Irvin D. Yalom
PROLOG
Spinoza uzun zamandır ilgimi çekiyordu ve bu cesur 17. yüzyıl yazarı üzerine yıllardır yazmak istiyordum. Dünyada yapayalnızdı, ailesi, cemaati yoktu ve dünyayı değiştiren kitaplar yazmıştı. Laikleşmeyi, liberal demokratik devleti ve doğa bilimlerinin yükselişini öngörmüş ve Aydınlanma'ya uzanan yolu döşemişti. Yirmi dört yaşındayken Yahudiler tarafından aforoz edilmiş ve Hıristiyanlar tarafından da hayatı boyunca yasaklanmış olması, muhtemelen kendi putkırıcı, sivil hayat yanlısı hassasiyetlerimden ötürü beni her zaman derinden etkilemişti. İlk kahramanlarımdan biri olan Einstein'ın da bir Spinozacı olduğu gerçeği bu garip akrabalık hissini daha da kuvvetlendirmişti. Einstein Tanrı'dan bahsettiğinde "Spinoza'nın Tanrısı"ndan bahsederdi, tamamen doğaya eşdeğer olan, bütün özleri içeren ve "evren için zar atmayan" bir Tanrı'ydı bu ki bununla istisnasız her şeyin doğa yasaları uyarınca gerçekleştiğini kastediyordu.
Ayrıca Spinoza da, tıpkı daha önce hayatları ve felsefelerini romanlarıma dayanak yaptığım Nietzsche ve Schopenhauer gibi, benim kendi psikiyatri ve psikoterapi alanımla alakalı olan çok şey yazmıştı (örneğin, fikir, düşünce ve duyguların kaynağının daha önceki deneyimler olduğu, tutkuların tutkusuzca incelenebileceği ve anlayışın aşkınlığa yol açtığına dair cümleler) ve ben de fikirlere dayalı bir roman yazarak bu katkıları yad etmek istedim.
Ama çarpıcı dış olayların bu kadar az olduğu, düşüncelerle dolu bir hayat sürmüş biri hakkında nasıl roman yazabilirdim? Son derece mahrem bir hayat sürüyor, yazılarında da kendi kişiliğini sergilemiyordu.
Genellikle anlatılara zemin hazırlayan malzemelerin (aile dramları, aşk ilişkileri, kıskançlıklar, ilginç anekdotlar, dolandırıcılıklar, tartışmalar ya da barışmalar) hiçbiri yoktu elimde. Ardında büyük bir mektup koleksiyonu bırakmış ama ölümünden sonra dostları vasiyetine uyup mektuplarından neredeyse bütün kişisel yorumları çıkarmışlardı. Hayır, hayatında çok fazla dışsal dram yoktu: Çoğu araştırmacı Spinoza'yı mülayim ve kibar biri olarak görüyor, bazıları da hayatını Hıristiyan azizlerinkiyle ya da hatta İsa'nınkiyle kıyaslıyordu.
Ben de bu nedenle Spinoza'nın içsel yaşamına dair bir roman yazmaya karar verdim. Kişisel uzmanlığım bu noktada Spinoza'nın hikayesini anlatmama yardımcı olabilirdi. Ne de olsa, o da bir insandı ve beni ve yıllar boyunca üzerinde çalıştığım birçok hastayı rahatsız eden aynı temel insani çelişkilerle mücadele etmiş olmalıydı. Yirmi dört yaşındayken Amsterdam'daki Yahudi cemaati tarafından aforoz edilmesi (ki bu ailesi de dahil bütün Yahudilerin ondan sonsuza dek uzak durmasını emreden geri alınamaz bir karardı) onda güçlü duygusal tepkilere yol açmış olmalıydı. Hiçbir Yahudi bir daha asla onunla konuşmayacak, onunla ticaret yapmayacak, yazdıklarını okumayacak ve ona beş metreden fazla yaklaşmayacaktı. Ve elbette fantezi, düş, tutku ve aşk özlemiyle dolu bir içsel yaşam sürmeyen hiç kimse yoktur.
Spinoza'nın en önemli eseri olan Etik'in yaklaşık dörtte biri "tutkuların esaretinden kurtulma"ya adanmıştır. Bir psikiyatr olarak, bu bölümü kendi tutkularıyla bilinçli bir şekilde mücadele etmeden yazmış olamayacağına inancım tamdı.
Fakat yıllarca elim kolum bağlı kaldı çünkü romanın gerektirdiği hikayeyi bulamamıştım: ta ki bundan beş yıl önce yaptığım bir Hollanda yolculuğu her şeyi değiştirene kadar. Bir konuşma yapmam gerekiyordu ve bunun karşılığı olarak bir "Spinoza günü" istedim. Hollanda Spinoza Derneği'nin sekreteri ve önde gelen bir Spinoza uzmanı bana bir gün ayırıp, bütün önemli Spinoza mekanlarını, yaşadığı evleri, gömüldüğü yeri ve en çok ilgi çeken yer olan Rijnsburg'daki Spinoza Müzesi'ni benimle birlikte dolaşmayı kabul ettiler. Müzedeyken adeta bir aydınlanma yaşadım.
Amsterdam'dan yaklaşık kırk beş dakika uzaklıktaki Rijnsburg Spinoza Müzesi'ne yoğun bir beklentiyle, bir şeyler arayarak girdim ama neydi aradığım? Belki de Spinoza'nın ruhuyla karşılaşmak. Belki de bir hikaye. Ama müzeye girer girmez hayal kırıklığı yaşadım. Bu çok da dolu olmayan, küçük müzenin beni Spinoza'ya yaklaştırabileceğinden şüphe ettim.
Kişisel sayılabilecek tek şey Spinoza'nın kendi kütüphanesinden alınma 151 kitaptı, hemen onlara yöneldim. Rehberlerim bana kitaplara erişim şansı tanımıştı ve bir 17. yüzyıl kitabını bırakıp diğerini elime alırken, koklarken, bir zamanlar Spinoza'nın ellerinin değmiş olduğu bu kitaplara dokunmanın heyecanı beni sarmıştı.
Ama kısa süre sonra rehberlerimden biri daldığım hayal aleminden uyandırdı beni:
"Elbette, Dr. Yalom, Spinoza'nın eşyaları -yatağı, giysileri, ayakkabıları ve kitapları- ölümünden sonra cenaze masraflarını karşılamak için açık artırmaya çıkarılmıştı. Kitaplar satılmış, sağa sola dağılmıştı ama neyse ki noter memuru açık artırmadan önce kitapların tam bir listesini çıkarmıştı ve iki yüzyılı aşkın bir süre sonra Yahudi bir hayırsever aynı basım yılı ve aynı basım yerine sahip kitapları bir araya getirdi. Bu nedenle biz buna Spinoza Kütüphanesi diyoruz ama aslında bu bir kopya. Yani onun parmaklan bu kitaplara hiç dokunmadı."
Kütüphaneden uzaklaşıp, duvarda asılı olan Spinoza portresine baktım ve çok geçmeden ağır gözkapakları altındaki o devasa, üzgün, oval gözlerde eriyip gittiğimi hissettim, neredeyse mistik bir deneyimdi, çok nadiren yaşadığım bir şeydi bu. Ama sonra rehberim,
"Bunu bilmiyor olabilirsiniz ama bu aslında Spinoza'nın gerçek görünüşü değil. Bir sanatçının birkaç satır tarife dayanarak yarattığı hayali bir görüntü bu. Eger Spinoza yaşarken portresi yapıldıysa bile, günümüze ulaşmamıştır."
Belki tam da bu mutlak belirsizliğe dair bir hikaye yazmalıyım, diye düşündüm. İkinci odadaki mercek yontma aletlerine bakarken (müzedeki levha bunların da onun kendi aletleri değil, benzer aletler olduğunu söylüyordu) kütüphane odasındaki rehberlerimden birinin Nazilerden bahsettiğini duydum.
Tekrar kütüphaneye döndüm.
«Ne? Naziler buraya, bu müzeye mi gelmişti?"
"Evet, Hollanda'nın bombalanmasından aylar sonra ERR birlikleri büyük limuzinleriyle buraya gelip, her şeyi çaldılar, kitapları, büstü, Spinoza'nın bir portresini, her şeyi. Her şeyi yükleyip götürmüş, sonra da müzeyi mühürleyip kamulaştırmışlardı."
"ERR mi? Ne anlama geliyor?"
"Einsatzstab Reichleister Rosenberg. Reich lideri Rosenberg'in, yani Nazilerin en önde gelen Yahudi karşıtı ideologunun özel harekat birliği. Nazi Almanya'sı için ganimet toplamakla görevliydi ve Rosenberg'in komutasında ERR bütün Avrupa'yı talan etmiş; ilkönce Yahudilere ait şeyleri, sonra da savaşın ilerleyen safhalarında değerli olan ne varsa
yağmalamıştı.
"O halde bu kitaplar Spinoza'dan iki kez uzaklaşmış kopyalar öyle mi?" diye sordum. "Yani kitaplar yeniden satın alındı ve kütüphane ikinci kez bir araya getirildi öyle mi?"
"Hayır, mucize eseri bu kitaplara bir şey olmadı ve savaştan sonra birkaç kayıp hariç buraya geri getirildi."
"İnanılmaz!" İşte sana hikaye, diye düşündüm.
"Ama Rosenberg bu kitaplarla niye ilgilendi ki? 17. yüzyıl ve daha öncesinden kalma oldukları için kısmen değerli olduklarını biliyorum ama neden Amsterdam Rijksmuseum'a girip, bütün bu koleksiyondan daha değerli bir Rembrandt tablosu almamışlar ki?"
"Hayır, mesele bu değildi. Olayın parayla alakası yoktu. ERR, Spinoza'ya esrarengiz bir ilgi duyuyordu. Kütüphaneyi bizzat yağmalayan Nazi subayı, resmi raporuna önemli bir cümle eklemişti: 'Bu kitaplar, 'Spinoza Problemi'nin çözülmesi için çok önemli olan eski eserleri içeriyor.' Eğer isterseniz raporu internette bulabilirsiniz, resmi Nürnberg belgeleri arasında yer alıyor."
Afallamıştım. "Nazilerin, 'Spinoza Problemi'nin çözülmesi' mi? Anlamadım! Ne demek istiyordu? Nazilerin 'Spinoza Problemi' dediği şey neydi?"
Rehberlerim bir pandomim ikilisi gibi omuz silkip, avuçlarını açtılar.
Israr ettim. "Spinoza Problemi yüzünden, bu kitapları Avrupa'nın büyük kısmını yaktıkları gibi, bu kez yakmak yerine muhafaza ettiler mi diyorsunuz?"
Başlarını sallayarak onayladılar.
"Peki kitaplar savaş esnasında nerede saklanmış?"
"Kimse bilmiyor. Kitaplar beş yıl boyunca kayıptı ve 1946'da Almanya'daki bir tuz madeninde bulundu.''
"Tuz madeni mi? İnanılmaz! " Kitaplardan birini elime aldım (İlyada'nın 16. yüzyıldan kalma bir baskısı) ve kitabı okşarken, "Demek ki bu eski hikaye kitabının da anlatacak kendi hikayesi var. " dedim.
Rehberlerim bana evin geri kalanını dolaştırdılar. Şanslı bir zaman diliminde gelmiştim, daha önce binanın diğer yarısını çok az kişi görebilmiş çünkü yüzyıllardır bir işçi sınıfı ailesi yaşıyormuş orada. Ama son aile üyesi de yakın zamanda ölünce, Spinoza Derneği hemen burayı satın almış ve müzeye dahil etmek için restorasyon çalışmalarına başlamış. inşaat molozları arasında küçük mutfağı ve oturma odasını dolaştım ve sonra dar, dik merdiveni kullanarak küçük, göze batmayan yatak odasına çıktım. Bu sade odaya hızla göz atmış aşağı iniyordum ki tavanın kenarında otuz santime otuz santim ince bir çatlak gördüm.
"Bu ne?"
Yaşlı kahya bakmak için birkaç basamak tırmandı ve bunun iki Yahudi'nin, yaşlı bir kadınla kızının savaş boyunca Nazilerden gizlendiği küçük bir çatı arasına açılan gizli bir kapak olduğunu söyledi. "Onlara yemek verdik ve göz kulak olduk."
Dışarısı ateş altındaydı! Naziler her beş Hollandalı Yahudi'den dördünü öldürmüştü! Ama Spinoza evinin üst katında, çatı arasında gizlenen iki Yahudi kadına savaş süresince özenle bakılmıştı. Ve aşağıda küçük Spinoza Müzesi, Rosenberg'in harekat birliğindeki, kütüphanenin Nazilerin "Spinoza Problemi"ni çözmelerine yardımcı olabileceğine inanan bir subay tarafından yağmalanmış, mühürlenmiş ve kamulaştırılmıştı.
Peki neydi "Spinoza Problemi"? Bu Nazi de, Alfred Rosenberg de kendince nedenlerden ötürü Spinoza'yı mı arıyordu acaba diye merak ettim. Bir muamma ile girdiğim müzeden iki muamma ile çıkmıştım. Bundan kısa süre sonra yazmaya başladım.
***
Irvin D. Yalom, Nazi Subayının Paradoksu - Spinoza Problemi
Çevirmen: Ahmet Ergenç
Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2012, s: 8-17
[NOT: Bu metin; tarih, tarihçilik nedir veya II. Dünya Savaşı ile ilgili olarak (vb.) tarih derslerinde kullanılabilir diye düşünüyorum. DK]
PROLOG
Spinoza uzun zamandır ilgimi çekiyordu ve bu cesur 17. yüzyıl yazarı üzerine yıllardır yazmak istiyordum. Dünyada yapayalnızdı, ailesi, cemaati yoktu ve dünyayı değiştiren kitaplar yazmıştı. Laikleşmeyi, liberal demokratik devleti ve doğa bilimlerinin yükselişini öngörmüş ve Aydınlanma'ya uzanan yolu döşemişti. Yirmi dört yaşındayken Yahudiler tarafından aforoz edilmiş ve Hıristiyanlar tarafından da hayatı boyunca yasaklanmış olması, muhtemelen kendi putkırıcı, sivil hayat yanlısı hassasiyetlerimden ötürü beni her zaman derinden etkilemişti. İlk kahramanlarımdan biri olan Einstein'ın da bir Spinozacı olduğu gerçeği bu garip akrabalık hissini daha da kuvvetlendirmişti. Einstein Tanrı'dan bahsettiğinde "Spinoza'nın Tanrısı"ndan bahsederdi, tamamen doğaya eşdeğer olan, bütün özleri içeren ve "evren için zar atmayan" bir Tanrı'ydı bu ki bununla istisnasız her şeyin doğa yasaları uyarınca gerçekleştiğini kastediyordu.
Ayrıca Spinoza da, tıpkı daha önce hayatları ve felsefelerini romanlarıma dayanak yaptığım Nietzsche ve Schopenhauer gibi, benim kendi psikiyatri ve psikoterapi alanımla alakalı olan çok şey yazmıştı (örneğin, fikir, düşünce ve duyguların kaynağının daha önceki deneyimler olduğu, tutkuların tutkusuzca incelenebileceği ve anlayışın aşkınlığa yol açtığına dair cümleler) ve ben de fikirlere dayalı bir roman yazarak bu katkıları yad etmek istedim.
Ama çarpıcı dış olayların bu kadar az olduğu, düşüncelerle dolu bir hayat sürmüş biri hakkında nasıl roman yazabilirdim? Son derece mahrem bir hayat sürüyor, yazılarında da kendi kişiliğini sergilemiyordu.
Genellikle anlatılara zemin hazırlayan malzemelerin (aile dramları, aşk ilişkileri, kıskançlıklar, ilginç anekdotlar, dolandırıcılıklar, tartışmalar ya da barışmalar) hiçbiri yoktu elimde. Ardında büyük bir mektup koleksiyonu bırakmış ama ölümünden sonra dostları vasiyetine uyup mektuplarından neredeyse bütün kişisel yorumları çıkarmışlardı. Hayır, hayatında çok fazla dışsal dram yoktu: Çoğu araştırmacı Spinoza'yı mülayim ve kibar biri olarak görüyor, bazıları da hayatını Hıristiyan azizlerinkiyle ya da hatta İsa'nınkiyle kıyaslıyordu.
Ben de bu nedenle Spinoza'nın içsel yaşamına dair bir roman yazmaya karar verdim. Kişisel uzmanlığım bu noktada Spinoza'nın hikayesini anlatmama yardımcı olabilirdi. Ne de olsa, o da bir insandı ve beni ve yıllar boyunca üzerinde çalıştığım birçok hastayı rahatsız eden aynı temel insani çelişkilerle mücadele etmiş olmalıydı. Yirmi dört yaşındayken Amsterdam'daki Yahudi cemaati tarafından aforoz edilmesi (ki bu ailesi de dahil bütün Yahudilerin ondan sonsuza dek uzak durmasını emreden geri alınamaz bir karardı) onda güçlü duygusal tepkilere yol açmış olmalıydı. Hiçbir Yahudi bir daha asla onunla konuşmayacak, onunla ticaret yapmayacak, yazdıklarını okumayacak ve ona beş metreden fazla yaklaşmayacaktı. Ve elbette fantezi, düş, tutku ve aşk özlemiyle dolu bir içsel yaşam sürmeyen hiç kimse yoktur.
Spinoza'nın en önemli eseri olan Etik'in yaklaşık dörtte biri "tutkuların esaretinden kurtulma"ya adanmıştır. Bir psikiyatr olarak, bu bölümü kendi tutkularıyla bilinçli bir şekilde mücadele etmeden yazmış olamayacağına inancım tamdı.
Fakat yıllarca elim kolum bağlı kaldı çünkü romanın gerektirdiği hikayeyi bulamamıştım: ta ki bundan beş yıl önce yaptığım bir Hollanda yolculuğu her şeyi değiştirene kadar. Bir konuşma yapmam gerekiyordu ve bunun karşılığı olarak bir "Spinoza günü" istedim. Hollanda Spinoza Derneği'nin sekreteri ve önde gelen bir Spinoza uzmanı bana bir gün ayırıp, bütün önemli Spinoza mekanlarını, yaşadığı evleri, gömüldüğü yeri ve en çok ilgi çeken yer olan Rijnsburg'daki Spinoza Müzesi'ni benimle birlikte dolaşmayı kabul ettiler. Müzedeyken adeta bir aydınlanma yaşadım.
Amsterdam'dan yaklaşık kırk beş dakika uzaklıktaki Rijnsburg Spinoza Müzesi'ne yoğun bir beklentiyle, bir şeyler arayarak girdim ama neydi aradığım? Belki de Spinoza'nın ruhuyla karşılaşmak. Belki de bir hikaye. Ama müzeye girer girmez hayal kırıklığı yaşadım. Bu çok da dolu olmayan, küçük müzenin beni Spinoza'ya yaklaştırabileceğinden şüphe ettim.
Kişisel sayılabilecek tek şey Spinoza'nın kendi kütüphanesinden alınma 151 kitaptı, hemen onlara yöneldim. Rehberlerim bana kitaplara erişim şansı tanımıştı ve bir 17. yüzyıl kitabını bırakıp diğerini elime alırken, koklarken, bir zamanlar Spinoza'nın ellerinin değmiş olduğu bu kitaplara dokunmanın heyecanı beni sarmıştı.
Ama kısa süre sonra rehberlerimden biri daldığım hayal aleminden uyandırdı beni:
"Elbette, Dr. Yalom, Spinoza'nın eşyaları -yatağı, giysileri, ayakkabıları ve kitapları- ölümünden sonra cenaze masraflarını karşılamak için açık artırmaya çıkarılmıştı. Kitaplar satılmış, sağa sola dağılmıştı ama neyse ki noter memuru açık artırmadan önce kitapların tam bir listesini çıkarmıştı ve iki yüzyılı aşkın bir süre sonra Yahudi bir hayırsever aynı basım yılı ve aynı basım yerine sahip kitapları bir araya getirdi. Bu nedenle biz buna Spinoza Kütüphanesi diyoruz ama aslında bu bir kopya. Yani onun parmaklan bu kitaplara hiç dokunmadı."
Kütüphaneden uzaklaşıp, duvarda asılı olan Spinoza portresine baktım ve çok geçmeden ağır gözkapakları altındaki o devasa, üzgün, oval gözlerde eriyip gittiğimi hissettim, neredeyse mistik bir deneyimdi, çok nadiren yaşadığım bir şeydi bu. Ama sonra rehberim,
"Bunu bilmiyor olabilirsiniz ama bu aslında Spinoza'nın gerçek görünüşü değil. Bir sanatçının birkaç satır tarife dayanarak yarattığı hayali bir görüntü bu. Eger Spinoza yaşarken portresi yapıldıysa bile, günümüze ulaşmamıştır."
Belki tam da bu mutlak belirsizliğe dair bir hikaye yazmalıyım, diye düşündüm. İkinci odadaki mercek yontma aletlerine bakarken (müzedeki levha bunların da onun kendi aletleri değil, benzer aletler olduğunu söylüyordu) kütüphane odasındaki rehberlerimden birinin Nazilerden bahsettiğini duydum.
Tekrar kütüphaneye döndüm.
«Ne? Naziler buraya, bu müzeye mi gelmişti?"
"Evet, Hollanda'nın bombalanmasından aylar sonra ERR birlikleri büyük limuzinleriyle buraya gelip, her şeyi çaldılar, kitapları, büstü, Spinoza'nın bir portresini, her şeyi. Her şeyi yükleyip götürmüş, sonra da müzeyi mühürleyip kamulaştırmışlardı."
"ERR mi? Ne anlama geliyor?"
"Einsatzstab Reichleister Rosenberg. Reich lideri Rosenberg'in, yani Nazilerin en önde gelen Yahudi karşıtı ideologunun özel harekat birliği. Nazi Almanya'sı için ganimet toplamakla görevliydi ve Rosenberg'in komutasında ERR bütün Avrupa'yı talan etmiş; ilkönce Yahudilere ait şeyleri, sonra da savaşın ilerleyen safhalarında değerli olan ne varsa
yağmalamıştı.
"O halde bu kitaplar Spinoza'dan iki kez uzaklaşmış kopyalar öyle mi?" diye sordum. "Yani kitaplar yeniden satın alındı ve kütüphane ikinci kez bir araya getirildi öyle mi?"
"Hayır, mucize eseri bu kitaplara bir şey olmadı ve savaştan sonra birkaç kayıp hariç buraya geri getirildi."
"İnanılmaz!" İşte sana hikaye, diye düşündüm.
"Ama Rosenberg bu kitaplarla niye ilgilendi ki? 17. yüzyıl ve daha öncesinden kalma oldukları için kısmen değerli olduklarını biliyorum ama neden Amsterdam Rijksmuseum'a girip, bütün bu koleksiyondan daha değerli bir Rembrandt tablosu almamışlar ki?"
"Hayır, mesele bu değildi. Olayın parayla alakası yoktu. ERR, Spinoza'ya esrarengiz bir ilgi duyuyordu. Kütüphaneyi bizzat yağmalayan Nazi subayı, resmi raporuna önemli bir cümle eklemişti: 'Bu kitaplar, 'Spinoza Problemi'nin çözülmesi için çok önemli olan eski eserleri içeriyor.' Eğer isterseniz raporu internette bulabilirsiniz, resmi Nürnberg belgeleri arasında yer alıyor."
Afallamıştım. "Nazilerin, 'Spinoza Problemi'nin çözülmesi' mi? Anlamadım! Ne demek istiyordu? Nazilerin 'Spinoza Problemi' dediği şey neydi?"
Rehberlerim bir pandomim ikilisi gibi omuz silkip, avuçlarını açtılar.
Israr ettim. "Spinoza Problemi yüzünden, bu kitapları Avrupa'nın büyük kısmını yaktıkları gibi, bu kez yakmak yerine muhafaza ettiler mi diyorsunuz?"
Başlarını sallayarak onayladılar.
"Peki kitaplar savaş esnasında nerede saklanmış?"
"Kimse bilmiyor. Kitaplar beş yıl boyunca kayıptı ve 1946'da Almanya'daki bir tuz madeninde bulundu.''
"Tuz madeni mi? İnanılmaz! " Kitaplardan birini elime aldım (İlyada'nın 16. yüzyıldan kalma bir baskısı) ve kitabı okşarken, "Demek ki bu eski hikaye kitabının da anlatacak kendi hikayesi var. " dedim.
Rehberlerim bana evin geri kalanını dolaştırdılar. Şanslı bir zaman diliminde gelmiştim, daha önce binanın diğer yarısını çok az kişi görebilmiş çünkü yüzyıllardır bir işçi sınıfı ailesi yaşıyormuş orada. Ama son aile üyesi de yakın zamanda ölünce, Spinoza Derneği hemen burayı satın almış ve müzeye dahil etmek için restorasyon çalışmalarına başlamış. inşaat molozları arasında küçük mutfağı ve oturma odasını dolaştım ve sonra dar, dik merdiveni kullanarak küçük, göze batmayan yatak odasına çıktım. Bu sade odaya hızla göz atmış aşağı iniyordum ki tavanın kenarında otuz santime otuz santim ince bir çatlak gördüm.
"Bu ne?"
Yaşlı kahya bakmak için birkaç basamak tırmandı ve bunun iki Yahudi'nin, yaşlı bir kadınla kızının savaş boyunca Nazilerden gizlendiği küçük bir çatı arasına açılan gizli bir kapak olduğunu söyledi. "Onlara yemek verdik ve göz kulak olduk."
Dışarısı ateş altındaydı! Naziler her beş Hollandalı Yahudi'den dördünü öldürmüştü! Ama Spinoza evinin üst katında, çatı arasında gizlenen iki Yahudi kadına savaş süresince özenle bakılmıştı. Ve aşağıda küçük Spinoza Müzesi, Rosenberg'in harekat birliğindeki, kütüphanenin Nazilerin "Spinoza Problemi"ni çözmelerine yardımcı olabileceğine inanan bir subay tarafından yağmalanmış, mühürlenmiş ve kamulaştırılmıştı.
Peki neydi "Spinoza Problemi"? Bu Nazi de, Alfred Rosenberg de kendince nedenlerden ötürü Spinoza'yı mı arıyordu acaba diye merak ettim. Bir muamma ile girdiğim müzeden iki muamma ile çıkmıştım. Bundan kısa süre sonra yazmaya başladım.
***
Irvin D. Yalom, Nazi Subayının Paradoksu - Spinoza Problemi
Çevirmen: Ahmet Ergenç
Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2012, s: 8-17
[NOT: Bu metin; tarih, tarihçilik nedir veya II. Dünya Savaşı ile ilgili olarak (vb.) tarih derslerinde kullanılabilir diye düşünüyorum. DK]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder