Neil Faulkner
Dünyanın ilk sınıflı toplumu Sümer’de milattan önce 3000’li yıllarda ortaya çıktı. Başrahipler ve şehir yöneticilerinden oluşan bir seçkinler grubu, kendilerini toplumun üstünde konumlandırdı ve sıradan yurttaşları kendi çıkarları için sömürmeye başladı.
Giderek karmaşıklaşan toplum, onlara özel siyasi-dini roller tahsis etmiştir. Bu roller onlara mülkiyet ve artı değer üzerinde hâkimiyet vermiştir. Ancak kıtlığın ve yoksulluğun kural olduğu bir dünyada bu hâkimiyeti kendilerini zenginleştirmek ve kendi iktidarlarını desteklemek için kullanmışlardır.
Aynı anda ya da birazcık sonrasında birtakım başka yerlerde aynı şeyler olmuştur. Medeniyet tek bir merkezden dışarıya doğru yayılmamıştır: koşulların uygun olduğu yerlerde bağımsız biçimde ortaya çıkmıştır.
Sümer’de rahipler yönetici sınıfın çekirdeğini oluşturmuş, tapınak varlıkları onlara zenginlik sağlamış ve tapınak zigguratları onların en gösterişli eserleri olmuştur. Şehir yöneticileri ve savaş liderleri, teokratik seçkinler arasından seçilmiştir.
Mısır’da gerçek bunun tersidir. Şahin kavminin lideri ve efsanevi ilk firavun Menes, Nil Deltası’nı (Aşağı Mısır) ve Nil Vadisi’ni (Yukarı Mısır) askeri fetihle birleştirmiştir. Merkezileştirilmiş bir devlet yaratarak kendisini tanrı-kral (firavun) ilan etmiştir.
Rahipler, memurlar, tüccarlar, zanaatkârlar ve köylülerin hepsi firavunun emri altındaydı. Yönetici sınıf –rahipler ve memurlar- mülklerini ve konumlarını kralın himayesine borçluydular. Eski Mısır Krallığı’nın (M.Ö. 2705-2250) sembolik anıtları piramitler tapınak değil, kral mezarıydılar.
Sümerli rahipler ve şehir yöneticileri gibi, Mısırlı firavunlar da “kent devrimi”nin kültürel ambalajını geliştirdi: sulama çalışmaları, uzun mesafeli ticaret (özellikle madenler, kereste ve taş konusunda), okuryazarlık ve kayıt tutma, numerik gösterim ve geometri, standart ağırlıkları ve ölçüler, takvim ve zaman kaydetme, astronomi bilimi.
Kent ambalajı devletin ve seçkinlerin ihtiyaçlarını yansıtıyordu. Nil sularının denetimi, verimli hasadı, büyük üretim fazlasını ve sağlıklı bir işgücünü garantiye aldı. Resmi ticaret çalışmaları, silah üretimi, anıtsal mimari ve lüks tüketim için ihtiyaç duyulan hammaddeleri güvence altına aldı. Bilgili bir bürokrasi, devlet iktidarının bağlı olduğu vergi ve işçilik hizmetlerini yönetti.
Bağımsız “kentsel devrimler” birkaç farklı yerde ortaya çıktı. Bu, tüm insanların en üst düzey başarılara erişebilir olduğunu gösterir. Diğerlerine örnek olacak “üstün ırklar” ya da “uluslar” yoktur. Tarihsel farklılıkları belirleyen kültür ve şartlardır –biyoloji değildir.
Milattan önce 2600 dolaylarında İndus Vadisi’nde (Pakistan) kentsel uygarlık ortaya çıktı. Mohenjo-Daro’nun büyük anıtları ve ikamet edilen mahalleleri bir milkare alanı kapsar. Kazılarda çıkan damga pulları, standart ağırlıklar ve ölçüler, komplike bir yönetime işaret eder.
Kuzey Çin’in Sarı Nehir bölgesinde bulunan antik Anyang, neredeyse 10 km. uzunluğunda ve 4 km. genişliğinde duvarsız bir kompleksti. Muhtemelen milattan önce 13. yüzyılda Şang Hanedanı’nın başkentiydi. Kazılar, zengin kral mezarlarını, büyük miktarda süslenmiş bronz zulasını ve on binlerce çatlak ve yazılı kehanet kemiğini gün yüzüne çıkardı.
Meksika’daki Teotihuacan, zirvede olduğu milattan sonra 450-650 yılları arasında 8 mil kare büyüklüğünde ve 150 bin civarında nüfusa sahip bir Maya şehriydi. Merkezinde dev piramitlerin hâkim olduğu anıtsal bir kompleks vardı. Güneş Piramidi’nin tabanı 210 metrekare ve yüksekliği 64 metreydi.
Büyük Zimbabve (M.S. 1100-1500) Afrika’nın kalbinde 20 bin nüfuslu bir kentti. Zenginliğinin temelinde büyükbaş hayvancılık, zirai tarım ve altın, bakır, fildişi, köle ticareti yatıyordu. Zambezi ve Limpopo arasında 100 bin kilometrekare genişliğinde bir alanı vardı.
Eskiden akademisyenler uygarlığın tek bir merkezden yayıldığına inanırlardı. “Eski doğudan çıkan ışık”tan bahsederlerdi. Bu, 19. yüzyılda “Beyaz Adamın Sorumluluğu” –Avrupalı emperyalistlerin uygarlaştırma misyonu- fikirleri ile donatılmıştı.
Arkeoloji bunun aksini ispatlamıştır: uygarlık, birbirinden bağımsız olarak farklı yerlerde, farklı zamanlarda gelişti. Mesaj, tüm dünya halklarının ortak beşeriyeti ve eşit yaratıcı potansiyeli paylaştığı.
Ancak başlıca medeniyet merkezlerinin, kendilerini çevreleyen toplumlar üzerinde etkisi olmuştur. “Çekirdek” ile “çeper” arasında her zaman bir ilişki olur.
Mısırlı firavunlar Lübnan’dan kereste, Kıbrıs’tan bakır, Sudan’dan altın elde etmiştir. Kimi zaman bu bir barışçıl takas meselesi olmuştur. Lübnan’daki Biblos kenti kereste ticaretiyle zenginleşmişti. Yerel tüccarlar, Mısır dilini okuyabilen tezgâhtarlar çalıştırmışlardır. Kültürel etkileşim vardı.
Başka zamanlarda bu bir fetih meselesi olmuştur. Kuzey Sudan fethedilmiş ve altın vergisi vermeye zorlanmıştı.
Çekirdek ve çeper arasındaki etkileşim bu nedenle çok yönlüydü –ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel.
Ticarete olan rağbet tüccarları, deniz kaptanlarını ve gemi inşacılarını cesaretlendirmişti. Kürekçiler tarafından hareket ettirilen uzun tekneler, milattan önce 3000yılından itibaren Ege Denizi’nde kullanılmıştır. Troya Kalesi milattan önce 2700 yılında Çanakkale Boğazı girişindeki bir limanı korumak için inşa edilmiştir.
Minos Uygarlığı’nın “Thalassokrasi”si (deniz hakimiyeti), milattan önce 1950-1450 yılları arasında Girit’in merkezi konumu ve adalıların kargo gemilerini derin gövdeli, yüksek kapasiteli, yelken gücüyle giden biçimdeki devrim niteliğinde tasarımları üzerinden egemenlik kurmuştur.
Minos Girit medeniyeti yöneticileri, geniş alana yayılmış, taştan yapılan, duvar resimlerinin ve devasa seramik kapların olduğu kilerlerin yer aldığı saraylarda yaşamıştır.
Homeros, kahramanı Odysseus’u seyahat yorgunu bir görünüşte tanımlar, onun “yaşamını hantal bir gemide, dışarıya giden malları hakkında endişelenerek harcayan, aşırı kârlarla eve geldiğinde gözünü yükünden ayırmayan bir tüccar gemisi kaptanı gibi” olduğunu söyler.
Böylece çeper, ticarete olan rağbet ile değişmiştir. Çeper, savaş tehdidiyle de değişmiştir. Akkad kralı Sargon, milattan önce 2330 sonrasında Mezopotamya şehirlerini birleştirmiş ve Pers Körfezi’nden Akdeniz’e dek uzanan bir imparatorluk yaratmıştır. Eski Krallık (Mısır medeniyetinde milattan önce üçüncü bin yıla verilen isim; ç.n.) firavunları, Sina’yı bakırı için fethetmişlerdir.
Süpergüç militarizmle tehdit edilen çeperdeki küçük devletler ve kabileler savaş için örgütlenmişti. Bronz Çağı dünyasına savaşçılar, silahlar ve savaş filoları egemendi. Ağır çekimdeki silahlanma yarışı, yüzyıllar boyunca hız kazandı. Duvar resimleri malların yüklendiği gemileri gösterir, ama aynı zamanda silahlanmış adamlarla dolu gemileri de gösterir.
Ticaret ve savaş vasıtasıyla ve malların, insanların, fikirlerin hareketi yoluyla çekirdek ve çeper toplumları birbirini etkilemiştir.
Kültürün paylaşımı ve yayılması, arkeologların “difüzyon” dedikleri şeydir. Bu, bilgi ve üretkenliğin gelişmesindeki başlıca süreçlerden biridir. İlerleme bariyerlerle engellenir, köprülerle kolaylaştırılır.
Ancak rekabet eden seçkinler ve hasım ordular dünyası aynı zamanda ölüm, tükenme ve gerileme potansiyeli barındırır. Göreceğimiz üzere, Bronz Çağı medeniyetinin zıtlıkları insanlığı durmadan krize ve barbarlığa sürüklemiştir.
Neil Faulkner, Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi, Yordam Kitap
Ur kentinin temsili olarak canlandırılması https://www.realmofhistory.com/2017/07/27/reconstruction-ur-city-sumerian/ |
Dünyanın ilk sınıflı toplumu Sümer’de milattan önce 3000’li yıllarda ortaya çıktı. Başrahipler ve şehir yöneticilerinden oluşan bir seçkinler grubu, kendilerini toplumun üstünde konumlandırdı ve sıradan yurttaşları kendi çıkarları için sömürmeye başladı.
Giderek karmaşıklaşan toplum, onlara özel siyasi-dini roller tahsis etmiştir. Bu roller onlara mülkiyet ve artı değer üzerinde hâkimiyet vermiştir. Ancak kıtlığın ve yoksulluğun kural olduğu bir dünyada bu hâkimiyeti kendilerini zenginleştirmek ve kendi iktidarlarını desteklemek için kullanmışlardır.
Aynı anda ya da birazcık sonrasında birtakım başka yerlerde aynı şeyler olmuştur. Medeniyet tek bir merkezden dışarıya doğru yayılmamıştır: koşulların uygun olduğu yerlerde bağımsız biçimde ortaya çıkmıştır.
Sümer’de rahipler yönetici sınıfın çekirdeğini oluşturmuş, tapınak varlıkları onlara zenginlik sağlamış ve tapınak zigguratları onların en gösterişli eserleri olmuştur. Şehir yöneticileri ve savaş liderleri, teokratik seçkinler arasından seçilmiştir.
Mısır’da gerçek bunun tersidir. Şahin kavminin lideri ve efsanevi ilk firavun Menes, Nil Deltası’nı (Aşağı Mısır) ve Nil Vadisi’ni (Yukarı Mısır) askeri fetihle birleştirmiştir. Merkezileştirilmiş bir devlet yaratarak kendisini tanrı-kral (firavun) ilan etmiştir.
Rahipler, memurlar, tüccarlar, zanaatkârlar ve köylülerin hepsi firavunun emri altındaydı. Yönetici sınıf –rahipler ve memurlar- mülklerini ve konumlarını kralın himayesine borçluydular. Eski Mısır Krallığı’nın (M.Ö. 2705-2250) sembolik anıtları piramitler tapınak değil, kral mezarıydılar.
Sümerli rahipler ve şehir yöneticileri gibi, Mısırlı firavunlar da “kent devrimi”nin kültürel ambalajını geliştirdi: sulama çalışmaları, uzun mesafeli ticaret (özellikle madenler, kereste ve taş konusunda), okuryazarlık ve kayıt tutma, numerik gösterim ve geometri, standart ağırlıkları ve ölçüler, takvim ve zaman kaydetme, astronomi bilimi.
Kent ambalajı devletin ve seçkinlerin ihtiyaçlarını yansıtıyordu. Nil sularının denetimi, verimli hasadı, büyük üretim fazlasını ve sağlıklı bir işgücünü garantiye aldı. Resmi ticaret çalışmaları, silah üretimi, anıtsal mimari ve lüks tüketim için ihtiyaç duyulan hammaddeleri güvence altına aldı. Bilgili bir bürokrasi, devlet iktidarının bağlı olduğu vergi ve işçilik hizmetlerini yönetti.
Bağımsız “kentsel devrimler” birkaç farklı yerde ortaya çıktı. Bu, tüm insanların en üst düzey başarılara erişebilir olduğunu gösterir. Diğerlerine örnek olacak “üstün ırklar” ya da “uluslar” yoktur. Tarihsel farklılıkları belirleyen kültür ve şartlardır –biyoloji değildir.
Milattan önce 2600 dolaylarında İndus Vadisi’nde (Pakistan) kentsel uygarlık ortaya çıktı. Mohenjo-Daro’nun büyük anıtları ve ikamet edilen mahalleleri bir milkare alanı kapsar. Kazılarda çıkan damga pulları, standart ağırlıklar ve ölçüler, komplike bir yönetime işaret eder.
Kuzey Çin’in Sarı Nehir bölgesinde bulunan antik Anyang, neredeyse 10 km. uzunluğunda ve 4 km. genişliğinde duvarsız bir kompleksti. Muhtemelen milattan önce 13. yüzyılda Şang Hanedanı’nın başkentiydi. Kazılar, zengin kral mezarlarını, büyük miktarda süslenmiş bronz zulasını ve on binlerce çatlak ve yazılı kehanet kemiğini gün yüzüne çıkardı.
Meksika’daki Teotihuacan, zirvede olduğu milattan sonra 450-650 yılları arasında 8 mil kare büyüklüğünde ve 150 bin civarında nüfusa sahip bir Maya şehriydi. Merkezinde dev piramitlerin hâkim olduğu anıtsal bir kompleks vardı. Güneş Piramidi’nin tabanı 210 metrekare ve yüksekliği 64 metreydi.
Büyük Zimbabve (M.S. 1100-1500) Afrika’nın kalbinde 20 bin nüfuslu bir kentti. Zenginliğinin temelinde büyükbaş hayvancılık, zirai tarım ve altın, bakır, fildişi, köle ticareti yatıyordu. Zambezi ve Limpopo arasında 100 bin kilometrekare genişliğinde bir alanı vardı.
Eskiden akademisyenler uygarlığın tek bir merkezden yayıldığına inanırlardı. “Eski doğudan çıkan ışık”tan bahsederlerdi. Bu, 19. yüzyılda “Beyaz Adamın Sorumluluğu” –Avrupalı emperyalistlerin uygarlaştırma misyonu- fikirleri ile donatılmıştı.
Arkeoloji bunun aksini ispatlamıştır: uygarlık, birbirinden bağımsız olarak farklı yerlerde, farklı zamanlarda gelişti. Mesaj, tüm dünya halklarının ortak beşeriyeti ve eşit yaratıcı potansiyeli paylaştığı.
Ancak başlıca medeniyet merkezlerinin, kendilerini çevreleyen toplumlar üzerinde etkisi olmuştur. “Çekirdek” ile “çeper” arasında her zaman bir ilişki olur.
Mısırlı firavunlar Lübnan’dan kereste, Kıbrıs’tan bakır, Sudan’dan altın elde etmiştir. Kimi zaman bu bir barışçıl takas meselesi olmuştur. Lübnan’daki Biblos kenti kereste ticaretiyle zenginleşmişti. Yerel tüccarlar, Mısır dilini okuyabilen tezgâhtarlar çalıştırmışlardır. Kültürel etkileşim vardı.
Başka zamanlarda bu bir fetih meselesi olmuştur. Kuzey Sudan fethedilmiş ve altın vergisi vermeye zorlanmıştı.
Çekirdek ve çeper arasındaki etkileşim bu nedenle çok yönlüydü –ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel.
Ticarete olan rağbet tüccarları, deniz kaptanlarını ve gemi inşacılarını cesaretlendirmişti. Kürekçiler tarafından hareket ettirilen uzun tekneler, milattan önce 3000yılından itibaren Ege Denizi’nde kullanılmıştır. Troya Kalesi milattan önce 2700 yılında Çanakkale Boğazı girişindeki bir limanı korumak için inşa edilmiştir.
Minos Uygarlığı’nın “Thalassokrasi”si (deniz hakimiyeti), milattan önce 1950-1450 yılları arasında Girit’in merkezi konumu ve adalıların kargo gemilerini derin gövdeli, yüksek kapasiteli, yelken gücüyle giden biçimdeki devrim niteliğinde tasarımları üzerinden egemenlik kurmuştur.
Minos Girit medeniyeti yöneticileri, geniş alana yayılmış, taştan yapılan, duvar resimlerinin ve devasa seramik kapların olduğu kilerlerin yer aldığı saraylarda yaşamıştır.
Homeros, kahramanı Odysseus’u seyahat yorgunu bir görünüşte tanımlar, onun “yaşamını hantal bir gemide, dışarıya giden malları hakkında endişelenerek harcayan, aşırı kârlarla eve geldiğinde gözünü yükünden ayırmayan bir tüccar gemisi kaptanı gibi” olduğunu söyler.
Böylece çeper, ticarete olan rağbet ile değişmiştir. Çeper, savaş tehdidiyle de değişmiştir. Akkad kralı Sargon, milattan önce 2330 sonrasında Mezopotamya şehirlerini birleştirmiş ve Pers Körfezi’nden Akdeniz’e dek uzanan bir imparatorluk yaratmıştır. Eski Krallık (Mısır medeniyetinde milattan önce üçüncü bin yıla verilen isim; ç.n.) firavunları, Sina’yı bakırı için fethetmişlerdir.
Süpergüç militarizmle tehdit edilen çeperdeki küçük devletler ve kabileler savaş için örgütlenmişti. Bronz Çağı dünyasına savaşçılar, silahlar ve savaş filoları egemendi. Ağır çekimdeki silahlanma yarışı, yüzyıllar boyunca hız kazandı. Duvar resimleri malların yüklendiği gemileri gösterir, ama aynı zamanda silahlanmış adamlarla dolu gemileri de gösterir.
Ticaret ve savaş vasıtasıyla ve malların, insanların, fikirlerin hareketi yoluyla çekirdek ve çeper toplumları birbirini etkilemiştir.
Kültürün paylaşımı ve yayılması, arkeologların “difüzyon” dedikleri şeydir. Bu, bilgi ve üretkenliğin gelişmesindeki başlıca süreçlerden biridir. İlerleme bariyerlerle engellenir, köprülerle kolaylaştırılır.
Ancak rekabet eden seçkinler ve hasım ordular dünyası aynı zamanda ölüm, tükenme ve gerileme potansiyeli barındırır. Göreceğimiz üzere, Bronz Çağı medeniyetinin zıtlıkları insanlığı durmadan krize ve barbarlığa sürüklemiştir.
Neil Faulkner, Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi, Yordam Kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder