Carl Sagan
By NASA * Mars Reconnaissance Orbiter'ın HiRISE kamerasıyla "Face on Mars" (2007) görüntüsü. Sağ alt köşedeki Viking Orbiter görüntüsü (1976). |
Her bilim dalı için söz konusu ayrı bir sahte bilim bulunuyor. Jeofizikçilerin düz Dünyaları, çukur Dünyaları, sürekli batıp çıkan karaları yerine oturtmak için durmaksızın inip kalkan baltaları olan Dünyaları, deprem kâhinleri; botanikçilerin tutkulu duygusal yaşamları yalan dedektörleriyle izlenebilen bitkileri; antropologların hâlâ yaşayan maymun-adamları; zoologların soyu tükenmiş dinozorları; evrimci biyologların böğrüne çökmüş İncil uzmanları; arkeologların antik astronotları, eski Cermen ve İskandinav uygarlıklarından kalma dövme demir yazmaları, sahte heykelleri; fizikçilerin devridaim makineleri, göreliliğin yanlış olduğunu iddia eden amatörler ordusu, hatta soğuk füzyonları; kimyacıların ise hâlâ simyası vardır. Ruh çözümlemesi ve parapsikoloji ruhbilimcilerin başının derdi. Ekonomistler, uzun vadeli ekonomik tahminle uğraşıyor. Meteorologların, (uzun vadeli iklim tahmini başka bir konu olmasına karşın) Güneş lekelerine dayanılarak hazırlanmış Farmer's Almanac (Çiftçinin Yıllığı) gibi uzun vadeli hava tahminleri bulunuyor. Gökbilimin kökeni sayılan, bugünse en başta gelen sahte bilimsel versiyonu olan yıldız falcılığı olabildiğine yaygın. Bu sahte bilim örnekleri kimi zaman birleşerek ortalığı iyice karıştırıyor (Atlantis'in gömülü hazinelerini aramak için telepati kullanılması ya da yıldızlardan ekonomi tahminleri gibi).
Bilinen en eski devridaim makinesi 1150 yılında Hint matematikçi ve gökbilimci Bhāskara'nın geliştirdiği dişli çark sistemidir. Devridaim makineleri termodinamiğin birinci ve ikinci yasalarına aykırıdır. [1] |
Ben asıl olarak gezegenler üzerinde çalıştığını ve dünya dışı yaşam olasılığı üzerinde durduğum için, kapımın önüne park eden sahte bilim arabaları genellikle diğer dünyalar ve günümüzde artık sözlüklerimize bile girecek kadar sıklıkla kullandığımız "uzaylılar"la ilgili oluyor. İzleyen sayfalarda, yeni ve bazı bakımlardan birbiriyle ilintili iki sahte bilimsel öğretiyi konu edinmek istiyorum. Bu iki öğreti, insanın algısal ve bilişsel yetersizliklerinin, son derece önemli konularda yanılgıya düşülmesine yol açabileceği olasılığı üzerinde duruyor. İlki, Mars'ın kumları arasından dev bir taş-yüzü çağlardır ifadesizce bize bakmakta olduğunu öne sürüyor. İkincisi ise uzak dünyalardan uzaylıların Dünya'ya sonuçsuz kalan ziyaretler yaptıkları yolunda.
Böyle kabaca özetlendiklerinde bile bu iddialar insanı
ürpertmiyor mu? İnsanın derin korku ve özlemlerinden türemiş bu eski
bilimkurgusal fikirlerde gerçeklik payı bulunsaydı ne olurdu? Bunlara kim
ilgisiz kalabilir? Önüne böylesi malzemeler sunulduğunda, en iflah olmaz
kuşkucu bile allak bullak olur. Bir parça bile kuşku duymaksızın bu iddiaları
es geçebileceğimizden kesinlikle emin miyiz? Kaşarlanmış tabu yıkıcılarda bile içten içe bir merak uyanırsa,
bilimsel kuşkuculuktan habersiz "Bay Buckley" gibileri neler
hissetmez!
Uzay aracından, teleskoptan önce, bizler henüz, büyücülükle
uğraşırken kısacası tarihimizin çoğu boyunca Ay hep bir gizemdi.
Çıplak gözle Ay'a baktığımızda ne görürüz? Bildiğimiz bir cisme pek benzemeyen, rastgele parlak ve karanlık izlerin bir karışımı, öyle değil mi? Ama kaçınılmaz olarak kimilerini öne çıkarıp kimilerini görmezden gelerek izleri bir araya getiririz. Bir şekil bulmaya çalışır ve başarırız. Söylence ve halk kültürünün hâkim olduğu bir dünyada, çok şey görmek olasıdır: Dokumacı kadın, defne ağaçları, tepeden atlayan bir fil, sırtında sepetiyle bir kız, tavşan, Ay'ın bağırsaklarını dışına çıkarmış vahşi bir kuş, yayıkta süt döven kadın, dört gözlü jaguar. Bir kültürün insanlarının gördükleri, başka bir kültürün insanlarınca garip karşılanabilir.
Melies'in Ay'a Seyahat Filminin afişi. Jules Verne'in romanından esinlenmiştir. |
Şekiller arasında en bilindik olanı, Ay'daki Adam. Gerçekten
adama benzemeyen bir adam kuşkusuz. Hatları eksik, eğri büğrü; tam bir
bütünlükten yoksun bit adam. Sol gözünün üzerinde bifteğe benzer bir şey var.
Peki, ağzı nasıl bir ifade taşıyor? Şaşkınlıktan "O" şeklini almış
bir ağız mı? Bir keder ya da yas belirlisi olmasın? Dünya'daki acı dolu yaşamlara
baktıkça içini keder kaplamış bir adam mı yoksa? Adamın yüzü çok yuvarlak
kuşkusuz. Kulakları eksik, tepesi de kel. Her şeye karşın, ne zaman Ay'a baksam
bir insan yüzü görüyorum.
Dünya folkloru, Ay'ı sıradan bir şey olarak tanımlar. Apollo
öncesi kuşağın çocuklarına, Ay'ın yeşil (ve kokulu) bir peynirden yapılı olduğu
söylenir ve nedendir bilinmez, bu neşeli bir uydurmaca gibi anlatılır dururdu.
Çocuk kitaplarında ve çizgi romanlarda Ay'daki Adam, iki nokta göz ve yukarı
dönük bir yay ağızdan yapılmış, bugün son derece yaygın olan "Mutlu
Yüz"e benzer bir yüz şeklinde çizilirdi. Bu İyi niyetli adam, geceleri
çocukların ve hayvanların oynayıp zıplamalarını izlerdi.
Çıplak gözle Ay'a baktığımızda gözümüzün seçtiği iki bölgeyi tekrar düşünelim: Parlak alın, yanaklar ve çene, görece karanlık gözler ve ağız. Teleskopla bakıldığında parlak hatların, (Apollo astronotlarının getirdiği örneklerin radyoaktif tarihlenmesine göre) 4,5 milyar yıl öncesine tarihlenen eski krater tepeleri olduğu anlaşılıyor. Karanlık hatların ise, (tekili "mare" olan ve Ay kupkuru olmasına karşın Latince okyanus anlamına gelen) "maria" denen, kraterlere göre daha gene bazaltik lav olduğu biliniyor. "Maria" ilk birkaç milyon yıl içerisinde, kısmen, çok büyük asteroid ve kuyruklu yıldızların yüksek hızla çarpmaları sonucu oluşmuş. Sağ göz Mare Imbrium, sol gözün üzerindeki biftek ise Mare Serenitatis ile (Apollo II’nin indiği) Mare Tranuuilitaüs'in birleşiminden; merkezden kayık açık ağız da Mare Humorum'dan oluşuyor. (İnsanın çıplak gözle kraterleri seçmesi olanaksızdır.)
Ay'ın yüksek çözünürlüklü fotoğrafı. Andrew McCarthy, 2020 İncelemek için büyütünüz. Şimdi her şey daha net.. |
Ay'daki Adam, aslında insanlar, memeliler, omurgalılar, çok
hücreli organizmalar, hatta belki Dünya'da yaşam oluşmadan öncesine dayanan çok
eski felaketlerin temsilcisi gibi düşünülebilir. Herhangi bir kozmik afetin
izlerine bir insan yüzü yapıştırıvermek, kibirli türümüzün belirleyici bir
özelliği.
Diğer primatlar gibi insanlar da sürü halinde yaşar.
Birbirimizle bir arada olmaktan hoşlanırız. Memeli olduğumuzdan soyumuzun
devamı için çocuğun anne-baba bakımı görmesi şarttır. Anne-baba çocuğa
gülümser, çocuk da onlara; böylece bir bağ kurulur ve güçlenir. Bebek görmeye
başladığı andan itibaren yüzleri tanır. Bu becerinin beynimizde kodlu ve
kalıtsal olduğunu artık biliyoruz. Bir milyon yıl önce bebekler kendilerine
gülümseyen bir yüzü tanıyamıyor, anne-babalarının kalbini kazanamıyor, bu
nedenle de gelecekleri tehlikeye giriyordu. Bugünse, her bebek insan yüzünü
hemen tanıyarak kocaman bir gülümsemeyle işini garantiye alıyor.
Beyninizdeki şekil-seçme düzeneği, ilgisiz birtakım
ayrıntılar İçinden bir yüz çıkarma konusunda öylesine etkin ki kimi zaman
olmayan yüzler de görebiliyoruz, ilgisiz ışık ve gölgeleri birbiriyle
ilintilendirip bilinçsiz bir istekle yüz görmeye çalışıyoruz. Ay'daki Adam buna
bir örnek. Michelangelo Antonioni'nin filmi Blowup (Cinayeti Gördüm) benzeri
başka bir örneği anlatıyor. Çok sayıda başka örnek de verilebilir.
Aynı durum kimi kez New Hampshire, Franconio Notch
Dağları'ndaki Yaşlı Adam gibi bir yer oluşumu için söz konusu olabiliyor.
Biliyoruz ki Yaşlı Adam doğaüstü bir gücün habercisi ya da New Hampshire'da
gizli kalmış eski bir uygarlığın ürünü değil, kaya yüzeyinin aşınma ve
çökmesinin bir sonucu. Artık yüze benzer bir hali de pek kalmamış. Kuzey
Carolina'da Şeytan Başı, İngiltere Wastwater'da Sfenks Kayası, Fransa'da Yaşlı
Kadın, Ermenistan'da Vartan Kayası benzer örnekler oluşturuyor. Bazen, Meksika,
Ixtaccihuatl Dağı'ndaki gibi arkasına yaslanmış bir kadın bile görebiliyoruz.
Kimi kezse, batıdan yaklaşıldığında göze çarpan, Fransız kâşiflerce Büyük
Tötonlar olarak adlandırılmış, Wyoming'deki bir çift (aslında üç) dağ zirvesi
gibi, diğer vücut kısımlarını da seçebiliyoruz. Kimi zaman, gözlerimiz
bulutların değişen şekillerine takılıyor. Geç Ortaçağ ve Rönesans İspanyasında,
Meryem Ana hayaletlerinin gerçekliği, bulut şeklinde aziz ya da azize gören
kişilerce "onaylanıyordu". Fiji'de Suva açıklarında gemiden dışarı
bakınırken, bir keresinde yaklaşmakta olan bir fırtına bulutunun üzerine
oturmuş, ağzı açık korkunç bir canavar görmüştüm.)
Bir sebze ya da tahta parçasının ya da ineğin üzerindeki şekillerin insan yüzünü andırdığı olabilir, Richard M. Nixon'a çok benzeyen, ülke çapında ün kazanmış bir patlıcan vardı. Bu gerçekten ne sonuca varabiliriz? Tanrısal ya da dünya dışı müdahale mi? Patlıcan genetiğinde Cumhuriyetçi parmağı mı var yoksa? Hayır. Dünyada çok sayıda patlıcan yetiştiği gerçeğinden ve olasılık hesabından yola çıkarak, er ya da geç bir gün bir tanesinin insan yüzüne, hatta belli bir insanın yüzüne benzetebileceği çıkarımını yapabiliriz ancak.
Bu da bizden bir örnek Niobe Ağlayan Kaya. Mitolojik bir öykünün simgesidir. Spil Dağı, Manisa. |
Önemli bir dini kişiye benzeyen bir yüz görüldüğünde
-örneğin, İsa'nın yüzünü andıran bir tortula* gibi- hemen tanrısal bir müdahale
olduğu sonucuna varılıyor. Buna kapılanlar da üstelik kuşkuculuğun her
zamankinden güçlü olduğu bir çağda, iddialarının doğruluğuna inanılması için
çırpınıyorlar. Tortula gibi bir nesne üzerinde bir mucize gerçekleştiğine
inanmak gerçekten çok zor. İnsanlık
tarihi boyunca kaç hamur hazırlandığı düşünülürse, birkaçında bildik şekiller
ortaya çıkması akla gayet yatkın.** İnsan şeklini andırmaları nedeniyle ginseng
ve adamotuna da mucizevi özellikler yükleniyor. Bazı kestane filizlerinde
gülümseyen bir yüz görmek olası. Kimi mercanlar insan elini andırıyor.
"Yahudi kulağı" gibi yakışıksız bir benzetmeyle de anılan kulak mantarı, gerçekten de kulağa benzer
bir yapıda. Bazı güvelerin kanatlarında ise kocaman bir çift gözü andıran
şekiller olabiliyor.
*bir tür
Meksika pidesi (ç.n.)
** Bu örnekler, Turin Kefeni adıyla bilinen ve üzerinde, herhangi rastlantısal bir oluşumla karıştırılamayacak denli belirgin bir insan şekli bulunan bez parçasından çok farklı. Ne var ki karbon-14 yöntemi, bezin isa'nın kefeni değil, on dördüncü yüzyılda yaşamış muzip birinin işi olduğunu gösteriyor. On dördüncü yüzyıl, sahte kutsal emanetler yapma zanaatının çok kâr getirdiği bir dönemdi.
Kulak Mantarı |
Bunların bir kısmı yalnızca rastlantı olmayabilir; yüz şeklini taşıyan bitki ve hayvanların, benzeri yüze sahip avcı hayvanlardan korkan diğer hayvanlarca avlanma şansı daha düşük olabilir, "Baston", gerçekten de küçük bir ağaç dalına benzeyen bir böcek türü. Yaşam alanı da doğal olarak ağaçlar. Bitkiye benzemesi, onu kuş ve diğer avcılardan koruyor. Bu benzerliğin Darwin'in doğal seçilim mekanizması sonucunda, zaman içinde yavaş yavaş şekillendiğini çıkarsamak pek de zor değil. Yaşam türleri arasında böylesi geçişler olabilmesi, biraz cesaret kırıcı görünebilir. "Baston"u gözleyen küçük bir çocuk, kötü bir amaç peşinde olan ve bitkilere doğru yürüyen bir ağaç dalı ya da ağaç ordusu gördüğünü sanabilir.
Baston Böceği |
Doğadaki ilginç benzerliklere ilgi duyan İngiliz John
Michell tarafından yazılmış Natural Likeness, (Doğal Benzerlik) isimli, 1979
tarihli kitapta böylesi birçok örnek yer alıyor. Michell, -aşağıda da
anlatılacağı gibi- Amerika'da UFO merakının doğmasına neden olan Richard Shaver’in iddialarını ciddiye
alıyor. Shaver, Wisconsin’de, çiftliğindeki kayaları keserek içlerinde yalnız
kendisinin görebildiği ve az çok anlayabildiği bir resim diliyle dünya
tarihinin tüm ayrıntılarıyla yazılı olduğu kesitler bulduğunu iddia ermişti.
Michell, sadece yazılanlardan yola çıkarak, tiyatrocu ve gerçeküstücü kuramcı
Antonin Artaud'nun (uyuşturucunun etkisindeyken) kayaların dış yüzeylerinde
gördüğünü söylediği erotik şekilleri, işkence gören adamı, vahşi hayvanları ve
benzeri iddialarını da gerçek kabul ediyordu. "Tüm manzara" diyor
Michell, "tek bir düşüncenin yaratısına dönüşüyordu." Sorulması
gerekli soru, o düşüncenin Artaud'nun kafasının içinde mi yoksa dışında mı
olduğu. Yazar, Artaud'nun kayalardaki o belirgin şekillerin kendi sanrılı
bilinç durumunun değil, eski bir uygarlığın eseri olduğu yolundaki çıkarımını
onaylıyor. Artaud Meksika'dan Avrupa'ya döndüğünde, kendisine akıl hastası
tanısı konulmuştu. Michell, Artaud'nun şekillerine kuşkuyla yaklaşan
"materyalist bakış açısı"nı yerden yete vuruyor.
Yazar, kitabında bizlere röntgen ışığında çekilmiş, belli
belirsiz bir yün şeklini andıran Güneş fotoğrafını göstererek,
"Gurdjieff’in müritlerinin" Güneş tacında "Efendilerinin yüzünü
gördükleri'"ni bildiriyor. Dünyanın her yerinde ağaç, dağ ve kaya
parçalarındaki sayısız yüz, eski uygarlıkların bilgeliği olarak sunuluyor.
Belki de bir kısmı gerçekten öyledir: Uzaktan bakıldığında dev bir yüzü andıran
kayalar oymak, boş bir şaka olduğu kadar cazip bir dini sembol yerine de
geçebilir.
Michell, insanın yanlı algı süzgecine takılan bu oluşumların
çoğunun kaya oluşum sürecinin ve iki yönlü bitki-hayvan simetrisi ile biraz da
doğal seçilimin doğal sonuçları olduğu düşüncesini "materyalizm" ve
"on dokuzuncu yüzyıldan kalma bir gaflet" olarak niteliyor.
"Akılcılığa dayanan inançların koşullandırdığı dünya görüşümüz, doğanın
gerçeğini kavrayamayacak denli donuk ve sınırlı." Kendisinin doğanın
gerçeklerini hangi süreçle incelediğine ise hiç değinmiyor.
Sunduğu şekiller konusunda Michell şu sonuca varıyor:
... gizleri dokunulmamış birer merak, haz ve spekülasyon
kaynağı olması sürdürüyor. Tek emin olduğumuz, doğanın onları yaratmış ve
bizlere algılamak için duyular, sundukları sonsuz güzelliği değerlendirecek
aklı vermiş olduğu. Onlardan en iyi şekilde yararlanabilmek ve zevk alabilmek
için, onları donuk ve inatçı olmaya koşullanmış tek yönlü bir bakışla değil,
doğanın istediği gibi masumiyetin gözüyle; kuram ve önyargılarla gölgelenmemiş,
hepimizde doğuştan var olan ve insan yaşamını zenginleştirip kutsayan çok yönlü
bir bakışla görmeliyiz.
Mucizevi şekiller arasında belki de en ünlü sahte sav, Mars kanalları ile ilgili olanı. İlk kez 1877'de gözlenen kanallar, dünyanın çeşitli yerlerinde büyük teleskoplarla gözlem yapan işinin ehli profesyonel gökbilimcilerce de görünüşle onaylanmıştı. Mars'ın yüzeyini saran tek ve çift düz çizgiler ağı öylesine gizemli bir geometrik düzene sahipti ki olsa olsa zeki varlıklarca yapılmış olabilirdi. Mars'ın, üzerinde su kaynaklarının korunmasıyla uğraşan daha eski ve zeki teknik bir uygarlığın yaşadığı, kurumuş ve ölmekte olan bir gezegen olduğu yolunda sonuçlar çıkarılmaya başlanmıştı; yüzlerce kanal haritalanmış ve isimlendirilmişti. Fakat ne gariptir ki, bu kanallar fotoğraflarda görünmemekte ısrarlıydı. İnsan gözünün, kusursuz atmosferik şeffaflığın söz konusu olduğu kısa anları yakalayabildiği, buna karşılık fotoğraf camının, sadece net anları görüntüleyebildiği öne sürülüyordu. Kanalları gören kimi gökbilimciler oldu. Çoğunluğu ise göremedi. Kimbilir, belki de bazı gözlemciler kanalları görmede daha becerikliydi. Ya da belki tüm öykü, algısal bir yanılgıdan ibaretti.
Radyo dinleyicilerinde panik... |
Orson Welles ve olayın haberi Oyun teksti, yazının altındaki linkte |
Mars'ın yaşam barındıran bir yer olduğu sanısının ve popüler
kurguda çok kullanılan "Marslılar"' kavramının kaynağını kanallar
oluşturuyor. Ben de bu söylem içinde büyümüş ve kendimi Mars'a gönderilen
Mariner 9 -kırmızı gezegenin yörüngesine giren ilk uzay aracı- projesinde
görevli bulduğumda da durumun gerçekle ne olduğu konusunda müthiş bir meraka
kapılmıştım. Mariner 9 ve Viking gezegeni kutuptan kutba haritalayabilmiş;
Dünya'dan gözlenebilenden yüzlerce kez daha küçük ayrıntıları saptayabilmiştik.
Bu çalışmalar sırasında sözü geçen kanallara rastlamamış olmak, doğrusu beni
pek şaşırtmadı. Teleskopla saplanmış, gözden kaçması zor 5000 km'lik çöküntü
vadisi gibi birkaç, doğrusal hat vardı. Ancak, kutuplardan kurak ekvator
kentlerine çorak çöller boyunca su taşıdığı söylenen yüzlerce
"klasik" kanalın izine bile rastlayamadık. Kanallar, göz
aldanmasının; kararsız ve türbülansı bir atmosfer incelenirken sınırlı
çözünürlüğün yol açtığı el-göz-beyin yanılgısının sonucuydu sadece.
Doğruluğu onaylanmış birçok keşfin sahibi profesyonel bilim insanları
bile şekil seçme konusunda ciddi ve büyük hatalara düşebilir. Hele de
gördüğümüzü sandığımız şeylere ilişkin belirtiler güçlü ulursa, yeterli
özdisiplin ve özeleştiriye gereğince başvurmaksızın sonuca koşabiliriz. Mars
kanalları söylencesi, bu bakımdan ders alınması gerekli bir masaldır.
Uzay aracı projeleriyle, kanallara ilişkin olarak yanlış
değerlendirmelerini izi düzeltmemize yarayacak veriler sağlandı. Öte yandan,
Mars'ta beklenmedik şekiller bulunduğu yolundaki en ilginç İddialar da, yine
uzay araçlarının yaptığı keşifler sonunda gündeme geldi. 1960'ların başlarında,
Mars'ta eski uygarlıklardan -Mars'ın yerlilerinden ya da başka dünyalardan
gelmiş yabancılardan- kalma eserlere rastlama olasılığını ciddiye almamız
gerektiği konusunda çok ısrarlıydım. Bunun kolay ya da muhtemel olduğunu
düşünmemiş; böylesine önemli bir konuda çok somut kanıt desteğinden yoksun bir
belirtinin dikkate alınmaya değer olduğunu söylemeye çalışmamıştım kuşkusuz.
John Gleim'in uzay kapsülünün çevresinde
"ateşböcekleri"ne benzer cisimler gördüğü yolundaki raporu İlk örnek
olmak üzere, ne zaman bir astronot ne olduğunu anlayamadığı bir şey gördüğünü
bildirse, hemen bunun "uzaylılar"ın işi olduğu söylentileri yayılmaya
başlıyordu. Uzay ortamında, geminin dışındaki boyaların dökülerek betimlenen
olaya neden olabileceği gibi ciddi açıklamalar ise alıcı bulmuyordu. Mucizevi
öykülerin büyüsü, eleştirel bakış açımızı hemen baltalıyor. (İnsanın, gezegenin yörüngesine
uyduymuşçasına girmesi yeterince mucizevi bir olay değilmiş gibi.)
Apollo, Ay'a inişler yaptığı sıralarda, küçük teleskop
sahipleri, uçan daire meraklıları ve uzay teknolojisi konulu dergilerin
yazarlarından oluşan, uzman olmayan bir grup, bilim insanı ve* astronotların
gözden kaçırdığı garip ayrıntılar bulma hevesiyle NASA'ya gönderilen
fotoğrafların başına üşüşmüştü. Çok geçmeden, Ay yüzeyine kazılı Latince
harfler, Arapça rakamlar, piramitler, otoyollar, haçlar, parlayan UFO’larla
dolu raporlar yayımlanmaya başladı, iddialara göre, Ay'da köprüler, radyo
antenleri, kumda sürünerek ilerleyen motorlu araçlar, kraterleri ikiye
bölebilecek güçte makinelerin eseri harabeler vardı. İddiaların her birinin,
amatör analizcilerin Ay’ın doğal yer şekillerini yanlış yorumlamasının,
astronotların Hasselblad marka fotoğraf makinelerinin merceğindeki iç
yansımaların ve benzeri etkenlerin sonucu olduğu kolayca anlaşıldı. Bazı coşkun
amatörler, Ay'da Amerika'ya çevrili Sovyet balistik füzelerinin gölgelerini
gördüklerini bile öne sürdüler. "Çan kuleleri" olarak da betimlenen
roketler, Güneş Ay'ın ufkunda batmak üzereyken yere uzun gölgeler düşüren alçak
tepelerden başka bir şey değildi oysaki. Kimi kez bir parça trigonometri,
gördüğümüz serabı açıklamaya yerebiliyor.
Bu deneyimler aynı zamanda bir uyarı da içeriyor:
Alışılmadık süreçler sonucu oluşmuş karmaşık bir yapıyı incelerken amatörler
(hatta bazen profesyoneller de) özellikle de aletlerinin çözünürlük sınırına
yakın durumlarda yanılgıya düşebilirler.
Umutları ve korkuları, olası büyük keşifler yapma hevesi, bilimde esas olan
kuşkucu ve temkinli yaklaşıma üstün gelebilir.
Venüs yüzeyine ait görüntüleri incelerken kimi kez
-yörüngedeki Sovyet radarınca saplanmış görüntüleri değerlendiren Amerikalı
yerbilimcilerin keşfettiği, az çok Josef Stalin'e benzeyen şekil gibi- garip
yer şekilleri göze çarpabiliyor. Kanımca, sadık Stalincilerin manyetik bantları
tahrif ettiği ya da eski Sovyetlerin, gönderilen tüm araçların inişten sonraki
ilk birkaç saat içinde kavrulduğu Venüs yüzeyinde eşi görülmemiş ölçekte,
şimdiye değin farkına varılmamış mühendislik işlerine girişmiş oldukları
düşünülemez. Bulgular, her ne olursa olsun bu şeklin, bir yer oluşumu olduğu
yönünde. Aynısı, Uranüs'ün ayı Ariel üzerinde görüldüğü iddia edilen çizgi film
karakteri Bugs Bunny’nin resmi için de geçerli. Kızılötesine yakın bir Hubble
Uzay Teleskopu görüntüsünde, dünya büyüklüğünde gülümseyen bir yüz şekli
Titan'in bulutlarından bize bakıyor. Her gezegen bilimcisinin sevdiği benzeri
bir örnek vardır.
Samanyolu Gökadası da düş ürünü benzerliklerle dolu: Atbaşı,
Eskimo, Baykuş, Homunculus (küçük adam), Tarantula ve Kuzey Amerika
Bulutsuları, parlak yıldızların aydınlattığı her biri Güneş sisteminin yüzlerce
ya da binlerce katı büyüklüğündeki diğer toz ve gaz bulutları gibi. Gökbilimciler,
birkaç milyon ışık yılı çapında bir daire içindeki gökadaların dağılımını ilk
kez haritalandırdıklarında, ortaya kabaca insan şeklini andıran ve sonradan
"Çöpten Adam" olarak adlandırılan bir yapının tıkmış olduğunu
gördüler, bu yapı, birbirine bitişik dev sabun köpüklerinden oluşan, iç
kısımlarında neredeyse biç gökada yer almadığı halde köpüklerinin yüzeyi
gökadalarla kaplı bir oluşum şeklinde tasvir edildi, bu durumda yapının
içerisinde ikili simetriye sahip Çöpten Adam gibi bir şekle rastlamak gayet
olasıydı.
Mars, Venüs'e göre çok daha ılımlı koşullara sahip olmasına
karşın, Viking araçları bu gezegende yaşam izine rastlayamadı. Mars yüzeyi,
çeşitlilik içeren, son derece heterojen bir yapıya sahip. Elimizde Mars'a ait
100.000 kadar yakın çekim fotoğraf varken, yıllar içerisinde, Mars'ta garip
işler döndüğü yolunda çok sayıda İddianın türemiş olması şaşırtıcı değil
doğrusu. Örneğin gezegende, 8 km. genişliğinde bir göktaşı deliğinde yer alan
ve dışında merkezden yayılmış çarpma izleri gözlenen bir "mutlu yüz"
bulunuyor. Üstelik şu bildiğimiz, gülümseyen Güneş tasvirlerine de çok
benziyor. Ancak, hiç kimse bu şeklin, belki de dikkatimizi çekip bizimle
iletişim kurabilmek için dost canlısı, ileri bir Mars uygarlığınca tasarlanmış
bir yapı olduğunu iddia edemez. Biliyoruz ki bir gün gökten düşen irili ufaklı
cisimlerin etkisiyle, her çarpmadan sonra görülen içeri göçme ya da madde
birikimi sonucu, eski su ve çamur akıntıları ile modern kum fırtınalarının da
etkisiyle yüzeyde çok çeşitli yapılar oluşması son derece doğal. 100.000
fotoğrafı tek tek incelediğimizde, birkaçında yüze benzer şekillere rastlayacak
olmamız hiç de şaşırtıcı değil. Bebekliğimizden
başlayarak şekil seçmeye programlanmış beyinlerimizin, asıl şurada burada yüz
şekilleri algılamaması şaşırtıcı olurdu. [2]
Mars yüzeyindeki birkaç küçük dağ, piramitleri andırıyor.
Elysium yüksek platosunda, en büyüğü tabanda birkaç km. genişliğinde ve hepsi
aynı yönde sıralanmış olmak üzere piramit şekilli bir dağ silsilesi bulunuyor.
Mısır'daki Gize platosuna çok benzeyen bu çölün ortasındaki piramit dağlar
insanın aklına heyecan verici düşünceler getirmiyor değil; onları yakından
incelemekten büyük keyif alırdım doğrusu. Peki , ama hemen Marslı firavunların
var olduğu gibi bir çıkarım yapmak akla yatkın mı sizce?
Dünya'da, özellikle Antarktika'da, benzeri minyatür şekiller
bulunuyor. Kimileri diz boyunda. Bu oluşumlar hakkında başka hiçbir şey
bilmeseydik, Antarktika'da yaşayan cüce Mısırlılarca üretilmiş oldukları
sonucuna varmak adil bir yaklaşım olur muydu? (Böylesi bir hipotez gözlemlerle
az çok uyumlu; fakat kutup ortamı ve insan fizyolojisine İlişkin büyük bilgi
birikimimiz, hipotezin bütünüyle hatalı olduğunu gösteriyor.) Kutup
piramitleri, rüzgâr aşındırmasının ürünleri. Yerden aldığı küçük parçacıklarla
yıllarca aynı yönde esen güçlü rüzgârlar, bir zamanlar şekilsiz tümsekler olan
yapıları simetrik piramitlere dönüştürmüş. Adlarına da Almancada üç cepheli
anlamına gelen "dreikanters" deniyor. Bu olay evrenin her köşesinde
(özellikle, dönen sarmal gökadalarda) sayısız kere yinelenen, doğal süreçlerle kaostan düzen oluşmasından başka bir
şey değil. Bizlerse her seferinde inatla Tanrı ya da insanın parmak izlerim
aramaktan vazgeçmiyoruz.
Mars'ta, Dünya'da görülmüş en şiddetli fırtınadan daha sert,
sesin yarı hızına ulaşan rüzgârlar olduğu biliniyor. İnce kum tanelerini oradan
oraya taşıyan, gezegen çapında kum fırtınaları da oldukça sık görülüyor.
Dünyanın en acımasız fırtınalarından daha hızlı, yerbilimsel ölçekle çağlar
süren kesintisiz parçacık sağanağı sonucu, kaya yüzeylerinde ve arazide derin
değişimler ortaya çıkmış olmalı. Birkaç yapının -hatta çok büyük olanların
bile- rüzgârın girdabıyla piramit şekline bürünmesi pek de şaşırtıcı olmasa
gerek.
Mars'ta gözünü kırpmaksızın göğe bakan dev bir taş yüzün
bulunduğu Cydonia adlı bir yer var. Pek dostça bir ifade taşımamakla birlikte,
enikonu insan yüzünü andıran bir yapı bu. Kimilerine göre Praksiteles
tarafından yapılmış bir heykel. Bulunduğu yer ise, birçok alçak tepenin, çamur
akıntıları ve rüzgâr aşındırması ile garip şekillere bürünmüş olduğu bir bölge.
Göktaşı izlerinin sayısı, bölgenin yüzlerce milyon yaşında olduğunu gösteriyor.
"Yüz" zaman zaman hem Birleşik Devletler'de
hem de eski Sovyetler Birliği'nde ilgi uyandırdı. Weekly World News (Haftalık
Dünya Haberleri) adlı ne denli güvenilir (!) olduğu her halinden belli bir
süpermarket magazininin 20 Kasım 1984 sayısı şöyle bir manşet taşıyordu:
SOVYET BİLİM ADAMININ MÜTHİŞ İDDİASI
MARS'TA TAPINAK HARABELERİ BULUNDU
UZAYARACI 50.000 YILLIK UYGARLIĞIN KALINTILARINI KEŞFETTİ
İddialar, adı verilmeyen bir Sovyet kaynağına dayandırılıyor
ve var olmayan bir Sovyet uzay ararının yaptığı keşifler soluk soluğa
anlatılıyordu.
Ne var ki, 1976'da Viking yörünge araçlarından biri
tarafından saptanmış "Yüz" neredeyse tümüyle bir Amerikan masalı.
Şekil, bir proje yetkilisi tarafından ışık-gölge oyunu zannedilerek fotoğraftan
çıkarılmış, bu nedenle de NASA son bin yılın en önemli keşfini saklamaya
çalışmakla suçlanmıştı. Birkaç mühendis, bilgisayar uzmanı ve NASA'nın
sözleşmeli çalışanlarından bir grup, iş dışındaki zamanlarında görüntüye
dijital netlik kazandırmaya uğraşmışlardı. Belki de akıllara durgunluk verecek
keşifler yapmayı umuyorlardı. Bu tür bir yaklaşım bilimde kabul görmekle kalmaz,
-kanıtlara ilişkin standartlarınız yüksek olduğu sürece-teşvik de edilir.
Grubun kimi elemanları konuyla ilgili daha ileri düzeyde çalışma yapmayı hak
edecek denli temkinliyken, kimileri de yalnızca Yüz'ün insana ait, gerçek bir
anıt heykel olduğu sonucuna varmakla kalmamış, yakınlarında tapmak ve
burçlarıyla bir kent görecek kadar ileri gitmişlerdi.* Sahte birtakım savlan
peş peşe sıraladıktan sonra bir yazar, anıtların yarım milyon yıl önce belli
bir gökbilimsel işleve sahip okluğunu ve Cydonia harikalarının da o zamanlarda
yapıldığını duyuruyordu. Peki öyleyse onları yapanlar nasıl insan olabilir?
Yarım milyon yıl önce atalarımız taş aletler yapmak ve ateş yakmakla meşguldü.
Uzay gemileri de yoktu.
Marslı Yüz "Dünya Uygarlıklarınca yapılmış benzeri
yüzler"le karşılaştırıldı. "Göğe çevriliydiler, çünkü Tanrı’ya
bakıyorlardı." Ya da Mars (ve Ay) yüzeyini kalbura çeviren gezegenler
arası bir savaştan sağ çıkanlarca yapılmıştı Yüz. Hem zaten tüm o kraterlere
yol açan neydi ki? Yüz, uzun zaman önce yok olmuş bir uygarlığın kalıntısı mı?
Heykeltıraşları asıl olarak Dünyalı mı, yoksa Marslı mı? Mola vermek için Mars'la
duraklamış yıldızlar arası konuklarca yapılmış olabilir mi? Bizim
tarafımızdan keşfedilmek üzere mi bırakılmış? Onlar, her kimse, Dünya’ya da
uğramış ve yaşamın ilk tohumlarını atmış olabilirler miydi? Ya da en azından insanın
ilk tohumlarını. Ya onlar tanrısal varlıklar idiyseler? Marslı Yüz, işte
böylesi coşkun spekülasyonlara yol açtı.
*Bu fikir, en
azından bir yüzyıl eskiye, Percival Lowell’in Mars kanalları söylencesine
dayanıyor. Birçok örnekten biri olarak, P. E. Cleator, 1936 tarihli Rockets
Through Space: The Dawn of Interplanetary Travel (Uzayda Roketler: Gezegenler
Arası Yolculuğun Şafağı) adlı kitabında: “Mars’ta ölmekte olan uygarlıklara ait
kalıntılar bulunabilir” şeklinde bir sav ileri sürmüştü.
Son zamanlarda, Mars'taki "anıtlar" ile Dünya'daki "tahıl daireleri" arasında bir ilinti olduğu yolunda iddialar da onaya atıldı. Bu iddialara göre, eski Mars uygarlıklarından kalma makinelerde çıkarılmayı bekleyen akıl almaz enerji kaynakları vardı ve NASA, gerçeği Amerikan kamuoyundan gizlemek için elinden geleni yapıyordu. Bu türden duyurular, gizemli yer şekillerine ilişkin olarak ortaya atılmış özensiz savlara göre çok daha abartılı bir söylem içeriyor.
1993 yılı, Ağustos ayında Man Observer uzay aracı
Mars'a çok yaklaşmışken inmeyi başaramayınca, NASA’nın görüntüleri kamuoyuna
gösterme zorunluluğundan kurtulup, Yüz'ü ayrıntılarıyla inceleyebilmek için
böyle bir oyun oynadığı suçlamaları yapılmaya başladı. (Eğer öyleyse, bu
oldukça ince hesaplı bir oyun: Mars yer şekilleri uzmanları Yüz konusunda
hiçbir şey bilmiyorlar. Bazılarımız da Man Observer'ın başarısız olmasına yol
açan işlevsel hatanın yinelenmediği yeni Mars projeleri üzerinde çalışıyoruz.)
Hatta Jet İtiş Laboratuvarı'nın (Jet Propulsion Laboralory) önünde, bu
"sözde" 'yetkiyi kötüye kullanma' suçuna gözcülük etmeye çalışan
küçük bir eylemci grubu bile toplanmıştı.
14 Eylül 1993 tarihli Weekly World News ilk sayfasını;
•'Yeni NASA görüntüsü, Mars'ta İnsan Yaşadığını
Doğruluyor!" şeklindeki manşete ayırmıştı.
Mars yörüngesindeki Mars Observer tarafından çekilmiş sahte
bir yüz fotoğrafının (oysa ki Mars Observer yörüngeye bile girmeyi
başaramamıştı), var olmayan "önemli bir uzay bilimcisince Marslıların
200.000 yıl önce Dünya’yı kolonice ettiğinin kanıtı olduğunun bildirildiğini
yazıyordu. Bilgi saklı tutuluyor, söz konusu bilim adanınım "dünya çapında
panik" yaratması önlenmeye çalışılıyordu.
Böylesi bir bulgunun gerçekten "dünya çapında
panik" yaratmasının olanaksızlığını bir kenara bırakalım. Göz kamaştırıcı
bilimsel bir bulguya götüren süreci bizzat izleyen biri -aklıma Temmuz
1994"te Shoemaker- Levy 9 kuyrukluyıldızının Jüpiter'e çarpması geliyor-
bilim adamlarının ne denli coşkun ve kabına sığmaz, hale gelebildiğine de
kaçınılmaz olarak tanıklık etmiş olacaktır. Bilim adamları, yeni veriyi
paylaşmak için yılmaz bir çabayla çalışırlar. Gerçek anlaşıldıktan sonra değil,
yalnızca önceden yapılmış bir anlaşma olması durumunda bilim adamları askeri
bir sırrı korur. Bilimin doğası gereği gizlilik içerdiği yolundaki yorumu
reddediyorum. Bilimin kültürü ve gelenekleri paylaşımcı, işbirlikçi ve iletişim
severdir; üstelik bunu n için çok iyi nedenleri vardır.
Kendimizi gerçekten bilinenlerle sınırlayıp, üfürükten bile
çığır açan keşifler imal edebilen magazin endüstrisini görmezden gelecek
olursak, elimizde ne kalıyor? Yüz hakkında bildiklerimiz az olunca, tüylerimiz
ürperebiliyor. Biraz daha fazla bilgi sahibi olduğumuzda ise gizem birdenbire
sığlaşıveriyor.
Mars'ın yüzey alanı, Dünya'daki karasal bölgelerin
alanı kadar; yani yaklaşık 150 milyon kilometrekare. Marslı
"sfenks"in kapladığı alan bir kilometrekare. Özellikle,
çocukluğumuzdan getirdiğimiz yüz seçme eğilimi de göz önüne alındığında, 150
milyon km2 itinde (görece) posta pulu büyüklüğünde kalan bir alanın yapay
görünmesi çok mu şaşırtıcı? Çevresindeki tepecikler, yüksek oralar ve diğer
karmaşık yüzey oluşumları ağını incelediğimizde, Yüz'ün insan yüzünü andırmayan
diğer birçok yapıdan pek de farklı olmadığını görüyoruz. Eski Marslı
mühendisler yalnızca bu ovayı (ya da diyelim ki birkaçını daha) şekillendirip,
geriye kalanları anıt heykellerden yoksun mu bırakmışlar acaba? Yoksa, diğer
yüksek ovaların da yüz şeklinde oyulduğu, ama Dünya'da alışmadığımız türden
garip yüzler oldukları için ayırtlarına varamadığımızı mı düşünmeliyiz?
Orijinal görüntüyü daha dikkatle incelediğimizde, yüz
şeklini daha da belirgin kılan, oldukça stratejik bir noktaya yerleşmiş
"burun deliği"nin, Mars'tan Dünya'ya radyo akranını sırasında
kaybolmuş veriye karşılık gelen bir siyah nokta olduğunu görüyoruz. Yüz'e ait
en iyi görüntü, bir yanını Güneş ışığında, diğer yanını ise karanlık bir
gölgede kalmış olarak gösteren fotoğraf. Orijinal dijital veriyi
kullandığımızda, gölgelerdeki kontrastı çok daha net görebiliyoruz. O zaman da,
yüzle hiç ilişkisi olmayan bir şekil çarpıyor gözümüze. Yüz, aslında, en iyi
haliyle bile yarım bir yüz. Soluğumuzu kesip, kalbimizi deli gibi çarptıran
Marslı sfenks, insan yüzünün yapay ya da cansız bir taklidi olmaktan çok, son
derece doğal bir oluşuma benziyor. O da milyonlarca yıllık yerbilimsel değişim
sürecinin bir parçası olmalı.
Yanılıyor da olabilirim. Çok yakından iyice gözleme
şansını pek yakalayamadığımız bir dünya konusunda kesin konuşmak zor. Bu
özellikleri, daha yüksek çözünürlüklü görüntülerde, daha büyük dikkatle
incelemek gerekli. "Yüz"ün daha az ayrıntılı fotoğrafları simetriyi
daha net yansıtıp yer oluşumu mu yoksa anıt heykel mi şeklindeki tartışmaya da
son noktayı koyabilirdi. Yüz'ün üzerinde ya da kenarlarında bulunan göktaşı
delikleri de yaşı hakkında bilgi verebilirdi. Civarındaki yapılar gerçekten bir
kent kalıntısı ise (bence hiç olası değil), yapılacak yakın gözlemler gerçeği
onaya çıkaracaktır. Mars'ta yıkık caddeler yar mı? Peki "kale"
mazgalları? Ziguratlar, kuleler, sütunlu tapınaklar, anıt heykeller, göz
alabildiğine uzanan duvar resimleri mi var? Yoksa hepsi sadece kaya mı?
Bu iddiaların doğrulanma olasılığı son derece düşük
olsa da (ki ben de böyle düşünüyorum), yine de incelemeye değer. UFO
öykülerinden farklı olarak, bu kez durumu açıklayıcı bir deney yapma şansına
sahibiz. Bu tür bir hipotez, yani ıslanabilir olması nedeniyle, bilim
kapsamında ele alınabilir. Umuyorum ki Mars'a gönderilecek Amerikan ve Rus uzay
araçları, özellikle de yüksek çözünürlüklü televizyon kameraları taşıyan
yörünge araçları, yüzlerce diğer bilimsel sorunun yanıtından başka,
piramitlerin, Yüz ve kentin daha yakın görüntülerini elde etmek için her türlü
çabayı göstereceklerdir.
Mars'ta görülen özelliklerin yapay değil doğal olduğu
açıkça ortaya konabilse bile, öyle sanıyorum ki bu söylentilerin arkası
kesilmeyecek. Süpermarket magazinleri, benzer yüzlerin Venüs'ten Neptün'e kadar
çeşitti gezegenlerde görüldüğü (bulutlar üzerinde uçarak gitmiş olmalılar)
yolunda haberler yayımlamaya başladılar bile. "Bulgular" yine her
zaman olduğu gibi kurgusal bir Rus uzay aracına ve düş ürünü bilim adamlarına
mal edilerek, öykülerin doğruluğunu kontrol etmek isteyebilecek kuşkucuların
önüne bir engel konulmuş oluyor.
Mars'ta yüz bulma heveslilerinden biri duyuruyor:
YÜZYILIN EN BÜYÜK HABERİ
DİNİ KARGAŞAYA YOL AÇMA KORKUSUYLA NASA TARAFINDAN
SANSÜRLENİYOR.
AYDA ESKİ UZAYLILARDAN KALMA HARABELER KEŞFEDİLDİ.
Gayet iyi incelenmiş Ay'da, "Los Angeles havzası
büyüklüğünde, üzeri cam kubbeyle kaplı, göktaşlarınca harabeye döndürülmüş dev
kentte tepesi 5 kilometrekarelik küp olan (!) 8 km. yüksekliğinde dev kuleler
de bulunduğu" (dili aynen bırakılmıştır) soluk soluğa bir makalede
"DOĞRULANIYOR". Peki ya kanıt?
NASA'nın gönderdiği robot araçlar ile ve Apollo uçuşları sırasında çekilmiş,
fakat hükümetçe görmezden gelinmiş, birçok diğer ülkede "hükümet"
için çalışmayan bilim insanlarının üstünkörü incelemiş olduğu fotoğraflar.
Weekly World News'un 18 Ağustos 1992 tarihli sayısı,
"gizli bir NASA uydusu"nun M51 Gökadası'nın merkezindeki kara
delikten yayılan, "binlerce belki de milyonlarca kişilik bir koro"nun
söylediği "Şükür, şükür, çok şükür,
göklerdeki Tanrı'ya" şeklinde bir ilahi kaydetmiş olduğunu
duyuruyordu. Hem de İngilizce söyleniyormuş bu ilahi! Bir uzay aracı tarafından
saptanmış, Tanrı'yı Orion Bulutsusu'nda, en azından gözlerini ve burnunun
yarısıyla gösteren karanlık bir illüstrasyonla, birlikte benzeri bir magazin
makalesi daha anımsıyorum.
20 Temmuz 1993 Tarihli Weekly World News'in ilk
sayfasında, suikast girişiminden gizlice kurtarılmış, Camp David'de tekerlekli
iskemlesinde oturan, beli bükülmüş, olması gerektiği kadar yaşlı bir John
Kennedy resminin yanına şöyle bir manşet iliştirmişti: "Clinton JFK ile
Görüştü!" İç sayfalarda ise dikkatimiz şöyle bir konuya çekiliyordu: Sözde
"önemli" bilim insanları, sözde çok gizli bir belgede, sözde bir
"kıyamet asteroidi"nin (sözde M-167") 11 Kasım 1993’te Dünya'ya
çarparak "yaşama son verebileceğini" bildiriyorlardı. Başkan
Clinton'a "asteroidin konumu ve hızı konusunda sürekli bilgi
veriliyordu". Belki de Başkan Kennedy ile yaptığı görüşmede tartıştığı
konulardan biri de buydu. Nedense, 11 Kasım 1993'ü olaysız atlattıktan sonra,
Dünya'nın bu büyük felaketten nasıl olup da kurtulduğuna ilişkin ek bir haber
yayımlanmadı. Belki de başmakale yazarı, baş sayfanın dünyanın sonu gibi
haberlerle boş yere işgal edilmemesi gerektiğine karar vermişti.
Kimileri için bunlar yalnızca eğlence. Ne var ki Duma'ya bir
asteroidin çarpabileceği yolunda uzun vadeli istatistiksel veriler var. (Weekly
Word News hikâyesine, deyim yerindeyse "esin kaynağı" olan da bu
gerçek bilimsel sonuç.) Hükümet organları bu konuda yapılabilecekler üzerinde
çalışıyorlar. Ne var ki, magazin
yazarlarından birinin aklına esmesiyle yayımlanan böylesi abartılı ve saçma
öyküler kamuoyunun gerçek tehlikeleri magazin kurgularından ayırmasını
güçleştirerek, gerekli önlemleri almak yoluyla tehlikeden kaçınma çabalarımıza
da gölge düşürüyor.
Magazinler, sık sık mahkemeye veriliyor ve kimi kez
büyük miktarlarda para el değiştiriyor. Davacılar da genellikle, kendileri
hakkında yazılan iğrenç işleri asla yapmadıklarını söyleyerek magazinleri ima
etmekle suçlayan ünlü sanatçılar oluyor. Söz konusu dergiler ise bu davaları,
yaptıkları kârlı işin bir parçası olarak görüyorlar. Savunmaları sırasında
genellikle, yazarlarının merhametine kalmış olduklarını, yayımladıkları
malzemenin doğruluğunu denetlemek gibi kurumsal bir sorumlulukları olmadığını
belirtiyorlar. Weekly World News'in yazı isleri müdürü SalIvone, yayımladıkları
öyküler konusunda şunları söylüyor: “Tek
bildiğim, öykülerin düş gücü ürünleri olduğu. Ama biz bir magazin olduğumuza
göre, öykülerimizi sorgulamamıza gerek de yok". Kuşkucu yaklaşım
gazetelerin iyi satmasını sağlamadığına göre değeri de yok demek ki. Çeşitli
gerekçelerle magazinlerden ayrılan yazarlar, dergi yazarları ve yazı işleri
müdürlerinin toplanarak öykü ve başyazı ümükleri "yaratıcı"
seanslardan, bulduklarını daha da abartabilmek için nasıl çabaladıklarından söz
ediyorlar.
Geniş okuyucu kitleleri göz önüne alındığında, aralarında
sadece okudukları öykülerden yola çıkarak söz konusu iddialara inanan, doğru
olmasalardı, "basılamazlardı" diye düşünen okuyucular yok mudur
dersiniz? Konuştuğum bazı okuyucular, magazinleri, televizyonda
"pankreas" seyredercesine, yalnızca eğlence için okudukları, bir
sözcüğüne hile inanmadıkları; hem yayımcı hem de okuyucunun gözünde
magazinlerin tuhaf öyküler yazan, ciddiye alınmaması gerekli dergiler olduğu
konusunda ısı ar ediyorlar. Sözüm ona bu dergiler, kanıt gösterme
zorunluluğunun olmadığı, fantastik bir söylem içeriyor. Ne var ki bana gelen
mektuplar, çok sayıda Amerikalının magazinleri oldukça ciddiye aldığını
gösteriyor.
İçinde bulunduğumuz 1990'lı yıllarda magazin dünyası gitgide
büyüyerek diğer yayın organlarını iştahla yutuyor. Bilinen gerçekler konusunda
son derece titiz davranan gazete, magazin ve televizyon programlarının satış ya
da izlenme oranı, dürüst habercilik anlayışı taşımayan yayınlarınkinin çok
altında kalıyor. Bunu, yeni kuşak magazin-televizyon kanalları ile haber ve
bilgi programı olarak lanse edilen yapımlardan rahatlıkla çıkarsayabiliriz…
Böylesi yayınlar piyasada tutunuyor ve yayılıyor, çünkü iyi
satıyor. İyi satıyor; çünkü içimizde monoton yaşamlarına renk katma hevesiyle,
çocukluğumuza özgü o coşkun merak güdüsünü yeniden hissetme ve -bizi gözeten
zeki ve bilge bir varlığa- gerçekten inanma isteğiyle yanıp tutuşan çok fazla
sayıda insan var. İnanç, birçok insan için tek başına yeterli değil kuşkusuz. Bu kişiler, inançlarının doğruluğunun
bilim tarafından da kanıtlanmasını istiyorlar. Bilimsel onay damgasını
alabilmek için can atıyor, ne var ki damgayı geçerli kılacak güçlü kanıtlar
bulmakla uğraşmak istemiyorlar, inançlarımızı doğrulayan böyle bir damga elde
etmek ne büyük bir avuntu olurdu! Kendimiz için endişelenme gibi usandırıcı
bir yükten bir anda sıyrılıverirdik. Şu an içinse, sırtımızı dayayacak
kendimizden başka kimsemiz olup olmadığını düşünüyor, gelecekte başımıza
gelecekler konusunda endişeleniyoruz; endişelenmekte de haklıyız.
Tüm bu saydıklarım, gerekli kuşkucu süzgeci bir kenara
bırakıp sudan öyküler yazan ve her yandaki süpermarket, gazete bayii ve çerez
dükkânlarında ucuz, fiyatla satılan utanç kaynağı yayınların uydurduğu modern
mucizeler. Magazinlerin amaçlarından biri, inançlarımızın doğruluğunu denemenin
tek yolu olan bilimi eski inançlarımızı onaylar göstererek sahte bilim ve sahte
din ile aynı dili konuşur duruma getirmek.
Yeni dünyalar keşfederken bilim insanları her şeye
hazırlıklı olmalıdır. Ne bulacağımızı
önceden bilseydik, çalışmalarımızı sürdürmeye gerek kalmazdı. Mars'a ya da
kozmik ormanımızın sınırlarındaki diğer ilginç dünyalara gelecekle yapacağımız
uçuşlar sonucunda, bazıları belki de söylenceleri bile doğrulayacak türden
sürprizlerle karşılaşmamız olası. Ne var ki biz insanlar, kendimizi aldatabilme
yeteneğine de sahibiz. Kuşkuculuk, kâşifin alet kutusunda vazgeçilmez bir
eleman olmak zorunda, yoksa yoldan çıkmak işten bile değil. Evrenimizde
yeterince harika varken bizim yenilerini uydurmamıza gerek yok doğrusu.
Kaynak: Carl Sagan, Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı, The Demon-Haunted World Science as a Candle in The Dark, Çeviri Miyase Göktepeli, © Carl Sagan 1995, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, TUBİTAK Popüler Bilim Yayınları, Yapı Kredi Yayınları, 1998.
NOTLAR
[1] Bilinen en eski devridaim makinesi 1150 yılında Hint matematikçi ve gökbilimci Bhāskara'nın geliştirdiği dişli çark sistemidir. Devridaim makineleri termodinamiğin birinci ve ikinci yasalarına aykırıdır.İkinci kanun: Bir enerji kaynağından enerji çekip buna eşit miktarda iş yapan ve başka hiçbir sonucu olmayan bir döngü elde etmek imkânsızdır. Entropiyi anlatan bu kanun bütün doğal olaylarda düzensizlik artar demektedir. Başlangıçta 100 birim yararlı enerji varsa son durumda kesinlikle 100 birimden az olacaktır.
“ Evrene ilişkin yeni bir kuramınızın, Maxwell denklemleriyle uyumsuz olduğu söylenirse, bu durum Maxwell denklemleri için de kötü anlama gelebilir. Hatta yapılmış bazı deneyler ve gözlemlerle de çelişiyor olabilir. Sonuçta deneyciler de insandır ve hata yapabilir. Ama entropi yasasıyla ters düşüyorsa, kuramınızın hiçbir şansı yoktur ve çabalarınızın sonu hüsrandır." —Arthur Stanley Eddington
[2] Pareidolia: Beynimiz belli belirsiz görüntüleri, lekeleri vb.; belli bir imgeye ama daha çok; tanıdığımız bir imgeye hatta bir simgeye dönüştürme eğilimindedir. Kültürel geçmişimiz, geleneklerimiz vb. bu süreçte doğrudan etkili olur. Bu durumun insanın evrimiyle ilgisi olduğunu da söylüyor uzmanlar. Bu özelliğimizi “Rorschach mürekkep lekesi testi”nde kişiyi çözümlemek için kullanmışlardır.
Resimlerin Kaynakları ve Video Adresleri
Marstaki Adam: By NASA / JPL / University of Arizona - http://hirise.lpl.arizona.edu/PSP_003234_2210 (with modifications)File:Mars face HiRISE MRO.png (en.wikipedia)File:Martian face viking cropped.jpg, Public Domain, https://commons.wikimedia.org/w/index.php?curid=11725268
Ay: https://images4.alphacoders.com/107/1079059.jpg
Ay'a Seyahat: https://peinture-fraiche.be/en/book/melies-la-magie-du-cinema-laurent-mannoni/
Mars Keşif Videoları
https://www.youtube.com/watch?v=weCG_yODtvM
https://www.youtube.com/watch?v=gm0b_ijaYMQ
Resimler, koyulaştırmalar/vurgular, alt yazılar, notlar bana aittir. DK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder