3 Ocak 2022 Pazartesi

Mete Tunçay’ın İlk ve Orta Öğretimdeki Tarih Eğitimi Üzerine Düşünceleri

 

2021 tarihli ders kitabından bir örnek metin
Tarih 9, MEB, s.108

İlk ve Orta Öğretimde Tarih[1] Türkiye'de eğitimin çağdaşlaştırılması sürecinde, Saffet Paşa'nın[2] hazırladığı 1869 tarihli "Maarif-i Umumiye Nizamnamesi"[3] önemli bir aşamadır. Bu tüzük, ilk ve ortaokullarda tarih derslerinin okutulmasını da öngörmektedir: Sıbyan[4] mekteplerinde "Muhtasar[5] Tarih-i Osmanî", Rüştiyelerde[6] ise hem "Tarih-i Umumi" hem "Tarih-i Osmanî" öğretilecektir. Genel tarih içinde, (Batıdaki Biblical History[7] gibi) Tarih-i Enbiya[8] ve Tarih-i İslâm merkezdedir. Bu bakımdan, eskiden beri süregelen öğretimden bir fark yoktur. Osmanlı tarihi de, ulusal bir tarih olmaktan çok, bir hanedanın tarihi niteliğindedir. Bu amaçla hazırlanacak kitaplara "bilcümle selâtin-i Osmaniyenin tarih-i velâdet ve cülus ve vefatlarını mübeyyin bir cetvel"[9] konulması istenmekte; vekayiin "hakikati veçhile bitarafane yazılıp, fakat muhabbet-i vataniyeye müteallik mevaddin sena ve sitayişle yad"[10] olunması gereği belirtilmekte; memleket ve şahıs adlarıyla tarihlerin zikrinde "imsak"[11] öğütlenmektedir.

Çeyrek yüzyıl sonra, II. Abdülhamit döneminde ilkokullardan Osmanlı Tarihi, ortaokullardan da Genel Tarih dersleri kaldırılmıştır. Yani, ortaokullarda yalnız Osmanlı Tarihi kalmıştır.

Abdülhamit'in bu geriye adımından 15 yıl sonra, İkinci Meşrutiyet döneminde tarih öğretiminde güçlü bir canlanma göze çarpıyor. İslâm ve Osmanlı tarihlerinden başka, genel uygarlık tarihi de okutulmaya başlanıyor. Ancak, alelacele Fransızcadan çevrilmiş genel tarih kitapları, ulusal bir görüş açısından yazılmadığı için eleştirilere yol açmıştır.

1913 tarihli Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-u Muvakkatı'nda[12] eski Sıbyan mekteplerinin yerine geçen altı yıllık "Mekâtib-i İptidaiye[13]"de şu tarih dersleri göze çarpmaktadır. (İlk iki sınıfta doğrudan doğruya tarih yoktur. Ancak,

1.Sınıftaki "Musahabat-ı Ahlâkiye[14] ve Medeniye" dersi ile

II. sınıftaki "İslâm ve Türk Büyükleri" dersi, bir çeşit giriş olacaktır)

III ve IV’te "Muhtasar Tarih-i Osmanî",

V ve Vl'da "Muhtasar Tarih-i Medeniyet".


Meşrutiyet'te orta öğretimdeki durumu ise, dilerseniz 1911 tarihli bir müfredat programından izleyelim.

Maarif-i Umumiye Nezareti Mekâtib-i İdadiyede Tedris Olunan Ulûm ve Fünunun Müfredat Programı: 1325-1326 sene-i tedrisiyesine mahsus olmak üzere erbab-ı ihtisastan müteşekkil komisyonlar tarafından mekâtib-i idadiye tedrisatı için tertip edilip Meclis-i Maarifçe Berâyı tetkik[15] kabul olunan Müfredat Programıdır.[16] Yedi yıl, haftada iki ders [olarak].

Birinci Sene: "Tarih-i Enbiya ve Tarih-i İslâm" Hazret-i Âdem... Hz. İsa muhtasaran kıssalarının beyanı.

İkinci Sene; "Muhtasar Tarih-i Osmanî"

Üçüncü Sene: "Tarih-i Umumî" 1. Kurun-u Evvel, 2. Kurun-u Vusta, 3. Kurun-u Cedide, 4. Asr-ı Hâzır

Dördüncü Sene: "Tarih-i Umumî : Mısrîler, Asuriler ile Babillîler, İbranîler, Finikeliler, îranîler, Yunanîler,   Makedonyalılar,   Romalılar,   K. Vusta,   Şarkî Roma...

Beşinci Sene: "Tarih-i Umumî" - İslâm Tarihi

Altıncı Sene: "Tarih-i Umumî" - Osmanlılar

Yedinci Sene: 'Tarih-i Umumi":  Devlet-i Aliyye-i Osmaniye ve Asr-ı Hâzır

Görüldüğü gibi, yeni idadilerin bugünkü ortaokullara karşılık olan ilk üç yılında alaturka, bugünkü liselere karşılık olan sonraki dört yılında ise alafranga bir tarih öğretim programı vardır.

Sekiz yıllık Sultanîlerde ise, elimdeki 1922 tarihli müfredata göre, orta okulun birinci bölümü sayabileceğimiz ilk üç sınıfta hiç tarih dersi olmamakla birlikte, dördüncü yılda yine eski usul "Tarih-i  Enbiya ve Tarih-i   İslâm" girişi yapılmakta, ancak beşinci sınıftaki "Tarih-i Osmanî" konusu, çağdaş bir yaklaşımla incelenmektedir. Sultanîlerin VI, VII ve VIII. sınıflarında, tarih en başından büyük Fransız Devrimi'ne kadar yeniden tekrarlanmaktadır.

Cumhuriyet döneminde ilk ve ortaokullarla liselerdeki tarih eğitiminin envanterini, izninizle, bu okul türlerine göre ayrı ayrı yapmaya çalışacağım. 1924 programına göre, tarih dersleri ilk mekteplerin üçüncü sınıfında, "daha ziyade bir kıraat ve musahabe" şeklinde başlamakta, IV ve V. sınıflarda ise genel tarih ve Türk tarihi karışık olarak okutulmaktadır. Bir yıl denendikten sonra, 1927-28 ders yılından itibaren uygulanan 1926 programında, ilk üç sınıftaki Hayat Bilgisi derslerinin bazı konularıyla bir tür tarihe hazırlık olacağı düşünülmüş, IV ve V. sınıflarda ise doğrudan doğruya tarih dersleri konulmuştur: IV’te İlk ve Orta Çağlar, V'te Yeni ve Yakın Çağlar.

Artık, içerikte, Tarihi Enbiya ve Tarihi İslâm'dan iz kalmamıştır... Osmanlı tarihi de, hanedana bir övgü olmaktan çıkarılmış, özellikle son sultanlara karşı çoğu kez haksız bir yergi halini almıştır. Özde, Meşrutiyet tarih tedrisatından başka bir farkı yoktur.

Atatürkçü, "bütün eski uygarlıklar Orta Asya kökenlidir ve Türk'tür" tezini yansıtan -ki bu tezi daha ileride tartışacağım-1936 programından sonra tarih derslerine bağımsız olarak yer veren son müfredata, 1948 programına bakalım.

Buna göre, ilkokulların IV ve V. sınıflarında haftada iki saat (yirmialtı saatte iki saat) tarih okutulmaktadır. Temel, Türk tarihidir; başka uluslar, Türk tarihiyle ilgileri derecesinde incelenmektedir.

IV. Sınıfta işlenen başlıklar şöyle:

1. İlk insanların yaşayışı ve tarihten önceki devirler

 2. Türk uygarlığı ve yayılması

3. Müslümanlık

4. Türklerin Müslüman oluşu (Selçukluların sonuna kadar.)

V. sınıfta da Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi okutulmakta, yalnız dünya tarihinden iki saptama olarak, biri Osmanlı Gerileme ve Islahat dönemlerinin arasında "Avrupa'da Önemli Değişiklikler", öteki en sonda "İkinci Dünya Savaşı" konularına yer verilmektedir.

Bugün ilkokullarda uygulanan 1968 tarihli programda bağımsız bir tarih dersi yoktur. IV. ve V. sınıflarda, Tarih, Coğrafya ve Yurttaşlık Bilgisiyle birleştirilerek bir "Sosyal Bilgiler" dersi meydana getirilmiştir. Hemen söyleyelim ki, Sosyal Bilgiler adı altında toplanan bu üç disiplin arasında organik bir bütünleşme sağlanabilmiş değildir. Tarih, Coğrafya ve Yurttaşlık Bilgisinin ayrı ayrı okutulmasının ne gibi sakıncaları olduğunu, itiraf ederim ki, bilmiyorum. Herhalde geçmiş uygulamalarda birtakım sakıncalar görüldüğü için bu birleştirmeye gidilmiş olmalı. Fakat yeni program uyarınca yazılmış, yamalı bohça görünümündeki çeşitli ilkokul Sosyal Bilgiler kitaplarında, eskisine oranla herhangi bir yarar göremediğimi de açıklamak isterim.

Müfredata göre, IV. sınıftaki Sosyal Bilgiler dersinin

ilk ünitesi "İlimiz ve Bölgemiz"dir. Tarih konularına ilkin bu ünitede "ilimizin ve bölgemizin tarihi" dolayısıyla değinilmekte, ama "yazının bulunması, tarih çağları, milât, takvim" gibi kavramlar aralara saplanmaktadır,

Asıl tarih, "Yurdumuz" ünitesinde "Yurdumuzda Yaşayan İlk İnsanlar" ve "Türklerin Anadolu'ya Yerleşmesi" diye başlıyor. Programa göre, bu konuların,

birincisinde "Etiler ve Sonraki Uygarlıklar" -yani "Urartu, Frigya, Lidya, İonia, Roma, Bizans"- işlenecektir.

İkinci konuda ise, Türklerin Anayurdu Orta Asya'dan göçler, Anadolu'nun dışındaki Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları ele alınacak;

sonra İslâmlık, Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları ve Türklerin özellikleri anlatılacaktır.

Türlü çelişkilere gebe görünen bu müfredatın okul kitaplarına nasıl yansıdığını, isterseniz ilkokullar İçin Sosyal Bilgiler adını taşıyan kitapların en iyilerinden birini açıp, kısaca araştıralım. Elimdeki kitabın yazarı müfredat programının ikinci ünitesindeki yukarıda anladığım iki konuyu, ilkinde beş tarih bölümü olmak üzere Üç ayrı ünite halinde ele almayı uygun görmüş. Şöyle ki:

Ünite II Konu 7. Yurdumuzda ve Dünyada ilk İnsanlar.  Bu bölümde yazar, Tarih Öncesi-Tarih ayırımını yapıyor: birincisini Yontmataş, Cilalıtaş, Maden, ikincisini İlk, Orta, Yeni ve Yakın Çağlara bölüyor.

("İlk" demenin yanlışlığı, belki "Eski" Çağ demenin daha uygun olacağı yıllardır söylenir; ama bir türlü okul kitaplarına geçmez- burada ona şöyle bir değineyim. Bir de, sırası gelmişken, "Yakın" çağı niçin ille de 1789 devrimiyle başlatırız- Fransız kitaplarını örnek aldığımız için herhalde-, niçin İngiliz Burjuva Devrimi'ni görmezlikten geliriz, XVIII. Yüzyıl sonu yerine XVII. Yüzyılın ortasından başlatmayız, bilmiyorum; onu da söylemiş olayım.)

Konu 8. Türklerin Anayurdu ve Türkiye'ye Gelmeleri (Dikkat edilirse, yazar programın iç çelişkisinden bir ölçüde sıyrılmak için   "yerleşme"  demiyor.   Yerleşmeyi,   "İslâmlık ve Türklerin İslâmlığı Kabulü" konusunu işleyeceği IV, Üniteden sonraki, V. Üniteye, Selçuklular dönemine bırakıyor.)

İşte bu konuda, Atatürk'ün Önayak olduğu ünlü "Millî Tarih" efsanemizin anlatıldığını görüyoruz: "Tarih öncesinin ilk devirlerinde"(!) Orta Asya'da iç denizler, göller, ırmaklar vardı. Su bol, iklim ılıman, toprak verimliydi; her taraf yemyeşil. Bu ortamda sırasıyla hayvancılık, tarım, madencilik gelişti. Kentler kuruldu. İlk uygarlık doğdu. Ama zamanla (!) Orta Asya'da iklim değişti. Yaşam zorlaştı. Göçler başladı. Onlarla birlikte, uygarlık bu ortak beşikten çıkarak Çin'e, Hint'e, Güney Rusya'ya, Orta Avrupa'ya, Mezopotamya'ya, Anadolu'ya, Mısır'a, Ege'ye yayıldı.”

Burada işler biraz karışmaktadır. Yazar, elinden gelse Çin, Hint, Mezopotamya, Mısır, Ege uygarlıklarının Asya kökenli halklarca yaratıldığı varsayımını savunmakla, Türklerin de Asya kökenli olduğunu söylemekle yetinecek, böylelikle, hem resmî tarih tezini açıkça reddetmemiş, hem de bilinen gerçeklerle düpedüz çelişmemiş olacak. Ancak, bu ince noktada durmak mümkün olmuyor. Daha doğrusu, millî tarih tezimizin gerekleri bununla doyum bulmuyor. Çocuklarımız hemen bütün eski uygarlıkların, özellikle Anadolu'daki eski uygarlıkların Türklerce kurulmuş olduğu gibi, içinde binlerce yıllık anakronizmler taşıyan bir yanlışı belliyorlar.

Konu 9. Göçlerden Sonra Anayurtta Kalan Türkler.  Bunlar, sırasıyla Hunlar (!), Göktürkler ve Uygurlardır.

Göktürkler, ayrıca Konu 10'da geniş olarak işlenmektedir.

Konu 11. Eti (Hitit) Uygarlığı-Mezopotamya ve Mısır Uygarlıkları. Göktürklerden sonra, birkaç bin yıl geriye dönmek, kolayca anlaşılabileceği gibi, öğrencileri yukarıda değindiğim kutsal yalana kandırmanın bir gereğidir herhalde. Aynı konuda Okuma Parçası olarak. "Etilerden sonra Anadolu Uygarlıkları" anlatılıyor. Bunlar, programda sıralandığı gibi, Frigya, Lidya, İonia, Roma ve Bizans'tır. Yazarın, vatanperverlik gayretiyle "Yunanlı" dememeye itina ettiği, hep "İyonlar"dan söz ettiği de, dikkati çekiyor.

Kitapta, Ünite IV: "İslâmlık ve Türklerin İslâmlığı kabulü"

Ünite V: "Türklerin Anadolu'ya Yerleşmeleri" yani Selçuklulardır.

Merak ederseniz, Programın anlatılmasını emrettiği, Türklerin özelliklerini de aynı kitaptan sayayım: Cesurluk, Konukseverlik, Doğruluk, Yardımseverlik, Temizlik, Hoşgörürlük ve Büyüklere Saygı, Küçüklere Şefkat. Türkleri birbirine bağlayan bağlar ise, tarih birliği, yurt birliği, dil birliği, kültür birliği, ekonomi birliği ve ülkü birliğidir. Bir ders kitabında ilkokul IV. sınıf Sosyal Bilimlerinin tarih müfredatının nasıl yansıtıldığını göstermek için açtığım parantezi burada kapatarak, yürürlükteki programda

V. sınıf Sosyal Bilgiler dersinin içeriğine geçiyorum.  Bu derste dört ünite vardır:

I. Yurdumuz ve Komşuları

II. Osmanlı İmparatorluğu

III. Cumhuriyetimiz  

IV. Dünyamız

Ünitelerin ortadaki ikisi açıkça tarih konuları olduktan başka, coğrafyanın ağır bastığı birinci ve dördüncü ünitelere de tarih bilgileri serpiştirilmiştir. Az önce baktığımız kitabın devamından bir örnek: Çin hakkında şöyle deniyor -her ne kadar "Adı Halk Cumhuriyeti ise de, yönetim şeklinin cumhuriyet ve demokrasi ile ilgisi yoktur."

Ortaokulların müfredat programları 1973 yılında, 1968 tarihli ilkokul programına paralel olarak yeniden düzenlenmiş: yani, Tarih-Coğrafya-Yurttaşlık Bilgisi "Sosyal Bilgiler" adı altında toplanmıştır. Bu ders, birinci ve ikinci sınıflarda haftada beş, üçüncü sınıfta dört saat okutulmaktadır (29 ya da 32'de beş ve dört saat.)

Ortaokul Birinci Sınıf Sosyal Bilgiler'inin IV, V ve Vl. üniteleri tarihle ilgilidir;

IV. Yurdumuzda Bizden Önce Kimler Nasıl Yaşamışlardır?

V. Apenin Yarımadası  (ki  bu  ünitenin  yarısı  coğrafya oluyor) ve Roma İmparatorluğu

VI. Orta Çağda Avrupa ve Doğu Roma

İlkokul için söylediklerim, burada da aynen geçerli. Nitekim, bu ders kitabında resmi görüş şu inciyle anlatımını buluyor: "Orta Asya'da Türkler, Cilâlı Taş Çağına ve Maden Çağına çoğu toplumlardan önce girmişlerdir."

Ortaokul II. sınıfta Sosyal Bilgiler programının ilk yarısı silme tarihtir:

Ünite I: Ortaçağ'da İslâmlıktan önce başlıca Türk devlet ve uygarlıkları.

Ünite II: İslâmlık- Doğum ve Yayılma

Ünite III: Müslüman Türk Devletleri

Ünite IV: X. Yüzyıldan sonra Anadolu A.  Anadolu Selçuk Devleti B.  Osmanlı Devleti

Ünite V: Yeni Bir Çağ Başlıyor

Ünite VI:  Osmanlı Yükselme Devri  (araya bir coğrafya ünitesi girer)

Ünite VIII: Duraklama ve Gerileme Devirleri

Böylelikle XVIII. Yüzyılın sonuna kadar gelinmiş oluyor.

 

Ortaokul Üçüncü sınıf Sosyal Bilgiler Programının

II. Ünitesi, hikâyeyi kaldığı yerden itibaren sürdürerek XIX. ve XX. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasını ve başlıca dünya olaylarını kapsamaktadır.

III. Ünite ise, "Yeni Türk Devleti'nin kurulması"na ayrılmıştır. Bu sınıf programının ders kitaplarına yansıtılmasından da, isterseniz, ulusçu duygularla gerçeklerin saptırılmasına bir örnek verebilirim.

Bir Üçüncü sınıf kitabı, Birinci Dünya Savaşı'ndaki Çanakkale Zaferimizi ballandıra ballandıra anlattıktan sonra, Mondros Silah Bırakışması'na gidişimizi şu sözlerle açıklamaktadır:

Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale Zaferi: "... öteki cephelerimizde genellikle böyle büyük başarılar olmadı... Sarıkamış'ta Türk ordusunu Rus ordusundan çok, kış aylarının soğuğu yendi. Güneyde ise Sina çölü Türk ordusunun Süveyş Kanalı'nı aşmasına... engel oldu... İngilizlerin Bağdat üzerine yürüyüşlerini Kut-ül Amare'de durdurdular. Burada bir İngiliz ordusunu olduğu gibi tutsak aldılar. Ama, bu sırada Birinci Dünya Savaşı'nı başlatan Almanya, kendi cephelerinde yenilgiye uğrayınca teslim olmuştu. Onu da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Bulgaristan izlemişti. Türkiye, Rus Çarlığı aradan çekilmekle beraber, İngiltere ve Fransa gibi iki zorlu düşmanla karşı karşıya kalmıştı. Dört yıldan beri süren savaş bütün varı yoğu götürmüş, Anadolu'da askere alınacak er bile kalmamıştı. Bu durumda tek başına savaşmak gücü kalmayan Türkiye de barış istedi."

Lise Müfredat Programlarında ise, henüz Sosyal Bilgiler birleştirmesi yapılmamıştır. (İleride yapılacak mı, onu da bilmiyorum.) Şimdi yürürlükteki program 1957 tarihlidir. (Yani Tevfik İleri'nin bakanlığı dönemi!) Bağımsız tarih dersleri haftada ikişer saat okutulmakta, -son sınıf edebiyat şubesi üç saat-, bütün sınıflarda iki haftada bir saat "Türkiye Cumhuriyeti ve İnkılâbı Tarihi"ne ayrılmaktadır. Bunun dışında,

Lise 1 tarihinin konusu "İlk Çağ",

II’ninki "Orta Çağ",

III’ünkü "Yeni ve Yakın Çağlar"dır.

(Ayrıca Lise II Edebiyat şubelerinde okunan bir "Genel Sanat Tarihi" dersi ile Lise II. sınıf Edebiyat ve Fen şubeleri için ortak bir 'Türk ve İslâm Sanat Tarihi" dersi de vardır. Ama bunların üstünde durarak konuyu genişletmek istemiyorum)

Şunu da hatırlatayım ki, bir ara (1950'lerin ilk yıllarında) Lise oniki sınıf olunca, IV. sınıf Edebiyat şubelerinde "Yeni ve Yakınçağ Tarihinden Seçilmiş Siyasî ve İçtimaî Meseleler" okutulmuştu. Fakat, bu sorunsal yaklaşım pek başarılı olmadı. Daha çok, XVI-XIX. yüzyıl Osmanlı ve Batı tarihinden bazı bölümlerin tekrarıyla derinleştirilmesi gibi bir durum ortaya çıktı.

Lise programlarını, bir de ders kitaplarından izlemek isterseniz, daha önceki öğretim basamaklarında değindiğim, "İlk uygarlıkları kuranlar Türklerdi" efsanesinin bu düzeyde daha dikkatle sınırlandırıldığını, Orta Asya kökenlilığin Türklükle özdeş tutulmadığını; örneğin (Niyazi Akşit ve Emin Oktay tarafından yazılmış) bir kitapta, en eskileri şöyle dursun, bunlardan başka hiçbir eskice halka açıkça Türk denmediğini gözlemleyebiliriz. Ortaokul kitaplarından verdiğim örneğin ise, bir Lise III tarih kitabında şöylece düzeltildiğini görüyoruz: "Batı cephesinde Almanlar yenildiler. Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan cepheleri de çöktü. İyi yönetilmeyen Osmanlı orduları da hak, Hicaz ve Suriye'de müttefikler tarafından yenildiler. Bunun üzerine İttifak devletleri mütareke istemek zorunda kaldılar.Bu arada Osmanlılar da Mondros mütarekesini imzalayarak savaştan çekildiler."

Bu envanterden sonra, şimdi şu soruları sormak istiyorum: İlk ve orta öğretim düzeyinde tarih eğitiminde ne yapılıyor, niçin yapılıyor, nasıl yapılıyor?

Biraz zoraki bir ayrımla -gerçekte iç içe olarak- yapılan, galiba şudur: Çocuğa birtakım bilgiler vermek, bazı duyguları aşılamak, bir düşünce biçimi kazandırmak.

Bunları kendi başlarına tartışmayacağım, Tarih eğitimi -eksik ve yanlışları da olsa- birtakım bilgiler vermekte, -aralarında beğenmediğimiz türden olanları da bulunsa- bazı duygular aşılamakta, -hatalı, hatta zararlı da saysanız- bir düşünme biçimi kazandırmaktadır. Aslında, bu aksaklıklar, birbirleriyle sıkı sıkıya ilişkilidir.

Onun için, amaçlara geçelim; niçin tarih eğitimi sorusuna. Bunları belki şöyle sayabiliriz:

-  Çocuğun geçmiş'i ve bugün'ü anlamasına yardımcı olmak,

- Onda, bütün insan etkinliklerine karşı bir duygudaşlık uyandırmak, böylelikle yetişmesinin ufuklarını da genişletmek,

-  Kendisini bir zaman boyutunun, sürekli bir akışın içinde görmesini sağlamak,

-  İnsan soyunun bir üyesi sıfatıyla geçmişe neler borçlu olduğunu ve geleceğe karşı ödevlerini -bilinç ve misyonunu-kavratmak,

-  Evrenin hep böyle olagelmediğini anlamasını ve geçmiş deneylerin çeşitliliğine bakarak, gelecekte de ne geniş olanaklar bulunduğunu düşünmesine yol açmak,

- Olayları neden ve sonuçlarıyla birlikte görüp açıklamaya alıştırmak; görünüşte ve gerçek nedenleri ayırmayı (bu arada, siyasal gelişmelerin toplumsal tabanlarını araştırmayı) öğretmek; dolayısıyla kafaca oluşumuna yardımcı olmak,

-  Toplum ve birey ilişkisini -doğru örneklerle- kavramasına; sonul amacın gerçekten özgür kişiler yaratmak olduğunu, fakat bu amaca ancak iyi kurulmuş, âdil bir ortamda erişilebileceğini anlamasına yardım etmek,

- Yüksek insan değerlerini benimsemesine çalışmak (yurtseverlik de bunların arasındadır, bence); asıl, dünyanın her neresinde, her ne zaman, her kime karşı bir haksızlık yapılmışsa, kendisine yapılmışçasına ona isyan etmesini, her kim değerli bir iş yapmış, insana bir şey katmışsa, ona gönülce bir yakınlık duymasını sağlamak.

Aklıma ne güzel lâflar geliyor, ama bu edebî listeyi daha genişletmek istemiyorum. Fakat son maddeyi biraz açmak gerek. Çünkü, bu tehlikeli bir nokta. Tarihin propagandif amaçları olabileceğine birçokları karşı çıkarlar. Oysa ben, böyle bir aşılayıcılık, yayıcılık işlevine toptan karşı değilim. Değer'ine bakar, bu. Neyin propagandası, nelerin yayılmasıdır söz konusu olan? Çoğu kez, değer diye aşılanmak istenen kimi görüşler, korkarım, değer falan değil, zararlı birtakım önyargılardır.

Bu gibi amaçların ışığında, bizdeki ilk ve orta düzeyde tarih eğitiminin halen nasıl yapılmakta olduğuna gelince, eleştirilecek pek çok nokta bulunduğunu sanıyorum. Önce, ulusal değerler adına, tarihe karşı işlenen günahları hatırlayalım. Bir kere, Atatürk'ün başlattığı "Millî Tarih" tezinin yoğunluk ve coşkusu yarım yüzyıldır giderek azalmakla birlikte, etkileri bugün de sürüyor. İlkokuldan liseye doğru çıktıkça, resmî görüşün yumuşatıldığını, tevil edilmeye çalışıldığını gösterdim. Bu görüşün, ilk ortaya atıldığı zaman ne gibi siyasal kaygı ve gereksinimlerden esinlendiği herkesçe bilinmektedir. Ama, günümüzde tevil çabalarını bir yana bırakıp, bu efsaneye artık kesin bir son vermenin zorunlu olduğu inancındayım.

Sonra, daha genel olarak, çocuklara, "biz her zaman şöyle büyüktük, böyle büyüktük, tarihte herkesi dövdük, savaşlarda hiç yenilmedik" diyerek bir üstünlük kompleksi vermek, bunun bir örneği, benim de dikkatimi çekmişti, Öğle arasında sayın Ahmet Mumcu hatırlattı: Meselâ Napoleon'u Akkâ'da perişan etmemiz. Napoleon'a biz çok fena bir mağlubiyet tattırmışız; hayatındaki tek mağlubiyeti. Adamı bizim orada durdurabilmemiz böyle abartılır. Napoleon'u tarihte mağlup edenler Türklerdi efsanesi çocuklara böyle bir üstünlük kompleksi vermek, büyüyüp de akılları erince, düpedüz geri kalmış bir ulus olduğumuzu öğrendikleri zaman, onulmaz bir aşağılık duygusuna kapılmalarından başka bir işe yaramamaktadır.

Bu şovenlik saplantılarının dışında, ilk ve orta eğitimimizin, biraz önce güzel güzel saydığım amaçları yerine getirmekten uzak kalışı, bana öyle geliyor ki, geniş ölçüde tarih kitabı yazarlarının -ve müfredat programı düzenleyenlerin- yaptıkları iş hakkında doğru bir fikre sahip olmayışlarındandır.

Basitçe söylendikte, tarih ders kitaplarımız dogmatik edalı "kesin" bilgilerle dolu. Oysa, tarih şöyle dursun, dinden başka herhangi bir alanda bu tür bilgi olamaz.

Tarihte, üstüne üstlük, hemen her konu az çok kuşkulu kaynaklara dayanıyor.

Böyle bir alan, genç kafaları göreci ve eleştirici yönde düşünmeye alıştırmak için son derece elverişlidir. Tarihsel bir olayın dayanakları ve onun öyle olmadığı yolundaki karşı kanıtlar ortaya konulsa, okuyucu ya da öğrencinin bu yargılamaya katılması sağlansa, ancak o zaman bir bilgi yükleme yerine, bir "eğitme" sürecinden söz edilebilir. Hem böylesi, historia sözünün en baştaki anlamına da uygun düşer.

Bu terim, Homeros'ta "yasal bir anlaşmazlıkta kanıtların incelenmesi"ne ilişkin olarak kullanılmaktadır. Bury'nin Ancient Greek Historians kitabında okuduğuma göre, bu bağlamda historia "yetenekli, akıllı bir kimsenin önüne getirilen bir davada ileri sürülen olguları araştırarak, hangilerinin doğru olduğuna karar vermesi" demekmiş. Aynı sözcük, giderek, Önce doğruyu ortaya koymak için girişilen böyle bir araştırma, sonra da herhangi bir konuda böylece edinilen bilgi anlamını kazanmış. Buradaki "doğru", objektivist bir hayalcilikle, "tarihte nasıl olmuşsa, onun doğrusu" diye anlaşılmaz da, günümüzün düşünsel gereklerine ve benimsediğimiz değerler sistemine uygunluk anlamında kabul edilirse, benim için böylesi bir anlayış tarih eğitimine kılavuzluk edecek en önemli ilkedir.

 

Eleştirel Tarih Yazıları, Mete Tunçay, Liberte Yayınları, 244-256



[1] Bu konuşmanın yer aldığı ilk kaynak. Felsefe Kurumu Seminerleri, [1975], s. 276-285. Mete Tunçay

[2] Saffet Paşa: https://islamansiklopedisi.org.tr/saffet-mehmed-esad-pasa

 [3] 1869 Maarif-i Umûmiye NizamnâmesiOsmanlı Devleti'nin İdadi Mektebi adıyla, rüştiyelerden sonra gelen bir orta öğretim kurumu kurulmasını öngördüğü yasa. Maaarif Nazırı Saffet Paşa tarafından 1869 yılında Osmanlı Devleti'nde orijinal adıyla Nezaret-i Celile-i Maarif-i Umumiye veya kısa adıyla Maarif Nazırlığı'nda (Osmanlı Milli Eğitim Bakanlığı'nda) yapılan değişiklikle klasik Osmanlı medrese eğitiminden vazgeçilerek ilk kez yeni bir eğitim nizamnamesi hazırlanmıştır. Bu nizamname ile idadilerin öğrenim süresi beş yıl olarak kabul edilmiştir. 1876 yılına kadar taşrada bir, İstanbul’da dört veya beş civarında idadi açılabilmiştir.  https://tr.wikipedia.org/wiki/1869_Ma%C3%A2rif-i_Um%C3%BBmiye_Nizamn%C3%A2mesi

[4] Sıbyan Mektepleri: Osmanlı İmparatorluğu'nda ilköğretim kurumlarına verilen genel ad. https://tr.wikipedia.org/wiki/S%C4%B1byan_mektebi

[5] Muhtasar: Özet. Burada giriş/başlangıç niteliğinde bir dersten, konulardan söz ediliyor.

 [6] Rüştiye Mektepleri: Mekteb-i Rüşdî (çoğulu Mekâtib-i Rüşdiye), 1839'da ilân edilen Tanzimat Fermanı sonrasında Osmanlı Devleti'nde açılan ortaöğretim kurumudur. https://tr.wikipedia.org/wiki/R%C3%BC%C5%9Fdiye

[7] Biblical History: İncil Tarihi. İncili temel alan din tarihi.

 [8] Tarih-i Enbiya: Arapça, Nebî (peygamber) kelimesinin çoğulu Enbiya’dır. Peygamberler Tarihi.

[9] “Bütün Osmanlı padişahlarının; doğum, tahta çıkma ve ölüm tarihlerini gösteren bir liste/çizelge”

[10]Olaylar, hakikate göre tarafsız yazılmalı ama vatan sevgisi açısından yüceltme ve övgüyle hatırlanmalı”

 [11] İmsak: Sakınma, Kendini tutma.

[12] İlköğretim Geçici Kanunu

[13] İlköğretim

[14] Ahlak Sohbetleri.

[15] İncelenerek

[16] İstanbul-Matbaa-i Âmire 1327 Tarih (s. 79-98)

Dipnotlar, vurgular bana aittir DK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder