Savaşın başında bir Alman kartpostalı Türkiye'nin savaşa girdiğini ilan ediyor Sol üst köşede padişah V. Mehmet Reşat görülüyor. https://www.deutsche-schutzgebiete.de/mittelmeer_division_souchon.htm |
I. Dünya Savaşı başladığında Osmanlı İmparatorluğu, ölümcül
bir darbe yediği Balkan Savaşı'ndan henüz çıkmıştır. Bu savaşta yalnızca
Anadolu ile birlikte anavatan addedilen o çok değerli Rumeli kaybedilmemiş, -yine
büyük bir yenilgi ile bitmiş olan- 1877-78 savaşından sonra hissedilir hale
gelen '"devletin çökmekte olduğu'' endişesi yöneticilerin üzerine bir kâbus
gibi çökmüştür.
Dünya Savaşı'nın bu kâbusu daha da koyulaştırması kaçınılmazdır.
Çünkü herkes çok önceden bilmektedir ki; bu
savaş hangi taraf galip gelirse gelsin, dünyanın büyük güçler arasında yeniden
'"paylaşılmasıyla ve uluslararası haritanın yeniden çizilmesiyle
sonuçlanacaktır. Ve Osmanlı İmparatorluğu konum ve durumu gereği tarafsız kalsa
dahi, pazarlık masasının üzerine mutlaka konulacaktır. Nitekim daha 1907'de,
Osmanlı Devleti'nin savaşta kimin yanında yer alacağı kaale bile alınmaksızın, İngiltere-
Fransa ve Rusya arasında yapılan ittifak antlaşmasının gizli maddelerinde
İstanbul ve Boğazlar bölgesinin Rusya'ya bırakılacağı karara bağlanmıştı.
I. Dünya Savaşı başladığında iki yıldır iktidarda bulunan İttihat
ve Terakki Partisi kadroları için bu noktanın özel bir önemi vardır. Sözü
edilen antlaşmanın duyulması üzerine 1908'de henüz bir gizli örgüt olan İttihat
ve Terakki, gaflet içinde saydığı II. Abdülhamit'in mutlakiyetçi yönetimine
karşı harekete geçme kararı almış ve başlattığı olaylar sonucunda, 1908
Temmuz'unda padişahı meşrutiyeti ilan zorunda bırakmıştı. Ancak 1908-1912 döneminin
siyasal kaosu içinde "tedbir düşünmek" şöyle dursun, durum daha da
vahimleşmiştir. 1912'de daha yarım asır önce birer Osmanlı vilayeti olan
topraklar üzerinde kurulmuş küçük Balkan devletleri ile yapılan savaşta tam bir
bozguna uğrayan Osmanlı Devleti, böylece hem Avrupa devleti konumunu fiilen
kaybederek, çıkarlarını bu platformda koruma imkânını yitirmiş; hem de uğradığı
bozgun onu istenilir bir askeri müttefik olmaktan büyük ölçüde uzaklaştırmıştır.
Nitekim bunun da etkisiyle, savaş başladıktan sonra Osmanlı Devleti'nin İngiltere ve Rusya nezdinde
yaptığı ittifaka katılma önerileri isteksizlikle karşılandı. Osmanlı Devleti'nin
Batı Trakya ve Ege adalarının kendisine iadesi karşılığında İngiltere ve Rusya
yanında savaşabileceği yolundaki teklifleri kabul görmedi. Aynı sıralarda karşı
tarafla da görüşmeler sürdürülmekteydi ve 1913 sonlarından beri Osmanlı
ordusunu ıslah için bir askeri heyet göndermiş olan Almanya ile 2 Ağustos
1914'de gizli bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşmanın maddelerinden biri de
Osmanlı ordusunun sevk ve idaresinin bu askeri heyete danışılarak yürütülmesi idi.
Onur zedeleyici bu koşula rağmen Osmanlı Devleti'ni Almanya'nın
yanında savaşa sokan bu antlaşma, aslında iktidardaki İttihat ve Terakki'nin
üst yönetimi için, sözü edilen çöküş kâbusundan kurtulmanın mümkün tek yolu olarak
görülmekteydi. İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı toprakları olan Ortadoğu'ya
Rusya'nın Karadeniz sahili ve Boğazlar bölgesine açıkça göz dikmiş olmalarına
karşılık, Almanya ve Avusturya-Macaristan'ın -şimdilik- benzer taleplerinin
olmaması, şüphesiz antlaşmayı kolaylaştırmıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti,
Almanya'nın yanında savaşa girmesi çok muhtemel olan Bulgaristan'ın da göz diktiği
Batı Trakya konusunda uzlaşmaya yatkın olduğunu belirtmiş, savaştaki rolünü
Batı'da, Avrupa ve Balkanlar'da değil, Doğu'da Rusya'ya ve İngiltere'ye karşı açılacak
cephelerde yerine getirmeyi kabul etmiştir.
Almanya'yla yapılan antlaşmanın özellikle iki maddesi dikkate
değerdir. Bunlar, İttihat-Terakki üst
yönetiminin savaşa sadece büyük devletlerin Osmanlı ülkesini parçalama tehdidi karşısında
mecburen" katılmadıklarını, bu savaşı aynı zamanda daha boyutlu bir
"kurtuluş projesi" için fırsat, imkân saydıklarını da gösterir. Söz
konusu maddelerin ilki kapitülasyonlarının kaldırılmasını Almanya'nın desteklemesi koşuludur. Savaşa girilir girilmez bu
karar ilan edilmiştir. Osmanlı iktisadi düzeninin çöküşünde ve bir türlü toparlanamamasında
en önemli faktör sayılan kapitülasyonları kaldırma karan, İttihat Terakki iktidarının
savaşla birlikte bir "ekonomik toplumsal kurtuluş'" projesini de
uygulamaya koymaya hazırlandığının işaretidir. Nitekim savaş yıllarında bir yandan
savaş ekonomisinin gerektirdiği tedbirler alınırken, bir yandan da ülke ekonomisine Müslüman ve özellikle Türk
"müteşebbis"lerinin egemen olmasına yönelik bir "milli iktisat'" politikası yürürlüğe konulmuştur. Başta
Ermeniler ve Rumlar olmak üzere gayrimüslim azınlıklara karşı alınan ekonomik,
sosyal, siyasi ve askeri "tedbirler" -Ermenilerin ve kısmen Rumların tehciri bu cümledendir- bir yanıyla
savaş koşullarının "gerektirdiği" güvenlik tedbirleri olarak izah
edilse bile, öbür yanıyla da sözü edilen "milli iktisat" düzeni tasarımıyla
ilişkilidir.
"Devletin çöküşü"nü önlemek, yeniden güçlenmesini sağlamak
için onun iktisadi ve sosyal tabanını "milli"' bir yaklaşımla yeni baştan
düzenleme fikri, "Balkan şoku"
ile birlikte pekişmiştir. Çünkü Osmanlı Devleti'ni Avrupa'dan neredeyse tamamen
atan son darbeyi vuranlar, 1877-78 savaşı öncesi Osmanlı topraklarında yaşayan milli-dini
topluluklarca kurulmuş devletlerdir. Bu toplulukların kendi milli devletlerini
kurma amacıyla başlattıkları isyanları bir dönem bastırabilen Osmanlı Devleti, Avrupa'nın
büyük devletlerinin -özellikle Ç. Rusya'sının askeri desteği karşısında önce
Yunanistan'ın, ardından Romanya, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ'ın
bağımsızlığını kabule mecbur edilmiş, daha sonra da bu yeni devletler, Balkanların
yoğun Müslüman-Türk nüfusa sahip Rumeli yakasını zaptetmişlerdi. Balkanlar'da,
Rumeli'de olan; benzer durumdaki Anadolu'da gerçekleşebilirdi. O nedenle de
Osmanlı Devleti'nin o zamana kadar takip ettiği egemenlik sahasındaki etnik,
milli, mezhepsel ve dini mozaiği
geleneksel dengesi içinde koruma, özellikle gayrimüslim tebaanın hukuki eşitlik
yönündeki taleplerini karşılamaya çalışma politikası derhal terkedilmeli ve devleti
-onu sahiplenecek- millete her bakımdan bağlayacak bir politika, bir milli
devlet" politikası hızla yürürlüğe konulmalıydı. Buradaki "millet'in
devletin tebaası olan tüm Müslümanları mı ifade ettiği, yoksa özel olarak Türk
ve Türkleşmiş unsurları mı kastettiği bir ölçüde muğlaktır. Ancak "devletin bekası" için uzun
vadede Türk unsura dayanmanın zorunluluğu teslim edilmiş olduğu için,
İttihat ve Terakki yönetimi, Almanya ile yaptığı antlaşmada toprak kazancıyla
ilgili tek açık talebini şöyle formüle etmiştir: "Osmanlı Devleti doğu sınırları,
bu devletle Rusya Müslümanları arasında doğrudan doğruya bağlantıyı sağlayacak
biçimde düzenlenecektir."
Böylece, İttihat ve Terakki yöneticilerinin savaştan galip
çıkması halinde, nasıl bir Osmanlı Devleti tasarlamış oldukları anlaşılıyor. Bu, Batı'da, Balkanlar'da eski konumunu yeniden edinmeyi
-şimdilik- hedeflemeyen, Ön Asya'da, Hazar Denizi'ne -belki daha da ötesine-
kadar bir coğrafyada Müslüman-Türk çoğunluğunun "milli devleti" olarak
ekonomiden siyasete dek her düzeyde yeni baştan düzenlenip, bu eksende
güçlenmeyi amaçlamış bir devlet olacaktır. Osmanlı Devleti'nin son iki yüz
elli yılına damgasını vuran Batı'da, Balkanlar'da çokuluslu, çok dinli bir
imparatorluk olarak tutunabilme çabası radikal bir kararla terkediliyor ve onun
yerini Ön Asya'da -Batı'nın milli devlet normlarına göre kurulacak- güçlü bir Müslüman-Türk
milli devletini oturtma hedefi alıyordu. Bu milli devlet bölgenin öteki
Müslüman uluslarını da bünyesine alabilir, nüfuzunu, egemenlik sahasını Orta Asya'ya
kadar yayabilirdi.
Bu proje içinde Anadolu'nun yerleşik Rum ve Ermeni nüfusu
durumuna gelince: Onların Balkanlar'daki gayrimüslim toplulukların oynadığı ve
Rumeli'nin kaybıyla sonuçlanan role benzer bir role hazırlandıkları yaygın bir
kanıdır. Özellikle Doğu Anadolu'daki Ermenilerin, Rusya'nın askeri-politik
desteğiyle Doğu Anadolu'da bir Ermeni devleti kurmak peşinde oldukları zaten
bilinmektedir. Rusya'nın Pontus Rumlarını kendisine bağlamak, Yunanistan'ın ise
hem Pontus hem de Ege ve Marmara bölgesindeki yoğun Rum nüfusa dayanarak, bu
bölgeleri kendisine bağlamak (Megalo İdea) amacında olduğu da ortadadır.
Balkan bozgunundan
önce sınırlı bir taraftara sahip Panislamist ve Panturanist akımların hızla
Müslüman Türk aydın ve eşrafı içinde yaygınlaşması ve İttihat Terakki'nin resmi
ideolojisini belirler hale gelmeleri, bu olgular çerçevesinde
değerlendirilmelidir. Söz konusu ideolojiler, çöküş kâbusundan kurtulmak
için çok güçlü bir atılım ihtiyacını duyan bir ruh halini yansıtır. İttihat ve
Terakki'nin, Avrupa'dan, Balkanlar'dan geriye çekilerek gücünü Anadolu'yu
merkez alan bir coğrafyada yoğunlaştırma üzerine kurulu genel kurtuluş projesi,
bu fikri ve ruhi ortamın, o ortama özgü bir atılım ihtiyacının ürünüdür. Söz konusu fikri ve ruhi ortamda, o atılım
projesinin mantığı içinde Anadolu'nun Rum ve Ermeni nüfusunun bir ayakbağı gibi
görülmesi ise kaçınılmazdır.
İttihat ve Terakki iktidarının bu atılımı bir an önce gerçekleştirmek
ve bunu Müslüman-Türk nüfusu da peşinden sürükleyerek yapabilmek için I.Dünya
Savaşı'na katılmayı hem bir zorunluluk, hem de bir imkân saydığı
belirtilmelidir. Böyle olunca da savaşa Almanya'nın yanında katılmak
gerekmektedir. O nedenle de İttihat-Terakki yönetimi Avrupa'da savaşın an
meselesi olduğu Saraybosna suikastı ertesi günlerde her ne kadar İngiltere ve
Rusya nezdinde nabız yoklamaları yapıyorsa da, Almanya’yla ittifak kararı hemen
hemen kesinleşmiştir. Nitekim Avrupa'da savaşın resmen başladığı günün
ertesinde, 2 Ağustos'ta Sadrazam Sait Halim Paşa'nın Yeniköy'deki yalısında;
Sadrazam ve Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Harbiye Nazırı Enver Paşa ve Meclis Başkanı
Halil Bey, Almanya Büyükelçisi Baron von Wangenheim, Osmanlı-Alman İttifak Antlaşması’nı
imzaladılar. Osmanlı kabinesinin
çoğunluğunun haberi olmadan yapılan bu gizli antlaşmaya, 6 Ağustos'ta eklenen
bir maddeye göre Osmanlı Devleti; Bulgaristan, Almanya yanında yer aldıktan
sonra savaşa katılacaktı. Ancak Yavuz ve Midilli olayı Osmanlı Devleti'ni çok daha
erkenden savaşa itti.
Osmanlı Devleti'nin Savaşa Girişi
1914 Ağustos'unda, Alman Donanması'na ait Göeben ve Breslau kruvazörleri, Fransa’nın
K. Afrika limanlarını bombaladıktan sonra, Akdeniz'deki İngiliz Donanması
tarafından sıkıştırılmış ve Çanakkale önlerine kadar gelmişti. Alman savaş gemileri
10 Ağustos'ta Boğaz'dan geçiş izni istedi. Hükümet izin verdi ve eğer İngiliz
gemileri takibe kalkışırlarsa ateş edilmesini emretti. Resmen tarafsız sayılan
Osmanlı Hükümeti birkaç gün sonra gemileri satın aldığını açıkladı. Adları
Yavuz ve Midilli olarak değiştirilen kruvazörlere Osmanlı bayrağı çekildi ve
Alman mürettebata Osmanlı bahriye üniformaları giydirildi.
1914 Ekim'inde Alman amiral Souchon komutasındaki Yavuz ve
Midilli birkaç parça Osmanlı savaş gemisiyle Karadeniz'e çıktı, 28-29 Ekim'de Sivastopol,
Novorrossisk limanlarını topa tuttu, bir Rus gemisini batırdı. Yavuz ve Midilli
ı Kasım'da İstanbul Boğazı'na girip, alkışlarla karşılanırken, Osmanlı Devleti
de savaşa fiilen katılmış oluyordu.
Savaşla birlikte padişah-halife, tüm dünya Müslümanlarını İngiltere-Fransa-Rusya
ittifakına karşı cihada çağırdı.
1. 1914 Yılı Kafkasya
Cephesi - Sarıkamış Bozgunu
1 Kasım 1914'te Rus birlikleri Osmanlı sınırından içeriye
girip, ilerlemeye başladı . Toplam 160 bin kişilik Rus askeri gücünün karşısında
zayıf donanımıyla - gönüllüler hariç- 165 bin askerlik mevcuduyla cephe almış olan
3'üncü Ordu, 7 Kasım'da Rus ilerleyişini durdurup, saldırıya geçti. 16 Kasım'da
yeni bir taarruzla Rus ordusu geriletildi ise de, ağır hava ve arazi koşulları
ve ayrıca donanım ve cephane eksikliği nedeniyle eski hatlarına geri çekildi.
Osmanlı topraklarına bir cep gibi girmiş Rus kolordularını, Almanların
ı9ı4 Ekim'inde Tananberg'de
gerçekleştirdiklerine benzer bir manevra ile kıskaca alıp, oradaki gibi büyük
bir zafer kazanma fikrine kapılan Osmanlı Başkomutanlığı, 3'üncü Ordu komutanı
H. İzzet Paşa'nın muhalefetine rağmen, bu planı yürürlüğe koydu. Enver Paşa'nın
bizzat komutayı üzerine alarak başlattığı bu büyük umutlar bağlanan plan, tam
bir felaketle sonuçlandı. Korkunç kış koşullarında, alabildiğine sarp bir arazide kilometrelerce
yürümek ve savaşmak zorunda bırakılan Osmanlı askeri, hayranlık uyandırıcı bir
direnç ve savaş azmi göstermesine rağmen, 60.000 ölü vererek Sarıkamış
muharebelerinde bozguna uğradı. 1914 Aralığı boyunca süren ve Osmanlı Kafkas
cephesinin çöküşüne ve dolayısıyla Doğu Anadolu'yu Rus ilerleyişine açan bu bozgun,
yöredeki Ermenilerin Rus askeri desteğinde ayaklanmaları ihtimalini de gündeme getirmişti.
O nedenle İttihat-Terakki iktidarı, 1915 baharında başlayacağı kuvvetle tahmin
edilen Rus ileri harekâtından önce, 1915
kışında trajik sonuçlar doğuracak olan Ermenilerin tehcir edilmesi kararını
uygulamaya koydu.
2. 1915 Yılı
Muharebeleri
Mısır Seferi –
1914 Aralığında Sarıkamış harekâtı hazırlanırken askeri ve siyasi amaçları onun
kadar büyük bir başka sefere de hazırlanılıyordu. Süveyş Kanalı'nı ve Mısır'ı
zaptetmek için Suriye'deki 4'üncü Ordu Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın komutasına
verilmişti. Nasıl Sarıkamış seferiyle oradaki Rus Kolordusu’nu imha edip
Kafkasya'ya girmek, böylece Turan'ın yolunu açmak, Kafkasya'da ve Hazar
ötesindeki Müslüman-Türk halkları Rusya'ya karşı ayaklandırmak, hatta oradan
Hindistan'a kadar uzanmak gibi Turan ütopyasınca beslenen bir amaç sözkonusu
ise, Kanal/Mısır seferi de Panislamist
hayallerle yüklüydü. 4'üncü Ordu'nun baskın tarzında bir taarruzuyla Süveyş
kanal bölgesi ele geçirilebilirse, bunun Mısır'da bir ayaklanmayı başlatabileceği,
İngilizlerin Ortadoğu'daki Arap halkları ayaklandırmak için çoktandır başlatmış
oldukları tahrikleri sona erdireceği ve halifenin cihad çağrılarına kayıtsız Arapları
ve Müslüman dünyasını şevke getireceği umuluyordu. Ve nasıl Sarıkamış'ta Rus kuvvetlerinden sayıca
üstün olmayan ve çok daha donanımsız bir orduyla şaşaalı bir zafer umuduna kapılınmışsa,
bu Kanal seferinde de, 80 bin askerle İngilizlerin 150 bin mevcutlu askeri gücünün
koruduğu müstahkem Süveyş Kanalı mıntıkasının zaptedilebileceğine inanılıyordu.
Sarıkamış'ta, düz bir arazide ve baharda bile gerçekleştirilmesi zor bir manevranın
dondurucu kış şartlan altında ve sarp dağlar üzerinden yapılmasına nasıl karar
verilebilmişse, bu Kanal seferinde de Suriye'den kalkan ordunun, Filistin ve özellikle
Sina Çölü'nü geçtikten sonra hemen taarruza geçmesi planlanmıştı .
14 Ocak 1915'te başlayan Kanal'a doğru yürüyüş 2/3 Şubat
gecesi yapılan ve geriye püskürtülen taarruzla
sona erdi. 1000 ölü, 2000 yaralı ve 150 esir veren sefer kuvveti Filistin'e
geri çekildi . Ertesi yıl yeni bir deneme daha yapıldıysa da bu da başarısızlıkla
sonuçlandı.
Bunun ardından İngiltere'nin öteden beri yürüttüğü Arap
halklarını Osmanlı Devleti aleyhine isyana kışkırtma faaliyetleri meyvelerini
vermeye başladı. 16 Mayıs 1916'da İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve SykesPicot
Antlaşması adıyla bilinen Ortadoğu'ya ilişkin antlaşmanın hemen akabinde 5
Haziran 1916'da Şerif Hüseyin önderliğindeki isyan başladı. 1916 sonbaharında
Medine hariç, tüm Hicazı ele geçiren isyancıların, Suriye ve lrak'a yayılma
girişimleri, özellikle Suriye Genel Valisi Cemal Paşa'nın burada uyguladığı
sert tedbirlerin de sonucu başarılı olamadı.
3. Çanakkale
Savaşları
İtilaf devletleri, Almanya karşısında güç duruma düşen
Rusya'ya yardım etmek, Kafkasya'ya yığınak yapmakta olan Osmanlı ordularının bir
kısmının geri çekilmesini sağlamak ve İstanbul'un tehdit altında olduğu izlenimini
yaratmak için, Çanakkale Boğazı'na bir "gösteri taarruzu'' yapmayı daha
1914 yılı sonlarında tartışmaktaydılar.
Başlangıçtaki bu sınırlı amaçla kalınmadı ve özellikle o
sırada İngiltere Amirallik Birinci Lordu olan W. Churchill'in çabalarıyla sefer
Çanakkale Boğazı'nın hatta İstanbul'un ele geçirilmesini kapsayacak biçimde
düzenlendi.
19 Şubat 1 915'te Çanakkale önlerine gelip ateşe başlayan İngiliz
deniz gücü, kara birliklerinin desteği olmaksızın Boğaz'ı geçmek amacındaydı.
Bir ay içinde iki kez yinelenen donanma saldırısında, İngilizlerin iki,
Fransızların bir büyük savaş gemisi Osmanlı kıyı bataryalarınca batırıldı. Bunun
üzerine harekât planı değiştirildi. Karaya asker çıkarılarak Gelibolu Yarımadası'nı
ele geçirmek hedeflendi. 25 Nisan'da beş ayrı yere yapılan çıkarma, Osmanlı
ordusunun karşı saldırıları ile durduruldu. Üç gün süren ve her iki taraftan
50.000 insanın öldüğü çarpışmalarda, İtilaf güçleri bazı küçük köprübaşları
tutmuş olmalarına rağmen, yarımadaya hakim tepelerden hiçbirini ele
geçirememişlerdi. Çarpışmalara 19'uncu Tümen Komutanı olarak katılan M. Kemal,
Conkbayırı ve Sarıbayır'daki kritik muharebelerde gösterdiği yetenekle sivrildi.
Nisan sonundaki üç günlük duraklamadan sonra 6, 7, 8 Mayıs günlerinde
yeniden şiddetlenen muharebe, İngilizler açısından başarısızlıkla sonuçlandı.
Bunun üzerine sonuçtan sorumlu sayılan W. Churchill, kabinedeki görevinden
alındı.
10 Mayıs'taki Osmanlı karşı taarruzu, müttefikleri kıyıdan
söküp atamadı. 4-5 Haziran'daki İngiliz-Fransız taarruzu, ardından 8
Temmuz'daki Osmanlı mukabil saldırısı da durumu değiştirmedi. 6 Ağustos'ta
müttefikler Suvla Körfezi'ne yeni bir çıkarma tertipledi. 21 Ağustos'a kadar
süren dişe diş kanlı çarpışmalar, müttefikler için yine başarısızlıktı.
Eylül ve Ekim aylarında yeni harekât planları için uğraşan
İngiliz ve Fransız genelkurmayları sonunda Çanakkale savunmasının
geçilemeyeceğini teslim edip çekilmeye karar verdiler. İki safha halinde 18 Aralık'ta
başlayıp 9 Ocak 1916'da biten tahliye işlemi ile Çanakkale Savaşı sona ermiş
oluyordu. Bu savaşta, her iki taraf ölü ve yaralı olarak toplam 500.000'e yakın
kayıp verdiler.
Böylece müttefiklerden beklediği yardımları alma imkân ve
umudu kaybolan Rusya'nın durumu daha da kötüleşti. Çanakkale Savaşı, 1917'de
Rusya'da patlak verecek devrimin önemli bir etkeni oldu.
4. 1915 Yılında
Kafkas-Doğu Cephesi
19 1 5 Nisan'ında Van istikametinde taarruza geçen Rus
kuvvetlerinin yanında gönüllü Ermeni birlikleri de vardı. 14 Mayıs'ta Van'a
ulaşan Rus birlikleri, burada kenti Nisan ayında ayaklanarak ele geçirmiş
Ermenilerce karşılandı. Anadolu'daki Ermeni tehcirinden kaçıp gelenlerin de
toplandığı Van'da Rus koruması altında bir Ermeni devleti de kuruldu. Temmuz'da
taarruza geçen Osmanlı ordusu şehri geri aldı. Gerek Rus ordusunun Van'a
ilerleyişi ve gerekse geriye çekilişi sırasında Müslüman ve Ermeni binlerce
sivil karşılıklı katliam ve panikle kaçışlar esnasında telef oldu.
5. Irak Muharebeleri
Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesinin hemen ardından
Körfez'de bulunan İngilizler harekete geçip 21 Kasım 1914'de Basra'yı ele
geçirdiler. Zayıf Osmanlı birlikleri karşısında 400 km ilerleyip 29 Eylül'de
Kut-ül Amare geldiler. 22 Kasım'da Bağdat yakınlarında, Selman-ı Pak'da Osmanlı
birlikleri İngilizleri geri püskürtüp, Kut-ül Amare'de kuşattı. Nisan 1916'da İngiliz
birlikleri teslim oldular.
Yeni İngiliz saldırısı 1916 Aralığı'nda başladı. Irak'taki
Osmanlı birliklerinin birçoğunun İran Azerbaycan üzerinden Kafkasya'ya sefer
için tahsis edilmiş olmalarından da yararlanarak hızla ilerleyip, 11 Mart 1917'de
Bağdat'ı zaptettiler. 1917 sonunda İngilizler Irak'ın petrol yataklarının
çoğunu (Musul hariç) denetimlerine alan bir hatta kadar ilerlemiş
durumdaydılar.
6. 1916-17 Yılı Doğu
Cephesi
1916 Ocak ayında geniş çaplı bir taarruza başlayan Rus
orduları, yaz başlangıcına kadar Erzurum, Trabzon, Erzincan’ı güneyde ise Van,
Muş ve Bitlis'i zaptettiler. Ağustos'ta Osmanlı ordusu Muş ve Bitlis'i geri
aldıysa da, Ruslar 1918'de Brest-Litovsk Antlaşması ile çekilinceye kadar
zaptettikleri Doğu Anadolu şehirlerini ellerinde tuttular. Bu yörelerde Rus
ordusuyla birlikte hareket eden Ermeni gönüllü birlikleri, tehcirin kurbanı
olan soydaşlarının intikamını almak adına on binlerce yerli Müslümanın
öldürülmesiyle sonuçlanan bir kıyıma giriştiler. 1918 Brest Litovsk Antlaşması’yla
Ruslar çekilip, antlaşmayla Osmanlı Devleti'ne bırakılan bu yörelere Osmanlı
ordusu girince, Ermeni birlikleri tutunamayıp hızla geri çekilmeye çalıştı. 1918
Kasım'ında Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi'ni imzaladığında, Osmanlı
birlikleri Hazar Denizi kıyısına kadar ilerlemiş bulunuyordu. Doğu Anadolu
şehirlerinin tümünün harabeye döndüğü, yüzlerce köy ve kasabanın neredeyse
haritadan silindiği, onbinlerce Müslüman ve Ermeni’nin hayatını yitirdiği bu
1915-1918 yılları arası dönem, I. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle de kapanmış
olmayacak, 1919'dan sonra başlayacak Türk Kurtuluş Savaşı'ndaki Doğu Cephesi
muharebeleriyle sürüp, 1921'de SSCB ile yapılan Gümrü Antlaşması’yla bu kanlı trajedi geleceğe derin izler
bırakarak sona erecektir.
7. Mısır-Filistin
Cephesi Muharebeleri
İngilizler, Kanal seferleri ve Hicaz isyanının ardından,
Gazze şeridinde savunmaya geçen Osmanlı kuvvetlerine karşı 1916 Aralığı'nda
taarruza geçtiler. Önce yenilen İngiliz ordusu Mart 1917'de, Ürdün'e saldıran
Faysal komutasındaki Arap birliklerinin de yardımıyla yeniden taarruza geçip,
Kasım ayında cepheyi yardılar. 9 Aralık'ta Kudüs düştü. Filistin'i savunan Yıldırım
Orduları Grubu yılın sonunda Suriye'ye çekilmek zorunda kaldı.
8. Makedonya ve
Galiçya (Romanya) Cephelerinde Osmanlı Birlikleri
1915 Ekim'inde kuzeyden Alman ve Avusturya birlikleri, doğudan
Bulgarlar Sırbistan üzerine yürüdüğünde, bir tümenlik Osmanlı kuvveti de Bulgarların
yanında savaşa girdi. 1916 yazında Romanya'nın, İngiltere-Rusya safında savaşa
girmesi üzerine, kuzeyden Almanya ve Avusturya, güneyden, Dobruca istikametinden
Bulgarlar karşı taarruza geçti ve yılsonuna doğru Romanya'yı safdışı bırakarak Galiçya'dan
Rus kuvvetlerine karşı yeni bir cephe açtılar.
Osmanlı Devleti bir kolorduyu buraya göndererek, Galiçya muharebelerine
iştirak etti. Rusya'daki 1917 Devrimi'ni müteakip bu birlikler yurda dönüp, Suriye’deki
Yıldırım Ordular Grubu'na katıldılar.
9. Türk-Müslüman Dünyasına
Yönelik Faaliyetler
Osmanlı Devleti'nin savaşa girer girmez ilan ettiği cihad,
dünya Müslümanları üzerinde fazla etkili olmadı. Buna mukabil İngiltere Ortadoğu
Araplarını, özellikle Yemen, Hicaz ve Ürdün Araplarını Osmanlı Devleti aleyhine
isyana yöneltebildi; Hint Müslümanlarından ve Mısır'dan tümenler kurup, Osmanlı
kuvvetlerinin karşısına çıkardı; Fransa Mağrip ülkelerinden ve Senegal
yerlilerinden askeri birlikler oluşturup bunları Avrupa cephesinde ve
Çanakkale'de savaşa sürebildi. Hatta Rusya bile Orta Asya halklarından tertiplediği
birlikleri Kafkasya, Doğu Anadolu cephesinde ihtiyat birliği olarak kullandı.
Ancak Osmanlı çabaları da büsbütün başarısız olmadı.
Libya'da, Trablusgarp'da Osmanlı ile birlikte İtalyan işgaline karşı savaşan Sünusiler, İtalyanları sahil şeridine kadar geriletmenin
yanısıra, I. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Mısır'daki İngiliz birliklerini de
hayli uğraştırdılar.
Ayrıca
İttihat-Terakki hükümeti, özel olarak kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa kanalıyla
İran, Kafkasya, Orta Asya ve Hindistan'daki Müslüman-Türk topluluklar arasına ekipler
göndererek hem Turan yolunu hazırlamak, hem de İngiltere ve Rusya
egemenliğindeki Müslüman halkları isyana teşvikten de geri durmadı . 1916
yılında Irak'tan hareket eden Süleyman Askeri komutasındaki gönüllülerden oluşan
Teşkilat-ı Mahsusa Müfrezeleri, Tebri z'e kadar ilerlediler. Amaç buradan
donanımlı bir tümenle birlikte yerli halklardan toplanacak gönüllülerle sayılan
ve güçleri kabararak Orta Asya üzerinden Hindistan'a kadar uzanmaktı.
Durumun ilginçliği şuradadır ki; bu plan yürürlüğe konduğunda Rus ordusu
Anadolu içlerinde Erzincan'a, Bitlis'e kadar girmiştir. Bu tehlikeli vaziyette dahi
İttihat-Terakki kadrosu hala "büyük" düşünmekte, İran ve Kafkas Azerbaycan’ını
zaptedip, yöre halkının iştiraki ile Rusları çember içine alıp, imha etmeyi tasarlayabilmektedir.
10. Savaş Dönemindeki
Ülke İçi Politikalar
İttihat- Terakki iktidarı bir yandan savaşın askeri yönünü, Alman
stratejisinin talepleri ile kendi gelecek tasavvurlarını telif edecek biçimde
yürütmeye çalışırken ; ülke içinde de savaşın zorunlu kıldığı tedbirler ile
tasarladığı "milli iktisat" düzenini kurma girişimlerini bir arada
uygulama eşindedir. Ülke iktisadi hayatının kilit noktalarının ve sermayenin
gayrimüslim unsurlar elinde toplanmış olmasını "halli gereken bir sorun" olarak gören İttihat- Terakki
Partisi, savaş ortamından da yararlanarak bu yönde bir dizi düzenlemeye girişti.
Bu amaçla parti başta İstanbul olmak üzere, özellikle Batı Anadolu şehir ve
kasabalarında yerel tüccar ve eşrafı kooperatif ve şirketler kurmaya teşvik
ederek, hatta bizzat öncülük yaparak onları gayrimüslim ve yabancıların elinde
bulunan ticaret alanlarına egemen hale
getirmeye çalıştı. Aynı şey üretici kooperatifleri ve üreticiye kredi veren
kurumlar örgütlenerek de yapıldı.
Bu amaçla savaş ekonomisini düzenlemek cephelerin ihtiyaçlarını
sağlamak için oluşturulmuş Heyet-i
Mahsusa- i Ticariyye, Merkez ve Taşra İaşe Heyetleri, Men-i İhtikar Heyeti gibi
kurumlar Müslüman-Türk tüccarı gayrimüslimlere göre daha ayrıcalıklı kılacak
biçimde işletildi. Yolsuzluk ve suistimallere de kapı açması kaçınılmaz olan bu
uygulama, İttihat-Terakki'ye bağlı yaygın bir eşraf- tüccar ağı yarattığı gibi,
kamuoyunda ciddi tepkiler uyandıran "savaş
zenginleri"nin de türemesine yolaçtı.
İttihat Terakki'nin bu "milli iktisat"' kurma
denemelerinin pratikte en etkili ve yetkili kişisi olan Kara Kemal, öteki parti
şefleri gibi, mütareke arifesinde ülkeden ayrılmamış ve gizlenerek İstanbul'daki ilk milli mukavemet örgütlenmesinin
kurulmasında çalışmıştır.
11. Savaşın Son Yılı
- Mondros Mütarekesi
1918 yaz sonunda Osmanlı orduları Ekim Devrimi'nin ve İç Savaşın
kaosa yol açtığı Kafkasya'daki karmakarışık siyasi- askeri ortam içinde kalıcı sonuçlar
vermeyen ilerleyişini sürdürürken, güneydeki cephelerde Irak ve Suriye'de İngiliz
kuvvetleri önünde çekilmeye başlamıştı. İngiliz kuvvetleri daha 1917 sonunda
Musul hariç Kuzey Irak sınırlarına kadar ilerlemişti. Suriye-Filistin
cephesinde İngiliz ordusunun üstün güçlerle giriştiği taarruz sonucu 1 Ekim'de
Şam, 25 Ekim'de Halep düştü. Osmanlı ordusu bugünkü Türkiye-Suriye sınırına kadar
çekildi. Hükümet zaten 8 Ekim'de istifa etmiş ve Çanakkale önlerinde abluka yapan
İngiliz filosu komutanı aracılığıyla ateşkes talebinde bulunulmuştu. İngiltere
bu talebe Musul ve Halep'in ele geçirilmesine kadar cevap vermedi ve 27 Ekim'de
Osmanlı heyetini Mondros'a çağırarak teslim koşullarını bildirdi. Mondros
Mütarekesi 31 Ekim'de [?*] imzalandı. Mütarekeye göre Boğazlar derhal açılacak,
Osmanlı ordusu terhis edilip, donanma ve Boğaz kaleleri itilaf güçlerine teslim
edilecekti. Başlıca askeri üsler, limanlar, demiryolu ve posta şebekesi, Toros
tünelleri itilaf denetimine verilecekti. İşgal birliklerinin yiyecek, yakacak
ve diğer ihtiyaç maddeleri bedelsiz karşılanacak, Osmanlı halkının yiyecek
stokları itilaf güçlerinin denetiminde olacaktı. "Altı Ermeni
vilayeti"'nde karışıklık çıktığı takdirde buraları işgal edilebilecek,
Sis, Haçin, Zeytun ve Ayıntap'a ise işgal kuvveti derhal gönderilecekti. Mütarekenin
ardından Fransızlar, Kilikya (Çukurova) bölgesine, İngilizler, K. lrak'a girip
işgal ettiler. Fransızlar, Çukurova'da Ermenileri hem işgal ordusunda, hem de
idari görevlerde istihdam ediyorlardı. Doğu Anadolu'daki İngiliz yetkilileri de
benzer uygulamalara giriştiler. 9 Mart'ta Samsun'u işgal eden İngilizlerin
ardından; Orta ve Doğu Karadeniz şeridindeki Pontus Rumları ile yörenin
Müslüman ahalisi arasında şiddetli çatışmalar başladı. Ocak-Nisan 1919'da
İtalyanlar, kendilerine bırakılan Antalya-Burdur, Marmaris bölgesine işgal
kuvvetlerini gönderdiler. 13 Kasım'da
İngiliz-Fransız Donanması İstanbul'u resmen teslim aldı.
Mütarekenin resmen imzalanmasından önce yurdu terkeden
İttihat-Terakki'nin en tepedeki üç lideri, Enver, Talat ve Cemal Paşaların son
ikisi Berlin ve Roma'da [?**] Ermeniler tarafından öldürülmüş, Enver Paşa ise
Panturanist ve İslamist bileşimi tasarılarının, I. Dünya Savaşı ve Sovyet
Devrimi'nin tepeden tırnağa sarstığı Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinde
gerçekleştirmek için giriştiği son teşebbüsünde, Kızıl Ordu birliklerine karşı
savaşırken vurularak ölmüştür.
Bu sırada ise çöken Osmanlı İmparatorluğu'nun enkazı üzerinden
bir Türkiye Cumhuriyeti inşa etmek için Anadolu'da M. Kemal önderliğindeki bir
"Kurtuluş Savaşı" verilmektedir.
Kaynak: PIERRE RENOUVIN , I. Dünya Savaşı, “La premiere guerre mondiale, PRESSES UNIVERSiTAiRES DE FRANCE”, İletişim Yayınları, Cep Üniversitesi, Çeviren. Teoman Tunçdoğan, 1993, s. 114-127, İstanbul
.......................
[*] 30 Ekim olacak.
[**] Cemal Paşa, 1922’de Tiflis’te öldürüldü.
[Bu bölümle ilgili olarak kitapta şöyle bir not var:
“Not: Bu son bölüm, yayınevi (İletişim Yayınları ) tarafından yazılmıştır.” Dolayısıyla bu bölüm özel olarak yayınevi tarafından eklenmiş. Adı geçen yazara ait değil.
Koyulaştırmayı ben yaptım. DK“Not: Bu son bölüm, yayınevi (İletişim Yayınları ) tarafından yazılmıştır.” Dolayısıyla bu bölüm özel olarak yayınevi tarafından eklenmiş. Adı geçen yazara ait değil.
Şimdiye kadar rastladığım en iyi özetlerden biri.
YanıtlaSilGerçi bir iki sorun var. Üzerinde belirttim. Başka da çıkar mı?
Kaynağı konusu da ilginç...
Yine de iyi bir özet olarak görülebilir. Salt olgusal değil. Teorisi var. Olanların arkaplanındaki paradigma ile birlikte yazılmış.
Ermeni Tehciri konusunda olgusal açıdan eksiklik olduğu düşünülebilir ki ben düşündüm.
YanıtlaSilYine de iyi bir özet...