13 Mayıs 2019 Pazartesi

Osmanlı Resmi Sünni İdeolojisini Fatih İnşa Etti

Ahmet Yaşar Ocak

Hiç şüphesiz ki Osmanlı resmi ideolojisinde en büyük gelişim ve değişim aşaması, II. Mehmed'in 1453 yılında İstanbul'u fethiyle gerçekleşti. Çünkü bu tarihten sonra, artık bir aşiret beğliği hüviyetini ve yapısını çoktan terkederek imparatorluk statüsüne geçmiş Osmanlı Devleti'nde geniş çaplı ve köklü bir yapısal değişim zorunlu hale gelmiş, bu sebeple yönetim mekanizması ve kurumlarında tepeden tabana kadar bir merkezileşme süreci başlamıştır. Bu köklü değişim ise ancak, "Nizam-ı alem"i sağlamaya talip bir imparatorluk ideolojisi üzerine oturacaktı. İşte kanatimizce Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı tarihinde İstanbul'un fatihi olmaktan ziyade esas olarak bu büyük ideolojik ve yapısal değişimin mimarı olarak değerlendirilmelidir. Halil İnalcık'ın çok yerinde tesbitiyle, o, bu yüzdendir ki Osmanlı İmparatorluğu'nun ve onun "padişah" tipinin gerçek yaratıcısıdır. O, İstanbul fethinin kazandırdığı güç ve prestijle, aynı zamanda Doğu Roma'nın varisi ve Ortodoks Doğu Hıristiyanlığı'nın yeni hamisi sıfatıyla şahsında hem Orta Asya Türk, hem Orta Doğu İslam öncesi, ve hem de İslami dönem hükümdarlık ve devlet anlayışlarının sentezini gerçekleştirmiştir. Özellikle de bizim açımızdan önemlisi, o zamana kadar İslam devletlerindeki din-devlet ikizliğini, dinin devlet güdümüne alındığı bir din-devlet özdeşleşmesi haline getirmiş bulunmasıdır. Fatih Sultan Mehmed'in özellikle bu yönlerini vurgulayan yeni bir biyografisinin yazılması gerektiğini bu vesile ile burada vurgulamak istiyoruz.

Fatih'in gerçekleştirdiği bu din-devlet özdeşleşmesinin teorik çerçevesini, Tarih-i Ebu'l-Feth adıyla bilinen eserinde bir dereceye kadar Tursun Beğ bize sunuyor. Buradaki "Güftar der zikr-i ihtiyac-ı halk be-vücud-ı şerif-i padişah-ı zıllullah" başlıklı kısım dikkatle incelenmelidir. Burada görüldüğü üzere Osmanlı padişahı artık "Sultan-ı zıllullah fi'l-arz” dır ve "Hak Teala mübarek lakabın semadan inzal etmişdir'".Bu telakkinin Türk akademik ve popüler tarihçiliğinde zaman zaman ısrarla İslam"a maledilmeye çalışılmasına rağmen, onunla uzaktan yakından bir alakası bulunmadığını özellikle vurgulamak gerekir. Kanaatimizce devlet hakimiyetinde din-devlet (İslam-saltanat) özdeşliğinin bu tipik tezahürünün köklerini, Kaan'ın Gök-Tanrı tarafından seçildiğini vurgulayan eski Türk hükümdarlık anlayışıyla ilk yazılı örneklerinden birine Tevrat'ta rastladığımız eski Orta Doğu devlet ve hükümdarlık geleneğinde aramak daha doğrudur. Bizde İlk Osmanlı vekayinamelerinde yer almakta olup, Osman Gazi etrafında yoğunlaşan, dünya hükümranlığının Osmanoğullarına bağışlandığını vurgulayan menkabeleri de bu çerçevede değerlendirmek gerekir, ki bilindiği üzere hepsi de XV. yüzyılda teşekkül edip XVI. yüzyılda yazıya geçirilmişlerdir ve Fatih'le başlayan büyük ideolojik değişimin birer tarihi belgesidirler.

Fatih Sultan Mehmed İslam'a genç Osmanlı İmparatorluğu'nun yeni ideolojisindeki yerini verirken, sürekli merkeziyetçi espri ile hareket etti. İslam"ı ve kurumlarını kendi başına bırakmadı. Görünüşte İslam'ın imparatorluktaki en üst kurumu olan Şeyhülislamlık müessesesini, adeta Bizans'taki patriklik örneğinde olduğu gibi veziriazam kanalıyla kendine bağladı. Böylece "Zıllullah fi'l-arz"' olan Osmanlı padişahı kendi şahsında hem devletin hem de İslam'ın en üst temsilcisi daha doğrusu timsali oluyordu. İşte bu yeni ve güçlü statü içinde Fatih İslam hukukunun zaten Islatmamın başlangıcından beri yürürlükte olup kendi tali kaynakları arasında mütalaa ettiği örfü de ünlü kanunnameleriyle çok geniş bir alana yaydı. O bunu yapmakla, sanıldığı gibi o zamana kadar vuku bulmamış yepyeni bir şey yapmış, hatta çoğu zaman iddia edildiği gibi, şer"i hukukun yanına örfi hukuku koymuş olmuyordu. Fakat şer'i hukukun bu tali kaynağını, yeni imparatorluk ideolojisinin gereklerine göre çok daha geniş bir alana teşmil ediyordu. İşte kanaatimizce, bu "şer'i hukuk çerçevesinde geniş çaplı işlerlik kazanmış örf bir anlamda devlet güdümündeki İslam'ın, daha doğrusu "Osmanlı İslamı"nın bir görüntüsü ve özelliğidir. XV. yüzyılda Fatih medreseleri, bu Osmanlı İslamı'nın resmi kurumları olarak ihdas edildiler. Fatih'in bu medreselere verdiği temel görevin, genç imparatorluğun ideolojisinin belirtilen doğrultuda bilimsel temellerini oluşturmak olduğunu söylemek herhalde bir gerçeğin ifadesi olacaktır. Bu konuda, söz konusu medreselerde okutulan bilimlerin, bunlara ait kitapların ve bunları okutan hocaların bu bakış açısıyla yeniden ele alınmasının faydalı olacağını sanıyoruz.

XV. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı resmi ideolojisi dediğimiz saltanatla özdeşleşmiş Osmanlı İslamı'nın temeli işte bu şekilde atılmış oldu. Bu ideoloji ikinci büyük gelişim ve değişim aşamasını XVI. yüzyılın ilk çeyreği içinde, Mısır'ın zaptıyla birlikte hilafet'in Osmanlılar'a geçişiyle yaşadı. Hilafetin Osmanlı din-devlet özdeşliğine iltihakı, artık olgunluk çağına yaklaşmış İmparatorluğun hüviyetine yeni bir anlam kazandırdı. Osmanlı İmparatorluğu artık bütün İslim dünyasının “en büyük devleti" sıfatıyla savunucusu ve Osmanlı halife-sultan'ı, "zıllullah fi'l-arz" olarak bütün Müslümanların tabii metbuu ve hamisidir. Bu nokta Osmanlı resmi ideolojisinin kendi gelişim süreci içinde ulaştığı en yüksek noktadır. Artık o kendisini bütün İslam aleminden sorumlu görmektedir; bunun için de hedefi nizam-ı alem'dir. Nizam-ı âlem idealinin ana niteliği ise, mükemmelliğine inanılan bu nizamın "olabildiğince bozulmadan korunması", bir başka ifadeyle değişmezlik'tir. Çünkü varılan bu en mükemmel nokta, aynı zamanda ister İstemez bir de kutsallık kazanmıştır. Bu yüzdendir ki bu nizamın ihlali, hem "mükemmel"in hem de "kutsal"ın ihlali olacaktır.

İşte kanaatimizce, Osmanlı çözülmesi ve gerilemesiyle ilgili pek çok meselenin çözüm sırrı da büyük ölçüde bu noktada gizlidir ve özellikle bizim açımızdan Osmanlı resmi ideolojisine muhalefet problemi de tam bu noktada ortaya çıkıyor. Bu nokta, o zamana kadar her türlü değişime, senteze açık Osmanlı resmi ideolojisinin kendini artık her türlü yeni alış-verişlere, yeni sentezlere, yeni değişimlere sıkı sıkıya kapatma yoluna girdiği; bu yüzden de ister istemez belli ölçüde hoşgörüsüz ve katı bir hale geldiği noktadır. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, Osmanlı resmi ideolojisi bu katılaşma noktasına yalnızca sözünü ettiğimiz kendi iç gelişmesi sonunda ulaşmamıştır. Pek çok iç ve dış siyasi ve sosyo­ekonomik faktörün de bu oluşumda rolü vardır ki başka bir inceleme konusudur.

XVI. yüzyıl, özellikle Kanuni Sultan Süleyman dönemi, Osmanlı resmi ideolojisinde meydana gelen, belirtmeye çalıştığımız değişimler sonucu, değişik çevrelerce oluşturulan, değişik nitelikli yoğun muhalefet hareketlerinin ortaya çıktığı bir dönem olarak Osmanlı tarihinde dikkati çekiyor. Artık Osmanlı merkezi yönetimi, kısmen Safevi propagandası gibi bir takım faktörlerin de etkisiyle, kendi mevcudiyeti için tehlikeli gör­düğü her kıpırdanışı, zendeka ve ilhad, yahut Rafızilik ithamlarıyla karşılayacak ve kendisini bu iki mekanizma ile savunacaktır. Bu mekanizmalardan birincisi, genellikle kısmen imparatorluk başkentindeki, kısmen de önemli taşra merkezlerindeki ulema ve Sünni çevrelerden oluşan aydın kesime, ikincisi ise, köylü, çiftçi ve göçebe reayadan teşekkül eden halk kesimine karşı işletilmiştir. Bu kesimin ortaya koyduğu bütün muhalefet hareketlerini, kanaatimizce Fatih'le başlayan sıkı merkezileşme sürecine bir karşı koyuş, bu sürecin başlattığı sosyo-ekonomik değişimi bir reddediş olarak değerlendirmek gerekir.

Merkezi yönetimin, heterodoks bir islami ideolojiyi kullanması se­bebiyle Rafizi deyimiyle nitelediği hareketler genellikle ihtilalci mesiyanik bir karakter sergilerler. Zındıklık ve mülhidlik ile nitelendirilen aydın Sünni çevrelerinin hareketlerine ise mistik bir mesiyanizm hakimdir. XVI. yüzyılda bu çevreleri özellikle Bayrami Melamileri ve Gülşeniler temsil ediyorlardı. Ayrıca tek tek ulemadan klasik Sünni ideolojiyi zorlayanlar da zındık ve mülhid muamelesi görmekteydiler.

Osmanlı merkezi yönetiminin bütün bu Sünnilik dışı muhalif çevrelere karşı sıkı bir sünnileştirme politikasını uyguladığını, arşiv belgeleri bize gösteriyor. Fakat işin ilginç yanı, bizzat Sünni çerçevede kalarak Osmanlı İslamına karşı çıkan, başını ünlü Birgivi Mehmed Efendi'nin çektiği Sünni muhalefet çevreleri de bulunuyordu.

İşte gerek Osmanlı resmi ideolojisini, gerekse kısaca zikrettiğimiz bütün bu muhalefet ideolojilerini tek tek sistemli bir şekilde inceleyip ortaya çıkarmanın, Osmanlı tarihini bütüncü bir anlayışla kavramak  bakımından önemli bir kazanç olacağı inancındayız. 

 Kaynak: İslami Araştırmalar, cilt 4, sayı 3, Temmuz 1990, s. 192-194
*Başılığı ben yazdım. Makalenin dipnotları için yukarıdaki linki tıklayınız. DK





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder