George Ryley Scott
İntikam Hırsının Esas Araçları
YASACA tanımlanmış ve onaylanmış tipe ek olarak başka işkence
biçimlerinin
olduğu kabul ve
teslim edildiğinde, zamanın başlangıcından itibaren
işkencenin var
olduğunu anlama yolunda uzun bir mesafe almış oluruz.
Genel olarak, işkencenin
Romalılar zamanından önce var olmadığını
söylemek de
onsekizinci yüzyılda çoğu Avrupa ülkesinden kalktığını söylemek
kadar yanıltıcıdır.
Ancak her iki iddia da ileri sürülmüştür ve her
iki iddia da
gerçeğin saptırılmasıdır.
Clark'ın Marıyrologia' sından, 1677. age. s: 24 [görüntünün net olması için uğraşmadım hatta böylesini tercih ettim DK] |
Her insanın potansiyel
bir işkenceci olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Bu olasılığın alanı
ve ifade edilişi, eziyet gören tarafça işkence olarak
anlaşılanın, çoğu durumda, işkenceyi yürürlüğe koyanca böyle anlaşılmayacağı
anlaşılanın, çoğu durumda, işkenceyi yürürlüğe koyanca böyle anlaşılmayacağı
veya itiraf
edilmeyeceği olgusuyla daha da genişlemektedir.
Eziyetin tarihin her dönemindeki yaygınlığından ve bugün de var oluşundan,
Eziyetin tarihin her dönemindeki yaygınlığından ve bugün de var oluşundan,
birey, halk ve
belli koşullarda Devlet tarafından işkencenin tanınmayışı
veya kabul edilmeyişi
sorumludur. işkencenin kaldırılması, sıradan insanın
anlayışının dışında
kalması ve kapsamının tam olarak kavranamamasından
dolayı çok güç bir iş haline gelmektedir.
En basit ve en yaygın
biçimiyle işkence, intikam hırsının hazır, etkili,
tatmin edici ve
kaba bir aracıdır; özellikle de Devlet'ten çok bireyle ilişkili
intikam biçimlerinde
söz konusudur. Yani sıradan koşullar altında işkence,
topluma karşı işlenmiş
bir suç veya soyut ilkelerin çiğnenmesi karşısında
Devlet'in adaleti
sağlamak için başvurduğu bir yol olmaktan çok,
haksızlığa uğradığını,
kendisine ya da ailesine saldırıda bulunulduğunu
düşünen bireyde
gelişen ceza verme duygusuyla bağlantılıdır.
Korkunç bir suçla yakından ilişkili olan bireyler tarafından sıkça ifade edilen,
idam cezasının adaleti yerine getirmede tatmin edici olmadığı görüşü de bu
Korkunç bir suçla yakından ilişkili olan bireyler tarafından sıkça ifade edilen,
idam cezasının adaleti yerine getirmede tatmin edici olmadığı görüşü de bu
tutumdan
kaynaklanmaktadır. Kişisel intikam çığlığı, suçlunun ölümden
önce uzun süre şiddetli
biçimde ıstırap çekmesini ister; bir başka deyişle,
ölümden önce işkence
yapılmalıdır. Bu ilkel intikam çığlığı, bugünün
uygar ülkelerinde
de, Kuzey Amerika yerlilerinin kazığa bağlayıp yaktıkları
esirlerin çevresinde
attıkları çığlık kadar yaygın ve ısrarcıdır. Zamanında,
yasalar kişisel
intikam duygusu ile dolmamış olan yurttaşlarca çıkarıldığından,
toplum bu dürtüyü
saptırmış veya bastırmıştır. Ancak bu durum,
genel ve bireysel
anlamda, söz konusu dürtünün var olmadığı anlamına
gelmez.
İktidarın İfadesi
Bütün işkence biçimlerinin
doğasında bulunan bu intikam duygusunun
altında, işkencenin,
birey için iktidar, Devlet için ise otorite ve diktatörce
hükmetme isteği
anlamına gelmesi yatar. Bireyin kişisel intikam
dürtüsünün uzantısı
olarak bir grup bireyin veya bir bütün olarak toplumun
intikam isteğinin
ifade veya tatmin edilmesi, şef, kral ve imparatordan
başlayıp çeşitli aşamalardan
geçerek, siyasi isyancılar kalabalığına
savaş çağrısında
bulunan bir tahrikçiden, toplum dışı kalmış bir çetenin
kirli işlerini
idare eden gangster şefine kadar insanoğlunun bütün önderlerince
benimsenerek
politikalarının bir parçasını biçimlendirmiştir. Hiçbir
taktik, liderlerin
itibar ve otoritelerini artırmak amacıyla, takipçilerine
cezalandırmaları için
düşmanlarını vermeleri kadar ustaca hesaplanmış
değildi ve bu durum
bugün için de geçerlidir. (1) İşkencenin, bir ırk, hükumet
veya toplumun bir bölümünün
ceza yasasında bir parça olarak ilk kez
benimsenişi ve
uygun görülmesi bu ilksel gerçeğin anlaşılmasının sonucuydu.
Bir lider, arkasından
sürüklediği toplum kesimlerinin açık ve gizli
düşmanlarına karşı
kendisini ne kadar intikam yanlısı ve intikam düşkünü
gösterirse
izleyenleri arasında o kadar fazla saygı görürdü. Yani tiran,
gerçekten insan eti
yiyen bir biçemle, kendi zorbalığı ile beslenirdi. Ne
kadar acımasız
olursa o kadar güçlenirdi. İşkence, tıpkı bir insanın kendi
iktidarı adına kişisel
kibrini geliştirmesinde bir araç oluşu gibi, daha
fazla iktidar için
basamak olduğunu da kanıtlamıştı.
Toplum barbarlıktan
uygarlığa doğru gelişir ve ceza kanunları ile tüzükler
yasalaşırken, ilkel
insanın kendi ırkından veya dışarıdan gelen düşmanlarına
karşı beslediği
intikam hırsını tatmin için yaptığı işkence de
açık bir şekilde yöntemine
kavuştu ve bir cezalandırma sistemi olarak
meşrulaştı;
otoriteye itaati sağlamak için, otokratik bir ülkede hükümdar,
oligarşi içinde ise
Devlet tarafından benimsendi; daha küçük güruhlar
ya da çeteler içinde
de disiplini korumanın bir yöntemi oldu.
İşkence kendisini,
yapısı, derecesi ve koşulları ne olursa olsun otoriteyi
elinde tutanların gözünde,
bireyin düşünme ya da kendi adına bir eylemde
bulunma özgürlüğünü
kısıtlamanın en geçerli yolu olarak, belki de bilinen
bütün etmenlerden
daha fazla haklı çıkardı. Otoriteye veya onun öğretisine
karşı olan bütün
isyan girişimlerini baskı altında tutarak ve engelleyerek,
diktatörce yargılamanın
zorla kabul ettirilmesinde en tatmin edici
yöntem olarak
kendini meşru kıldı. Hem Kilise, hem de Devlet içerisinde,
bir yandan dinsel
sapkınlığa, diğer yandan da devlete ihanete karşı sürdürülen
savaşta, işkence,
geçerli en kudretli araç olarak kabul gördü. Açık
anlamı binlerce
yolla gizlenmiş ve örtülmüş olsa da, bugün de geçerli en
kudretli araç olmayı
sürdürmektedir. Bu temel gerçek nedeniyle işkence,
dikkati, zulmün bu
biçiminden başka yöne çekmeye de yarayan, dünya
tarihinde görülmeye
değer ve özel durumlar sergileyerek, insanın iktidar
dürtüsünün başlamasından
günümüze kadar devam edip kısmen etkili
olmuştur.
Nefret Psikolojisi
Bütün bunların
sonucunda, kendini koruma savaşında nefretin fiziksel
bir ifadesini
temsil eden, zulmün gücüdür. Rakip veya yarışmacılar
aynı ırktan bile
olsalar potansiyel birer düşmandırlar. Nefsini korumanın
ilk yasası,
herkesin, nihai varoluş mücadelesinde kendi bencil gerçekliği
ile uyum içinde düşünerek eylemde bulunmasını
gerektirir, yaygın
söylenişiyle, herkes kendisi için yaşar. Geniş yığınlar için bu anlayış, gerçekte
söylenişiyle, herkes kendisi için yaşar. Geniş yığınlar için bu anlayış, gerçekte
durum farklı bile
olsa, her güçlü komşu kabile veya ulusun potansiyel
birer düşman olduğu
varsayımına dönüşür.
Sorun, ister bir
bireyi ya da aileyi, isterse bir kabileyi ya da ulusu ilgilendirsin,
birine karşı ima
yoluyla ya da açıkça yansıtılabilecek düşmanlık
olasılığı her zaman
var olagelmiştir. Tehlike işaretini taşıyan herkes veya
her şey potansiyel
bir nefret konusudur.
Bu durumda, zulüm
veya acımasızlık, iktidarın, aşağılık ya da küçük
görülen üzerindeki
yansıması olduğu kadar, güçlü rakip veya yarışmacılara
karşı duyulan düşmanlığın
da ifadesidir. Rakip veya yarışmacıdan duyulan
korku büyüdükçe düşmanlık
da büyüyecek ve doğrudan harekete geçme
fırsatı ortaya çıktığı
zaman zulme başvurma olasılığı da artacaktır.
Nefretin temel
potansiyel olarak var olması, çoğunlukla kendini koruma
adına, bilinçsiz
veya yan bilinçli bir şekilde işleyerek çeteler, örgütler, birlikler
ve grupların oluşmasına,
uluslararası antlaşma, sözleşme ve bağlaşmalara
yol açabilir ve açmaktadır
da. Bu örgütlenmeler açık veya gizli olabilirler.
Modern uygarlıkta
bu eğilim giderek belirgin bir şekilde artmaktadır.
Bu tarz grupların
sayıca fazlalaşması, tek tek örgütler üstünde zayıflatıcı
bir etki yarattığı
düşüncesiyle benimseniyor bile olsa, endişe duyulmaksızın
izlenecek bir gelişim
değildir.
Toplumun İşkenceyi
Hor görmesi
Kitlelerin, önderlerindeki
iktidar şehvetini, bu önderler ister çete şefi
isterse yerel düzeyde
işlev gören güruhlar ya da ulusal düzeyde kral, diktatör
veya oligarşik yöneticiler
olsunlar, cesaretlendirerek kendi köleliklerine
katkıda bulundukları görüşü, toplum hakkında yapılmış alaycı bir
yorumdur. Eğer
evrensel ve örgütlü olarak işkenceyi uygulamaya koyanın
toplumun bizzat
kendisi olduğunu söylemek abartılı geliyorsa, toplumdaki
farklı kesimlerin çeşitli
etkinlikleriyle, işkencenin erdemlerinin, bireyler
veya hükumet
organlarına, iktidarın ve itaate boyun eğmenin bir göstergesi
olarak sunulduğunu
ifade etmek hiç de yanlış olmayacaktır. Sumner,
"Kiliseye
isyan bayrağı açanlara karşılık olarak, yakarak öldürme cezasını
uygulamaya ilk
koyanların halk kitleleri olduğu gerçeği gözden kaçırılmamalıdır,"
diyerek,
Kilise'nin, sapkınları sorgulamaya başlamadan çok önce
yığınların bunları
linç ettiğini belirtir. (2)
Toplumun bu tepkisinin kökeninde, bireyin doğasında içkin olarak
Toplumun bu tepkisinin kökeninde, bireyin doğasında içkin olarak
var olan ve çağlar ötesinden
bugüne dek uzanan ilkel bir intikama
susamışlık duygusu yatar. Tartışma, kaçınılmaz olarak, sonunda bilek gücüne
susamışlık duygusu yatar. Tartışma, kaçınılmaz olarak, sonunda bilek gücüne
dönüşür. Toplum da
kaçınılmaz olarak, son tahlilde, ilkel cezalandırma
ve işkence yasasını,
yalnızca bireyi kendi isteklerine karşı hareket etmeye
zorlamak için değil,
aynı zamanda iktidar organının var olan kurallarına
isyan etmesini
engellemek için de en güçlü araçlar olarak kabul eder.
Bu kavramın gerçeklik
ile kurduğu yakınlık, Engizisyon mahkemesinin
işkenceyi güvenli
bir itiraf ettirme yöntemi olarak benimsemesine yol
açmıştır. Ortaçağ'da
İngiliz hükumetine, örf ve adet hukukuna rağmen,
işkence uygulamasını
benimseten, içinde bulunduğumuz ultra-uygarlık
çağında da bütün diğer
akla uygun hal çareleri tükendiği zaman savaşın
hala son söz sahibi
olarak kalmasına neden olan, söz konusu kavrama
biçilen değer ve gücünün
kavranmasıdır.
Bir cezalandırma
sistemi içinde işkencenin herhangi bir biçiminin,
ister Ortaçağ'da
olduğu gibi itiraf ettirme amacıyla isterse bugün birçok
ülkede olduğu gibi
bir cezalandırma biçimi olarak yer alsın, toplumun
çoğunluğu tarafından
savunulabilir bir sürece dönüşmesi ve uygun koşullar
altında yayılma
tehlikesi içermesi kaçınılmazdır. İşkence ile tanışıklık,
işkencenin
onaylanmasını sağlayacağı gibi, kabulü veya onaylanması da
onu haklı çıkarmaya
götürecektir.
Çağdaş toplumlarda
giderek artan bir uygulama olarak hayvanlara işkence
yaplımasını haklı çıkaran
girişimlerde de bunun örneklerini görürüz.
Bugün hayvanın
durumu, yüzyıl önce Batı Hint Adaları'ndaki zencinin
durumundan farksızdır.
O zamanlar zencilerin hiçbir hakkı yoktu: Zayıftı,
aşağılanırdı. Bugün
de hayvanların hiçbir hakkı yoktur: Benzer biçimde
zayıftırlar ve aşağılanırlar.
Yüz yıl önce zencilere işkence yapılırdı. Bugün
hayvanlara yapılıyor.
Bu olgular toplum tarafından eziyet olarak görülmediği
gibi, burada sözü
edilen anlamda haklı çıkarılıyor oluşları da tartışılmamaktadır,
ancak eziyet ve
olası haklı çıkarma girişimlerinin temel nedenleri
de tam bu noktada
yer alır. Dolayısıyla sığırların, Tanrı tarafından -İncil'in
yorumuyla da bu mücadele
desteklenir- insanlara yiyecek sağlamak için
yaratıldığı iddia
edilir; kasapların yaşaması, vahşi hayvanların ise yok edilmeleri
gerekir, yoksa
onlar dünyayı ele geçirip insanı yok edebilirler; tavşanlar
kökleri kazınması
gereken baş belalarıdır; tilki avcılığı yüz at üreticisinin
geçim kaynağıdır,
vb. Zulmü telkin eden bütün bu bahaneler, yalnızca
toplum hayvanlara
eziyet eden bir konumda olduğu için bile olanaklıdır.
Bu tutumun kimi
yansımaları da, ahlak, din ve hatta saf ahlak alanlarında,
normalliğe veya Ortodoksluğa yabancı olan
bireylere yapılan
eziyede ilişkili olarak gözlemlenebilir. Bir akrabaya ya da yakın bir dosta
eziyede ilişkili olarak gözlemlenebilir. Bir akrabaya ya da yakın bir dosta
yapıldığı zaman
derin bir içerleme veya kızgınlık doğuracak olan aynı
derecedeki vahşi
davranış veya zulüm, eylemleri veya görüşlerinden nefret
edilen birine karşı
yöneltildiğinde hiçbir itiraz görmeyecek ve hatta
koşullar yeterince
kışkırtıcı olduğunda etkin destek bulacaktır. Suçlulara,
cinsel sapıklara ve
yabancı düşmanlara karşı uygulanan en acımasız eziyetler
de böylelikle hoş görülür
ya da onaylanır. Genel düşünce ve ahlak
anlayışının dışında
bir nedenle şehit olana sempati ile bakılmaz ve genellikle
daha farklı ve kaba
bir adla anılır. Bu, yığın psikolojisinin kaçınılmaz
sonucudur;
kitlelerin sempati ve hoşgörüsü yalnızca anlayış ve çevre
olarak onlara yakın
olanlarla sınırlıdır.
İşkencenin Gelişimi
Bağlamında Halk Psikolojisi
Toplum bir kez işkence
uygulamasına başladığında işkencenin gelişmesi
de kaçınılmazdı. Bu
nedenle işkencenin, başlangıçta, zamanın etik
ve dinsel tepkileri
çerçevesinde, birer canavar kadar tehlikeli oldukları
düşünülen belli suçlularla
kısıtlı kalması da sonucu fazla değiştirmez.
Çünkü, işkencenin
uygulanıyor oluşu yaygınlaşma olasılığını da beraberinde
getiriyordu ve ardından
da toplum liderlerine inatla isyan eden
üyelerin işini
bitirme yöntemini doğurdu. Dolayısıyla, işkencenin öngörülemeyen
sınırlar arasında
ve kesin olmayan amaçlarla gelişmesine bağlı
olarak, toplumun belli
üyelerine işkence cezasını vermekle sorumlu olan
bireylerin de
kendilerini yeni kurbanlar arasında bulmaları az rastlanır
bir durum değildir.
Başlangıçta işkence,
büyük bir olasılıkla, kabilenin ya da ırkın düşmanlarıyla
ve hayvanlarla sınırlıydı.
Bir başlangıç yapıldı ve sonraki adım da,
eziyet konularının
niceliğini genişletip işkence tekniklerini geliştirmek
oldu. Bugün hoş görülenin
yarın onaylanacak olması kuralı, birçok konuda
olduğu gibi, işkencede
de geçerli oldu. Herhangi bir eziyet biçiminin
hoş görülmesi ve
onaylanması ile, bu eziyet biçimi işkence olarak görülmez
oldu ve bir
cezalandırma biçimi ya da ceza işlemi gibi kabul edildi.
Bu gelişim çağlar
boyunca devam ederek günümüze dek ulaştı. İşkencenin
yeryüzünden
silinmesinden yana olanların, eziyet yanlıları karşısında güçsüz
olma nedenlerinden
birisi de budur. Bütün bunların sonucunda, hangi
ülkede ve hangi
otorite biçimi veya hükumet tarafından ihtiyaç duyuluyorsa
duyulsun, etkisi
azalmadığı takdirde, işkencenin şiddeti artacak
veya kapsamı genişleyecektir.
İşkence ile bağlantılı en büyük belalardan biri,
ne zaman ve nerede yapılırsa yapılsın, nesnesi ne olursa olsun, kaçınılmaz
ne zaman ve nerede yapılırsa yapılsın, nesnesi ne olursa olsun, kaçınılmaz
biçimde yaygınlaşacak
olmasıdır.
Ortaçağ'ın yargıçları ve cellatları, sistematik bir şekilde, işkencenin daha yeni
ve şiddetli biçimlerini bulmak zorundaydılar. Böylece bin yıl öncesinin
vahşi cezalandırma biçimi tam bir hoşgörü içerisinde geleceğin sıradan bir
yöntemine dönüştü.
Ortaçağ'ın yargıçları ve cellatları, sistematik bir şekilde, işkencenin daha yeni
ve şiddetli biçimlerini bulmak zorundaydılar. Böylece bin yıl öncesinin
vahşi cezalandırma biçimi tam bir hoşgörü içerisinde geleceğin sıradan bir
yöntemine dönüştü.
İşkence gören
bireyin kendisi de potansiyel bir işkencecidir. Hayvanlara
kötü davranan bir
insan, genellikle, komşusunun kötü davrandığı bir
insandır. Yüz yıl
kadar önce, İngiliz Batı Hint Adaları'nda, herhangi bir
suçtan mahkum olan
zenci kölelere yaptırılan iş çöpçülüktü. Zincire vurularak
çalıştırılan bu köleler,
bir insanın diğerine yapabileceği en insanlık
dışı davranışlarla
karşılaşıyorlardı. Yolda buldukları her domuzu yok etmelerine
izin verilmişti ve
buna "büyük spor" gözüyle bakılıyordu; Aşağıda,
St. Vincent'te geçtiği
söylenen olayı anlatan Bay F. W. N. Bayley'e göre,
bu durum onları eğlendiriyordu
da.
"Bir gün
penceremde dikilmiş bu talihsiz varlıkların çalışmalarını
izlerken ekibin yanından
bir domuz geçti; zavallı hayvan on metre
ilerlememişti ki, öldürme
amacıyla taşıdıkları uzun bir kazığı hemen
hayvanın böğrüne
sokup karnından çıkarttılar; o anda yandaki evden,
domuzun sahibi olan
kadın çıkageldi ve hayvanın iki bacağından tutup
onu adamdan
kurtarmaya çalıştı. Öfkeli ve vahşi adam anında kazığı
bıraktı ve domuzun
diğer iki bacağını tutup aksi yönde çekmeye başladı.
Mücadele beş dakika
kadar sürdü ve bu sırada hayvanın bağırsakları
ve iç organları en
iğrenç biçimde dışarı döküldü. Kadın işçiler, önlerinde
sergilenen bu
iğrenç sahneden uzaklaşacakları yerde, nefis bir yemeğe bakar
gibi
görünüyorlardı, orada dikilip malından olan sahibe kahkahalarla güldüler.
Sonunda adam galip
geldi ve hayvanın kafasını gövdesinden ayırıp
zafer geçidi
yaparcasına mızrağının ucuna taktı, sonra da kasaplarla
pazarlık yapınaya
gitti." (3)
Notlar
1) Yığınların bu intikam arzusuna uyulmasına çağdaş bir örnek, 1914- 18 savaşı sırasında
Notlar
1) Yığınların bu intikam arzusuna uyulmasına çağdaş bir örnek, 1914- 18 savaşı sırasında
İngiltere'nin bazı önde gelen devlet adamlarının, doğrudan veya ima yoluyla, Kayser'in
mahkemeye çıkarılacağı ve savaşın sonunda idam edileceği sözünü vermeleridir.
(2) W. G. Sumner, Folkways, Bostan, 1907, s. 238.
"İşkencenin Tarihi" içinde, s: 22-29
Türkçesi: Hamide Koyukan, Dost Yayınları, Şubat 2001, Ankara
(2) W. G. Sumner, Folkways, Bostan, 1907, s. 238.
(3) F. W. N. Bayley, Four Years' Residence in the Wesı lndies, 1 830, s. 1 97.
"İşkencenin Tarihi" içinde, s: 22-29
Türkçesi: Hamide Koyukan, Dost Yayınları, Şubat 2001, Ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder