Norbert Elias
11. yüzyılda bir Venedik kontu Rum bir prenses ile evlenir. Prensesin yetiştiği Bizans kültüründe çatal kullanıldığı anlaşılmaktadır. En azından, yiyeceği ağzına "iki dişli altın çatal ile"[1] götürdüğü anlatılır. Bu durum Venedik'te büyük bir skandala yol açar. "Bu yenilik öylesine aşırı bir kibarlık olarak değerlendirildi ki, prenses Tanrının gazabını dileyen rahipler tarafından sert bir dille lanetlendi. Bir süre sonra ağır bir hastalığa yakalanınca, Kutsal Bonaventura bunun Tanrının ona verdiği bir ceza olduğunu söylemekte gecikmedi."
İnsanlar arasındaki ilişkilerin değişerek, çatal kullanımının genel ihtiyaç haline gelebilmesi için beş yüzyıl daha geçmesi gerekiyordu. 16. yüzyıldan itibaren İtalya'da ortaya çıkan çatal, önce Fransa'ya sonra İngiltere ve Almanya'ya geldi ve bir süre katı yiyeceklerin tepsiden alınması için kullanıldıktan sonra, en azından üst tabakada , zamanla bir yemek aracı olarak kullanılmaya başlandı. Çatal Fransa'ya Ill. Henri tarafından, büyük ihtimalle Venedik'ten getirildi. Yemekteki bu "gösterişli" tavırları nedeniyle, saray mensuplarıyla önce alay edildi; aslında bu yeni aracı kullanma konusunda pek de becerikli değillerdi. En azından, çatalla alınan yiyeceklerin yarısının tabaktan ağza götürülürken masaya döküldüğünden söz edilmektedir. Küçüklükten itibaren bu toplumun standartları için de yetiştiğimiz ve davranış kazandığımız için bize son derece doğal gelen şeyler, o toplumda çok zahmetli ve çok yavaş kazanılacak ve benimsenecektir. Çatal gibi önemsiz ya da küçük görülen bir konuda olduğu gibi, bize daha büyük ve önemli görülen konularda da aynı kural geçerlidir. [2]
17. yüzyılda bile çatal üst tabakanın lüks araçları arasında yer alır ve genellikle altından ya da gümüşten yapılmıştır. Sözkonusu bu "yenilik" karşısında takınılan tavır bir şeyin altını çizer: Burada karakterleri hakkında yalnızca örnekler verilen, Ortaçağ'da gelenek olduğu üzere birlikte yemek yiyen, eti ortadaki tepsiden parmaklarıyla alan, şarabı aynı kupadan, çorbayı aynı tastan ya da kaseden içen insanlar, birbirleriyle bizlerden daha farklı ilişkiler içinde bulunmaktadırlar; yalnızca açık ve net biçimde düzenlenmiş bilinçleri düzeyinde değildir bu farklılık, duygusal yaşantılarının tamamı günümüze göre farklı bir yapıya, farklı bir karaktere sahiptir. Duygulanım dağarcıkları, ilişkilerin ve davranışların biçimine göre oluşmuştur ve bunlar dünyamızın bugünkü oluşum koşullarına uygun olarak, bize bugün iğrenç ya da en azından daha az çekici gelmektedir. Bu davranışlar dünyasında yer almayan ya da en azından bugünkü ölçüde gelişmemiş bulunan şey; insanların bedenlerini birbirlerinden ayırıcı ve uzaklaştırıcı bir araç gibi yükselen, duygulardan oluşmuş görünmez duvardır, surdur; başkalarının elleri ya da ağzı ile dokunduğu şeyler karşısında duyduğumuz tiksinti ya da başkalarının bedensel faaliyetlerini görmekten dolayı oluşan ya da onlardan yalnızca söz edilmesi nedeniyle ortaya çıkan sıkılma duygusu ya da kendi bedensel faaliyetlerimizin başkaları tarafından görülmesinden duyulan utanç duygusu gibi...
17. yüzyıla ait bir çatal Kaynak için bkz. |
11. yüzyılda bir Venedik kontu Rum bir prenses ile evlenir. Prensesin yetiştiği Bizans kültüründe çatal kullanıldığı anlaşılmaktadır. En azından, yiyeceği ağzına "iki dişli altın çatal ile"[1] götürdüğü anlatılır. Bu durum Venedik'te büyük bir skandala yol açar. "Bu yenilik öylesine aşırı bir kibarlık olarak değerlendirildi ki, prenses Tanrının gazabını dileyen rahipler tarafından sert bir dille lanetlendi. Bir süre sonra ağır bir hastalığa yakalanınca, Kutsal Bonaventura bunun Tanrının ona verdiği bir ceza olduğunu söylemekte gecikmedi."
İnsanlar arasındaki ilişkilerin değişerek, çatal kullanımının genel ihtiyaç haline gelebilmesi için beş yüzyıl daha geçmesi gerekiyordu. 16. yüzyıldan itibaren İtalya'da ortaya çıkan çatal, önce Fransa'ya sonra İngiltere ve Almanya'ya geldi ve bir süre katı yiyeceklerin tepsiden alınması için kullanıldıktan sonra, en azından üst tabakada , zamanla bir yemek aracı olarak kullanılmaya başlandı. Çatal Fransa'ya Ill. Henri tarafından, büyük ihtimalle Venedik'ten getirildi. Yemekteki bu "gösterişli" tavırları nedeniyle, saray mensuplarıyla önce alay edildi; aslında bu yeni aracı kullanma konusunda pek de becerikli değillerdi. En azından, çatalla alınan yiyeceklerin yarısının tabaktan ağza götürülürken masaya döküldüğünden söz edilmektedir. Küçüklükten itibaren bu toplumun standartları için de yetiştiğimiz ve davranış kazandığımız için bize son derece doğal gelen şeyler, o toplumda çok zahmetli ve çok yavaş kazanılacak ve benimsenecektir. Çatal gibi önemsiz ya da küçük görülen bir konuda olduğu gibi, bize daha büyük ve önemli görülen konularda da aynı kural geçerlidir. [2]
17. yüzyılda bile çatal üst tabakanın lüks araçları arasında yer alır ve genellikle altından ya da gümüşten yapılmıştır. Sözkonusu bu "yenilik" karşısında takınılan tavır bir şeyin altını çizer: Burada karakterleri hakkında yalnızca örnekler verilen, Ortaçağ'da gelenek olduğu üzere birlikte yemek yiyen, eti ortadaki tepsiden parmaklarıyla alan, şarabı aynı kupadan, çorbayı aynı tastan ya da kaseden içen insanlar, birbirleriyle bizlerden daha farklı ilişkiler içinde bulunmaktadırlar; yalnızca açık ve net biçimde düzenlenmiş bilinçleri düzeyinde değildir bu farklılık, duygusal yaşantılarının tamamı günümüze göre farklı bir yapıya, farklı bir karaktere sahiptir. Duygulanım dağarcıkları, ilişkilerin ve davranışların biçimine göre oluşmuştur ve bunlar dünyamızın bugünkü oluşum koşullarına uygun olarak, bize bugün iğrenç ya da en azından daha az çekici gelmektedir. Bu davranışlar dünyasında yer almayan ya da en azından bugünkü ölçüde gelişmemiş bulunan şey; insanların bedenlerini birbirlerinden ayırıcı ve uzaklaştırıcı bir araç gibi yükselen, duygulardan oluşmuş görünmez duvardır, surdur; başkalarının elleri ya da ağzı ile dokunduğu şeyler karşısında duyduğumuz tiksinti ya da başkalarının bedensel faaliyetlerini görmekten dolayı oluşan ya da onlardan yalnızca söz edilmesi nedeniyle ortaya çıkan sıkılma duygusu ya da kendi bedensel faaliyetlerimizin başkaları tarafından görülmesinden duyulan utanç duygusu gibi...
Norbert Elias, Uygarlık Süreci Sosyo-Oluşumsal ve Psiko-Oluşumsal İncelemeler, ClLT 1, Batılı Dünyevi Üst Tabakaların Davranışlarındaki Değişmeler. "über den Prozefi der Zivilisation Soziogenetische und psychogenetische Untersuchungen ERSTERBAND Wandlungen des Verhaltens in den weltlichen Oberschichten des Abendlandes", ÇEVlREN Ender Ateşman, İletişim Yayınları, 2004/3, s. 154-55
Dipnotlar
[1] Bkz. A. Cabanes, Mreeurs intimes du temps passt, Paris, tarih belirtilmemiş, seri 1, s. 248.
[2] A. Cabanes, a.g.y., s. 252.
[2] A. Cabanes, a.g.y., s. 252.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder