FARUK SÜMER
Son Osmanlı Halifesi ve kızı |
M. Le Baron C. d'Ohsson'un tanınmış iki eserinden birinin Tableau general de l'Empire Othoman (Osmanlı imparatorluğunun genel tablosu) olduğu malumdur. Yedi ciltten müteşekkil olan bu eserin ilk cildi 1788 de yayınlanmış, son cildi ise ancak 1824 yılında çıkabilmiştir. Müellifin bu eseri bilhassa Osmanlı devletinin teşkilatı, müesseseleri ve gelenekleri ile XVIII. Yüzyıldaki kibar halkın yaşayışı konularında değerli bir kaynaktır. Çünkü, Ermeni asıllı olan Baron d'Ohsson İstanbul’da doğmuş, büyümüş, yine orada İsveç maslahatgüzarı olarak vazife görmüştür. D'Ohsson eserinin I. cildinde İslam dininin esasları hakkında bilgi verirken imâmet meselesi üzerinde durmuş ve bu arada şu sözlere de yer vermiştir:
“Her zaman bütün Arab
oymaklarının en asili sayılmış olan Kureyşliler’in, en eski ortak ataları
Fihr-Kureyş’tir. Yerli müellifler onu İbrahim’in oğlu İsmail’den indirirler. İşte
Muhammed bu oymağa mensup dedesinin babasının adıyla anılan Hâşim kolundan
dünyaya gelmiştir. Bu aileye ait soy kütüğünde görüleceği gibi, ilk halîfeler
ile Emevî ve Abbasiler, farklı kollardan olmak üzere Fihr-Kureyş’den inerler.
Halbuki Osmanlı hânedanı halifelik (imamet) hakkına sahip
olmak için şeriatın istediği bu oymaktan gelmek şerefinden mahrum bulunmakta
idi. Bununla beraber, şimdiki fakihlerin birlik içinde paylaştıkları görüşe
göre 923 (1517) yılında Mütevekkil ‘Alal-lâh denilen Ebu Cafer XII. Muhammed,
Selim’in şahsında hakimiyet süren bu hânedan lehine kesin olarak feragat
ederek bu hak Osmanlı hânedanına kazandırılmıştır. Bu, Abbasî halîfelerinin
sonuncusu idi. Mısır’da Çerkeş Memlükleri’nin hakimiyetini yıkan darbe Abbasî
halîfelerinin de varlığına son vermiştir. Aynı yıl içinde Mekke şerifi
Ebu’l-Berekât I. Selim’e tâbiliğini bildirmiş ve oğlu Ebu Numey vasıtasiyle bir
gümüş tepsi içinde Mekke’nin anahtarlarını takdim etmişti.”
M. D’ohsson’un vermiş olduğu bu haber, bir hakikat gibi
kabul edilerek, kendisinden sonra Avrupa ve Türkiye’de yazılmış olan eserlerde
tekrar edilmiştir.
Fakat Rus âlimlerinden W. Barthold, 1912 yılında yayımladığı
bir makalede, bazı Türk kaynağı ile Mısırlı îbn İyas ve İbn Zünbül’e dayanarak
Yavuz’un halifeliği el-Mütevekkil ‘Alal-lâh’dan devralmadığını ortaya koymuştu.
[3]
Barthold’un bu mütalâası tam bir tasviple karşılandı ve
halifeliğin devralındığı haberi Avrupa ilim âleminde, geniş ölçüde veya tamamıyla
değerini kaybetti. Bu arada Alman âlimlerinden C.H.Beckerde Barthold’un
mütalâasını da teyid eden halifeliğin tarihi hakkında uzunca bir makale yayımlamıştır[4]
Ülkemize gelince az yukarıda işaret edildiği gibi, orada da
D’Ohsson’un verdiği haber en küçük bir şüpheye yer verilmeden benimsenmiş[5] ve
adları geçen incelemeler yayımlandıktan ve muhtevaları tanındıktan sonra da
benimsenme devam etmiştir. 1990-1991 yıllarında yayımlanan eserlerde de hâlâ
Yavuz’un halifeliği devraldığından söz edildiğinin görülmesi, konunun bir
mütehassısça ele alınıp Türk aydınlarına gerçeğin ne olduğunu geniş ve açık bir
şekilde anlatmasının gerekli olduğunu ortaya koymuştur.
Fakat H. Edhem Eldem sonra başka bir kitabında Yavuz
Selim’in halifeliği devralmadığını, esasen buna da ihtiyaç olmadığını açıkça
yazmış ve bu devralma rivayetine inandıkları için Tarih-ı Enderun müellifi
Ata’yı, Müverrih Hayrullah Efendi ile Vatan Şâiri Namık Kemal’i tenkid etmiştir
(Mısır’ın son Memlûk sultanı Melik Tumanbay II. adına Çorlu’da bulunan bir
kitabe, İstanbul, 1935, s. 37-46).
İşte bu makale sadece bu düşünce ile kaleme alınmıştır. Değilse halifelik, yakın ilgi sahama giren bir konu değildi. Olmamış bir hadisenin olmuş gibi anlatılmakta ve yazılmakta devam etmesi gerçeği yakından bilen bir tarihçi olarak beni daima rahatsız ediyordu.
Yukarıda adları geçen W. Barthold ile C.H. Becker’ın
incelemeleri ülkemizde çok geç tanınmıştır. Şâyet, bu incelemeler erken bir
zamanda bilinse idi 1924 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde halifeliğin
ilgası ile ilgili müzakerelerde bu incelemelerin sonuçlarından, şüphesiz, söz
edilecekti. Fakat o yılların önde gelen tarihçilerinden Halil Edhem Bey’in
Barthold ve Becker’in incelemelerinden haberdar olmaması hayretle karşılanabilir.
Çünkü o, Türkiye tarihi ile ilgili Avrupa neşriyatını en yakından takip eden
âlimlerimizden biri idi. Bu böyle olmakla beraber 1927 yılında yayımladığı Düvel-i
Islâmiye’de, yerli ve yabancı bütün kaynakları görerek Mısır’daki Abbasî
halîfelerinin tarihi üzerinde yaptığı bir araştırmada[6] Barthlold’un adı geçen
makalesini zikretmez. H. Edhem bu araştırmasında halifeliğin Yavuz Selim Han
tarafından devr alındığı hakkında hiç bir kayda rastgelmediğini söylediği halde[7],
Selim’in halîfe unvanını aldığını yazmıştır [8].
Anlaşıldığına göre Yavuz Selim’in halifeliği devralmadığı
hususu Halil Edhem’den sonra, 1940 yılında yayımlanmaya başlanan İslâm
Ansiklopedisi’nde ifade edilmiştir. Orada aslı V. Zetterstéen tarafından yazılmış
olan “Abbasiler” maddesinin tercümesine sıkıştırılan ilave bir metinde: “Son Mısır
halîfesi Abbas (!) el-Mütevekkil’in hilâfeti Osmanlı padişahı Selim’e devr merasimi
hakkında Avrupa tarihçilerince kabul edilen nazariye hakikî bir esasa müstenit
değildir ve bunu Barthold kat’i olarak efsane sahasına ithal etmiştir.....İsveç
hizmetinde bulunan İstanbullu Ermeni Mouradgea d’Ohsson’un bu efsaneyi neşretmesi
bunun garpte yayılmasına sebebiyet vermiştir. ” denilmiştir[9].
Yine aynı ansiklopedinin aslı T.W. Arnold tarafından kaleme
alınmış olan Halîfe maddesine de şu sözlerin eklenmiş olduğu görülür: “Mısır’ın
fethini müteakip Kahire’de tutulan bir rûznâmeden (Haydar Çelebi rûznâmesi,
Brit.Mus.) Selim I. Kahire ulemasını toplayıp saltanatının meşruiyeti için
makamı hilâfetten icazet talebi lâzım olup olmadığını sormuş ve ulemanın böyle
bir muameleye lüzum olmadığını söylemeleri üzerine kendisinin bu hususta halife
ile asla temas etmemiş olduğu anlaşılmaktadır.
Mamafih Mısır’ın fethinden sonra Mekke ve Medine’nin anahtarlarını
ve emânet-i mukaddeseyi Mekke şerifinin oğlu vasıtası ile Kahire’ye göndermiş
olmasının bilinmesine nazaran Selim I. in hilâfeti Mısır’da deruhte ettiğine dair
dönen rivayet, bundan ileri gelmiş olsa gerektir. Hilâfetin Selim I’e teslimi
gibi bir vak’a ise ne mezkûr rûznâmede ve ne de diğer fetihnâmelerde zıkredilmediğıne
göre asılsız ve esassız bir rivayetten ibaret olması muhakkak sayılabilir'[10].
Merhum Şinasi Altundağ, İslâm Ansiklopedisi’ndeki Selim I
maddesinde [11]: “eski ve hemen hemen muasır diyebileceğimiz kaynaklarda iki
buçuk asır sonra ortaya çıkan ve el-Mütevekkilin Selim I lehine hilâfet makamından
feragat ettiğine dair hiç bir rivayet yoktur ve bu rivayet hiçbir zaman tevsik
edilmiş değildir” demiştir.
Selahattin Tansel de Yavuz Sultan Selim adlı kitabının Hilâfet
meselesi bahsinde bir çok kayıtlar zikrettikten sonra bu kayıtlara dayanarak
“hilâfetin devredildiği hakkındaki “söylentilerin” bir esasa dayanmadığını
yazmıştır. [12]
Fakat bütün bu açıklamalara rağmen bu rivayet eski değerinden
pek bir şey kaybetmemiş ve gerçek bir hadise gibi yazılması ve anlatılması (derslerde
ve konferanslarda) devam etmiştir. Rivayetin değerini geniş ölçüde korumasında
açıklamaların kitap ve makaleler de değil, daha ziyade ansiklopedi
maddelerinde yapılmış olması bir âmil teşkil edebileceği gibi, bazı tanınmış
yetkililerin ondan bir gerçekmiş gibi söz etmeyi sürdürmeleri de tabiî çok
daha mühim bir âmil olmuştur.[13]
1258 yılında Bağdad’ın Moğollar tarafından alınması ve
Halîfe el-Müstaşim bi’llâh’ın öldürülerek Abbasî devletinin ortadan kaldırılması
üzerine hânedan mensuplarından bazıları Mısır ve Suriye’ye hakim olan Memlûk
devletine sığınmışlardı. Memlûk hükümdarı Meliküz-zâhir Bey Bars[l4], bilhassa
Moğollar ile yapılan mücadelede Abbasî hânedanının manevî nüfuzundan
faydalanmak için kendisine sığınan Abbasî hânedanından Ebû’l-Kâsim Ahmed’i
el-Müstanşir bi’llâh unvanı ile halîfe ilan etmişti (659=1261 yılında).
Halîfe, ülkesini Moğollar’dan geri almak istiyordu.
Fakat Bey Bars va’dettiği yardımı yapmadı; Bey Bars’ın yakınları:
“asker verirsen bu askeri sana karşı kullanabilir” diyerek onu vehme
düşürmüşlerdi. Buna rağmen Halîfe çoğunu göçebe Arabların ve bir kısmını da
Türkmenlerin teşkil ettiği küçük bir ordu ile vatanını kurtarmak için yola çıkmıştı;
fakat Moğolların pususuna düşerek yenildi ve hayatını kaybetti (660— 1262).
Bereket versin Halîfe’nin akrabası Ebû’l- 'Abbâs Ahmed savaş
meydanından uzaklaşıp Kahire’ye dönebilmişti. Bey Bars bu defa da bu Ahmed’i
halifelik makamına çıkardı (660=1262). Bu yeni halîfe de el-Hâkim bi-emri-llâh
unvanını aldı. Sayıları yirmiyi bulan Mısır Abbâsî halîfeleri bu zattan
gelmişlerdir.
Mısır Abbâsî halîfelerinin hukukî durumlarına gelince, onlar
tamamıyla sultanların memurları gibi idiler. Sultanlar emrederler, onlar da bu
emirleri derhal yerine getirirlerdi. Verilen emirler karşısında tereddüt
göstermek bile mevki ve itibarı kaybetmek ve dolayısıyla yoksulluğa düşmek
demekti. Onun için hiçbir halîfe sultanın emir ve isteklerine karşı
gelmemiştir.[15]
3 Halif ı Sultân, Mir Islama, Petersbourg, 1912, I, s.
203-226, 345-400.
4 Barthold’s Studien Über Kalif und Sultan, Der Islam,
Strasbourg, 1916, V. s. 350-412.
Burada şu hususu açıkça belirtmek isterim ki Yavuz Selim’in
halifeliği devralmadığını o devrin kaynaklarını okumam sonucunda anlamıştım.
Esasen bu kaynaklardan birini, mesela Haydar Çelebi’nin Ruznâmesini okuyan bir
kimse bunu anlayabilirdi. Bu sebeple yukarıda adı geçen Avrupalı
şarkiyatçıların makalelerinden ve diğer makalelerden ancak, konuyu araştırmaya
başladığım zaman haberdar olmuştum.
5 Bu arada ünlü âlim Cevdet Paşa da (1822-1895) Yavuz’un
halifeliği Mısır seferi esnasında aldığını yazıyor (Tarih, İstanbul, 1309, I,
s. 38). Yine o Hazret-i Peygamber’e isnat edilen İstanbul’un fethi ile ilgili
hadisin de doğruluğuna inanıyor ki (aynı eser, I, s. 37) hayret vericidir.
6 Düvel-i İslâmiye, İstanbul, 1927, s. 16, 21.
7 “Bu cihete (yani halifeliğin Selim tarafından devralındığına)
dair tarihlerimizde hiç malumat bulamadık” (aynı eser, s. 19).
8 “Fazla olarak Mısır'da bulunan Abbasî halîfesi
el-Mütevekkil ‘ala’llâh-ı Sâlis de İstanbul’a sevk olunduktan sonra hilâfet-i İslâmiyye
Osmanlı sultanlarına intikal etmiştir” (s. 109, ayrıca 17-19. ve 322.
sahifelere de bk.). Fakat H. Edhem Eldem
sonra başka bir kitabında Yavuz Selim’in halifeliği devralmadığını, esasen
buna da ihtiyaç olmadığını açıkça yazmış ve bu devralma rivayetine inandıkları
için Tanh-ı Enderun müellifi Ata’yı, Müverrih Hayrullah Efendi ile Vatan Şâiri
Namık Kemal’i tenkid etmiştir (Mısır’ın son Memlûk sultanı Melik Tumanbay II.
adına Çorlu’da bulunan bir kitabe, İstanbul, 1935, s. 37-46).
9 I. s. 19.
10 V-ı, s. 151. Bu ilâve de, bundan önceki ilâve gibi,
Ansiklopedinin Tahrir Heyeti’ne aittir. Bu sonuncuda mühim bir hata vardır ki o
da Selim’in, Mısır Ulemasını toplayıp onlardan sultanlığının meşruluğu için
halîfeden icâzet talebinin gerekli olup olmadığını sormasıdır. Evvela Haydar
Çelebi’nin Rûznâmesinde böyle bir haber olmadığı gibi, olması da mümkün
görülmezdi. Çünkü Yavuz gibi kudretli ve kültürlü bir hükümdarın hiçbir nüfuzu
olmayan halîfeye, Mısır ve Suriye üzerindeki hakimiyetinin meşruiyeti için de
olsa başvurmayı düşünmüş olması kabul edilemez. Sâniyen Mekke şerifinin oğlu
ile Selim’e emanet-i mubâreke’yi gönderdiğinin söylenmesi de yanlıştır. Çünkü
Mekke şerifi tarafından Osmanlı hükümdarına kutsal sayılan herhangi bir şey
gönderilmemiştir. Eğer Tahrir Heyetince Feridun Bey’in Münşeâtı’ndaki
Haydar Çelebi’nin Rûznâme’sine bir göz atılsa idi, bu yanlış mütalâa, şüphesiz,
serdedilmeyecekti.
11 X, s. 430.
12 Yavuz Sultan Selim, Ankara, 1969, s. 210-215.
13 Bu yetkililerin başında Merhum I.H. Uzunçarşılı
gelmektedir. Uzunçarşılı “Osmanlı Tarihî” adlı eserinde kaynak göstermeyerek
şunları yazmıştır: “II. Mütevekkil 'alâ'llah, İstanbul’da bulunduğu sırada
hilâfeti Sultan Selim’e terk eylemiş olduğundan bu tarihten itibaren Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin 26 Receb 1342 ve Mart 1924 tarihinde hilâfeti ilgasına
kadar Osmanlı padişahları dört asır büyük bir İslam kütlesi tarafından halîfe
olarak tanınmışlardır (TTK yayınlarından, Ankara, 1949, II, s. 280).
14 Bu ismin Bay Bars şeklinde okunması, bana göre hatalı
gibi görünüyor. Çünkü bay (zengin) kelimesi kaynaklarda, daima, elif konularak
bây ( ) şeklinde yazılır. Bey de
umumiyetle beg tarzında gösterilir. Bu sebeple Bey
Bars’daki bey, beg’in Kıpçaklarca telaffuz edilen şekli olmalıdır. Çünkü Kıpçaklar’ın
beg’i bey şeklinde söyledikleri bilinir.
15 Halîfelerden bazıları talihsiz bir hayat geçirmişlerdir.
Mesela Üçüncü Halîfe el-Müstekfî bi’llâh (701-740-1302-1340), değerli bir
insandı. İyi kalbli, cömert, kültürlü, yazısı güzel, çevgen oyununda mahirdi.
Sultan el-Melikün-Nâsır onu çok seviyordu. Fakat kuru bir iftira yüzünden, bu
faziletli insanı ilk önce kalede haps tuttuktan sonra, Kûs yöresine sürdü.
El-Müstekfî orada hayata veda etti (740—1340).
Onun halefi olan el-Vâsik bi’llâh ise zevk ü safa içinde
yaşamayı sevdiği ve bilhassa ayak takımı ile düşüp kalkmaktan hoşlandığı için
halifelikten azledilmişti (740—1340).
Aynı yüzyılın ikinci yarısında Ebu Abdullah Muhammed,
el-Mütevekkil ‘ala’l-lâh unvanı ile üç defa halifelik makamına geçmiş ise de
Sultan Berkuk tarafından bir müddet kalede hapsedilmişti (ölümü: 791 — 1389).
Kardeşi el-Mu‘taşım bi’llâh ise iki defa halledilmişti.
El-Mütevekkil’in oğlu el-Musta ın’e gelince o, ilk ve son defa, sultanlık tahtına
çıkarılan halîfedir.
Fakat el-Müsta'în, sultanlığı mecbur bırakıldığı için kabul
etmişti. Mamafih hiçbir gücü olmayan sultanlığı da ancak altı ay kadar sürdü.
815 (1412) yılında sultanlığı sona erdirilen el-Müsta in, kalede hapsedilmiş,
816 (1414) da da halifelikten çıkarılıp İskenderiye’de hapse gönderilmişti.
Onun orada 824 (1421) yılına kadar yattığı biliniyor. El-Müsta'în’in anası Bay
Hatun adlı bir Türk cariyesi idi. Hapisden çıktıktan sonra yine İskenderiye’de
oturmuş ve parası olduğu için müreffeh bir hayat geçirerek mahpusluk yıllarının
acılarını unutmaya çalışmıştır. Kardeşi ve halefi el-Mu’tazid de Gözel adlı bir
Türk cariyesinden doğmuştu. El-Mu’tezid değerli bir halîfe idi; öyleki o,
Abbâsî halîfelerinin en faziletli şahsiyetlerinden biri sayılmıştır (ölümü:
1441). El-Müstekfî bi’llâh’dan sonra halîfe olan el-Kâim bi-emri‘llâh ise hayatının
son yıllarını sürgüne gönderildiği İskenderiye’de geçirmişti (ölümü: 855 — 1451).
Yazının tamamı burada: https://belleten.gov.tr/tam-metin-pdf/1381/tur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder