünü söyledi.
Yabancının (Cebrail'di bu yabancı) sağ elinde tuttuğu Hakim'in kafası, cennetin
en yüksek katında, Tanrı'nın huzuruna çıkarılmış ve orada, Tanrı, Peygamberlik
görevi vermişti ona. Öyle sözcükler öğretmişti ki Tanrı, söyleyen insanın ağzı
yanardı. Öyle bir nur gelmişti ki yüzüne, bakmaya dayanamazdı ölümlülerin
gözleri. Maske kullanmasının nedeni de buydu. Yeryüzündeki tüm insanlar yeni
öğretiye inançlarını ikrar edince açacaktı yüzünü ve — meleklerin daha önce
taptığı gibi— ölümlüler de tapabileceklerdi ona. Görevini açıkladıktan sonra,
Hakim, kervancıları kutsal savaşa (cihada) ve şehitliğe davet etti.
Köleler,
dilenciler, at tüccarları, deve hırsızları ve kasaplar çağrısına kulak
vermediler. Biri, "Büyücü!" diye bağırdı, diğer biri
"Sahtekâr!" diye. İçlerinden birinin yanında bir leopar vardı. Pers
avcılarının yetiştirdiği cinsten, kana susamış, sırım gibi bir hayvandı. Ve her
nasıl olduysa, zincirlerini kopardı leopar. Maskeli peygamber ve iki yardımcısı
dışında herkes birbirini çiğnedi kaçayım derken. Geri döndüklerinde peygamber
hayvanı kör etmişti. Leoparın parlayan ölü gözlerinin karşısında, adamlar
Hakim'e tapınıp onun doğaüstü güçlerini kabul ettiler.
Peçeli Peygamber
Hiç de
coşkulu değildi Abbasi halifelerinin tarihçisi, Peçeli Peygamber'in Horasan'da
yükselişini yazarken. En ünlü kabile reislerinin başarısızlığı ve çarmıha
gerilmesinden epeyi huzursuz olan Horasanlılar, umutsuzluk ve hararetle
sarıldılar Nur Yüzlü'nün öğretilerine ve karşılığında kanlarını ve altınlarını
döktüler (Artık kaba maskesinden vazgeçen Hakim, değerli taşlarla işlenmiş dört
kat beyaz ipekle yüzünü örtmeye başlamıştı. Ülkeyi yöneten Banu Abbas
hanedanlığını simgeleyen renk siyahtı; koruyucu peçesi, sancak ve türbanları
için Hakim, tam zıt rengi —beyazı— seçti). Sefer iyi başladı. Tabii, Kesinlik
Kitabı'na göre Halife'nin orduları her cephede muzafferdi ama, bu zaferlerin
değişmez sonucu, generallerin görevden alınmaları veya güçlü kalelerden
çekilmek olduğuna göre, dikkatli okuyucunun gerçekleri görmesi zor
olmayacaktır. 161 yılının Recep ayı sonunda, ünlü Nişapur kenti madeni
kapılarını Maskeli'ye açtı; 162 yılının başında, Astera şehri de aynı şeyi
yaptı. Hakim'in askeri etkinlikleri (ondan daha şanslı bir peygamberin de
yaptığı gibi), en çetin çarpışmaların ortasında kızılımsı devesinin üstünde
Allah'a iyice yaklaşmış olarak tenor sesiyle dua etmekten ibarettir. Sağından
solundan vızıldayarak geçen okların bir tanesi bile isabet etmezdi ona.
Belasını arıyor gibiydi. Bir grup iğrenç cüzzamlının sarayın çevresinde
toplandığı gece, onları içeri aldırmış, öpmüş; altın ve gümüş vermişti onlara.
Önemsiz bir
görev olan yönetim işini altı yedi sadık adam üstlenmişti. Huzur ve meditasyona
oldum olası düşkün olan Peygamber, kutsal bedeninin gereksinimlerini en iyi
şekilde doyurabilmek için ellerinden geleni yapan yüz on dört kör kadından
oluşmuş bir harem kurmuştu.
İğrenç Aynalar
Ne kadar
patavatsız ya da tehlikeli olurlarsa olsunlar, sözleri katı inançlara ters
düşmedikçe, İslam dini, Tanrı'yla aralarında mahremiyet olmayanları hoşgörür.
Peygamber'in kendisi bu ılımlılığı aşağılamazdı belki de, ama müritleri,
kazandığı çok sayıda zafer ve Halife'nin —yani Muhammed el-Mehdi'nin— açığa
vurduğu öfkesi, dalalete düşmesine yol açtı sonunda. Çöküşüne neden olan bu
uyuşmazlık, kişisel inançları doğrultusunda yeni bir dinin kurallarını
belirlemesine de yaradı. Eski Gnostik* inanışların izleri göze çarpar bu yeni
öğretide.
Kâinatın
yaratılışını, hayaletimsi bir Tanrı'ya atfeder Hakim. Bu
ilahi varlığın başlangıcı olmadığı gibi, adı ya da yüzü de yoktur. Değişmeyen
bir Tanrıdır ve görüntüsünün dokuz gölgesi lütfedip yaratılışı başlatmış; ilk
cenneti peydahlayıp yönetmiştir. Bu ilk yaratılış halkasından, kendi melekleri,
güçleri ve tahtları olan bir ikincisi doğmuş ve bunlar, ilkinin simetrik aksi
olan bir alt cennet oluşturmuşlardır. Bu ikinci topluluk bir üçüncüsüne,
üçüncüsü ise bir alttakine yansımış ve bu 999 kere tekrarlanmıştır. En alt
cennetin Tanrısıdır bizi yöneten, gölgelerin gölgesinin gölgesidir ve Tanrılık
derecesi sıfıra yaklaşır, içinde yaşadığımız dünya, bir hata,
beceriksizce, gülünç bir taklittir. Taklidi çoğaltıp doğruladıkları için aynalar
ve babalık iğrenilecek şeylerdir. En yüce erdem, iğrenmektir. Peygamberin bizi
seçmekte özgür bıraktığı iki yoldan ulaşılır bu erdeme: Dünyevi zevkleri
reddetmek ya da bunların peşinden koşmak, bedeni bütünüyle reddetmek ya da
üstüne düşmek.
Hakim'in
kişisel cenneti ve cehennemi daha az umutsuz değildir: Kutsal Anlatıyı tanımayanları, Peçe
ve Yüzü tanımayanları [diye lanet okumuş Gizli Gül'de] muhteşem
bir cehennem bekler: Yoldan çıkmış her ruh, 999 ateş krallığında ve her
krallıkta 999 ateş dağında ve her dağda 999 ateş kalesinde ve her kalede 999
ateş odasında ve her odada 999 ateş yatağında yanacak ve her yatakta kendi
yüzünün biçimini almış, kendi sesiyle konuşan 999 alev, sonsuza dek eziyet
edecek ona.
Bunu,
günümüze ulaşan diğer bir mısra doğrular: Tek bir bedenle çile çekersiniz bu
yaşamda; Ölüm ve Ceza'da ise, sayısız bedenle çekeceksiniz çileyi.
Cennet,
daha az belirgindir Hakim'in öğretisinde: Karanlığın sonu yoktur burada, taş
çeşmeler ve havuzlar vardır. Bu cennetteki mutluluk, ayrılığın, kendini inkârın
ve uyumakta olduklarını bilenlerin mutluluğudur.
Surat
Hicret'in
163. (ve Nur Yüzlü'nün 5.) yılında, Hakim, Sanam'da Halife ordusu tarafından
kuşatıldı. Erzak ve şehit kıtlığı çekilmiyordu; çok sayıda altın meleğin
belirmesi pek yakındı. İşte tam bu sıralarda, ortalığı telaşa düşüren bir
söylenti yayıldı kaleye. Zinakâr bir kadın, harem ağalarınca boğulmak
üzereyken, Peygamber'in sağ elinde yüzük parmağı olmadığını ve bütün
tırnaklarının düşmüş olduğunu haykırmıştı. Müritleri arasında yayıldı bu
söylenti. Hakim, cemaatin ortasında, Tanrı'nın kendisini zafere ulaştırması ya
da özel bir işaret göndermesi için dua ediyordu yüksek bir terastan. Sağanak
yağmurdan sakınırcasına, başları köle gibi öne eğik iki yüzbaşı, Peçeyi söküp
aldılar. Önce bir titreme aldı kalabalığı. Resul'ün kutsal yüzü, cennete gitmiş
olan o yüz, gerçekten beyazdı, ama cüzzama özgü bir beyazlıktı bu. O denli
şişmiş ve inanılmazdı ki Hakim’in yüzü, seyirci kitleye maskeymiş gibi geldi.
Kaşları yoktu; sağ gözünün alt kapağı, pörsümüş yanağının üzerine sarkmış; koca
bir yumrucuk kümesi dudağını kemirmişti; insana ait değilmiş izlenimini veren
yassılmış burnu bir aslanınkini andırıyordu. Hakim, son bir taktik izlemeye
yeltendi. "Bağışlanmayacak günahlarınız, benim görkemime tanık olmanıza
izin vermez," demeye başladı.
Buna
aldırmayan yüzbaşılar, mızraklarıyla delik deşik ettiler onu.
* Gözlemle
elde edilen bilgiden çok, akıl ve sezgi yoluyla elde edilen bilgiye önem veren
mistik inanç
NOT: Borges’in
anlatısına başlarken yazdığı bilgilendirici giriş metnini buraya aldım.
Maskeli Yün Boyayıcısı Mervli Hakim
Yanılmıyorsam, Horasan'ın Peçeli (ya da Maskeli) Peygamberi Mokanna hakkında yalnızca dört ana bilgi kaynağı var:
a) Baladhuri'nin derlediği Halifeler Tarihi’nden bölümler;
b) Abbasilerin resmi tarihçisi İbn abi Tahir Tayfur'un yazdığı Devin Elkitabı, ya da Kesinlik ve Düzeltme Kitabı;
c) Peygamber' in kutsal kitabı olan Karanlık Gül, ya da Gizli Gül'deki iğrenç dalaletleri çürüten Arap elyazması metin, Gül'ün imhası;
d) Mühendis Andrusov tarafından, Hazar Demiryolu'nun yapımı sırasında gün ışığına çıkarılmış okunaksız demir paralar. Tahran Nümizmatik Koleksiyonu'nda sergilenen bu paraların üstünde, Gül'ün İmhası’nın anahtar bölümlerinin kısaltılmış ya da düzeltilmiş şeklini içeren Farsça mısralar bulunur.
Gül'ün aslı kayıplara karışmıştır; 1899'da bulunup, Morgenländisches Archiv'in çarçabuk yayımladığı metnin ise sahte olduğunu önce Horn, sonra da Sir Percy Sykes kanıtlamıştır. Peygamber, Batı'daki ününü Thomas Moore’un, milliyetçi bir İrlandalı'nın duygusallığıyla yüklü, fazlaca uzun bir şiirine borçludur.
Jorge Luis
Borges, Alçaklığın Evrensel Tarihi, “Historia Universal de la I”famia",
TELOS YAYINCILIK,
1993/3
Çeviri: Zeynep Çağlayan
[Bu anlatı, Borges'in de ifade ettiği gibi bir parodik anlatıdır. Anlatıya konu olan tarihsel kişiyle, anlatıdaki karakter arasında ciddi farklar vardır. bkz. tr.wikipedia.org/wiki/El-Mukanna]
Bu öykü; tarihsel bir karakterle ilgili olup da, yazarın dünyasında yeniden yaratılıp, yazılmasıyla ilgili olduğu için bloga aldım. Gerçek (özellikle bu konuda ona da çok hakim değiliz) durum ile bu öykü karakteri arasında inanılmaz farklar. O nedenle tarihsel öyküleri birebir gerçek olarak almamaya çok dikkat etmeli. Onlar en nihayetinde bir kurgudur ve yazarının edebi bir eseridir.
YanıtlaSilŞunu da ekleyelim, yazarın bizzat kendisi bu öykülerin bir parodi olduğunu belirtmiştir.
YanıtlaSilYalnız bu malzeme ile "tarih ve tarihçilik" üzerine bir çalışma yapılandırılabilir.