30 Ocak 2019 Çarşamba

Seydi Ali Reis'in Hint Denizi'nde Başına Gelenler

Katip Çelebi


Seydi Ali Kapudan: Bu Hüseyinoğlu Seydi Ali, Katibi takma adıyla ün almış olup beğenilir şiirleri ve deyişleri olduktan başka deniz işlerinde ve felekiyatta bilgi sahibi, nazım ve nesirle yazmaya gücü yeter bir varlıktı. Hind Denizi üzerine Muhit adlı bir kitabı; rubu', usturlap, rubu' mukantara ve ceyb fenlerini[1] toplayan Mirat-ı Kâinat adlı bir eseri ve Fethiyye Çevirisi vardır. Ondan sonra Tersane Ocağına onun benzeri gelmemiştir.
Merhum Sultan Süleyman Han ile Rodos fethinde birlikte olup sonra Mağrıp'ta ve başka yerlerde merhum Hayreddin Paşa, Sinan Paşa ve başka kapudanlarla türlü hizmetler eylemiş ve ataları lstanbul'un fethinden beri tersane kethüdaları olduğundan derya ilmi[2] kendisine miras olmuştu. Bundan dolayı Sultan Süleyman Han do­kuz yüz altmış sonlarında [1556] Mısır kapudanlığını kendisine verüp Basra'da olan gemileri Mısır'a iletmesini ferman eyledi.


Seydi Ali Kapudan'ın Muhit-i Şarki Tarafına Seferi: Dokuz yüz altmış bir muharreminde [Aralık 1553] bu kapudan ferman gereğince Halep'ten çıkup Musul ve Bağdat yolundan Basra'ya vardı. Orada bulunan beş parça gemiyi donatıp mevsim zamanı yaklaşınca; Basra valisi Mustafa Paşa denizcilikte maharetli bir şerifi[3] firkate ile Hürmüz tarafına göndermiş, gelince ve o kıyılarda kâfirlerin dört parça barçadan başka gemisi yoktur, deyince asker gemilere girüp şabanın gurresinde [10 Haziran 1556] Basra'dan çıktılar. Bu şerif, Hürmüz'e varıncaya kadar firkatesiyle yoldaş olmak içün birlikte koşuldu. Abbadan, Desbul ve Şetr kenarları ile Harek Adası, Sirafe ve Lahsa yakınında Kattfe ve Bahreyn'e varıldı; hakimi Murad Reis ile görüştü. Sekiz kulaç deniz dibinden tulumla bahriler[4] dalup tatlı su çıkarırlardı. Oradan eski Hürmüz'e, Beraht'a ve Hürmüz'e varıldıkta şerif döndü.
Portekiz Keşifleri ve İlhakları

    Seydi Ali Kapudan'ın Portokal Kâfirleriyle İki Kez Savaşması: Zafar kıyıları geçilüp Şehr-i Horfekan yakınına kırkıncı günü, ki ramazan-ı şerifin onuncu günüydü [18 Temmuz 1556] kocakuşlukta varıldığı zaman ansızın yere batası kafirlerin dört parça karaka dengi büyük baskın barçaları, üç büyük kalyonları, altı parça Portokal karavulası[5] ve on iki parça çekdirir kaliteleri, hepsi yirmi beş parça gemi üstlerine geldi.
İslamlar da hemen tente fora edüp demir alarak savaş yaraklarını hazırladılar; direklere flandıralar asılup sancaklar açıldı.[6] Şanı yüce Ulu Tanrı Hazretlerinin yardımına güvenüp gülbank-ı muhammedi ile savaşa başlandı. Öyle bir top ve tüfek savaşı oldu ki anlatılmaz. Tanrı'nın yardımıyla bir [kafir] kalyonu top vuruşunda delinüp Fekkü'l-Esed Adası üzerine arkuru olup battı gitti.[7]
    Sözün kısası yatsı vaktine dek kıyasıya savaştılar. Sonunda kapudan fener yakup kafirler de gemilerine tembih topu atup "dönün" deyince barçalar tiramola etti, yani halat bozup Hürmüz tarafına yönelüp yüz döndürdüler.[8] Allah'ın yardımıyla kafir yenildi. Sonra sert rüzgâr çıkup ertesi gün Şehr-i Horfekan'a varıldı. Asker sulanup on yedi günde de Maskat Kalesi ve Kalhat yakınına varıldı.
    On iki büyük barça ve yirmi iki kalite,  hepsi otuz dört parça gemiyle Gova kapudanı Gornedor'un[9] oğlu ramazan-ı şerifin yirmi altıncı günü [3 Ağustos 1556] tan ağarırken Maskat Limanı'ndan çıkup barçalar ve kalyonlar mayıstıralarını[10] takup tembihlerini ekleyüp, karavulalar çenber yelkenler açup gemilerini flandıralar ile donattılar; İslam gemileri üzerine yürüdüler. .
Onlar da önceki gibi Ulu Tanrı’ya  sığınup savaş içün kıyıda hazır durdular. Barçalar gelüp kadırgalara çattı, kıyasıya top ve tüfek, ok ve kılıç savaşı olup öyle bir savaş oldu ki anlatılmaz. Bacaloşkalar[11] barçalardan nebtiz gibi geçer ve şaykalara büyük pencereler açardı. Kâfirler de kadırgaları geriye döndürüp küleklerden el kayası yağdırdılar ve bir kadırgaya kumbara atup yaktılar.[12] Bir barça da birlikte yandı. Ve beş barça ve beş kadırgayla kıyıya arkuru olup hepsi batup gitti. Bir barçaları yelken gücüyle oturdu, o da yok oldu. Sözün kısası, iki yandan da asker zebun oldu, kürekçi taifesinin kürek çekmeden ve top salya etmeden güçleri kalmayup ister istemez demir bırakıldı; demirler kıyıya atup demir üzerinde de savaş oldu.[13]
Sandallar indirilüp batan kadırgaların reisleri Alemşah Reis, Kara Mustafa, Kalafat Memi, gönüllü serdarı Dürzi Mustafa Bey ve başka Mısır kullarından[14] ve halatçıdan iki yüz kadar adam alınup kürekçileri Arap olduğundan kıyıya döküldüler. Çok Necid Arabı gelüp İslamlara yardım etti. Kâfirler de barçalarda olan kâfirleri aldılar.
Bu savaş Hayreddin Paşa merhumun Anderya Dorya savaşına üstündü. Az askerin böylesine savaş ettiğini bilmiyoruz. Sonunda gece erişüp sert rüzgâr çıktı. Barçalar ikişer demir bırakıp kadırgalar demiri sürüdü,[15] halk zebun oldu. İster istemez kıyıdan ayrılup Umman Denizi'ne düşerek rüzgâr önünce gittiler.
Sonunda Kirman'dan Berr-i Caş kıyılarına varıldı. Açık yerler olduğundan Mekran'dan Bender-i Şehbar'a çıkıldı. Sulanup bir reisin kılavuzluğuyla Guvadar Limanı'na varılınca hakimi Melik Dinaroğlu  Celaleddin gemiye geldi, padişaha bağlılığını bildirdi. Donanma Hürmüz'e geldikçe elli altmış parça gemi zahire gönderirdi.

Seydi Ali Reis'in Hind Denizi'nde Başına Gelenler: Adı geçen kapudan yine Guvadar İskelesi’nden dokuz parça gemiyle Hind Denizi'ne çıkup Yemen tarafına saldı.
Bir zaman rüzgâr elverişli gitti. Birkaç gün gidüp kararlama Zafar ve Şıhr karşısına varınca batı karşıladı; fil tufanı dedikleri tufan çıktı, önüne düşüp tirenkete açmaya bile derman olmadı.[16] Akdeniz, fırtınaları bunun yanında hiç olup hergiz [asla] gündüz geceden ayırt edilmezdi. Dağ tepeleri gibi dalgalar gemileri çok zebun etti. Yat ve yaraktan, ağırlıklardan bulunanı denize döküp ister istemez rüzgâra uyuldu, bu minval üzere on gün gittiler. Sonsuz yağmur yağup bir gün göz açtırmadı.
Denizde acayip hayvanlar, iki kadırga uzunluğunda balıklar göründüğünde muallimler hamdüsena ederek, mübarek hayvandır, korkmayın derlerdi. Feresü'l-bahr dedikleri ve koca cüsseli yılanlar, harman kadar kaplumbağalar ve Rişte-i Bahir[17] görülüp o yerde denizin yükselmesi çok olduğundan Ceked Körfezi'ne yakın varıldı.
Girdap: Ansızın denizin rengi gittikçe beyaza dönüp muallimler feryada başladılar. Hind Denizi'nde  "girdap" dedikleri, Habeş kıyılarında Gerdefon denilen yerde ve bir de Sind yakınında Ceked Körfezi'nde olur. Bunlara düşen gemilerin kurtulması yoktur diye deniz kitaplarında yazılıdır, deyince iskandil ile beş kulaç yer bulunup hemen orta yelkenler bağlanup sereni ise eylediler, doruya vurup muhkem halat düşürmekle orsariz edüp dik avlama rüzgarıyla o gün o gece forsa kullandılar.[18]
Denizin çekilme zamanı da erişüp rüzgar da diritse etti, yani kolayladı; ertesi sabah mayna edüp aşağı kodu.[19]  Yelken soyup direk neftilerinden bir yarar gemiciyi cundaya bağladılar,[20]  sereni doruya vurdular. Kazıyı direk dibine basup abli bir direk kadar yukarı kalktı,[21] etrafa bakılınca vilayetin serhaddi Cemhere'de Puthane seçildi, yine yelken bağlayup Furmeyan, Manglor ve Sumnat önünden geçilüp  Diyu'ya yakın varıldı. Kafir elinde olduğundan o gün yelken göstermeyüp dümen başında gittiler.[22]
Yine rüzgâr artup gemilerin dümeni idare edilmez oldu; büyük yekeler taktılar.[23] Çarmıhların sesinden kömilerin silistiresi avazı işidilmeyüp ayırt edilmezdi ve baştan yana kimse varamıyordu; aylakçılarının çoğunu anbara istif ettiler.[24] Sözün kısası o gün kıyameti andırıyordu.
    Sonunda Hind Denizi'nden Gücerat kıyısına erişince ansızın muallimler önümüzde döküntü var, gafil olman diye haber verdiklerinde demirleri funda ettiler;[25] lakin gemileri harpüşte, yani salındı talaz[26] muhkem çiğneyüp batırmak eyledi, kürekçiler kadinalarını bozup[27] halk soyunarak birer varil ve tulum hazırladılar. Demirlerin kimi kırılup bir miktar döküntüden kurtuldular. Burası Diyu ile Daman arasıydı ve gemiler de gayet sulandı. İkindi zamanı hava biraz açılup Gücerat'tan Daman denilen liman önüne varıldı. Gemiler salındı ile dövüşmeden mecalsiz düşüp demir üzerinde üç gemi arkuru karaya vurdu. İçinde olanlar esenlikle karaya çıktılar.
Sonra rüzgar biraz aşağıya koyup limanlık edince parçalanan gemilerin toplarını ve halatlarını Gücerat padişahı Sultan Ahmed beylerinden Daman hakimi Melik Esed marifetiyle Daman Kalesi'ne emanet kodular. Melik Esed "kafir donanması gelmek üzeredir, Surat Kalesi'ne erişmek ardınca olun" dedi. Bu haberi bu denlü sıkıntı ve sıkılcım görmüş olan gemi halkı işidince çoğu çıkup Melik Esed'e nöker oldu[28] ve kimi de "suyu bardakta demişler, gemiyi kâğıtta; bizden önce bu cihanı dolaşan bilirkişiler, karayı koyup deniz havasında yelen[29] Bü Ali ise anın aklına idrakine yuf der" deyüp sandallarla kıyıya döküldüler, karadan Surat'a gittiler.
Seydi Ali Kapudan altı parça gemiden kalanlarla Surat Limanı'na doğrulup yelken kürek beş günde, suların yükseldiği zamanda yürüyüp, çekildiği zamanda demir kodular. Bin türlü mihnetle Basra'dan üç ay tamamında Surat Kalesi limanına girince orada olan Müslümanlar sevindiler; çünkü Gücerat vilayetinin karışıklık zamanıydı.
Orada da nice haller olup asker "ulüfe, yiyecek ve içeceğimiz kalmadı. Gemilerde de halat, yat ve yarak olmayup köhnelendi. Bundan sonra Mısır'a gitmek ihtimali yoktur" diye çoğu Gücerat vilayeti padişahına nöker olup gemiler boşaldı.
Surat Kalesi'nde Hudavend Han'a yarakları ve bulunan yat ve yarağ ile teslim olunup diğerlerinin devlet kapısına gönderilmesine zaman temessükleri[30] aldılar.
Adı geçen kapudan kendisine uyan elli kadar yoldaşla dokuz yüz altmış muharremi başında [Aralık 1552] karadan Hind ve Horasan'ı dolaşarak Acem diyarı içinden dört yıl tamam olunca İstanbul’a geldi. Edirne'de padişahın eşiğine yüz sürdüğü zaman kendisine seksen akçe müteferrika vazifesi[31] ve öteki yoldaşlarına Mısır'da terakkiler ihsan olundu. Dört yıllık işlemiş ulüfeleri verilmek yolunda hükm-i hümayun verildi. O da başından geçenleri yazup bir kitap eyledi[32] ve Türk dilinde "başına Seydi Ali halleri geldi" deyimi bundan kaldı.




[1] Rubu': Belli bir yerde güneş ve burçlar bölgesi içindeki yıldızlara ait tüm gökyuvarlağı meselelerinin nasıl çözüleceğini, özel olarak da namaz vakitleri ve kıble yönünün genel bir şekilde ya da kendi hatlarından nasıl bulunacağını öğreten bilim; astronominin bir dalı.
Rubu' mukantara: Rubu' için kullanılan ve "rubu tahtası" denilen sert bir tahtadan, seyrek olarak da fildişinden yapılan aletin bir yüzüne verilen ad. Öteki yüzüne de "rubu'l-müceyyeb" denir. Gerçekte "Rubu'l-mukantara" taşınabilir bir astronomi aleti olan "usturlap safihası"nın dörtte birinden başka bir şey değildir.
Usturlap: Yıldızların hareketlerini inceleyip hesaplamak için kullanılan bir alet. Bu alet elde taşınabilir ve bir yerden bir yere götürülebilir düz, madeni bir levhadan ibaret olup üzerinde bir yere ait görünen gökyüzünün mahalli durumlarıyla ilgili bütün astronomi çizgilerinin kutba teğet bir düz levhaya düşen gölgesini gösterir.
Ceyb fenni: Trigonometri; eski adı "müsellesat".

[2]  Derya ilmi: Denizcilik bilimi § Denizler üzerinde engin bilgi sahibi olma.

[3] Şerif: Peygamberimizin torunu Hz. Hasan'ın soyundan gelenler hakkında kullanılır bir tabir olup "şerefli, ulu” demektir.

[4] Bahri: Dalgıç, denizci.

5]  Karavula: Karavela; küçük yelkenli gemi.

[6] Tente fora etmek: Tenteleri açmak; yelkenleri açıp rüzgarla doldurmak.
Sancakların açılması: "Sancakların çözülmesi" de denir. Savaş gemilerinin ve bütün beylik gemilerinin grandi direklerine çekilen, ensiz ve uzun şerit sancaklar ile üstlerinde ayetler, Allah ve Muhammed adları yazılı tabii boydaki gemi sancaklarının, savaşa hazır olma işareti olarak açılması.

[7] Arkuru olmak: Çapraz olmak, dikey olmak.

[8] Fener yakmak: Bkz. s. 187.
Tembih topu: Gemicileri ve savaşçıları uyarmak için atılan işaret topu; gemicilere ve savaşçılara savaşa hazır olmalarını bildirmek için atılan işaret topu.
Tiramola etmek: "Halat bozmak" da denir. Geminin halatlarını çözmek; gemiyi geri çevirmek, geri döndürmek.

[9] Gornedor: Gornator, Latince "gubernaturem". Bir eyaleti, ülkeyi veya şehri idare eden resmi kişi; bir kalenin ya da garnizonun kumandanı.

[10] Mayıstıra: Ana yelken; geminin grandi direğinde ait büyük seren ve yelken.

[11] Bacaloşka: XVI. yüzyılda kale dövmek için kullanılan toplardan birinin adı.

[12] Külek: Bir gemi direğinin kazıklarla çevrilmiş, tahta havaleli tepesi.
El kayası: Kaya, taş § Kumbara, bomba.
Kumbara atmak: Havan topuyla atılan havan kumbarasını ya da el ile atılan el kumbarasını
düşmana savurmak. Bkz. Sözlükçe.

[13] Topu salya etmek: Gemilerde toplar, sırımlarla ya da daha sağlam olsun diye ipekten yapılıp sabit halkalara geçirilmiş halatlarla güverteye bağlıdır. Ateş etmek ya da ateş ettikten sonra içerisini temizlemek için topu, güverteye bağlı olduğu halatlar üzerinde ileri geri hareket
ettirmeye salya etmek denir.
Kıyıya atmak: Denizin gemiyi kıyıya atması, karaya, doğru sürüklenmek

[14] Mısır kulları: Mısır askeri, Mısır'dan toplanıp getirilmiş olan asker.

[15] Demiri sürümek: Geminin demir tutmaması, fırtına yüzünden geminin demir üzerinde duramaması, geminin demiri sürüyerek dalgalara uyması.

[16] Batı: Batı yeli, batıdan esen rüzgâr. Batı karşılamak: Batı rüzgârının çıkması, batı rüzgârıyla karşılaşmak; geminin yol aldığı doğrultudan batı rüzgârının esmesi.
Fil tufanı: Büyük fırtına § Hind denizlerinde görülen korkunç fırtına § Tayfun.
Tirinkete açmak: Geminin prova direğinin birinci serenine bağlanan tirinkete yelkenini açmak.
*Hind Denizi'nde reise "muallim" derler -K.Ç.

[17] Rişte-i bahir: Denizlerde  ve derinlerde bildiğimiz erişte gibi yassı ve ince bir tür yosun olup adeta çayırlık gibi yüksekliği artar ve denizin dibinde adalar halinde devam eder. Sıklığı ve uzunluğu dolayısıyla geminin dümenine, küreklere (ve bugün pervaneye) dolanarak onun hareketine engel olur; ona tutulan bir gemi büsbütün hareketsiz kalır, kurtulması da güçtür.. Metindeki "rişte-i bahir"den bu anlaşılabilirse de; sözcüğün balina ve kaplumbağa gibi başka canlıların arasında geçmesi kesin bir açıklama yapmayı önlemektedir. Eldeki kaynaklarda da, benim gördüğüm kadar, bunu bulmak mümkün olmamıştır.

[18] Orta yelkenleri bağlanmak: Geminin orta yelkenlerinin dürülüp toplanması.
Ise eylemek: Geminin yelkenlerini hazır etmek; yelkenleri toka etmek.
Doruya vurmak: Sereni direk üzerine tepeye kadar çekmek; sereni çıkabileceği en son yüksekliğe kadar kaldırmak; sereni en ucuna, doruğuna değin kaldırmak.
Halat düşürmek: Halatları gevşetmek; halatları çözmek.
Orsariz etmek: Gemiyi rüzgarın geldiği yöne yakın bir yöne döndürmek.
Dik avlama: Rüzgârı tam geminin başından yani pruva istikametinden almak.

[19] Diritse etmek: Rüzgârın hafiflemesi, şiddetini kaybetmesi, kolaylaması.
Mayna etmek: Rüzgârın hafiflemesi (aşağı koyması), dinmesi § yelkenleri indirmek.

[20] Yelken soymak: Yelkenleri bağlamak, toplamak.
Direk neftisi: Geminin direğine çıkıp gözetleme işiyle görevli gemici.
Cunda: Gemilerdeki bütün direk ve serenlerin ucu.

[21] Kazıyı direk dibine basmak: "Kazı"nın anlamı Türkçe "kazık" kelimesinin değişik bir şekli mi, açık değil. Bir denizcinin bana anlattığına göre "kazı" yelkenleri hisa ve mayna etmek için üst veya alt serene yapılan halat veya tel donatımı demektir. "Kazıyı direk dibine basmak" ise yelkenlerini indirmek için yelken halatlarını serenin altındaki kazı ayağına bağlamak, demektir. Burada anlatılan manevrada "kazı" ile abli denilen ve kısa bir direğe uzun serenle tutturulan üç köşeli yelkenin dipçiği söylenmek istiyor sanırım.
Bu manevra usta bir gemicinin denizi gözlemek için direğe bağlanarak bir ucu sonuna değin yükseltilmiş serene çıkarıldığını anlatmaktadır. Başka bir deyişle, abli denilen yelkenin ve bunun bağlı olduğu serenin bir direk denli yükseldiği, böylelikle buna çıkarılan gemicinin görüş ufku daha genişlemiş olduğu anlatılıyor.

[22] Yelken göstermemek: Yelken açmamak.
Dümen başında gitmek: Gemiyi yelkenlerini açmadan, yalnızca dümen kullanarak idare etmek.

[23] Büyük yekeler takmak: Yeke, dümen kolu yerinde olan eğri ağaca, dümen başlarına takılan ve dümenleri istenilen tarafa basmaya yarayan ağaç veya demir manivelaya denir. Gemiye yelken açtırmayan büyük fırtınalarda, dümeni kullanmak da güçleştiğinden ancak büyük yekeler takarak dümene hakim olunur. Onun için "büyük yekeler taktılar" deniyor.

[24] Çarmıh: Gemi direklerinin arma ve merdivenleri; ana direkleri ve gabya çubuklarını tutan kalın halatlara verilen ad. Bkz. Sözlükçe.
Aylakçı: Donanmanın daimi askeri olmayıp ancak donanma denize çıkacağı zaman altı ay için toplanan bir sınıf asker; daha çok boşta olanlardan toplandıkları için bu adı almıştır.

[25] Demirleri funda etmek: Demir atmak.

[26] Salındı: Çalkantı; deniz dalgalı olma, salıntı.
Talaz: Büyük dalga, çatlayan dalga, kabarıp gelen büyük dalga, köpüklü büyük dalga.

[27] Kadinaları bozmak: "Kadina" forsaların bağlandıkları bukağı demektir. "Kadinaları bozmak" da kürekçilerin bağlı bulundukları zincirleri çözmek demektir.

[28] Nöker: Moğolcada vazife, hizmet, arkadaş, hizmetçi, yoldaş ve daha başka anlamları vardır. Buradaki anlamı "maiyet silahşoru, bir başbuğun yanında iş gören savaşçı" demektir.

[29] Deniz havasında yelmek: Deniz sevdasına kapılmak, deniz sevdasına koşmak.

[30] Zaman temessükleri: Kefalet senetleri, kefalet kağıtları.

[31] Müteferrika: Hademe demektir. Hükümdarın olduğu gibi vezirlerin ve başka hizmetlerin de müteferrikaları vardır. Padişah müteferrikaları en itibarlı ve şerefli hizmetlerdendir; bu­ raya seçme, soylu ve güvenilir kişiler alınır. Nitekim, müteferrikaların bir kısmı sultanzade, vezir ve beylerbeyi gibi paşa oğulları ile bey veya defterdar gibi yüksek yerlerdeki kişi­ lerin çocukları olurdu. Müteferrika vazifesi, müteferrikanın aldığı aylıktır.

[32] Kitap eylemek: Kitap haline koymak bir kitap meydana getirmek, kitap halinde yazmak.



Kaynak: Katip Çelebi, Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan (Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2007, s. 81-87

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder