[ Bu yazı, başlıkla aynı isimle yayımlanmış olan kitabın sonuç bölümüdür. Yazar Eric Jan Zürcher'dir. ]
***********************************
SONUÇ
1918 yılında, yaklaşan yenilginin farkında olan ittihat ve Terakki Cemiyeti hem başkentte hem taşrada ulusal bir direniş hareketini örgütlemeye yönelik ilk adımları attı. Bunu iki düzeyde gerçekleştirdi: Gizli olarak, bir yeraltı ağı oluşturdu ve açık olarak, Türkiye'deki kamuoyunu uyarmaya ve barış konferansında Türk ulusunun haklarının tanınmasına yönelik siyasal örgütler kurdu.
Gizli örgütlenmenin başlıca aracı, bugüne kadar ulusal direniş hareketindeki önemli rolü göz ardı edilmiş olan Karakol Cemiyeti idi. 1918 Ekim'inde İttihatçı lider kadronun kurduğu bu örgüt, eski ittihatçıları çatısı altında topladı, direniş şebekeleri kurdu ve Anadolu'ya adam ve malzeme kaçırdı. Bu iş için, Enver'in 1914'te kurduğu Teşkilât-ı Mahsusa'nın kaynaklarından ve uzmanlığından geniş ölçüde yararlandı. ittihatçılar siyasal düzeyde, eski İTC'nin doğrudan devamı olan siyasal partiler (Teceddüt Fırkası, Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası) ve İTC'yle güçlü bağları olan kültürel ve sosyal örgütler aracılığıyla kamuoyunu harekete geçirmeye çalıştılar. İttihatçıların ve başkalarının ulusal bir siyasal cephe oluşturma girişimleri, İttihatçı karşıtı Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın, eski İTC üyeleriyle işbirliği yapmayı reddetmesi yüzünden sonuçsuz kaldı.
Anadolu ve Trakya vilayet merkezlerindeki İTC yerel şubeleri, çoğu zaman başkentteki bölgelerinin mebuslarıyla yakın işbirliği içinde, ulusal ajitasyonu başlattılar. Bu, ilk direniş merkezleri olan Kars, Trabzon, Erzurum, İzmir ve Edirne'de böyle olmuştur. Ulusal eylemciler Birinci Dünya Savaşı'nın son evresinde Teşkilât-ı Mahsusa'nın yaptığı gizli silah ve malzeme depolarından yararlanabilirlerdi, gerçekten yararlanmışlardır.
Ulusal hareket, Osmanlı ordusunun hem Harbiye Nezareti'ndeki hem de çeşitli yerlerdeki önde gelen birçok subayı tarafından desteklendi. Bunlar direnişe yardımcı oldular ve ordunun terhisini baltaladılar. Bu süreçte, 1908'den önce İTC'nin kurulmasında aktif olan, yakın işbirliği içindeki, miralay ya da mirliva rütbeli subaylar grubu en aktif rolü oynadı.
Bugüne kadar İttihatçılara ait hiçbir ulusal direniş planı ortaya çıkarılmamıştır, ama 1918 yılında hem Enver hem de Talât direnişi hazırlamak için çalışmalar yapmışlardı. Enver 1918'de Kafkaslardan mücadeleyi sürdürmeyi planlamış, ama ani ve ciddi bir rahatsızlıktan ötürü bu planını gerçekleştirememişti. Ne var ki, bu amaçla daha önce kuvvetlerini doğuda toplamıştı. Anadolu'da ulusal çetelerle mücadeleyi sürdürme planı 1918'de yeni değildi, 1915'e uzanıyordu. Bu tarihte İTC, İtilaf kuvvetlerinin Çanakkale Boğazı'nı yarmasından endişe etmiş ve başkenti terk edip Eskişehir veya Konya'da bir üs kurma yolunda çalışmalar yapmıştı. Bu planlar 1918-1919'daki direnişin temelini oluşturmuş olabilir.
Mustafa Kemal Anadolu'ya geçme kararını, başkentte etkili bir siyasal mevki elde etmek için altı ay uğraştıktan sonra, görece geç bir tarihte, 1919 Nisan'ının ortasında vermiştir. Bu kararı verirken, Anadolu'da bulunan subay arkadaşlarının baskısından veya Ferit Paşa hükümeti tarafından eski İttihatçı subayların tutuklanmalarının devam etmesinden ve bazı İtilafçı gazetelerin kendisinin de tutuklanmasını istemelerinden etkilenmiş olması güçlü bir ihtimaldir. Öte yandan, Karakol Cemiyeti'nin önerisiyle direniş hareketinin başına geçmek üzere Anadolu'ya gitmiş olduğu iddiası da doğru olabilir. 1919 başlarında hem Mustafa Kemal'in hem de İsmet'in Karakol Cemiyeti liderleriyle bağlantı halinde oldukları ve bu bağlantıların ulusal direniş konusunda olduğu kesindir.
Mustafa Kemal'in Dokuzuncu Ordu müfettişliğine atanmasındaki amaç, Doğu Karadeniz Bölgesi'nde huzuru sağlamasıydı. Bu atama, onu başkentten uzaklaştırmak için yapılmadığı gibi, hükümetin ulusal direniş hareketini başlatmak amacıyla yaptığı bilinçli bir girişim de değildir. Harbiye Nezareti'ndeki subaylar, Mustafa Kemal'in planlarını biliyorlardı ve bu planların uygulanmasında ona destek oldular.
Bağımsızlık mücadelesi yıllarında Mustafa Kemal, tedricî olarak, hareket içindeki bazı grupların kendilerine bağlılık göstermesini isteyebilecek -ve gerçekten istemiş olan- bütün rakipleri karşısında üstünlük sağladı. Hareket, İttihatçı örgütlere dayanarak oluşturulmuştu, dolayısıyla hareketin liderliği için en tehlikeli rakipler eski İttihatçılardı. 1920'de İtilaf Devletlerinin İstanbul'u işgali, Ankara'ca, bağımsız bir çizgi izleyen ve Sovyet hükümetiyle görüşmeler yapan Karakol Cemiyeti'ni tasfiye etmek için kullanıldı.
Karakol'un yerine Ankara'nın sıkı bir biçimde kontrol ettiği Millî Müdafaa Grubu yerleştirildi. 1921'de ulusal hareketin radikal kanadı Mustafa Kemal'in İtilaf Devletleriyle anlaşmak istediğinden şüphelendi ve onun yerine Enver'i getirmeye çalıştı. Enver Türk sınırlarına geldi ve onun tarafına geçen Trabzon'daki Milliyetçi örgütün yardımıyla ülkeye girmeye çalıştı. Ama yurtiçindeki İttihatçılarla yurtdışındakilerin çalışmalarının kötü koordinasyonu Kemalistlere etkili karşı önlemler alma imkânını verdi ve Sakarya zaferi, liderliği kaybetme tehlikesini ortadan kaldırdı.
Mustafa Kemal'e karşı 1921-1922'de gelişen İkinci Grup muhalefetinin belirgin bir İttihatçı karakteri yoktur.
Millî mücadelenin zaferinden sonra, Ocak 1923'te, (eski ITC İstanbul şubesi başkanı ve Karakol Cemiyeti'nin kurucusu) Kara Kemal ile Mustafa Kemal, muhtemelen Mustafa Kemal'in isteği üzerine, İttihatçıların gelecekteki rolü konusunu görüştü. Bu görüşmeler, Mustafa Kemal'in kamuoyunu yönlendiren kişilerle bağlantı kurmak için çıktığı Batı Anadolu gezisi sırasında gerçekleşmiştir. Bu görüşmelerin bir sonucu olarak bir grup İttihatçı, Nisan 1923'te İstanbul'da 'kongre' biçiminde toplantılar yapmıştır.
Ayrı bir parti olarak gelecek seçimlere katılmama kararı almışlar, ama aynı zamanda yeniden canlandırılan İTC için dokuz maddelik bir program hazırlamışlardır. Bu görünüşteki çelişkinin açıklaması, bu kişilerin Mustafa Kemal'in yeniden canlandıran bir İTC'nin başına geçmesini -bu durumda onu destekleyeceklerdir- istemeleridir. Ancak, Mustafa Kemal bu öneriyi reddetmiş ve bu gruptan yalnızca iki kişi, Halk Fırkası'nın üyesi olarak ikinci Büyük Millet Meclisi'ne girmiştir. 1924'te, liberal demokratik programı 1923'teki önerilerine benzeyen TCF'yi desteklemişlerdir. 1926'da, reformlarına karşı artan muhalefet, sürekli olarak kötü olan iktisadî durum ve dış siyasette bir yenilgi (Musul sorunu) ile karşılaşan Kemalist yönetim, liderliğin bütün potansiyel rakiplerini ezmiştir. Ziya Hurşit (İkinci Grup'un önde gelen bir üyesi) idaresinde cumhurbaşkanını öldürmeye yönelik bir komplonun ortaya çıkarılışı; 1921'de Enver'i geri getirmeye çalışan İttihatçıların, eski Karakol Cemiyeti üyelerinin, 1923'te eski duruma dönmeye çalışan İttihatçıların ve 1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kuran ulusal direniş hareketi liderlerinin temizlenmesi için kullanılmıştır. 1926 davaları sırasında, savcı, suikastın, İTCnin paravan örgütü olarak işlev gören TCF içinde hazırlandığını iddia etmiştir.
