29 Aralık 2017 Cuma

Sessiz Çoğunluk

Jean Baudrillard


Politika; stratejik bir alan düzenlemesi olmaktan çıkartılarak, önce bir temsil edilme sisteminin içine, daha sonra da güncel bir yeniden biçimlenme senaryosuna aktarılmıştır. Bir başka deyişle aynı sistemin içinde aynı göstergelerin çoğullaştırılmasıyla uzayıp giden ve artık hiçbir şeyi temsil etmeyen- belli bir "gerçeklik" ya da toplumsal gerçeklik içinde hiçbir "eşdeğerlisinin bulunmadığı bir şeye dönüşmüştür. Artık politik bir berat belgesi yoktur. Çünkü klasik anlamda etkin politik örgütleri güçlendirebilmek için bir toplumsal tanımı bile yoktur (bir halk, bir sınıf, bir işçi sınıfı, nesnel koşullar).


İş görebilen tek gönderen'in adı yine sessiz çoğunluktur. Bütün güncel sistemler bu model üstünde iş görmektedirler. Varlığı artık toplumsal değil, istatistiksel olan bu kaypak kavramın ortaya çıkabildiği tek yer sondajlardır. Toplumsal adlı gökyüzünün ufuğundaki hayal ya da toplumsalın zaten içinde bulunduğu bir ufkun simülasyonu.

Sessiz çoğunluğun ya da kitlelerin düşsel bir gönderen olması, onun var olmadığı anlamına gelmez. Bunun anlamı sessiz çoğunluğun artık temsil edilemeyecek bir durumda bulunmasıdır. Kitleler artık bir gönderen olmaktan çıkmışlardır. Çünkü artık temsil edilememektedirler. Ses vermeyen bu kitleler sondajlar aracılığıyla sık sık yoklanmaktadırlar. Düşünceleri yansıtılmamaktadır. Yalnızca ne düşündükleri konusunda testler yapılmaktadır. Referandum (kitle iletişim araçları da sonsuz bir soru/yanıt referandumudurlar) politik gönderenin yerini almıştır. Oysa sondajlar, testler, referandum ve kitle iletişim araçları temsil edici bir sistemin düzeni değil, simülatif bir sistemin düzenidirler. Artık amaçlanan şey bir gönderen değil, bir modeldir. Klasik toplumsallaşmaya ait olan (bugün hâlâ ondan arda kalmış seçimler, kurumlar, temsil etme düzeni ve hatta baskı) düzenler aracılığıyla bu bağlamda yapılan devrim bütünseldir. Diyalektik bir yapı içinde yerini politik bir oyun ve karşıtlıklara bırakmış olan toplumsal anlam hâlâ bir kutuptan diğerine geçebilmektedir.

Simülasyon düzenindeyse her şey değişebilir, örneğin sondaj/sessiz çoğunluk İkilisi içinde artık ne kutup, ne de ayrımlayıcı terimler vardır. Öyleyse toplumsala ait bir elektrik enerjisi de yoktur. Çünkü bir çembere dönüşmüş bulunan kutuplar birbirine karıştığından kısa devre yapmıştır (aynen A.D.N.'nin içinde uyarıcı toz ve moleküllere komut vermeyle, genetik kod konusunda olduğu gibi). Bu ideal bir simülasyon biçimidir. Kutupların çökmesi ve modellerin yörüngeleşmiş dolanımı (bu aynı zamanda sesi kesilmiş her türlü sürecin ana kalıbıdır.)

Dış etkiler, mesajlar ve testlerin bombardımanına uğrayan kitleler artık kara bir maden kütlesi gibidirler. Bir yerde yalnızca tayflarının analizi aracılığıyla tanınabilen gaz kitleleri gibidirler -istatistikler ve sondajlarla eşdeğerli olan ışık demetleri tayfı-. Zaten başka bir şey beklemek de boşunadır. Artık ne dışavurum vardır ne de temsil edilme. Yalnızca ve yalnızca açıklanamaz ve açıklanamamış olan bir toplumsallaşmanın simülasyonu vardır. Onlardaki sessizliğin anlamı budur. Oysa bu sessizlik yanıltıcıdır, -çünkü bu konuşmayan bir sessizlik değildir. Yalnızca kendi adına konuşulmasını yasaklayan bir sessizliktir. Bu anlamda bir yabancılaşma biçimi olmaktan çok etkili bir silahtır.

Artık hiç kimse sessiz çoğunluğu temsil ettiğini ileri süremez. Bu sessizlik bir anlamda kendini temsil edenlerden öç alma anlamına gelmektedir. Kitleler sınıf ya da halk gibi eskiden kendilerine başvurulan bütünlere benzemezler, içine çekildikleri sessizlik aracılığıyla artık tarihin de ilgi alanı dışına çıkmışlardır. Öyleyse kitleler konusunda konuşulamaz. Onlar birbirilerine eklemlenemezler. Temsil edilemezler ya da politik "ayna evresi* (ünlü Lacan kuramı) ve düşsel özdeşleşme aşamalarından geçemezler. Sonunda nasıl bir güç olabildikleri ortaya çıkmaktadır. Tarihin ilgi alanına giremediklerine göre -ne kendi dillerinde (çünkü kendi dilleri yoktur) ne de onların adına konuştuğunu ileri sürenlerde- yabancılaşma hastalığına yakalanamazlar. Artık devrimci umutlar suya düşmüştür. Suya düşen umutlarsa işçi sınıfı konusunda yapıldığı gibi kitlelerin kendi kendilerini yadsıma palavrası üstüne kurulmuştur.

Oysa kitle ne bir olumsuzlama ne de bir patlama alanıdır. O bir emme ve merkezden dış çeperlere doğru dalga dalga yayılım alanıdır.

Özgürlük, devrim ve tarihsellik şemalarının erişemedikleri kitle, bu durumu kendine göre bir savunma ve misilleme yöntemi haline getirmiştir. Kendi üstünde ne türden bir "iktidarın" etkin olduğunu bilmeyen kitle, hayali bir politik sınıfın elinde düşsel bir gönderen ve simülasyon modeline dönüşmüştür. Kitle aynı zamanda ölümün ta kendisidir. Kendisini yönetmekle yükümlü olan bir politik sürecin sonudur. Politika onun içinde bir irade ve temsil etme gücü şeklinde eriyip gitmektedir.

Uzun bir süre iktidar stratejisi kitlelerin uyuşukluğu üstüne kurulmuş gibi görünmüştür. Kitleler edilginleştikçe de iktidar  kendinden eminleşmiştir. Oysa bu mantık iktidarın yalnızca bürokratik ve merkeziyetçi olduğu dönem için geçerlidir. Bugün' iktidara karşı kendi mantığı kullanılmaktadır. İktidarın tepkisizleştirdiği şey (kitle) kendi ölümünün göstergesine dönüşmektedir. İşte bu yüzden sistem kendi stratejisinde değişiklik yaparak, kitlenin edilgin bir konumdan yönetime katıldığı bir konuma geçmesi ve sessizliğine bir son vererek konuşmasını istemektedir. Oysa iş işten geçmiştir. "Tehlikeli kitle" ve toplumsalın tepkisizlik adı altındaki gerilemesi artık bir engel olmaktan çıkmıştır[1].

Sistem, kitleleri ne şekilde olursa olsun konuşturabilmek için elinden geleni ardına koymamaktadır. Onlara toplumsal, sendikal bir varlık olduklarını; eğlencelere ve özgür konuşmalara katılmaları gerektiğini anlatabilmek için her yolu denemektedir. Adını söylemesi için bu hayalete küfür etmek gerekmektedir. Günümüzde artık gerçek sorunun kitlelerin ya da sessiz çoğunluğun sessizliği olduğunu bütün açıklığıyla gösteren başka bir olay yoktur.

Tüm çabaların amacı kitlenin yeniden sessizliğe dönmesini, tepkisizleşmesini engelleyebilmek ve yönlendirilebilen bir emülsiyon olarak kalmasını sağlayabilmektir. Artık kutsal şef ve kilise döneminde yaşamadığımız için kitlenin ne olduğu teşhisi konmaya çalışılırken saçma sapan bir şekilde konuşulmaktadır -buradan da enformasyon ve istatistiğin evrensel egemenlik dönemine geçmekteyiz. Böylelikle kitleyi yoklayarak neler yapabileceğini hissetmeye çalışan ve onu baştan çıkartıp kendi saflarına bir türlü katamayanların öfkesini anlayabilmek kolaylaşmaktadır. Çünkü böylelikle birtakım varsayımlara ve yığın hareketlerini öngören yanılsamalara varılmaktadır. "Fransız halkı böyle düşünüyor... Alman halkının büyük çoğunluğunun kınadığı... Prensin doğumu bütün İngiltere'yi yerinden oynattı, vs" - önünü görmekten aciz ve kendisine uzatılan ayna üstüne görüntülerini düşüremeyen tüm düşünceler.

Üstelik gösterge bombardımanına tutulan kitleden bunlara bir yanıt vermesi de istenmektedir. Bir "cyclotron"[2] içindeki çekirdeklerin tanecikler tarafından bombardıman edilmeleri gibi, kitle de benzer bir şekilde imge, ses ve ışık dalgaları tarafından bombardıman edilmektedir. Haber denilen şey de budur. Haber ne bir iletişim ne de bir anlam biçimidir. Laboratuvarlarda yapılan atom bombardımanı deneyleri gibi hiç durmadan input-output'larla dolup, boşalan ve zincirleme bir tepkilenmeye uğrayan sürekli bir emülsiyon biçimidir. "Toplumsal"ın oluşturulabilmesi için kitlenin "enerjisi" emilerek alınmalıdır.

Oysa bu tersine işleyen bir süreçtir. Çünkü ister haber, isterse güvenlik olsun bütün bunlar "toplumsal ilişki"yi yoğunlaştırarak yaratacaklarına, "entropik" süreçler olarak toplumsalın sonunu belirleyen yöntemlere dönüşmektedirler. Kendilerine haber ileterek kitlelerin biçimlendirilebileceği sanılmaktadır. Yine haber ve mesajlarla toplumsal enerjinin yok edilebileceği sanılmaktadır. Artık toplumsallaşmayı belirleyen şey kuramsal sınırlar değil, haber miktarıyla iletişim araçlarının karşısında geçirilen saatlerdir. Ancak bu yanlış bir düşüncedir. Çünkü haber kitlenin enerjisini yok etmek yerine, her zaman için giderek büyüyen bir kitle yaratmaktadır. Haber, yaptığını iddia ettiği gibi bilgilendirme ya da biçimlendirme ve yapılandırma yerine, "toplumsal olanı" giderek daha bir nötralize edip, klasik toplumsal kurumlarla, haberin içeriğine karşı duyarsız ve tepki göstermeyen bir kitle yaratmaktadır. Simgesel yapıların toplumsal ve ona ait irrasyonel bir şiddet tarafından parçalanmasından sonra sıra toplumsalın kitle iletişim araçları ve haberin "irrasyonel" şiddetiyle parçalanmasına gelmiştir - beklenen sonuç doğal olarak kitlenin atomlaştırılması, nükleer bir hale sokulması ve molekülleştirilmesidir. Sonuç iki yüzyıllık hızlı bir toplumsallaşmanın kesin bir hezimete uğratılmasıdır.

Kitle, sahip olduğu toplumsal enerjiyi tüketebildiği ölçüde bir kitle olarak algılanabilmektedir. Kitle bütün sıcak enerjileri emerek nötralize edebilen soğuk bir depodur. Ayakta kalabilmeleri için kendilerine, ürettiklerinden daha çok enerji harcanan maden ocaklarına benzemektedirler. Toplumsal gerçeklik ilkesine özgü bu salt zayıflık ve yine sözde ayakta tutulan toplumsalın bir iç patlama tehlikesiyle karşı karşıya gelmesini engelleyebilmek için kademeli politik yatırım oranlarına müthiş bir enerji harcanmaktadır. Sistem bu enerjinin içine saplanıp kalmıştır.

Gerçekte ne kadar mal varsa o kadar da anlam vardır.

Sermayenin mal ürettiği dönemlerde tüketim kendiliğinden gerçekleşmekteydi. Oysa bugün hem tüketiciyi hem de talebi üretmek gerekmektedir. Bunu yapabilmek ise malı üretmekten çok daha pahalıya mal olmaktadır (toplumsallık büyük ölçüde şu 1929 talep kriziyle birlikte doğmuştur. Talep üretimi büyük ölçüde toplumsalın[3] üretimini de kapsamaktadır.) Bu yüzden iktidar uzun bir süre politik, ideolojik, kültürel ye seksüel anlam üretmiştir. Onu talep izlemiş ve sonunda anı emerek aşıp geçmiştir. Böylelikle anlam giderek azalmış ve bütün devrimciler giderek daha çok anlam üretmeyi amaç edinmişlerdir.

Bugün artık her şey değişmiştir. Bundan böyle anlam bunalımı yoktur. Çünkü her yerde giderek daha çok anlam üretilmektedir - yetersiz kalan artık taleptir. Sistemin asıl sorunu da bu anlam talebi üretimidir. Talep, anlam arzusu ve anlama minimal düzeyde katılma olmazsa iktidar boş bir hayal ya da anlamsız bir perspektif olmaktan öteye gidemeyecektir. İşte burada da talep üretimi anlam üretiminden çok daha pahalıya mal olmaktadır. Sonuna kadar gidildiğindeyse bunun olanaksız bir şey olduğu görülecektir. Çünkü sistem bütün enerjilerini bir araya getirebilse bile bu işi başaramayacaktır. Çünkü mal ve hizmet talebi her zaman için yapay bir şekilde üretilebilir. Biraz pahalı olmakla birlikte herkesin satın alabileceği bir fiyata satılması da mümkündür. Bunun örneklerini gördük. Oysa anlam ve gerçekliğin yokluğu doldurulamaz. Anlam yokluğuysa. kesin bir yıpranmışlıktan başka bir şekilde yorumlanamaz.

Kitle bütün toplumsal enerjiyi yuttuğu gibi, onu yeniden yansıtmamaktadır. Bütün göstergeleri ve bütün anlamı yutup geriye iade etmemektedir. Kendisine sorulan tüm sorulara aynı yuvarlak yanıtları vermektedir. Hiçbir şeye katılmamaktadır. Akımlar ve testler aracılığıyla yoklandığında bir kitleye benzemekte ve her türlü akımla, haberin üstünden geçmesini sağlamakta, (hangi türden olursa olsun) iyi bir norm ileticisi işlevi görmekte ve böylelikle toplumsal, salt bir saydamlaşmaya uğrayarak yerini iktidar ve toplumsal oyunlara bırakmaktadır. Bütün bunlar kitle adlı ele avuca sığmayan çekirdeğin çevresinde dönüp duran yıldız kümecikleridir.

Kitle bir hayvan sürüsü kadar suskundur. Kitleyi sürekli olarak sondajlarla tartmak boşuna uğraşmaktır (öte yandan sürekli olarak katılması istenen haber olgusu aracılığıyla kendisine laboratuvar deneylerinde hayvanlara yapılan işkenceye benzeyen bir tür işkence yapılmaktadır.) Çünkü doğrunun solda mı, yoksa sağda mı olduğunu söylemediği gibi devrimle, baskı arasında hangisini yeğlediğini de söylememektedir. Onun için doğru ve akıl yoktur. Kendisine yapılan yakıştırmalar umurunda bile değildir. Kitlede bilinç ve bilinçaltı yoktur.

Kitle, insanı bezdiren bir suskunluktur. Politik denklemlerdeki bilinmeyendir. Bu bilinmeyen, bütün politik denklemleri yok edebilmektedir. Oysa herkes bu sessizliği konuşturmaya çalışmaktadır. Ancak kitlelerdeki yanıtsızlık gücü ölçülemez. Hiçbir sondaj onu ortaya çıkartamaz. Çünkü kitleler onu anında yok ederler. Sözünü ettiğimiz hipergerçeklik içinde toplumsal ve politik alanın altını üstüne getirirler. Politika kitleleri yanıtlar alabileceği bir toplumsal simülasyon ve yankılanma odasına sokmaya çalışırken (kitle iletişim araçları, haber) kitleler tam tersine toplumsalın içinde simüle edildiği ve yankılandığı muazzam bir mekâna dönüşmektedirler. Güdümleme diye bir şey hiçbir zaman için var olmamıştır. Her iki taraf da aynı silahlarla çarpışmıştır. Bugün savaşı kimin kazandığını söyleyebilmek imkânsızdır. İktidarın kitleler üstündeki simülasyon gücü mü? Yoksa kitlelerin iktidarı çökerttikleri ters simülasyon mu?

1. Burada için için patlayan bir anlamda ele alınan ‘tehlikeli kitle* kavramı, genelinde dışa saçılan bir patlama süreci gibi algılanmaktadır.

2. Ağır tanecikleri yörünge şeklinde hızlandırıcı.

3. Söz konusu olan şey artık toplumsalın üretimi değildir. Çünkü bu durumda sosyalizmin hatta kapitalizmin bu iş için yeterli olması gerekirdi. Gerçekte her şey talep üretiminin mal üretimine egemen olmasıyla değişmiştir. Çünkü üretimle tüketim arasındaki ilişki kopmuştur. Artık yepyeni bir dönem başlamıştır. Bundan böyle ne üretim ne de tüketim vardır. Bu sürecin tersine döndürülmesiyle birlikte (simülasyon ya da ona dönüştürme) 'simülasyon* düzeni kurulmuştur. Artık burada Attali'nin düşündüğü gibi biraz daha sosyal ve sosyalizmle desteklenmiş gerçek bir kapitalist "kriz” söz konusu değildir. Bu düzen kapitalizm ya da sosyalizmle ilişkisi olmayan "hipergerçek" bir düzendir.

Jean Baudrillard, Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu, "À L’OMBRE DES MAJORITÉS SILENCIEUSES OU LA FIN DU SOCIAL",  Çev. Oğuz Adanır, Ayrıntı Yayınları, 1991, İstanbul


ayrıca bkz.
Jean Baudrillard'ın Simülasyon Kavramı, https://www.youtube.com/watch?v=EFpIJDsemx8

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder