Bu çalışmayı üç kısma ayıracağım.. İlk olarak şu soruyu soracağım: Tarihsicilik nedir? Daha sonra, tarihsiciliğin iki türü arasında bir ayrım yapacağım. Son olarak da, tarih ve aktüalite arasındaki ilişki ile ilgili zor problemi aydınlatmaya çalışacağım.
Tarihsicilik nedir? Terim, tarihsel bakışa, mutlak olarak aşırı bir biçimde değer vermeyi imler. Bütün insan hayatının her zaman tarihsel bir ruha sahip olduğu gerçeğini vurgulayıp, bundan dolayı da tarihin, bize, insanın kaderi ile ilgili muammanın sırrını çözebilecek anahtarı verebileceğini söylersek, tarihsiciliğe kurban gitmiş oluruz. Tarihsel köken, tarihsel nedenler, tarihsel etkenler ve tarihsel evrim sorunlarının, zihin felsefesinin merkezinde bulunan sorunlar olduğunu varsayarsak, eninde sonunda tarihsiciliğe gidecek olan bir tarih yöntemine önem atfetmiş oluruz. Diğer bir deyişle tarihsicilik, tarihsel bakışın aşırı gelişiminden kaynaklanan kötü bir felsefedir.
Fakat tarihin önemine gereğinden fazla değer biçmek mümkün müdür?
Tarihsel nazarın ve kavrayışın sınırını aşmak imkan dahilinde midir? Bütün insan varlığının mutlak bir biçimde tarihsel olduğu doğru değil midir? İnsan varlığı ve tarih terimleri özdeş midir? insan hayatı daima değişen, hareket eden; geçici koşullara, modalara, ihtiyaçlara ve arzulara bağlı bir şey midir? İnsanın kendi tarihsel döneminin demir zincirinden hiçbir zaman kurtulamadığı, kaçınılmaz bir biçimde kendi çağının çocuğu olduğu, döneminin ve çağdaşı olduğu toplumun düşünüş şekline uygun olmayan herhangi bir doğruya, başarıya, görüşe ve inanca ulaşamayacağı doğru değil midir?
Eğer tüm bunlar doğruysa, insanın doğasını, kaderini, değerini ve kapasitesinin sınırlarını açığa çıkarma iddiasında bulunabilecek olan şey, kaçınılmaz olarak tarih, yalnızca tarih değil midir? Bu tür bir tarihsel perspektif de, en azından insanın ne olduğu problemi ile ilgili en iyi felsefi perspektif değil midir?
Bu soruya olumlu cevap verirsek, tarihsiciliğe teslim oluruz. Bugün, tarihin neredeyse objektif ve pozitif bir bilim olarak görüldüğü, bilimin de tek yetkin ve güvenilir bilgi kaynağı olduğuna inanıldığı bir çağda, bu teslimiyet eğilimi çok güçlüdür.
Bilimsel bilgiye gereğinden, fazla değer vermek, tarihsiciliğin önkoşulu ve kaynağıdır. Bilimin, ulaşabileceğimiz bütün gerçeğin tek ölçüsü, doğrunun ölçütünün yalnızca bilimsel metotlar ve ilkelerle elde edilmek zorunda olduğu ve bunun ötesinde, değerlerin her halükarda bilimsel kanıtlar tarafından desteklenmesi gerektiği şeklindeki batıl önyargıya saplanıp kaldığımız, mevcut pozitivizmin ve bilimciliğin bu iddialarını kabul ettiğimiz takdirde, geri dönülmez bir biçimde tarihsiciliğin tuzağına düşeriz.
Tarihsicilik, daha önce naturalizmin sahip olduğu konumu elde etmiştir.
Hem tarihsicilik hem de naturalizmin ortak olduğu nokta, her ikisinin de gerçeğin doğal olarak bilimsel olduğu dogması üzerine kurulmuş olmalarıdır.