Ama TCF ve İTCnin suikastle ilişkisi hiçbir zaman kanıtlanmamıştır. TCF, Mustafa Kemal'in kendi partisinden, Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan daha belirgin bir İttihatçı karakter taşımaz ve kesinlikle 1921 ve 1923 ittihatçı eylemcileriyle özdeş sayılamaz. Kaldı ki, 1921 eylemini gerçekleştirenler ile 1923 eylemini gerçekleştirenler başka başka kişilerdir.
Suikast, ikinci derecede önemli siyasetçilerden küçük bir grubun işidir ve esas olarak Mustafa Kemal'in adamlarının Ali Şükrü (muhalefete mensup Trabzon mebusu) ve Halit Paşa (muhalefete mensup Ardahan mebusu) cinayetlerine karşı bir intikam duygusuyla hazırlanmıştır.
Ulusal direniş hareketi ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Mustafa Kemal'in oynadığı rolün büyüklüğünden dolayı, İTCnin ulusal hareketteki rolünü incelememiz için, önce, bir önceki dönemde Mustafa Kemal ile cemiyet arasındaki ilişkileri berrak bir biçimde anlamamız gerekir.
Mustafa Kemal, İTCnin gerçek kurucusu (daha sonra liderliği Enver, Talât ve Cemal gibi 'sorumsuz kişiler'ce gasp edilmiş) ya da İTC ile büsbütün ilişkisiz bir subay olarak değişik biçimlerde gösterilmektedir. Bu iki versiyon da reddedilmelidir.
Bu yüzyılın başlarında, Osmanlı İmparatorluğu'nda, 1876 anayasasının tekrar yürürlüğe konmasını hedefleyen ihtilalci faaliyetler yeniden güç kazanmıştır. Bu faaliyetler, birtakım gizli örgütlerin kurulmasına yol açmış, 1889'da kurulup 1896'da yurt çapında bir örgüt iken dağıtılan ilk İTC'nin yerel şubeleri bunlar için güç kaynağı olmuştur. 1905'in ikinci yarısında, Mustafa Kemal, Şam'da Vatan adlı gizli bir cemiyete katılmıştır. Nisan veya Mayıs 1906'da doğduğu yer olan Selanik'te bir şube açmıştır. Ama kısa bir süre sonra 1906 yazında, Selanik'te, başka kişiler tarafından başka bir örgüt kurulmuştur. Bu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'dir. Daha sonra İTC'ye dönüşen ve 1908 devrimini gerçekleştiren bu örgüttür. Mustafa Kemal Suriye'ye gittikten sonra Vatan Cemiyeti'nin Selanik şubesi gelişememiş ve üyeleri OHC'ye katılmışlardı. Yeni örgütlerinde de önemli bir rol oynamadıkları kesindir. OHC, 1907 Eylül'ünde Ahmet Rıza'nın Paris'teki ITC'si ile birleşmiş, 'göçmen' siyasetçilerin de etkisi pek gözükmemiştir. Mustafa Kemal, Makedonya'daki Üçüncü Ordu'ya atandıktan sonra Ekim 1907'de sıradan bir üye olarak İTC'ye yeniden girmek zorunda kalmıştır. Bu, muhtemelen İTC ile ilerideki ilişkilerini derinden etkilemiştir.
Mustafa Kemal, 1908 devriminde önemli bir rol oynamamıştır ve Enver gibi bir halk kahramanı olamamıştır, ama cemiyetin güvendiği bir üye olduğu anlaşılıyor. Cemiyetin vurucu gücünü oluşturan ve ne zaman bir kriz olsa yardıma çağrılan genç eylemci subaylar arasındaydı. 1908 devriminden sonra cemiyete taraftar kazandırması amacıyla Trablusgarp'a gönderildi. 1909 Nisan'ında karşı-devrimin bastırılmasında, 1911'de Libya'nın İtalyanlara karşı savunulmasında ve 1913 Balkan Savaşı'nda önemli roller oynadı. Bu dönemde İTC'nin önde gelen fedaileriyle yakın ilişki içindeydi. 1911'de Libya'da var olan ve Balkan Savaşı sırasında Şarköy harekâtının fiyaskoyla sonuçlanması nedeniyle daha da büyüyen Mustafa Kemal ile Enver arasındaki anlaşmazlık, Enver'in 1913'te önde gelen diğer İttihatçılarla birlikte düzenlediği hükümet darbesinden sonra harbiye nazırı olması üzerine, Mustafa Kemal'in İTCnin güç merkezinden uzaklaştırılmasıyla sonuçlandı. Ne var ki, bundan, Mustafa Kemal'in İTC'den ayrıldığı sonucunu çıkarmak yanlıştır. İTCden ayrıldığını gösteren hiçbir belge yoktur. Tam tersine, 1919'da bile bir ittihatçı sayılmaktaydı. Ancak, ITC monolitik bir örgüt değildi. Değişik ve çoğu zaman birbiriyle çarpışan fraksiyonlardan oluşmuştu. Mustafa Kemal etkisini 1914'ten sonra kaybeden Cemal Paşa-Fethi (Okyar)Jrak-siyonuna bağlı görünüyor. Dünya Savaşı sırasında Mustafa Kemal, Enver'in siyasetlerini açıkça eleştirmiştir, bundan kariyeri zarar görmüş olabilir. Kuşağının öteki subaylarıyla karşılaştırılınca kariyerinin normal bir çizgi izlediği görülüyor. Tarihçiler ve biyografi yazarları, onun kariyeri ile Enver'inkini karşılaştırmaya meraklı gözüküyorlar, ama siyasal mevkii sonucu fevkalâde hızlı bir yükseliş gösteren ikincisidir.
Mustafa Kemal, Türkiye'nin modern tarihini etkilediği kadar, modern Türk tarihyazımmı da etkilemiştir. Bu, yeni Türk devletinin kurulmasını sağlayan ulusal direniş hareketinin kuruluş evresi için özellikle doğrudur ve bunun İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin bu dönemdeki betimlenişinde son derece belirgin bir etkisi vardır.
Bu dönemin, ders kitaplarında ve devlet yayınlarında görülebilecek 'ortodoks' Türk tarihi, şeklini, İTCnin Kemalist propaganda ve 1926 yazındaki siyasal davalar ile bütünüyle karalandığı bir zamanda (1926-1927) almıştır. Bu tarih, esas olarak, Mustafa Kemal'in -siyasal rakiplerini tasfiye mücadelesinde bir silah olan- kendi anılarına dayanır. 1926 temizlik hareketi, muhtemelen Mart 1926'da Mustafa Kemal'in İTCyi sert bir biçimde eleştirdiği anılarının yayınlanmasıyla hazırlanmıştır. Mustafa Kemal'in 1927'de okuduğu ünlü Nutuk'u 1919-1927 yıllarının tarihi olarak değil, 1926 temizlik hareketini haklı çıkarma girişimi olarak görülmelidir. Böylece Türk tarih ve biyografileri, Kemalistler ile İttihatçılar (bunlar tamamen farklı gruplar olarak değerlendirilir) arasındaki karşıtlığı, birincilerin rolünü abartıp ikincilerinkini hemen hemen yok sayarak büyütür. Onlar ulusal hareketi Mustafa Kemal'in özgün bir yaratımı olarak belirler ve Jön Türk dönemi ile Kemalist dönem arasındaki sürekliliği ve ulusal direniş hareketinde İTC'nin oynadığı rolü yok sayarlar.
Ancak 1950'li yılların ortalarından bu yana, Mustafa Kemal'in çağdaşlarının ve çalışma arkadaşlarının anılarının yayınlanmasıyla -ki bunlar özellikle 1960'larda daha özgürlükçü bir ortamın oluşması sayesinde yayınlanabilmektedir- bu tablonun değiştirilmeye çalışıldığını görüyoruz.
Ancak, Türk tarihyazımının ana çizgisi üzerinde muhalif kaynakların etkisi sınırlı olmuştur. Bugün bile, yabancı ve Türk tarihçiler, genellikle ulusal direniş hareketini ve bu harekette İTC'nin ve Mustafa Kemal'in rollerini incelerken 'ortodoks' Türk tarih versiyonuna sıkı sıkıya bağlı kalmaktadır.
Eric Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, İletişim Yayınları, Çeviren: Nükhet Salihoğlu
İstanbul - 3. Baskı 2005. s. 241-248
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder