14 Eylül 2017 Perşembe

Peçeli Peygamber : Mervli Hakim

Jorge Luis Borges

Kızıl Boya
Hakim, Hicret'in 120. yılında (M.S. 736) Türkistan'da doğdu. Zamanının ve ülkesinin insanları Peçeli Peygamber adıyla anacaktı onu sonradan. Hakim'in evi, bağları, bahçeleri ve çayırları hüzünle çöle bakan eski Merv şehrindeydi.
Şehir sakinlerinin nefesini tıkayan, kara üzüm salkımlarının üzerinde gri bir tabaka oluşturan toz bulutlarının yokluğunda, öğle vakitleri, bembeyaz ve göz alıcı olurdu Merv'de.
Hakim, bu iç sıkıcı şehirde büyüdü. Amcalarından birinin onu kumaş boyama işine çırak olarak aldığı bilinir. Kâfirlerin, kalpazanların, düzenbazların sanatıydı bu. Azgınlıkla sürdürdüğü meslek yaşamının ilk melanetleri için bu adamlardan esinlenecekti.
Gül'ün İmhası'nın iyi bilinen bir sayfasında, Hakim'in şöyle dediği yazar :
Yüzüm altın rengidir, ama ben demlendirdim boyalarımı. Taranmamış yünü ikinci gece boyaya bastırdım, işlenmiş yüne üçüncü gece emdirdim boyayı. Adaların hükümdarları hâlâ yarışır dururlar bu kızıl kumaş için. Tanrı’nın yarattığı gerçek renklerle oynayarak günah işledim gençlik günlerimde. Melek, bana koç ile kaplanın aynı renkte olmadığını söyledi. Şeytan ise, Kadiri Mutlak öyle olmalarını isterdi, o senin hünerin ve boyalarından yararlanıyor, dedi. Artık biliyorum ki, melek de şeytan da hakikatten saptılar ve biliyorum ki, tüm renkler iğrençtir.

Hicret ya da İşrâ'nın 146. yılında, Hakim, Merv'de görülmez oldu. Kazanları, boya fıçıları, bir Şirazi hançeri ve bronz bir aynayla paramparça halde bulundular.

Boğa
158 yılının Şaban ayının sonlarında çöl havası duruydu. Merv yolu üzerindeki bir kervansarayın kapısının önünde oturan bir grup adam gözlerini akşam göğüne dikmiş, nefsini tutma ve oruç dönemini başlatan Ramazan ayını aramaya koyulmuşlardı. Köle, dilenci, at tüccarı, deve hırsızı ve kasaptılar. Vakarla yere çökmüş bekliyorlardı gelecek işareti. Günbatımını seyrettiler, ve günbatımı kum rengindeydi.
Güneşi alev alev yakan, ayı insanı ürperten titrek ışıklı çölün diğer ucundan, dev boyutlarda üç siluetin yaklaştığını gördüler, insandı bunlar, ve ortadakinin başı boğa başıydı. İyice yaklaştıklarında, bu adamın maskeli; yanındakilerin de kör olduğu anlaşıldı.
Binbir Gece Masalları'nda olduğu gibi, birisi adamdan bu kerameti açıklamasını istedi. "Onlar kör," dedi maskeli adam, "çünkü yüzüme baktılar."

Leopar
Abbasiler'in resmi tarihçisine göre, çölden gelen adam (ki sesi fevkalade yumuşaktı ya da maskesinin kabalığıyla karşılaştırıldığında insana öyle geliyordu), kervancılara, pişmanlık ayını başlatacak işareti beklediklerini bildiğini, ama kendisinin daha büyük bir işaretin vaizi olduğunu söyledi. Hayat boyu pişmanlık ve şehitlik mertebesi vaat ediyordu. Kendisini Osman oğlu Hakim olarak tanıtan adam, İşrâ'nın 146. yılında evine bir yabancının girdiğini, kendisini arındırıp dua ettikten sonra palayla kafasını kestiğini ve cennete götürdüğünü söyledi. Yabancının (Cebrail'di bu yabancı) sağ elinde tuttuğu Hakim'in kafası, cennetin en yüksek katında, Tanrı'nın huzuruna çıkarılmış ve orada, Tanrı, Peygamberlik görevi vermişti ona. Öyle sözcükler öğretmişti ki Tanrı, söyleyen insanın ağzı yanardı. Öyle bir nur gelmişti ki yüzüne, bakmaya dayanamazdı ölümlülerin gözleri. Maske kullanmasının nedeni de buydu. Yeryüzündeki tüm insanlar yeni öğretiye inançlarını ikrar edince açacaktı yüzünü ve — meleklerin daha önce taptığı gibi— ölümlüler de tapabileceklerdi ona. Görevini açıkladıktan sonra, Hakim, kervancıları kutsal savaşa (cihada) ve şehitliğe davet etti.
Köleler, dilenciler, at tüccarları, deve hırsızları ve kasaplar çağrısına kulak vermediler. Biri, "Büyücü!" diye bağırdı, diğer biri "Sahtekâr!" diye. İçlerinden birinin yanında bir leopar vardı. Pers avcılarının yetiştirdiği cinsten, kana susamış, sırım gibi bir hayvandı. Ve her nasıl olduysa, zincirlerini kopardı leopar. Maskeli peygamber ve iki yardımcısı dışında herkes birbirini çiğnedi kaçayım derken. Geri döndüklerinde peygamber hayvanı kör etmişti. Leoparın parlayan ölü gözlerinin karşısında, adamlar Hakim'e tapınıp onun doğaüstü güçlerini kabul ettiler.

Peçeli Peygamber
Hiç de coşkulu değildi Abbasi halifelerinin tarihçisi, Peçeli Peygamber'in Horasan'da yükselişini yazarken. En ünlü kabile reislerinin başarısızlığı ve çarmıha gerilmesinden epeyi huzursuz olan Horasanlılar, umutsuzluk ve hararetle sarıldılar Nur Yüzlü'nün öğretilerine ve karşılığında kanlarını ve altınlarını döktüler (Artık kaba maskesinden vazgeçen Hakim, değerli taşlarla işlenmiş dört kat beyaz ipekle yüzünü örtmeye başlamıştı. Ülkeyi yöneten Banu Abbas hanedanlığını simgeleyen renk siyahtı; koruyucu peçesi, sancak ve türbanları için Hakim, tam zıt rengi —beyazı— seçti). Sefer iyi başladı. Tabii, Kesinlik Kitabı'na göre Halife'nin orduları her cephede muzafferdi ama, bu zaferlerin değişmez sonucu, generallerin görevden alınmaları veya güçlü kalelerden çekilmek olduğuna göre, dikkatli okuyucunun gerçekleri görmesi zor olmayacaktır. 161 yılının Recep ayı sonunda, ünlü Nişapur kenti madeni kapılarını Maskeli'ye açtı; 162 yılının başında, Astera şehri de aynı şeyi yaptı. Hakim'in askeri etkinlikleri (ondan daha şanslı bir peygamberin de yaptığı gibi), en çetin çarpışmaların ortasında kızılımsı devesinin üstünde Allah'a iyice yaklaşmış olarak tenor sesiyle dua etmekten ibarettir. Sağından solundan vızıldayarak geçen okların bir tanesi bile isabet etmezdi ona. Belasını arıyor gibiydi. Bir grup iğrenç cüzzamlının sarayın çevresinde toplandığı gece, onları içeri aldırmış, öpmüş; altın ve gümüş vermişti onlara.

Önemsiz bir görev olan yönetim işini altı yedi sadık adam üstlenmişti. Huzur ve meditasyona oldum olası düşkün olan Peygamber, kutsal bedeninin gereksinimlerini en iyi şekilde doyurabilmek için ellerinden geleni yapan yüz on dört kör kadından oluşmuş bir harem kurmuştu.

İğrenç Aynalar
Ne kadar patavatsız ya da tehlikeli olurlarsa olsunlar, sözleri katı inançlara ters düşmedikçe, İslam dini, Tanrı'yla aralarında mahremiyet olmayanları hoşgörür. Peygamber'in kendisi bu ılımlılığı aşağılamazdı belki de, ama müritleri, kazandığı çok sayıda zafer ve Halife'nin —yani Muhammed el-Mehdi'nin— açığa vurduğu öfkesi, dalalete düşmesine yol açtı sonunda. Çöküşüne neden olan bu uyuşmazlık, kişisel inançları doğrultusunda yeni bir dinin kurallarını belirlemesine de yaradı. Eski Gnostik* inanışların izleri göze çarpar bu yeni öğretide.

Kâinatın yaratılışını, hayaletimsi bir Tanrı'ya atfeder  Hakim. Bu ilahi varlığın başlangıcı olmadığı gibi, adı ya da yüzü de yoktur. Değişmeyen bir Tanrıdır ve görüntüsünün dokuz gölgesi lütfedip yaratılışı başlatmış; ilk cenneti peydahlayıp yönetmiştir. Bu ilk yaratılış halkasından, kendi melekleri, güçleri ve tahtları olan bir ikincisi doğmuş ve bunlar, ilkinin simetrik aksi olan bir alt cennet oluşturmuşlardır. Bu ikinci topluluk bir üçüncüsüne, üçüncüsü ise bir alttakine yansımış ve bu 999 kere tekrarlanmıştır. En alt cennetin Tanrısıdır bizi yöneten, gölgelerin gölgesinin gölgesidir ve Tanrılık derecesi sıfıra yaklaşır, içinde yaşadığımız dünya, bir hata, beceriksizce, gülünç bir taklittir. Taklidi çoğaltıp doğruladıkları için aynalar ve babalık iğrenilecek şeylerdir. En yüce erdem, iğrenmektir. Peygamberin bizi seçmekte özgür bıraktığı iki yoldan ulaşılır bu erdeme: Dünyevi zevkleri reddetmek ya da bunların peşinden koşmak, bedeni bütünüyle reddetmek ya da üstüne düşmek.

Hakim'in kişisel cenneti ve cehennemi daha az umutsuz değildir: Kutsal Anlatıyı tanımayanları, Peçe ve Yüzü tanımayanları [diye lanet okumuş Gizli Gül'de] muhteşem bir cehennem bekler: Yoldan çıkmış her ruh, 999 ateş krallığında ve her krallıkta 999 ateş dağında ve her dağda 999 ateş kalesinde ve her kalede 999 ateş odasında ve her odada 999 ateş yatağında yanacak ve her yatakta kendi yüzünün biçimini almış, kendi sesiyle konuşan 999 alev, sonsuza dek eziyet edecek ona.
Bunu, günümüze ulaşan diğer bir mısra doğrular: Tek bir bedenle çile çekersiniz bu yaşamda; Ölüm ve Ceza'da ise, sayısız bedenle çekeceksiniz çileyi.
Cennet, daha az belirgindir Hakim'in öğretisinde: Karanlığın sonu yoktur burada, taş çeşmeler ve havuzlar vardır. Bu cennetteki mutluluk, ayrılığın, kendini inkârın ve uyumakta olduklarını bilenlerin mutluluğudur.

Surat
Hicret'in 163. (ve Nur Yüzlü'nün 5.) yılında, Hakim, Sanam'da Halife ordusu tarafından kuşatıldı. Erzak ve şehit kıtlığı çekilmiyordu; çok sayıda altın meleğin belirmesi pek yakındı. İşte tam bu sıralarda, ortalığı telaşa düşüren bir söylenti yayıldı kaleye. Zinakâr bir kadın, harem ağalarınca boğulmak üzereyken, Peygamber'in sağ elinde yüzük parmağı olmadığını ve bütün tırnaklarının düşmüş olduğunu haykırmıştı. Müritleri arasında yayıldı bu söylenti. Hakim, cemaatin ortasında, Tanrı'nın kendisini zafere ulaştırması ya da özel bir işaret göndermesi için dua ediyordu yüksek bir terastan. Sağanak yağmurdan sakınırcasına, başları köle gibi öne eğik iki yüzbaşı, Peçeyi söküp aldılar. Önce bir titreme aldı kalabalığı. Resul'ün kutsal yüzü, cennete gitmiş olan o yüz, gerçekten beyazdı, ama cüzzama özgü bir beyazlıktı bu. O denli şişmiş ve inanılmazdı ki Hakim’in yüzü, seyirci kitleye maskeymiş gibi geldi. Kaşları yoktu; sağ gözünün alt kapağı, pörsümüş yanağının üzerine sarkmış; koca bir yumrucuk kümesi dudağını kemirmişti; insana ait değilmiş izlenimini veren yassılmış burnu bir aslanınkini andırıyordu. Hakim, son bir taktik izlemeye yeltendi. "Bağışlanmayacak günahlarınız, benim görkemime tanık olmanıza izin vermez," demeye başladı.
Buna aldırmayan yüzbaşılar, mızraklarıyla delik deşik ettiler onu.

* Gözlemle elde edilen bilgiden çok, akıl ve sezgi yoluyla elde edilen bilgiye önem veren mistik inanç

NOT: Borges’in anlatısına başlarken yazdığı bilgilendirici giriş metnini buraya aldım.
Maskeli Yün Boyayıcısı Mervli Hakim
Yanılmıyorsam, Horasan'ın Peçeli (ya da Maskeli) Peygamberi Mokanna hakkında yalnızca dört ana bilgi kaynağı var:
a) Baladhuri'nin derlediği Halifeler Tarihi’nden bölümler;
b) Abbasilerin resmi tarihçisi İbn abi Tahir Tayfur'un yazdığı Devin Elkitabı, ya da Kesinlik ve Düzeltme Kitabı;
c) Peygamber' in kutsal kitabı olan Karanlık Gül, ya da Gizli Gül'deki iğrenç dalaletleri çürüten Arap elyazması metin, Gül'ün imhası;
d) Mühendis Andrusov tarafından, Hazar Demiryolu'nun yapımı sırasında gün ışığına çıkarılmış okunaksız demir paralar. Tahran Nümizmatik Koleksiyonu'nda sergilenen bu paraların üstünde, Gül'ün İmhası’nın anahtar bölümlerinin kısaltılmış ya da düzeltilmiş şeklini içeren Farsça mısralar bulunur.
Gül'ün aslı kayıplara karışmıştır; 1899'da bulunup, Morgenländisches Archiv'in çarçabuk yayımladığı metnin ise sahte olduğunu önce Horn, sonra da Sir Percy Sykes kanıtlamıştır. Peygamber, Batı'daki ününü Thomas Moore’un, milliyetçi bir İrlandalı'nın duygusallığıyla yüklü, fazlaca uzun bir şiirine borçludur.

Jorge Luis Borges, Alçaklığın Evrensel Tarihi, “Historia Universal de la I”famia", TELOS YAYINCILIK,
1993/3
Çeviri: Zeynep Çağlayan

[Bu anlatı, Borges'in de ifade ettiği gibi bir parodik anlatıdır. Anlatıya konu olan tarihsel kişiyle, anlatıdaki karakter arasında ciddi farklar vardır. bkz. tr.wikipedia.org/wiki/El-Mukanna]





2 yorum:

  1. Bu öykü; tarihsel bir karakterle ilgili olup da, yazarın dünyasında yeniden yaratılıp, yazılmasıyla ilgili olduğu için bloga aldım. Gerçek (özellikle bu konuda ona da çok hakim değiliz) durum ile bu öykü karakteri arasında inanılmaz farklar. O nedenle tarihsel öyküleri birebir gerçek olarak almamaya çok dikkat etmeli. Onlar en nihayetinde bir kurgudur ve yazarının edebi bir eseridir.

    YanıtlaSil
  2. Şunu da ekleyelim, yazarın bizzat kendisi bu öykülerin bir parodi olduğunu belirtmiştir.
    Yalnız bu malzeme ile "tarih ve tarihçilik" üzerine bir çalışma yapılandırılabilir.

    YanıtlaSil