Katip Çelebi
Kaynak: Katip Çelebi, Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan (Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2007, s. 81-87
Seydi
Ali Kapudan: Bu Hüseyinoğlu Seydi Ali, Katibi takma
adıyla ün almış olup beğenilir şiirleri ve deyişleri olduktan başka deniz işlerinde ve felekiyatta bilgi sahibi, nazım ve nesirle yazmaya gücü yeter bir
varlıktı. Hind Denizi üzerine Muhit adlı bir kitabı; rubu', usturlap,
rubu' mukantara ve ceyb fenlerini[1]
toplayan Mirat-ı Kâinat adlı
bir eseri ve Fethiyye Çevirisi vardır. Ondan sonra Tersane Ocağına onun
benzeri gelmemiştir.
Merhum
Sultan Süleyman Han ile Rodos fethinde birlikte olup sonra Mağrıp'ta ve başka
yerlerde merhum Hayreddin Paşa, Sinan Paşa ve başka kapudanlarla türlü
hizmetler eylemiş ve ataları lstanbul'un fethinden beri tersane kethüdaları
olduğundan derya ilmi[2]
kendisine miras olmuştu. Bundan dolayı Sultan Süleyman Han dokuz yüz altmış
sonlarında [1556] Mısır kapudanlığını
kendisine verüp Basra'da olan gemileri Mısır'a iletmesini ferman eyledi.
Seydi
Ali Kapudan'ın Muhit-i Şarki Tarafına Seferi: Dokuz
yüz altmış bir muharreminde [Aralık 1553] bu
kapudan ferman gereğince Halep'ten çıkup Musul ve Bağdat yolundan Basra'ya
vardı. Orada bulunan beş parça gemiyi donatıp mevsim zamanı yaklaşınca; Basra
valisi Mustafa Paşa denizcilikte maharetli bir şerifi[3]
firkate ile Hürmüz tarafına göndermiş, gelince ve o kıyılarda kâfirlerin dört
parça barçadan başka gemisi yoktur, deyince asker gemilere girüp şabanın
gurresinde [10 Haziran 1556]
Basra'dan
çıktılar. Bu şerif, Hürmüz'e varıncaya kadar firkatesiyle yoldaş olmak içün
birlikte koşuldu. Abbadan, Desbul ve Şetr kenarları ile Harek Adası, Sirafe ve
Lahsa yakınında Kattfe ve Bahreyn'e varıldı; hakimi Murad Reis ile görüştü.
Sekiz kulaç deniz dibinden tulumla bahriler[4]
dalup tatlı su çıkarırlardı. Oradan eski Hürmüz'e, Beraht'a ve Hürmüz'e
varıldıkta şerif döndü.
Portekiz Keşifleri ve İlhakları |
Seydi Ali Kapudan'ın Portokal Kâfirleriyle İki Kez Savaşması: Zafar
kıyıları geçilüp Şehr-i Horfekan yakınına kırkıncı günü, ki ramazan-ı şerifin
onuncu günüydü [18 Temmuz 1556] kocakuşlukta
varıldığı zaman ansızın yere batası kafirlerin dört parça karaka dengi büyük
baskın barçaları, üç büyük kalyonları, altı parça Portokal karavulası[5] ve
on iki parça çekdirir kaliteleri, hepsi yirmi beş parça gemi üstlerine geldi.
İslamlar da
hemen tente fora edüp demir alarak savaş yaraklarını hazırladılar; direklere
flandıralar asılup sancaklar açıldı.[6] Şanı yüce Ulu Tanrı
Hazretlerinin yardımına güvenüp gülbank-ı muhammedi ile savaşa başlandı. Öyle
bir top ve tüfek savaşı oldu ki anlatılmaz. Tanrı'nın yardımıyla bir [kafir]
kalyonu top vuruşunda delinüp Fekkü'l-Esed Adası üzerine arkuru olup battı
gitti.[7]
Sözün kısası yatsı vaktine dek
kıyasıya savaştılar. Sonunda kapudan fener yakup kafirler de gemilerine tembih
topu atup "dönün" deyince barçalar tiramola etti, yani halat bozup
Hürmüz tarafına yönelüp yüz döndürdüler.[8]
Allah'ın yardımıyla kafir yenildi. Sonra sert rüzgâr çıkup ertesi gün Şehr-i
Horfekan'a varıldı. Asker sulanup on yedi günde de Maskat Kalesi ve Kalhat
yakınına varıldı.
On
iki büyük barça ve yirmi iki kalite, hepsi
otuz dört parça gemiyle Gova kapudanı Gornedor'un[9] oğlu ramazan-ı şerifin yirmi altıncı
günü [3
Ağustos 1556] tan ağarırken Maskat Limanı'ndan çıkup
barçalar ve kalyonlar mayıstıralarını[10]
takup tembihlerini ekleyüp, karavulalar çenber yelkenler açup gemilerini
flandıralar ile donattılar; İslam gemileri üzerine yürüdüler. .
Onlar da
önceki gibi Ulu Tanrı’ya sığınup savaş
içün kıyıda hazır durdular. Barçalar gelüp kadırgalara çattı, kıyasıya top ve
tüfek, ok ve kılıç savaşı olup öyle bir savaş oldu ki anlatılmaz. Bacaloşkalar[11]
barçalardan nebtiz gibi geçer ve şaykalara büyük pencereler açardı. Kâfirler de
kadırgaları geriye döndürüp küleklerden el kayası yağdırdılar ve bir kadırgaya
kumbara atup yaktılar.[12]
Bir barça da birlikte yandı. Ve beş barça ve beş kadırgayla kıyıya arkuru olup
hepsi batup gitti. Bir barçaları yelken gücüyle oturdu, o da yok oldu. Sözün
kısası, iki yandan da asker zebun oldu, kürekçi taifesinin kürek çekmeden ve
top salya etmeden güçleri kalmayup ister istemez demir bırakıldı; demirler
kıyıya atup demir üzerinde de savaş oldu.[13]
Sandallar indirilüp batan
kadırgaların reisleri Alemşah Reis, Kara Mustafa, Kalafat Memi, gönüllü serdarı
Dürzi Mustafa Bey ve başka Mısır kullarından[14] ve halatçıdan iki yüz kadar
adam alınup kürekçileri Arap olduğundan kıyıya döküldüler. Çok Necid Arabı gelüp
İslamlara yardım etti. Kâfirler de barçalarda olan kâfirleri aldılar.
Bu savaş
Hayreddin Paşa merhumun Anderya Dorya savaşına üstündü. Az askerin
böylesine savaş ettiğini bilmiyoruz. Sonunda gece erişüp sert rüzgâr çıktı. Barçalar
ikişer demir bırakıp kadırgalar demiri sürüdü,[15]
halk zebun oldu. İster istemez kıyıdan ayrılup Umman Denizi'ne düşerek rüzgâr
önünce gittiler.
Sonunda
Kirman'dan Berr-i Caş kıyılarına varıldı. Açık yerler olduğundan Mekran'dan
Bender-i Şehbar'a çıkıldı. Sulanup bir reisin kılavuzluğuyla Guvadar Limanı'na
varılınca hakimi Melik Dinaroğlu Celaleddin gemiye geldi, padişaha bağlılığını
bildirdi. Donanma Hürmüz'e geldikçe elli altmış parça gemi zahire gönderirdi.
Seydi Ali Reis'in Hind Denizi'nde Başına Gelenler: Adı geçen
kapudan yine Guvadar İskelesi’nden dokuz parça gemiyle Hind Denizi'ne çıkup
Yemen tarafına saldı.
Bir
zaman rüzgâr elverişli gitti. Birkaç gün gidüp kararlama Zafar ve Şıhr karşısına
varınca batı karşıladı; fil tufanı dedikleri tufan
çıktı, önüne düşüp tirenkete açmaya bile derman olmadı.[16]
Akdeniz, fırtınaları bunun yanında hiç olup hergiz [asla] gündüz geceden ayırt
edilmezdi. Dağ tepeleri gibi dalgalar gemileri çok zebun etti. Yat ve yaraktan,
ağırlıklardan bulunanı denize döküp ister istemez rüzgâra uyuldu, bu minval
üzere on gün gittiler. Sonsuz yağmur yağup bir gün göz açtırmadı.
Denizde
acayip hayvanlar, iki kadırga uzunluğunda balıklar göründüğünde muallimler hamdüsena
ederek, mübarek hayvandır, korkmayın derlerdi. Feresü'l-bahr dedikleri ve koca
cüsseli yılanlar, harman kadar kaplumbağalar ve Rişte-i Bahir[17] görülüp
o yerde denizin yükselmesi çok olduğundan Ceked Körfezi'ne yakın varıldı.
Girdap:
Ansızın
denizin rengi gittikçe beyaza dönüp muallimler feryada başladılar. Hind
Denizi'nde "girdap" dedikleri,
Habeş kıyılarında Gerdefon denilen yerde ve bir de Sind yakınında Ceked
Körfezi'nde olur. Bunlara düşen gemilerin kurtulması yoktur diye deniz kitaplarında
yazılıdır, deyince iskandil ile beş kulaç yer bulunup hemen orta yelkenler
bağlanup sereni ise eylediler, doruya vurup muhkem halat düşürmekle orsariz
edüp dik avlama rüzgarıyla o gün o gece forsa kullandılar.[18]
Denizin
çekilme zamanı da erişüp rüzgar da diritse etti, yani kolayladı; ertesi sabah
mayna edüp aşağı kodu.[19] Yelken soyup direk neftilerinden bir yarar
gemiciyi cundaya bağladılar,[20] sereni doruya vurdular.
Kazıyı direk dibine basup abli bir direk kadar yukarı kalktı,[21] etrafa
bakılınca vilayetin serhaddi Cemhere'de Puthane seçildi, yine yelken bağlayup
Furmeyan, Manglor ve Sumnat önünden geçilüp Diyu'ya yakın varıldı. Kafir elinde olduğundan
o gün yelken göstermeyüp dümen başında gittiler.[22]
Yine
rüzgâr artup gemilerin dümeni idare edilmez oldu; büyük yekeler taktılar.[23]
Çarmıhların sesinden kömilerin silistiresi avazı işidilmeyüp ayırt
edilmezdi ve baştan yana kimse varamıyordu; aylakçılarının çoğunu anbara istif
ettiler.[24] Sözün
kısası o gün kıyameti andırıyordu.
Sonunda Hind Denizi'nden Gücerat
kıyısına erişince ansızın muallimler önümüzde döküntü var, gafil olman diye
haber verdiklerinde demirleri funda ettiler;[25] lakin
gemileri harpüşte, yani salındı talaz[26]
muhkem çiğneyüp batırmak eyledi, kürekçiler kadinalarını bozup[27] halk soyunarak birer varil ve
tulum hazırladılar. Demirlerin kimi kırılup bir miktar döküntüden kurtuldular.
Burası Diyu ile Daman arasıydı ve gemiler de gayet sulandı. İkindi zamanı hava
biraz açılup Gücerat'tan Daman denilen liman önüne varıldı. Gemiler salındı ile
dövüşmeden mecalsiz düşüp demir üzerinde üç gemi arkuru karaya vurdu. İçinde
olanlar esenlikle karaya çıktılar.
Sonra rüzgar
biraz aşağıya koyup limanlık edince parçalanan gemilerin toplarını ve halatlarını
Gücerat padişahı Sultan Ahmed beylerinden Daman hakimi Melik Esed marifetiyle
Daman Kalesi'ne emanet kodular. Melik Esed "kafir donanması gelmek
üzeredir, Surat Kalesi'ne erişmek ardınca olun" dedi. Bu haberi bu denlü
sıkıntı ve sıkılcım görmüş olan gemi halkı işidince çoğu çıkup Melik Esed'e
nöker oldu[28] ve kimi de "suyu bardakta
demişler, gemiyi kâğıtta; bizden önce bu cihanı dolaşan bilirkişiler, karayı
koyup deniz havasında yelen[29] Bü Ali ise anın aklına
idrakine yuf der" deyüp sandallarla kıyıya döküldüler, karadan Surat'a
gittiler.
Seydi Ali
Kapudan altı parça gemiden kalanlarla Surat Limanı'na doğrulup yelken kürek beş
günde, suların yükseldiği zamanda yürüyüp, çekildiği zamanda demir kodular. Bin
türlü mihnetle Basra'dan üç ay tamamında Surat Kalesi limanına girince orada
olan Müslümanlar sevindiler; çünkü Gücerat vilayetinin karışıklık zamanıydı.
Orada da
nice haller olup asker "ulüfe, yiyecek ve içeceğimiz kalmadı. Gemilerde de
halat, yat ve yarak olmayup köhnelendi. Bundan sonra Mısır'a gitmek ihtimali
yoktur" diye çoğu Gücerat vilayeti padişahına nöker olup gemiler boşaldı.
Surat
Kalesi'nde Hudavend Han'a yarakları ve bulunan yat ve yarağ ile teslim olunup
diğerlerinin devlet kapısına gönderilmesine zaman temessükleri[30] aldılar.
Adı geçen kapudan kendisine uyan elli
kadar yoldaşla dokuz yüz altmış muharremi başında [Aralık 1552] karadan Hind ve Horasan'ı
dolaşarak Acem diyarı içinden dört yıl tamam olunca İstanbul’a geldi. Edirne'de
padişahın eşiğine yüz sürdüğü zaman kendisine seksen akçe müteferrika vazifesi[31]
ve öteki yoldaşlarına Mısır'da terakkiler ihsan olundu. Dört yıllık işlemiş ulüfeleri
verilmek yolunda hükm-i hümayun verildi. O da başından geçenleri yazup bir
kitap eyledi[32]
ve Türk dilinde "başına Seydi Ali halleri geldi" deyimi bundan kaldı.
[1] Rubu':
Belli bir yerde güneş ve burçlar bölgesi içindeki yıldızlara ait tüm
gökyuvarlağı meselelerinin nasıl çözüleceğini, özel olarak da namaz vakitleri
ve kıble yönünün genel bir şekilde ya da kendi hatlarından nasıl bulunacağını
öğreten bilim; astronominin bir dalı.
Rubu'
mukantara: Rubu' için kullanılan ve "rubu tahtası" denilen sert
bir tahtadan, seyrek olarak da fildişinden yapılan aletin bir yüzüne verilen
ad. Öteki yüzüne de "rubu'l-müceyyeb" denir. Gerçekte
"Rubu'l-mukantara" taşınabilir bir astronomi aleti olan
"usturlap safihası"nın dörtte birinden başka bir şey değildir.
Usturlap:
Yıldızların hareketlerini inceleyip hesaplamak için kullanılan bir alet. Bu
alet elde taşınabilir ve bir yerden bir yere götürülebilir düz, madeni bir
levhadan ibaret olup üzerinde bir yere ait görünen gökyüzünün mahalli
durumlarıyla ilgili bütün astronomi çizgilerinin kutba teğet bir düz levhaya
düşen gölgesini gösterir.
Ceyb
fenni: Trigonometri; eski adı "müsellesat".
[3] Şerif:
Peygamberimizin torunu Hz. Hasan'ın soyundan gelenler hakkında kullanılır
bir tabir olup "şerefli, ulu” demektir.
Sancakların açılması: "Sancakların
çözülmesi" de denir. Savaş gemilerinin ve bütün beylik gemilerinin grandi
direklerine çekilen, ensiz ve uzun şerit sancaklar ile üstlerinde ayetler,
Allah ve Muhammed adları yazılı tabii boydaki gemi sancaklarının, savaşa hazır
olma işareti olarak açılması.
Tembih topu: Gemicileri ve savaşçıları uyarmak için atılan
işaret topu; gemicilere ve savaşçılara savaşa hazır olmalarını bildirmek için
atılan işaret topu.
Tiramola
etmek: "Halat bozmak" da
denir. Geminin halatlarını çözmek; gemiyi geri çevirmek, geri döndürmek.
[9] Gornedor:
Gornator, Latince "gubernaturem". Bir eyaleti, ülkeyi veya şehri
idare eden resmi kişi; bir kalenin ya da garnizonun kumandanı.
[10]
Mayıstıra: Ana yelken; geminin grandi direğinde ait büyük
seren ve yelken.
[11]
Bacaloşka: XVI. yüzyılda kale dövmek için kullanılan toplardan birinin adı.
El kayası: Kaya, taş § Kumbara, bomba.
Kumbara atmak: Havan topuyla atılan havan kumbarasını ya da el
ile atılan el kumbarasını
düşmana savurmak. Bkz. Sözlükçe.
[13] Topu salya etmek: Gemilerde toplar, sırımlarla ya da
daha sağlam olsun diye ipekten yapılıp sabit halkalara geçirilmiş halatlarla güverteye
bağlıdır. Ateş etmek ya da ateş ettikten sonra içerisini temizlemek için topu,
güverteye bağlı olduğu halatlar üzerinde ileri geri hareket
ettirmeye salya
etmek denir.
Kıyıya atmak: Denizin gemiyi kıyıya atması, karaya, doğru sürüklenmek
[15] Demiri sürümek: Geminin demir tutmaması, fırtına yüzünden
geminin demir üzerinde duramaması, geminin demiri sürüyerek dalgalara uyması.
[16] Batı: Batı yeli, batıdan esen rüzgâr. Batı karşılamak: Batı rüzgârının çıkması, batı rüzgârıyla
karşılaşmak; geminin yol aldığı doğrultudan batı rüzgârının esmesi.
Fil tufanı: Büyük
fırtına § Hind denizlerinde görülen korkunç fırtına § Tayfun.
Tirinkete açmak: Geminin prova direğinin birinci serenine bağlanan tirinkete yelkenini
açmak.
*Hind Denizi'nde reise "muallim" derler -K.Ç.
[17] Rişte-i bahir: Denizlerde ve derinlerde bildiğimiz erişte gibi yassı ve
ince bir tür yosun olup adeta çayırlık gibi yüksekliği artar ve denizin dibinde
adalar halinde devam eder. Sıklığı ve uzunluğu dolayısıyla geminin dümenine,
küreklere (ve bugün pervaneye) dolanarak onun hareketine engel olur; ona
tutulan bir gemi büsbütün hareketsiz kalır, kurtulması da güçtür.. Metindeki
"rişte-i bahir"den bu anlaşılabilirse de; sözcüğün balina ve
kaplumbağa gibi başka canlıların arasında geçmesi kesin bir açıklama yapmayı
önlemektedir. Eldeki kaynaklarda da, benim gördüğüm kadar, bunu bulmak mümkün
olmamıştır.
Ise eylemek: Geminin
yelkenlerini hazır etmek; yelkenleri toka etmek.
Doruya vurmak: Sereni
direk üzerine tepeye kadar çekmek; sereni çıkabileceği en son yüksekliğe kadar
kaldırmak; sereni en ucuna, doruğuna değin kaldırmak.
Halat düşürmek: Halatları
gevşetmek; halatları çözmek.
Orsariz etmek: Gemiyi rüzgarın
geldiği yöne yakın bir yöne döndürmek.
Dik avlama: Rüzgârı tam
geminin başından yani pruva istikametinden almak.
Mayna etmek: Rüzgârın
hafiflemesi (aşağı koyması), dinmesi § yelkenleri indirmek.
Direk neftisi: Geminin direğine çıkıp
gözetleme işiyle görevli gemici.
Cunda:
Gemilerdeki bütün direk ve serenlerin ucu.
[21] Kazıyı
direk dibine basmak: "Kazı"nın anlamı Türkçe "kazık"
kelimesinin değişik bir şekli mi, açık değil. Bir denizcinin bana anlattığına
göre "kazı" yelkenleri hisa ve mayna etmek için üst veya alt serene
yapılan halat veya tel donatımı demektir. "Kazıyı direk dibine basmak"
ise yelkenlerini indirmek için yelken halatlarını serenin altındaki kazı
ayağına bağlamak, demektir. Burada anlatılan manevrada "kazı" ile abli
denilen ve kısa bir direğe uzun serenle tutturulan üç köşeli yelkenin dipçiği
söylenmek istiyor sanırım.
Bu manevra usta bir gemicinin
denizi gözlemek için direğe bağlanarak bir ucu sonuna değin yükseltilmiş serene
çıkarıldığını anlatmaktadır. Başka bir deyişle, abli denilen yelkenin ve bunun
bağlı olduğu serenin bir direk denli yükseldiği, böylelikle buna çıkarılan
gemicinin görüş ufku daha genişlemiş olduğu anlatılıyor.
[22] Yelken
göstermemek: Yelken açmamak.
Dümen başında gitmek: Gemiyi
yelkenlerini açmadan, yalnızca dümen kullanarak idare etmek.
[23] Büyük
yekeler takmak: Yeke, dümen kolu yerinde olan eğri ağaca, dümen başlarına
takılan ve dümenleri istenilen tarafa basmaya yarayan ağaç veya demir
manivelaya denir. Gemiye yelken açtırmayan büyük fırtınalarda, dümeni kullanmak
da güçleştiğinden ancak büyük yekeler takarak dümene hakim olunur. Onun için
"büyük yekeler taktılar" deniyor.
[24]
Çarmıh:
Gemi
direklerinin arma ve merdivenleri; ana direkleri ve gabya çubuklarını tutan
kalın halatlara verilen ad. Bkz. Sözlükçe.
Aylakçı: Donanmanın daimi askeri
olmayıp ancak donanma denize çıkacağı zaman altı ay için toplanan bir sınıf
asker; daha çok boşta olanlardan toplandıkları için bu adı almıştır.
[25]
Demirleri funda etmek: Demir atmak.
[26] Salındı: Çalkantı; deniz dalgalı olma, salıntı.
Talaz: Büyük
dalga, çatlayan dalga, kabarıp gelen büyük dalga, köpüklü büyük dalga.
[27] Kadinaları bozmak:
"Kadina"
forsaların bağlandıkları bukağı demektir. "Kadinaları bozmak" da
kürekçilerin bağlı bulundukları zincirleri çözmek demektir.
[28] Nöker: Moğolcada vazife,
hizmet, arkadaş, hizmetçi, yoldaş ve daha başka anlamları vardır. Buradaki
anlamı "maiyet silahşoru, bir başbuğun yanında iş gören savaşçı"
demektir.
[31] Müteferrika:
Hademe demektir. Hükümdarın olduğu gibi vezirlerin ve başka hizmetlerin de
müteferrikaları vardır. Padişah müteferrikaları en itibarlı ve şerefli
hizmetlerdendir; bu raya seçme, soylu ve güvenilir kişiler alınır. Nitekim,
müteferrikaların bir kısmı sultanzade, vezir ve beylerbeyi gibi paşa oğulları
ile bey veya defterdar gibi yüksek yerlerdeki kişi lerin çocukları olurdu.
Müteferrika vazifesi, müteferrikanın aldığı aylıktır.
[32]
Kitap eylemek: Kitap haline koymak bir kitap meydana getirmek, kitap
halinde yazmak.
Kaynak: Katip Çelebi, Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan (Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2007, s. 81-87
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder