Sina Akşin
Ama 1852 salnamesine göre bütün ülkede ancak 3371 öğrencinin okuduğu 60 rüştiye vardı. Oysa yalnızca İstanbul medreselerinde 16.752 öğrenci olduğu gibi, İstanbul'daki gayrimüslim okullarda kızlı erkekli 19.348 öğrenci okumaktaydı. Yirmi yıl sonra (1872) İstanbul'da 18 rüştiye ve toplam 1859 öğrenci vardı. Görülüyor ki, ilerleme olsa bile, pek yavaştı. 1848'de rüştiyelere öğretmen yetiştirmek üzere Darülmuallimin kuruldu. Buraya bu sıralar rağbet gösteren medrese öğrencilerine Türkçe, Arapça, Farsça, biraz matematik ve coğrafya öğretildiği sanılıyor, önemli bir gelişme de 1858'de ilk kez bir kız rüştiyesinin İstanbul'da açılmasıydı. 16 yıl sonra İstanbul'daki kız rüştiyelerinin sayısı 9'u bulmuştu, öğrenci sayısı ise ancak 294 idi. 1859'da ülkeye idareci yetiştirmek üzere Mekteb-i Mülkiye kuruldu. Şunu da İşaret etmeli ki, eğitimdeki bu ıslahatın motoru, güdüsü, önemli ölçüde gayrimüslimlerin ya da Mehmet Ali Paşanın eğitimde kaydettikleri ilerlemelerdi. Ayrıca, göze çarpan bir husus, eğitim alanında sözünü ettiğimiz İlerlemelerin M. Reşit Paşanın tekrar 'göze girip' hariciye nâzırı ve sadrâzam oluşuna rastlamasıdır. (23/10/1845'de nazır, 28/9/1846'da sadrıâzam olmuştur.)
...
[Abdülaziz Zamanı] 1858'de 43 olan rüştiye sayısı 1867'de 108'di, öğrenci sayısı da 3371'den 7830'a çıkmıştı. 1869'da Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, öğretim düzeylerini söyle saptamıştı: sıbyan (bugünkü ilkokulların ilk yılları düzeyinde?), rüştiye (ilkokulun sonraki yılları), İdadî (ortaokul), sultanî (lise), darülfünun (üniversite). Her vilayet merkezinde açılması düşünülen sultanîler açılamadığı için, idadiler yüksek öğrenim öncesi düzey kabul edilmiştir. 1868'de Fransızların ısrarı ile Fransızca öğretim yapan Galatasaray Sultanîsi (lisesi) açılmıştır. 1872 yılında diğer bir lise, Darüşşafaka Lisesi, Müslüman yetimleri için öğretime başladı. Aynı yıl İstanbul'da İdadilerin açılmağa başladığını, 1874'de 4 tane olduklarını görüyoruz. 1875'de ilk askerî rüştiyeler açılmıştır. 1870'de Darülfünun (Üniversite) açıldı, fakat Cemalettüı Efganî'nin bir derste, aslında söylemediği, «peygamberlik bir sanattır» sözünü yobaz medresecîler parmaklarına dolayınca, ertesi yıl kapattırıldı. 1870'de kız okullarına öğretmen yetiştirecek olan bir darülmuallimat kuruldu.
....
Eğitim Alanında Yapılanlar: II. Abdülhamit döneminde eğitim alanında geçmişe göre büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Okuttukları itibariyle bugün ancak ilkokul sayılabilecek, ama üç yıllık iptidaî mekteplerin üstüne geldiği İçin o günün şartlarına göre «ortaokul» sayılması mümkün rüştiyeler, 1858'de 3371 Öğrenci ile 43 tane iken, 1867'de 7830 öğrenci ile 108, 1895'de 33.469 Öğrenci ile 426 taneydi. Demek ki 23 yılda rüştiye ve buralarda okuyanların sayısı yaklaşık 4 kat artmıştı. 1884'ten itibaren aşar vergisine eklenen maarif hîsse-i ianesiyle İdadilerin yapımı da ciddî olarak ele alındı. Rüştiyeler Arabistan, Arnavutluk, Doğu Anadolu gibi bölgeler dışında hemen her ilçeye kurulduğu gibi, bu dönemde vilayet merkezlerine, 7, sancak merkezlerine 5 yıllık idadiler kuruldu (bu sınıfların üçü rüştiye, gerisi İdadi sınıflarıydı). Kurulan İdadiler 100 kadardı.
1895'de 5419 İdadi öğrencisi vardı. Bu rakamlar önemli bir hamle yapıldığını göstermektedir. Fakat azınlık okullarının durumuna bakınca sözü edilen başarının ne denli gölgelenmiş olduğu ortaya çıkar. 1895'de azınlık rüştiyeleri 687, öğrenci sayısı 76.359 idi. Rüştiye düzeyindeki 74 yabancı (misyoner) okulunda 6557 öğrenci okuduğu, bunların da hep gayrimüslim olduğu düşünülürse, fakat buna karşılık askerî rüştiye Öğrencileri (8247) önceki sayıya eklenirse, şöyle bir sonuç çıkar: Osmanlı rüştiyelerinde 41.716 öğrenci okurken, azınhk halklarının 82.916 rüştiye öğrencisi vardı. Yani, Müslüman olmayanların rüştiye öğrencisi sayısı Müslümanlarınkinin iki katıydı. İşi nüfusa göre ele alırsak, tablo daha da kararıyor. 1897 nüfus yazımına göre Osmanlı ülkesinde (Hicaz, Yemen, Bingazi, Trablusgarp hariç) 14.212.000 Müslümana karşılık 4.838.000 Müslüman olmayan vardı (Eldem, s. 54-5). Müslümanların Müslüman olmayanlara göre kabaca üç kat fazla olduklarını gözönünde tutarsak, rüştiye eğitimi bakımından (nitelik sorunları bir yana) Müslümanların 6 kat kötü durumda olduğu söylenebilir. Oysa 93 Harbi göstermişti ki işin şaka götürür yanı yoktu. Avrupa'nın sözde himayesine rağmen Osmanlı Devleti gidiciydi. Abdülhamit dönemindeki hamleyi de bir ölçüde bu bilincin bir ürünü sayabiliriz.
Abdülhamit döneminde bir hayli yüksek öğrenim kurumu ve meslek okulu açıldı. Bunlardan önemli olanları zikredelim. 1878'de Cevdet Paşanın Adliye Nazırlığı zamanında Hukuk Mektebi açıldı ki, sonradan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine dönüştü. Hukuk öğrenimine rağbetin çoğalması üzerine 1907'de Selanik, Konya ve Bağdat'ta da hukuk mektepleri açıldı. Aynı şekilde, 1904'ten itibaren Şam, Bağdat, Erzincan, Edirne, Manastır gibi ordu merkezlerinde harbiye mektepleri kuruldu.
1902'de Şam veya Halep, İzmir, Bursa veya Bağdat'ta tıbbiyeler açılması kararlaştırıldı. Başlıca amaçlardan birinin Beyrut'ta Fransızların ve Amerikalıların tıbbiyelerine 'cevap' vermek olduğu anlaşılıyor. Neticede Şam'da bir tıbbiye açıldı. Osman Nuri Ergin ki, Türk Maarif Tarihi'nde Abdülhamît dönemi için «Birinci Meşrutiyet yahut Yayılma ve İlerleme Seneleri» diye başlık koyarken, 1908 sonrası için «İkinci Meşrutiyet yahut Bocalama ve Duraklama Seneleri» diyecek kadar Abdülhamit'in hakkını vermeye (ve İT'yi batırmaya) çalışmaktadır, taşrada açılan yüksek Öğrenim için şöyle diyor: «Bu mekteplerin vilâyetlere dağıtılışı ilk bakışta Maarifin yurdun her köşesine yayılması arzusunu gösterirse de Abdülhamit II, rejiminin İstanbul'da çok miktarda yüksek tahsil talebesinin bulunmasından birçok vesilelerle ürkmüş olması daha doğru bir sebep olarak ileri sürülebilir.» (s. 877).
1883'de Sanayi-İ Nefise Mektebi (Mimar Sinan Üniversitesi - Güzel Sanatlar Akademisi), 1884'de Ticaret Mektebi (İstanbul İktisadi ve Ticarî İlimler Akademisi - Marmara Üniversitesi), 1884'de Hendese-i Mülkiye Mektebi (Mühendis Mektebi - İstanbul Teknik Üniversitesi) kuruldu. 1848'de Askeri Baytar (veteriner) Mektebi açıldıktan sonra, Avrupa'nın baytar muayenesinden geçmemiş hayvan ve hayvan ürünlerini kabul etmemeğe başlaması üzerine, 1888'de Mülkiye Baytar Mektebi de açıldı. 1900 tarihinde Darülfünun-u Şahane, yani üniversite (İstanbul Üniversitesi) açıldı.
1870'de Darülfünun açma girişiminin bir yıl sonra kapanmasıyla sonuçlandığını görmüştük. 1874'de Galatasaray Sultanîsinin yüksek bölümü mahiyetinde Hukuk, Turuk ve Meabir (mühendislik-fen), Edebiyat fakülteleri açıldı. Bu fakültelerin kısa bir süre devam ettikten sonra pek fazla bir İz bırakmadan kayboldukları anlaşılıyor. Mutlak idarenin meslek adamlarına ihtiyaç görmekle birlikte, Özgür ve bilimsel tartışma ortamında gelişen «fikri hür, irfanı hür» ruhları 'lüks' hattâ zararlı görmesi doğaldı. Onun için Osmanlı Devletinin yüksek meslek okullarına iyi kötü tahammül etmekle birlikte, üniversiteyi yaşatmaması normaldi. Bu kere yine bir Darülfünun açma işine girişilmesi, Osmanlı hükümetinin Beyrut'ta (Amerikan ve Fransız üniversiteleri), İstanbul'da (Robert Kolej) üniversite öğretimi yapılmasına engel olacak güçten yoksun oluşu, buna karşılık bir kısım ailelerin çocuklarım buralarda ya da Avrupa'da okutmak arzusunda olmaları yüzündendi. 1900'de Mülkiye binasının bir köşesinde öğretime başlayan Darülfünun'da Ulum-u Aliye-i Dinîye, Edebiyat, Ulum-u Riyaziye ve Tabiiye (matematik ve fen) şubeleri vardı.
Abdülhamİt döneminin gölgeli başarısının, yine de, öncesine göre bir başarı olduğunu gördük. Bununla birlikte, bu dönemin hak etmediği bir övgüye mazhar olmaması için, biraz da, sözü edilen kurumlardaki öğretimin içeriği üzerinde durmak gerekir. Öğrencinin muzır fikirlerden uzak olması için edebiyet ile ülkeler tarihi her düzeydeki okul programlarından çıkarıldı ya da İçerikten yoksun bırakıldı. Buna karşılık 'bol miktarda ahlâk ve çeşitli din dersleri programlara yüklendi, namaz kılma zorunluluğu getirildi. Rüştiye ve idadilerin ders programlarında en fazla yer işgal eden, her yıl üçer saatten okutulan «Maatecvit Kur'an-ı Kerim ve Ulum-u Diniye ve Ahlakiye» dersiydi. Osman Nuri Ergin Abdülhamİt döneminde okulların «ruhsuz bir cesete» dönüştüklerini söylüyor (s. 340). Zaten basında ve yayında hükümdarın ruhu gibi hastalıklı bir sansür bütün şiddetiyle hüküm sürmekteydi. Herhalde buna en iyi örnek, bir basım hatası yüzünden Devletin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekayi'nin 16 yıl (1892-1908) kapatılması, Dahiliye Müsteşarı Reşit Mümtaz'ın (Paşa) da azledilerek 7 yıl açıkta bekletilmesiydİ. Mahalle çeşmesini yaptırtmak için mahallelinin isimlerini bir kâğıda yazıp, her birinden toplanan paralan bu kâğıtta gösteren hayırsever adam 3 gün Zaptiye Nezaretinde alıkonursa, düğün yapmak için karakoldan izin almak gerekirse okullardaki derslerin nasıl yapıldığı tasavvur edilebilir. Nitekim Darülfünun'da edebiyat ve tarih dersleri baştan sonra müfettiş huzurunda yapılmaktaydı. Resmî okulların niteliksizliği yüzünden bu dönemde bir bölümü kız okulu olmak üzere İstanbul gibi büyük kentlerde hükümetin denetimi altında ilk ve orta Öğretim düzeyinde pek çok özel okullar açılmıştır. Bunlardan bir bölümü kız okullarıydı ya da kız kısımları vardı. İstanbul'da açılan özel okullar 30 kadardı. Bu gelişme, öğrenime önem veren ve bu uğurda, para harcamaya hazır bir orta sınıfın, bir burjuvazinin gelişmeye başladığının İşaretiydi. Nitekim İstanbul'da özel mektepçiliğin Selanik'ten gelmiş olması, gelişmenin 'burjuvaca' bir olay olduğunu doğrulamaktadır. 1860-70'ten sonra Osmanlı yayıncılığının, gazeteciliğinin gelişmesi de bu şartlar sonucu olan bir gelişmeydi ki, Abdülhamit'in amansız ve akıl almaz sansürüne rağmen sürüp gitmiştir.
* Yol ve İnşaat
Kaynak: Sina Akşin, Türkiye Tarihi, cilt III, Cem Yayınevi, s. 126, 146, 179-181
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder