Halikarnas Balıkçısı
«Babamın benzi kireç gibi atmıştı. Elleriyle yüzünü örttü.
Yaşlarımla gözlerim hemen hemen kör olmuştu. Yalvarmaya çabaladım, ama sesim iç
çekişlerimle kıyıldı. Katı suratlı, kara sakallı, kurt bakışlı hoyrat
kralları, tapınakları, gemileri, kıyılara dökülmüş halkı hayal meyal görüyordum.
Birisi boğazıma keskin bir bıçak saldı ve kesti. İşte o kadar.»
Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, Bilgi Yayınevi, 1983/4, s. 51-64
Cevat Şakir Kabaağaçlı
Hektor'un cesedi Troya'ya geri götürülürken Yüksek kabartma olan bu eserin MS 180-200 yılına ait olduğu düşünülüyor. Şu anda Paris, Louvre Müzesi, Borghese koleksiyonunda |
Troya bölgesi Ege'nin kuzeyinde ince ve uzun Gelibolu
yarımadasının karşısında, dörtgen biçiminde denize uzanır. İşte orada Çanakkale,
kuzey denizlerine yani Marmara ve Karadeniz'e giden yol ve geçit üzerinde nöbetçilik
eder. Avrupa ile Asya arasından kuzeydoğudan güneybatıya Hellespontos (ya da
Helle'nin denizinin) suları bir nehir gibi akar. Bu bölgenin güneydoğuda sınırı
Kocakatran dağ zinciridir. O dağların en yükseği Kazdağı’dır (İda dağı). O
arazide azçok ova sayılabilecek bir düzlüğün ortasında (tanrılarca Ksanthos
diye anılan) ama Troyalılarca Skamandros (Küçük Menderes) denilen nehir geçer
ve Boğaz'ın tam ağzında Hellespontos'a dökülür. Ovayı Homeros, «derin topraklı
Troya ovası» diye anar. Boğazlardan girip çıkan gemiler Hisarlık Tepesi'nden görülür
ve gözetlenir. Bugün bataklık olan Sije, yani Yenişehir dolayları eskiden içerilere
doğru oyuktu. Oraya demirleyen gemiler kendilerini esenlikte sayarlardı. Kuzeye
giden gemiler elverişli rüzgarları beklerken,
burada kayıklarını yarı yerlerine kadar karaya çekerlerdi. Eski zamanda deniz
yolculuğu kıyı kıyı limandan limana yapılırdı. Troya'ya Skamandros (Küçük
Menderes) ile Sije burnuna hâkim olanlar Karadeniz'in zenginliklerine sahip
sayılırdı.
Dünyada hiçbir konu için -Çanakkale'nin küçük bir köşeciğini
kaplayan- bu Troya üstüne yazılanlar kadar çok yazı yazılmış değildir. Bu efsane
Peloponez'den (Mora yarımadasından) gelen Akha'lar ile Troya halkı arasında
ticaret ve çıkar kaygılarıyla yapılmış olan gerçek bir savaştan doğmadır. Bu
savaşın İsa'dan Önce Onikinci Yüzyılda yapıldığı muhakkak gibidir. Homeros'un İlyada'sına
göre bu savaş Troya kralı ihtiyar Priamos'un oğlu Paris tarafından Troya'ya
kaçırılan dünya güzeli Helene'yi geri almak için Akha'lar tarafından
yapılmıştır. İlyada yirmi dört papirus tomarı üzerine yazılı olduğu için
İsa'dan Önce İkinci Yüzyıldan beri yirmi dört kitap sayılır.
İlyada'da bir sanat yapıtı bütünlüğü vardır, yani bir
yazar tarafından yazılagelmiş gibidir. Bu yapıt bir dehanın baştan sona kadar yazdığı
bir yapıt olmayabilir. Ama muhakkak ki, bir sanatçı tarafından yabancı türküler
bir bütün teşkil etmek üzere birbirine eklenmiştir. O adam -ki, Homeros'tur-
kimi yerleri çıkarmak, kimi yerlere eklemek ve eksiklikleri tamamlamak
suretiyle ortaya güçlü ve canlı bir bütün koymayı başarmıştır.
Bu savaşın ilk dokuz yılında iki tarafın hiçbiri başarı elde
edemez. İşte ondan sonra Homeros'un İlyada'sı başlar. Akha'ların en
büyük kahramanı, Akhilleus'tur. İlyada, Troyalıların kahramanı
Hektor'un ölümüyle sona erer. Bu işler Hitit İmparatorluğunun dağılmaya
başladığı zaman olur. Ondan önce Hititler Anadolu'ya dışarıdan yapılacak her
saldırıyı püskürtecek güçte idiler.
Sonunda tahtadan yapılan bir at hilesi sayesinde kent Akha'lar tarafından
zaptedilerek yakılır.
Troya savaşı hakkındaki bilgi iki kaynaktan gelir. Birisi
Troya tarafından yazan Dares Phrygius'dur (yani Phrygia'lı Dares), bir de
Akha'lar ya da Yunanlılar tarafından yazan Dictys Cretensis'dir (yani Giritli
Dictys). Batı'yı, Avrupa'yı asıl etkileyen Dares'tir. İşte bundan dolayı hemen
hemen bütün Avrupalılar -üç dört yüz yıl önceye kadar- hep Troyalılardan gelme
olduklarını ileri sürüyor ve kahramanlık örneği olarak da Akha kahramanı
Akhilleus'u değil, fakat Troya kahramanı Hektor'u örnek alıyorlardı. Bu arada
İngiliz'ler, Troyalı olan bir Brutus'un gayrı meskun olan İngiliz adasına
geldiğini ve orada Troynovant (yani Yeni Troya) kentini kurduğunu, o kente
sonradan Londra denildiğini yazıyorlardı. Romalılar da soyca Troyalı
olduklarını ileri sürüyorlardı. Anadolu'dan İtalya'ya göçetmiş olan Etrüskler
dolayısıyla bu efsanenin gerçekle ilgisi olsa gerek. Hatta Büyük Konstantin,
İstanbul kentini Troya'da inşaya başlamıştı. İstanbul fatihi İkinci Mehmet,
Papa İkinci Pius'a şunları yazıyor:
«İtalyanların bana düşman olmalarına şaşıyorum. Biz de
İtalyanlar gibi Troya'lıların soyundanız. Yunanlılardan Hektor'un öcünü almak
benim kadar onlara da düşer, onlarsa bana karşı Yunanlıları tutuyorlar.»
(Montaigne'in Denemeler'i, 97).
Akha'ların başkomutanı Agamemnon'dur.
Kendisi İzmir'li Pelops'un torunlarından, yani Atreus hanedanındandır.
Menelaos'un ağabeyisi, Klytaimnestra'nın kocası ve Elektra'nın babasıdır. Mysia
kralıdır. Cesur bir savaşçı, tutkulu, mağrur, kararsız bir adamdır.
Bin gemiden oluşan Akha filosu Troya'ya hareket etmek üzere
Aulis limanında toplanır. Ama günlerce yıldız karayel rüzgarı estiği için
donanma hareket edemez. Kahinin biri, sevdiği bir tavşanı öldürüldüğünden,
Artemis'in kızdığını söyler. Tanrıçanın öfkesini yatıştırmak için Akha
başkomutanı Agamemnon kızı İphigeneia'yı kurban etmek zorunda kalır. Bir ozan olayı
İphigeneia'nın ağzından şöyle anlatır:
Bu efsane Troya savaşı sırasında Yunanistan'da hala
tanrılara insan kurban etmek töresinin sürdüğünü gösterir. Oysa, aynı devirde
Anadolu'da böyle bir geleneğin hüküm sürdüğüne dair bir söylenti yoktur.
Polyksena Lahdi MÖ 6. yüzyıla tarihlenen bu lahit Biga yakınlarındaki Kızöldün Tümülüsü'nde bulunmuştur. Prenses olduğu tahmin edilen ölen kişinin lahdi Troya savaşında geçtiğine inanılan bir olayla, Troya kralı Priamos'un ile karısı Hekabe'nin kızlarının kurban edildiği, Akhilleus'un mezarı başında gerçekleşen sahneyi gösterir. Kurban edilen prenses Polyksena, İlyada'da yer alan bir karakter değildir. Başka ozanlar tarafından dile getirilmiş bir trajik olaydır bu. Kurban eden kişi Akhilleus'un oğludur. Lahit 1994 yılında bulunmuş, bir araya getirilmesi 20 yıl sürmüştür. Şu anda Çanakkale Arkeoloji Müzesi'ndedir. görsel kaynak için bkz. |
Akha'lar bin kadar gemiyle Troya'ya gider ve karaya çıkarlar. Mağrur
İlyon'un (Hisarcık tepesinde Troya kenti) önünde kıyı boyunca gece birçok ateş
yakarlar. Skamandros nehri ateşlerin yankılarıyla pırıldar. Alevleri Troya
duvarından seyretmekte olanların yüzleri bile kızıl ışıkta kırmızı olmuştur.
Binlerce ateşin her biri elli savaşçı tarafından beslenmektedir. Kucaklar
dolusu dallar atılınca, ateş patlarcasına parlıyor; savaş atları kişniyordu.
İstekli savaşçılar da günü beklemekte idi. Ateşler berrak bir gecenin
yıldızları kadar boldu.
Akha'ların büyük kahramanları sırasıyla Akhilleus, Aias,
Diomedes'tir. İlias kurnazlığı ve şeytanlığı, ihtiyar Nestor ise akıllılığı,
ihtiyatlılığı, tecrübeliliği ile nam salmıştı. Bu kahramanların hepsinin de, en
modern romanlardaki tipler gibi kendilerine özgü bir karakteri vardır.
Troya tarafında, Troya kralı ihtiyar Priamos ve kansı Hekabe
tedbirli insanlardır. Troyalıların baş kahramanı Hektor'dur. Ondan sonra
sırayla Eneas, Glaukos ve Sarpedon
gelir. Troyalıların hepsi de Anadolu'ludur.
Troya tarafında Troya kralı ak saçlı Priamos, karısı Hekabe
ve oğulları Hektor, Troya zaptedilmezden önce öleceklerini bilirler. Akhilleus'un
annesi ona, «Oğlum dünyadaki hayat kısmetin pek az olacak. Bari o kısa günlerin
gözyaşı ve kederlerden uzak olsa» der. Hektor karısı Andromakhe'ye, «İçimden
duyuyor ve biliyorum. Bu Troya kenti ve Priamos ile Priamos'un iyi kargı
kullanan halkı yerle bir edilecek» der. İki kahraman da ölüm gölgesinin altında
savaşmaktadırlar.
Troya'nın imdadına Anadolu'nun en uzak yerlerinden
koşulmuştur. Troya'ya gelenler, Büyük Troya devletinin müttefikleriydiler.
Onların arasında Amazon kraliçesi Penthesileia ve bir de Troya tarafının başta
gelen kahramanlarından Sarpedon vardı. Sarpedon, Zeus ile Bellerophontes'in
kızı Leodameia'dan doğmuştur.
Sarpedon, Lykia'nın (Antalya ve Muğla illeri) Ksanthos
(Kocaçay) tarafından sulanan kısmının hükümdarıydı; adaleti ve cesareti sayesinde
o ülkeyi geliştiriyordu. Troya savaşına kalabalık ordusuyla katıldı. Uzun
boylu, parlak bir delikanlıydı. Bir gün savaş sırasında Troyalıları önüne
katarak kaçırmakta olan Patroklos'a doğru ilerler. Delikanlının babası Zeus, kader
tarafından gence ecel saati olarak tayin edilmiş olan saatin çaldığını ve
delikanlının öldürüleceğini anladı. Ne var ki, çocuğu seven Zeus, bir süre için
kaderin hükmünü geçersiz sayarak delikanlıyı kurtarmayı düşünür. Karısı Hera
işe karışır. Zeus, Sarpedon'un ölümüne razı olur. Ama içi sanki kan ağlar
(yağmur tanrısıydı ya!) ve yeryüzüne bir kan yağmuru yağar. Sarpedon öldükten
sonra Zeus'un emri üzerine Apollon'un kendisi gelip savaşçının gövdesini savaş
meydanından kaldırır, onu Skamandros nehrinin sularında yıkar, ona ambrosia
sürer (yalnız tanrıların süründüğü bir çeşit güzel kokudur) ve onu uyku ile
ölümün eline verir, onlar da Sarpedon'u yurdu Lykia'ya götürürler.
Agamemnon, Apollon'un kadın papazlarından güzel Khryeis'i
köle olarak çadırına almıştır. Apollon buna kızdığı için Yunanlılara hastalık
gönderir. Akhilleus, Khryseis'in tapınağa ve babası papaz Khryses'e geri verilmesi
gerektiğini söyler. Agamemnon, Khryses'i geri verir, ama onun yerine Akhilleus'un
kölesi pembe yanaklı ve ak gerdanlı Vriseis'i alır. Akhilleus bu işe fena halde
kızar ve çadırına kapanarak savaşmaz. Onun yardımından yoksun kalan Akha'ların hali
fena olur. İlyada'nın bu noktasında Akhilleus'un anası Thetis'in mavi dalgalardan bir duman gibi
sivrilerek oğlunun yasını yatıştırmaya gelmesi,
kat kat uçurumlardan oluşan Olympos dağının tepesine çıkması, Zeus'un
önünde yere diz vurarak eliyle tanrının sakalını okşaması ve oğlu için yalvarması,
Zeus'un kabulünü açıklayan hafif bir baş sallayışı ve bu tanrı işaretiyle yüce
dağın temellerine dek zangır zangır titremesi eserin dokunaklı yerlerindendir.
Bu savaş Olympos'a ve tanrılara kadar bulaşır. Aphrodite
doğallıkla Helene'yi kaçıran Paris'le birlik olur, onunla birlikte sevgilisi
savaş tanrısı Ares de Troya'ya yardım eder. Bunlara Apollon da katılır. Zeus
daha çok Troya'ya yardım etmek ister, ama karısı Hera'nın hileleri yüzünden bir
şey yapamaz. Hera ile Pallas Athena, altın elmayı almadıklarından Poseidon ile
birlikte Akha'lara arka verirler.
Zeus, Agamemnon'a düşünde gözükür ve Troya'ya Akhilleus
olmadan saldırırsa yalancıktan bir zafer vaadeder. Büyük bir savaş olur. Helene,
Troya kalesinin duvarlarının üstünde ve Kral Priamos'un yanındadır. Savaşı
seyretmekte olan krala Yunan kahramanlarının adlarını sayar. Helene için «o
kadar güzeldir ki, insanlar onun uğrunda mutlaka birbiriyle savaşırlar. Çünkü yüzü
ölümsüz güzelliğin ta kendisidir» deniliyordu. Ama savaş birdenbire durur. Çünkü
Menelaos (Helene'nin kocası) ile Paris (Helene'yi kaçıran) birbiriyle
savaşacaklardır. İlk önce Paris mızrağını atar. Menelaos sivri kargıyı kalkanıyla
karşılar, sonra kendi kargısını fırlatır. Mızrak Paris'i yaralamaz, yalnız
giysilerini yırtar. Bunun üzerine Menelaos kılıcını çeker, lakin kılıç durduğu yerde parça parça olur. Bu işi
tanrıların biri yapmıştır. Menelaos Paris'e saldırıp Paris'in miğferinin
tepesini tutar, genci kaldırarak fırıl fırıl döndürmeye başlar. Aphrodite
Paris'in imdadına yetişir, miğferi çene altından bağlayan deri kuşağı keser. Menelaos'un
elinde boş miğfer kalır. Aphrodite Paris'i bir buluta sararak Troya kalesinin
içine uçurur.
Öfkeden çıldıran Menelaos, Paris'i bulmak üzere
Troya'lıların saflarına dalar ve onu her yanda arar. Troya'lılar da bu Paris
adlı züppeden nefret etmektedirler. Paris aralarında olsaydı onu mutlaka
Menelaos'a gösterirlerdi. Paris bulunamayınca Agamemnon iki orduyla da konuşarak
Menelaos'u yenmiş saymak gerektiğini ve iki ordunun arasında yapılan anlaşmaya
göre Helene'nin geri verilmesi gerektiğini söyler. Bu istek haklı idi ve Troya'lılar
da kabul edeceklerdi. Ne var ki, Hera Troya'nın yerle bir edilmedikçe savaşın
bitmemesine karar vermişti. Onun için Athena'yı gönderir ve budalanın biri olan
Troya'lı Pandareos'u Akha'lara ok atmaya kışkırtır. Pandareos'un oku Menelaos'u
hafifçe yaralar. Andlaşmaya bir ihanet olan bu davranış Akha'ları öfkeden
çıldırtır. İki taraf silahlara sarılır, topraklar kanlarla ıslanır.
Yunanlılar tarafından Diomedes ile İlias'ın kılıçları
Troya'lı saflarda ölüm çukurları açar. Hektor'dan sonra Troya'lıların en yiğidi
olan Aineias az kalsın Diomedes tarafından öldürülecek olur. Aineias,
Aphrodite'nin oğluydu. Yaralanınca Aphrodite yardımına koşar ve onu yumuşak
kollarının arasına alır, ama Diomedes ona da saldırıp Aphrodite'yi elinden yaralar.
Aphrodite acıdan ağlayarak Olympos'a gider. Zeus gülüşü seven tanrıçanın yaşlar
döktüğünü görünce ona savaştan uzak kalmasını, çünkü onun işinin, savaş değil,
sevgi olduğunu söyler. Aineias'ı Apollon gelip alır ve Troya'nın kutsal
Pergamosuna (kalesine) götürür. Artemis orada onun yaralarını iyi eder.
Diomedes sevinç içinde mızrağı atar. Pallas Athena mızrağı
Ares'e saplar. Ares, kırk bin kişilik bir ordu gibi bağırır. Yunanlı tümenlerin
de, Troya'lıların da renkleri atar, ilikleri donar ve tirtir titrerler.
Bu arada Priamos'un karısı Kraliçe Hekabe bir yıldız gibi
parlayan en güzel giysisini alarak
Athena'nın tapınağına gider ve giysiyi tanrıçanın dizlerine koyarak «Ey Athena,
Troya kentini, Troya'lıların kanlarını ve çocuklarını esirge!» diye yalvarır,
ama Athena duayı kabul etmez.
Zeus bu savaşta daha çok Troya'lılara yardım etmektedir.
Bundan dolayı Akha'ların hali fena olur, onlar kıyıdaki gemilerin yanına kadar
sürülürler. İşte o zaman Zeus'un karısı Hera, Akha'ların imdadına koşar. Zeus
İda dağının üzerinde savaşı seyretmektedir. Tethys'e verdiği söze sadık kalarak
Akha'ları yenilmiş duruma koyduğu için memnun, gülümsemektedir. Onun o halini
gördükçe karısı Hera, kinle içini yemektedir. Ama Zeus kinle değil, başka türlü
yenilebilirdi. Onun gözlerine o kadar güzel görülmeliydi ki, Baba Zeus
dayanamasın ve onu kolları arasına alsın. Bir kez Zeus'un koynuna girince Hera
onun gözlerine uyku dökecekti. Öyle ki, Zeus, Troya'yı unutacak ve o zaman Hera,
Akha'lara dilediği gibi yardım edebilecekti. Hera, Olympos dağında uzun boylu
tuvalet yaptı, takıp takıştırdı, sürüp sürüştürdü, üstelik Aphrodite'nin de
büyülü kuşağını aldı. O büyülü kuşak öyleymiş ki, o çözülünce en katı yürekler yumuşayıp
şeker kesilir, akan sular şakkadak dururmuş. Hera bu kılıkla Zeus'a görünmüş.
Tanrının gönlünü sevgi sarmış ve Tethys'e verdiği sözü unutmuş. Birdenbire
savaş Troya'lıların aleyhine dönmüş. Ama Akha'lar Troya duvarlarına varınca
Zeus uyanıp durumu görmüş ve o durumun Hera'nın marifeti olduğunu anlamış.
Hera'ya az kalsın güçlü eliyle bir tokat atası gelmiş.
ilyada'nın en dokunaklı yerlerinden biri Hektor'un,
karısı Andromakhe'ye vedasıdır.
Hektar savaşa çıkmazdan önce karısı Andromakhe'ye ve bir
kadın tarafından taşınan küçük oğlu Astyanaks'a gider. Andromakhe, kocasının
ellerini ellerine alarak; «Ey efendim, sen ki kocam olmaktan başka bana bir
baba, bir ana ve kardeş oldun, burada kal, gidip de beni dul, evladını da öksüz
bırakma» diye yalvarır. Hektar üzülür, öneriyi tatlılıkla reddeder ve kendisine
savaş safının önünde bulunmak düştüğünü, öldüğü zaman onun kederinin ne denli
acı olacağına üzüldüğünü söyler. (Çünkü Hektar öldükten sonra Andromakhe'nin
oğlu Astyanaks, Akha'lar tarafından öldürülecek ve kadının kendisi başka
erkeklerin tutsağı ve savaş kazancı olarak köleliğe sürüklenecektir). Hektar
karısından ayrılmak üzere dönerken oğlu Astyanaks'a kollarını uzatır. Babasının
şiddetle parlayan korkunç miğferinden ürken çocuk ağlayarak çekinir. Hektor güler,
miğferi başından çıkararak yere kor, ondan sonra çocuğu kolları arasına alır,
okşar, sonra başını mavi göklere kaldırarak, «Ey Zeus baba, gelecekteki yıllarda,
bu oğlum savaştan dönünce, onu gören insanların, bu delikanlı babasından çok daha
öte, demelerini senden yalvarıyorum!» diye dua eder ve çocuğu gülümseyen, fakat
ağlayan annesinin kucağına verir. Andromakhe'ye de teselli yollu, «Ağlama, hiç
kimse, yazgısı olmayınca öldürülmez» der. Sonra miğferini alarak ayrılır.
Andromakhe ağlayarak ona dönüp dönüp bakar.
Hektor'un Troya'lılarca unvanı «atların terbiyecisi» idi. Hititlerin
Boğazköy'deki (Pterium'daki) arşivlerine göre Troya savaşından yüzyıllarca önce
Akha prenslerinin savaş arabası kullanmak için Boğazköy'e yani Hitit
başkentine geldiklerini yazmış olmaları anlamlıdır.
Bütün Troya savaşını
yazmak pek uzun
olur. Ama Akhilleus'un arkadaşı
Patroklos, Akhilleus'un zırh ve
silahlarını alarak Troyalılara
saldırır. Kendisi Hektor tarafından öldürülür. Homerik şiirin en
görkemli noktalarından biri arkadaşının
öldüğünü duyan Akhilleus'un kederidir. Akhilleus, çadırdan birdenbire silahsız olarak çıkar,
düşmanın karşısında dimdik durur;
başından büyük bir
ateş ve alev çıkmaktadır. Bu haliyle Akhilleus, Troya ovasına
doğru bağırır. Troya savaşçıları ile atlan çıldırasıya bir kaçışla dağılırlar.
Bu noktada yani iki bin yüzüncü «heksametr»de Ak hilleus'un öfkesi bölümü biter.
Troya savaşında Skamandros nehri bile kabararak yurttaşları
Troya'lılara yardım eder ve korkunç burgaçlarıyla Akhilleus'u boğmaya kalkışır.
Önünde sonunda Hektor Akhilleus tarafından öldürülür. Hektor'un babası gidip
oğlunun cesedini ister. Akhilleus ona acır. Ceset Troya'ya götürülür. Troya'ya
bir suru felaketlerin gelmesine sebep olan Helene'ye Troya'da iyi gözle
bakmazlar. Helene Hektor'un cesedini görünce, «Bütün Troya'lılar bana çatardı.
Ama sen Hektor, her zaman bir insan, arkadaş insandın. Bana hiç fenalık etmedin.
Senin tatlı gözlerin bana her zaman teselli oldu» der. Hektor'un yası dokuz gün
sürer. Bu yasla birlikte Homeros'un ilyada'sı sona erer.
Troya, sonunda bir tahta at hilesiyle zaptedilir. Ahşap bir
at yapılır. İçine birkaç Yunanlı saklanır. Yunanlılar bu atı karargah kurmuş
oldukları yere bırakarak gündüz gemilerine binip ayrılırlar ve hemen oracıktaki
bir adanın arkasına saklanırlar. Karargahta bırakılan bir Yunanlı bu atın
Tanrıça Athena'ya ithaf edildiğini ve Troya'lılar tarafından kente alınmaması
ve Troya'nın tanrıçanın lütfuna mazhar olmaması için de Yunanlıların onu böyle
büyük yaptıklarını söyler.
Troya'lılar tahtadan atı, kentin duvarını yıkarak içeri alırlar.
Tahta atın karnında gizlenenler, gece Troya'nın kapısını açarlar ve görünmeden
kıyıya dönmüş olan Yunanlılar, kente girip onu zaptederler. Bu, bir savaş değildi,
bir kasaplıktı. Çünkü evlerinde uyumakta olan Troya'lılar silahsız yakalanmışlardı.
Ertesi sabah, gün ağarınca Anadolu'nun en mağrur
kentlerinden biri olan Troya yağma edilen ve tütmekte olan bir enkaz yığınıydı.
Troya'nın bütün erkekleri öldürülmüştü . Kent halkından yalnızca kadınlarla
çocuklar kalmıştı. Gün doğduktan biraz sonra kadınlardan, yetişkince olan oğlan
çocuklar da alındı. Kadınlar denizler aşırı köleliğe sürüklenmeyi bekliyorlardı.
Bu kadınların arasında ihtiyar kraliçe Hekabe ile gelini
Hektor'un karısı Andromakhe göze çarpıyordu. Yere yığılmış olarak duran Hekabe,
Akha gemilerinin hazırlandığını ve kentin yanmakta olduğunu görüyordu . Kendi
kendine, «Artık Troya yok! Ben kimim? İnsanların koyun sürüsü gibi sürdükleri
bir köle, evi yurdu olmayan ak saçlı bir kadın!» diye düşünüyordu.
Uzakta gemilere bindirilmekte olan ufak oğlan çocukları,
«Ana, beni kara gemilere bindiriyorlar, seni göremiyorum anacığım!» diye acı
acı bağırışıyorlardı. Orada çocuğunu bağrına basan bir ana vardı. Bu, Hektor'un
karısı Andromakhe idi; oğlu (hani şu babasının miğferinden korkan Astyanaks)
için «O kadar küçük ki, onu benden almazlar» diye düşünüyordu. Ama Yunan
karargahının kara tellalı gelip karşısında durdu. Adamın söyleyeceğini söylemeye
ağzı varmıyordu. Andromakhe'nin gözleri yuvalarından uğradı. Çocuğu göstererek «Yoksa
benimle beraber kalmayacak mı?» diye sordu. Hayır, çocuk ölüme mahkum edilmişti.
Çocuk Troya kentinin en yüksek duvarından atılarak taşların üzerinde
parçalanacaktı. Az sonra çocuğun kanlı parçalarını anasına getirdiler.
Hekabe'nin en güzel kızı Polyksene'yi de sürüklediler. Akhilleus'un mezarı
üzerine onun boğazını keserek Akhilleus'a kurban ettiler. İşte bu Troya'nın verdiği
son kurbandı.
Gemiler köleleri çağırdı. Kıyıdan uzun bir feryat göklere
yükseldi. «Troya'dan rüzgâr toz ve duman savruluyor, bizler de köleliğe gidiyoruz.
Birimiz şuraya, birimiz oraya dağılacak. Troya ilelebet bitti! Elveda canımın
canı kentim! Elveda canımın canı yurdum! Elveda o yurdum ki, orada çocuklarımı
doğurdum, mutlu yaşadım. İşte şurada, kıyıda, bizi yırtıp götürecek kara
gemiler bekliyor!»
Ve işte böylece Anadolu'nun, belki de bütün dünyanın ve
bütün insanların en insancıl bir efsanesi sona erer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder