9 Haziran 2019 Pazar

Zincire Vurulmuş Prometheus

Azra Erhat
Felice Giani bu eserinde Prometheus'u insanı yaratırken göstermiş.
Efsanenin bir de bu yanı var ki bu durum Prometheus'u Sümer tanrısı Enki (Ea) ile
özdesleştiriyor.  Prometheus'a yardım eden tanrıça ise Athena'dır.
Kaynak

Zincire  Vurulmuş  Prometheus  başlığıyla  Türkçeye  çe­virdiğimiz tragedyanın  Yunanca adı Prometheus  desmotes, yani Bağlanmış Prometheus'tur. Aiskhylos, Prometheus  ko­nusunu üç tragedyada  işlemiştir. Zincire Vurulmuş  Promet­heus bu üçlüğün birinci ve elimize geçen tek piyesidir. Öbür ikisi  yitirilmiş,  yalnız  adlan  kalmıştır:  Birinin Kurtulmuş Prometheus, öbürünün Ateş Taşıyan Prometheus olduğu bir oyun listesinde yazılıdır.

Prometheus'un  ne yıl oynandığı da  bilinmez. Tragedya­nın  biçimini  ve  dilini  inceleyen bilginler  onun  Perslerden sonra  ve  Orestia  üçlüğünden  önce,  yani  İÖ  472  ile  458 yılları arasında  yazıldığını  ileri  sürerler.  Bu  oyunda  yalnız tanrıların  ve tanrısal  kişilerin  rol aldığına  dikkati  çekenler de  vardır.  Oysa  Prometheus'un  asıl  konusu  insan,  oyna­nan  dram da  insanlığın  dramıdır.  İnsan  dostu,  tanrı  düş­manı Prometheus,  Aiskhylos'tan  bu yana, en çok da  bizim çağımızda  insanı  özü  özelliğiyle  temsil eden  bir  kahraman olarak benimsenmektedir.  İnsan  nedir?  İnsan  olmaya  ne zaman  başladı?  diye soruldu  mu, günümüzün düşünürleri hep  bir ağızdan  ve sözleşmiş  gibi: İnsan  başkaldıran  yara­tıktır derler. İnsan doğanın ya da geleneğin kurulu düzenine karşı ayaklandığı an insan olmuştur, insanlığını da hep yeni baştan başkaldırdıkça sürdürebilir derler. Bu görüşü biz öylesine benimsedik  ki, bin yılların alacalı bulacalı pılı pırtılar gibi sırtımıza giydirdiği gelenek ve görenek süslerini atıyoruz üstümüzden,  kulak  vermez  olduk  dinlerin, inançların ister tanrıdan, ister insandan gelme avutucu  ninnilerine. Umuda karşı da ayaklandık: Bugün ve bu dünyada  yaşamak istiyo­ruz.  Ötelerin  ve  yarınların  aldatıcı  çekiciliğine  kapılmakla
nerelere sürüklenebileceğimizi denedik,  biliyoruz  artık.  Ne pahasına olursa olsun insanlığımızı
gerçekleştirelim diyoruz. Tek ülkümüz insan olmak. Bu ülkü uğruna göze almayaca­ğımız çaba,
katlanamayacağımız cefa yoktur. Bu ülkünün ilk temsilcisi Prometheus'tur.

Prometheus  efsanelik  kişidir.  Gerçi  Homeros  destanla­rında  adı  geçmez,  ama  Hesiodos'un
iki  büyük  şiiri  Theo­gonia  ile  İşler ve Günler'de  çok  sözü  edilir. Ne  var  ki,  bi­zim aldığımız  anlamdaki  insanı  yansıtan  Prometheus  ilk kez Aiskhylos'un tragedyasında  çıkar karşımıza. Bu önemli neden  Aiskhylos'tan  önceki  ve  sonraki  Prometheus  tipleri üstünde  durup düşünmeyi  gerektirmektedir.  Aiskhylos'un açtığı  çığırı  kesince  sınırlayabilmek  için, Hesiodos'tan  tu­talım,  Goethe'ye  kadar  gidelim,  metinleri  inceleyelim,  gerekirse Türkçeye çevirip  buraya  alalım.  Yeter  ki anlayalım nasıl oldu da İsa'dan önce V. yüzyılın bir yazarı XX. yüzyılın insanlık  ülküsünü, ayaklanan insan tipini gerçekleştirebildi. Hemen  söyleyelim  ki, Prometheus'un  kişiliği  efsanede  de politik bir nitelik taşımaktadır, ama bu kişiliği tam değerlen­dirip, dramını modern anlamda politik bir dram olarak can­landırabilmek  Atina'nın tragedya  yazarları arasında  politik görüşü en köklü olan Aiskhylos'a vergi bir başarıdır.

Politik  dram  ne  demek?   Niçin  politik  dram  diyoruz Prometheus'a?  Bu  tragedyayı canlandıran  olayların  hepsi bugün  "hükümet  darbesi"  diye  niteleyebileceğimiz  bir  ek­senin çevresinde dönüyor  da  ondan. Efsanenin  de, traged­yanın da merkezi  budur. Hep bir kuşağın kendinden  önceki  kuşağı  devirip,  yönetim  gücünü  ele geçirmesidir  işlenen konu.  Bu  konuyu  bir  iki  yüzyıl  arayla  önce  Hesiodos'un, sonra Aiskhylos'un ayrı ayrı açılardan alıp işlemeleri politi­ka bilincinin gelişimine ilginç bir örnektir.

Hesiodos,  Prometheus  efsanesine  iki eserinde  de önem­li  bir  yer  ayırır: Theogonia'da İapetos soyunun  serüvenleri (507-616) 109 dize, İşler ve Günler'de Prometheus-Pandora efsanesi hemen eserin başında (42-105) 63 dize tutmaktadır. Bu  parçalar  okunup  karşılaştırılabilsin diye çevirilerini  bu önsözün   sonuna aldık.

Hesiodos, Theogonia'da  evrenin  yaratılışından  bu yana birbiri ardına gelen tanrı soylarını sayar: Başlangıçta  Khaos vardı der, Khaos'tan Gaia-Toprak ve Eros-Aşk doğar. Toprak Ana kendi başına kendine eş ve kendini büsbütün örtebilecek bir varlık çıkarır ortaya: Uranos-Gök; sonra da onunla  birleşerek devler, azmanlar doğurur. Bunlar üç cinstir: Titan'lar (Devler), Kyklops'lar (Tepegözler) ve Hekatonkheir'ler (Yüz kollu ve elli kafalı devler). Uranos, Gaia'nın peydahladığı bu varlıklardan  ürker, tiksinir, onun içindir  ki her  birini doğar doğmaz ana karnına tıkar yeni baştan. Şiştikçe şişen Toprak Ana sonu gelmeyen doğum sancılarından kurtulmak için bir çare düşünür: Ak çelikten bir tırpan yapıp çocuklarının eline verir ki öç alsınlar  babalarından.  Ama hiçbiri yanaşmaz  bu işe. Yalnız son doğurduğu Kronos tırpanı alır ve gece pusuya yatarak Uranos'un  Gaia'yı örtmeye geldiği sıra tırpanla  erkeklik uzvunu  keser. Hesiodos  bundan sonra Uranos tanrı­nın taşaklarından  boşalan  bel köpüklerinin nasıl denize dö­küldüğünü,  tanrı güzeli Aphrodite'nin  ak  dalgalardan nasıl doğup Kıbrıs adasına doğru yol aldığını anlatmak sevdasına düşer. Oysa olay tanrı soylarının tarihinde bir devrim niteliği taşır. Bu birinci devrimi bir ikincisi izlemektedir: Oğlu Zeus eliyle Kronos'un devrilmesi. Kronos da tıpkı babası gibi dav­ranır: Bir oğlunun kendinden daha güçlü çıkıp, krallığı elinden  alacağını  bildiği  içindir  ki, çocuklarını  doğar  doğmaz yutar.  Uranos'un  karısı  Gaia gibi  Kronos'un  karısı Rheia da üzüm üzüm üzülür bu duruma. Uranos ve Gaia'nın yar­dımıyla  o da  bir kumpas  kurar: Oğlu  Zeus doğunca  Girit adasına kaçırır ve yerine kundaklanmış  bir taş yutturur kocasına. Günü gelince Zeus bütün kardeşlerini babasına kus­turur. Akıl ve kol gücüyle Kronos'u devirip tanrılar tahtına oturur. Bu ikinci devrimle Titanların egemenliği sona ermiş, Olympos  tanrılarınınki kurulmuş  olur. Prometheus  işte  bu devrimde rol oynamaktadır.

Aynı mitolojik  motiflerle  dile gelen  bu iki devrim aslın­da birbirinden ayrı anlamlar taşır. Uranos'un devrilmesinde yalnız kaba kuvvete başvurulur: Erkeklik uzvunun kesilmesi salt fiziki bir eylemdir. Bu eylemde akıl yoluyla kurulan dü­zenin  bir  payı  varsa  da,  bu  pay  önemsizdir.  İkinci  devrim bir  akıl  ve  hesap  işidir.  Onu hazırlamakta  ve  yürütmekte Uranos'la  Gaia'nın  oynadıkları  kılavuz  rolü  dikkati  çeker. Kaba kuvvetten zarar gördüklerini anlayıp, başlarına gelen­den ders almışa  benzeyen  birinci kuşak tanrıları kendilerini deviren ikinci kuşağı alt etmek için aklın temsilcileri olarak çıkarlar
karşımıza:  Kronos'a  bir  gün  tahttan  indirileceğini önceden  haber  vermek,  Zeus doğunca  onu
saklamak,  bes­lemek,  yetiştirmek  ve  babasını  nasıl  devireceğini  ona  öğ­retmek  işini üzerlerine  alırlar.  Böylece  birinci  devrim  kaba kuvvetin   kendi  kendine  yenilmesi,  ikinci devrimse  kaba kuvvetin akılla yenilmesi anlamına  gelir. Akıl yolundaki bu gelişimde Zeus bir adım daha ileri gider: Kaba kuvveti kendi çıkarına bir araç olarak kullanır. Ve sonunda kaba kuvvetler birbirlerini  yok eder, dünya egemenliği  yalnız akıl gücü  üstüne kurulur.

Bu süreci Hesiodos, Titanomakhia, devler savaşı denilen parçada anlatır. (Theogonia, 616-885).
Kronos kral olunca, Uranos'un  zincire vurduğu  azmanlardan  Titanları  kurtarıp yönetime  ortak
eder... Ama  Zeus, Kronos'la  birlikte  kuşağını da devirdiği zaman, Titanlar ayaklanır. İki tanrı kuşağı arasında  yaman  bir  dövüş  başlar.

Titanlar  Othrys  dağına, Kronosoğulları da  Olympos  dağına  yerleşip on yıl süreyle ve hiçbir sonuç alamadan savaşırlar. Zaferi kazanmanın yolunu da gene Gaia gösterir Zeus'a: Uranosoğullarından yüz kollu devlerin yer altından çıkarılıp savaşa sürülmelerini salık verir. Zeus bunu yapar ve yeri yerinden oynatan, denizle­rin altını üstüne getiren bir savaş sonunda Titanları alt eder. Titanları  yerin dibindeki  Tartaros'a  kapatıp  Hekatonkheir'leri bekçi diker başlarına. Bunlar da armağan olarak gök gürültüsünü, şimşeği ve yıldırımı verirler Zeus'a.

Akıl ve kol gücünü böylece kişiliğinde birleştiren Zeus kral olup tanrılar tahtına oturur. Ve gene
Gaia'nın  öğütlerine  uyarak  sağlam bir düzen kurmak için dünya egemenliğini kardeşleri ve ço­cukları arasında  paylaşmaya  girişir. Bu paylaşmada  karşısı­na dikilen tek engel Prometheus'tur.

Buraya  kadar  Hesiodos  ve  Aiskhylos  az  çok  ayrılıkla aynı  efsane  kaynaklarını izlemektedirler.  Prometheus'a  ge­lince, iki şairin anlayış ve yorumları büsbütün değişir.

Prometheus,   Titanlar   soyundandır:   Hesiodos'a   göre İapetos'la   Okeanos   kızı  Klymene'nin
oğludur.  Bu  Titan çiftinin  dört  oğlu  olur:  Atlas,  Menoitios,  Prometheus  ve Epimetheus. Dördünün  de kaderi tüyler  ürperticidir: Zeus, Atlas'ı  dünyanın   ucuna  dikip  gök  kubbesini
omuzlarına yükler, Menoitios'u yıldırımla çarparak yerin dibine kapatır, Prometheus'u zincirlerle
bir sütuna bağlar ve karaciğerini bir kartala  yedirir,  Epimetheus'un  başına  kadın  belasını salar. Neden  bu eşi görülmedik, olağanüstü cezalar? İapetosoğul­ları Titan soyundan oldukları için mi? Hayır. Zeus'un İapetosoğullarına özel bir hıncı vardır, bu hıncın asıl nedenini de onlara verilen sıfatlardan anlıyoruz: Bu Titanların dördü de kafa gücünden pay almışlardır, akıldan yana üstündürler  ve bu üstünlükleriyle övünüp Zeus'a karşı gelmeye yeltenirler. Akıl gücüyse Zeus'un  tekelindedir,  o  bu güçle ele geçirmiştir dünya egemenliğini. Bu gücü başkasında görmek dinmez bir öfke doğurur içinde. Prometheus da bu öfkeyi körükler durur: Sivri aklını, geleceği önceden  görme gücünü  Zeus'u aldatmak, kuşkulandırmak, küçük  düşürmek  için  kullanır. Burada  Hesiodos'un  pek  üstünde durmadığı, Aiskhylos'un alabildiğine işlediği bir temaya ışık tutmalıyız: Üçüncü devrimin hazırlanması.

Adı   "önceden   gören"   anlamına   gelen   Prometheus kahindir  ve  Gaia,  Kronos'a devrileceğini  nasıl  haber  ver­diyse,  Prometheus  da  Zeus'un  bir gün tahtından  düşeceğini bilir.  Aiskhylos'a  göre  Prometheus,  Klymene'nin  değil, başka   bir  adı  Themis-Adalet  olan Gaia'nın  oğludur.  Bu bilgiden edindiği üstünlükle Prometheus, Zeus'u sürekli bir kuşkunun baskısı  altında  tutar.  Prometheus  tragedyasının ekseni olan bu tema Hesiodos'ta  da sezilir. Ancak onu göz önünde  tutarsak,  Mekone  olayını  gereğince  anlayabiliriz. Theogonia'da  (bak. dize 535-560) anlatılan  bu efsane etio­lojik, yani açıklayıcı  bir nitelik taşır: Kurban törenlerindeki bazı  geleneklerin  nereden  geldiğini  bildirir,  ama  bizim  için asıl  önemi Zeus-Prometheus  kavgasını  bambaşka  bir  mo­tif  üstüne kurmasıdır:  Prometheus  başlangıçtan beri insanlardan  yana  geçmiştir,  onlara  dayanarak  Titanların  öcünü almak  ve Olmyposluların egemenliği  yerine insanların  ege­menliğini  getirmek  emelindedir.  Yeni  bir  devrimin hazırla­yıcısıdır.  Kurduğu  düzen  tanrılar  için  küçük  düşürücüdür. Zeus  bile  bile aldanır, ama  oldubittiyi  önleyemez.  Bu onur yarasından öç almak içindir ki, ateşi vermez olur insanlara. Prometheus da tanrıyı bir daha aldatır ve ateşi çalıp götürür insanlara verir. İki kez küçük
düşürülen tanrılar tanrısı artık kaba  kuvvete  başvurmak  zorundadır:  Eşi görülmedik,  kor­kunç
cezalar salacaktır Prometheus'un  başına.

Hesiodos'un  öyküsünde  Aiskhylos'un  Prometheus'unu, giderek Goethe'nin verdiği Prometheus
yorumunun tohum­larını  bile  bulabiliriz:  Zeus  aldatılmış,  insanların  gözünde küçük  düşürülmüş,  gülünç  olmuş  bir  tanrıdır.  Egemenliği gerçek  bir güce dayanmaz, çünkü akıl gücü tanrılardan insanlara geçmiştir. Devrim, üçüncü ve son devrim olmuş bit­miştir: İnsan kendi gücünün  bilincine  varmış, tanrıya  karşı ayaklanmıştır. Ona isterse tapar, isterse hiçe sayar onu, güç­süz ya da güçlü olduğu oranda tapar ya da hiçe sayar. Tanrı, insanın elinde bir oyuncaktır, asıl tanrı, yani asıl yaratıcı, in­ sanın kendisidir. Goethe'nin şiirinden çıkan anlam da budur. Aiskhylos'un  Prometheus'unda yalnız tanrıların  rol oy­nadığı belirtilir durur. Oysa bu tragedya  bütün koşulları ve sorunlarıyla insanlık dramını yansıtır demiştik. Prometheus insanın temsilcisidir, içinde çırpındığı olaylar da günümüzün deyimiyle  politik  diye  nitelenebilecek insan  toplumlarına özgü olaylardır. Ama Prometheus  ne bakımdan  insandır ve dramı niçin insanlığın dramı oluyor?

Prometheus ateşi tanrılardan çalmış ve insanlara vermiş, tanrıların kurmuş olduğu düzene karşı geldiği için de zincire vurulmuş, yaman  bir ceza çekmektedir.  Mıhlanmış  olduğu kayadan  bize seslenip, eylemini, eyleminin  uyandırdığı  tep­kiyi,  kendini  ve  karşısındakileri  eleştirip değerlendirmek­ tedir.  Prometheus  olayını  bugün  bir tiyatro  yazarı ele alsa, karşımıza  bir
yargılama  sahnesi  koyar  ve tutuklusu, tanık­ları, yargıçlarıyla  bir duruşmayı canlandırırdı.
Biz de örne­ğin Kafka'nın  Duruşma'sını  inceler gibi inceleyelim  Zincire Vurulmuş  Prometheus'u.
Anlayışına  günümüzün  gözüyle ancak bu yoldan varabiliriz.

Prometheus  savunuyor  ve ne diyor  bu savunmada?  İki kavram  üstünde  durup  direniyor,  değer
olarak  benimsedi­ ği iki kavram: Bilinç ve özgürlük. Bilinç ve özgürlük insana özgü değişmez değerler olarak her zaman ve uygar her toplumda  benimsene gelmiştir. Bunları savunurken Prometheus bugün  de  bir sanığın  duruşmada  başvuracağı  kanıtlamaya başvuruyor: Ne yaptımsa diyor, bile bile yaptım. Eyleminin uzun  bir düşünme ve tartışma sonucu  bilinçli ve istemli bir eylem olduğunu ileri sürerek, bu eylemin suç olarak yorumlanmasından  doğacak  bütün  tepkilere sonuna  kadar  katlanmaya hazır olduğunu bildiriyor. Bu bilinç hem bir gurur, hem  bir  katlanma duygusu doğuruyor  içinde.  Şu  sözlerle dile getiriyor duygularını:

Ama neler söylüyorum, her şeyi önceden bilmiyor muydum? 
Hepsini biliyordum başıma geleceklerin. 

Ama ben biliyordum başıma gelecek  olanı: 
Bile bile, isteye isteye suç işledim. 

Payıma düşeni gönül  ferahlığıyla taşımalıyım, 
Kaderin önüne durulmaz, bilmeliyim bunu.

Bana gelince, ben bu çileme katlanacağım.

Çilesine katlanamayıp, ölmeyi özleyen İo'ya Prometheus şöyle der:

Benim acılarıma hiç katlanamazdın demek! 
Kader ölmeme de izin vermiyor benim: 
Yalnız ölüm kurtarabilirdi beni,
Oysa benim işkencelerimin sonu yok 
Zeus tahtından düşmedikçe.

Hiçbir  umuda  yer  vermeden  düşünce  ve  davranışında direnen  Prometheus'un  bu  bilinçli
tutumunu  başkaları  an­lamaz ve gurur ya da kibir diye nitelerler.

Koro şöyle der:
Sözünü sakınmıyorsun,
Başına gelen boyun eğdirmiyor sana.

Okeanos da şöyle:
Aşırı bir dilden geldi başına gelenler, Yine de uslanmış değilsin, diretiyorsun,
Dertlerine dert katmaktan korkmuyorsun. Benden öğüt dinlersen, dikine gitme.

Sözünü  sakınmıyorsun  diye çevirdiğimiz  Yunanca  agan eleutherostomeis deyimi "dilin fazla özgür"
anlamına gelir. Prometheus'a  bilinci  özgürlük  sağlamaktadır.  Dramın  özü de  bu özgürlük-kölelik  sorunudur.  Onun  asıl  önemini  de biz ancak  tragedyanın  yazıldığı çağı gözönünde  tutmakla anlayabiliriz. V.  yüzyıl  Atinası'nda  kölelik  de,  zorbalık  da yasalara  uygun canlı kurumlardı. Prometheus  herhangi  bir köle gibi "desmotes", yani zincire vurulmuştur; işkencesinin büyüklüğü  zincire vurulmuş olmasında  değil, bir tanrı iken köle durumuna düşürülüp, köleliğinin bu kadar kötü koşul­lar içinde geçmesindedir. Ne var ki köleliği doğal ve olağan sayan bir ortamda Zeus-Prometheus ilişkisini bir sorun ola­rak ortaya atmak, yargılarcasına tartışmak ve hakkın köle­den yana olduğunu  belirterek, zorbalığı bütün ayrıntılarıyla eleştirip yermek Aiskhylos'un tek başına giriştiği ve başarıy­la sonuçlandırdığı koca bir iştir. Tragedyasına eşsiz bir değer veren bu sorunu adım adım incelemeliyiz Prometheus'ta.

Titanları yenip yönetimi ele aldıktan sonra, Zeus bir dü­zen  kurmaya  girişmiştir.  Bu  düzende kendine  krallık  tahtı­nı ayırdığı halde, öbür tanrılara da şeref  payları, egemenlik alanları dağıtmıştır. Ne var ki bütün tanrılar paylarına düşen alanı yönetirken  Zeus'un  buyruğuna  uymak zorundadırlar. Piyeste karşımıza çıkan tanrıların hepsi bu düzeni benimse­miş,  Zeus'un buyruklarını  isteyerek  ya  da  istemeyerek  ye­rine getirmektedirler. Tek başkaldıran Prometheus'tur. Kav­ga  Zeus'la  Prometheus  arasındadır  ve  bir özgürlük-kölelik kavgasıdır. Evreni yöneten, tanrıların ve insanların  egemeni Zeus özgürdür,  prangaya  vurulmuş,  ıssız ve kayalıkta  son­suzluğa  dek  işkencelere  mahkum,  ölümsüz olduğu  için ca­nına  kıyma özgürlüğünden  de yoksun  Prometheus  köledir. Ama bakalım gerçekten de öyle mi?

Prometheus'u  kayaya çakan Kratos-Güç şöyle diyor:

Her varlık çoktan bir kaderle yükümlenmiş, 
Tanrıların başıdır yalnız yükümlü olmayan: 
"Zeus'tan başkası özgür değildir."

Olaylar da Kratos'un bu sözünü doğrulamaktadır: Sert, amansız, insafsız bir zorba gibi dünyayı keyfine göre yöne­ten Zeus her isteğini yüzde yüz gerçekleştirmektedir. Evren Prometheus tragedyasında  Prometheus  ve İo gibi Zeus'un kurbanları, Kratos,   Bia,   Hephaistos   ile Hermes   gibi Zeus'un uşakları ve Okeanos gibi Zeus'un dalkavukları ile dolmuştur. Geçmişi yendikten sonra, Zeus bugün ve yarını da  yasalarının  tekeline geçirmişe  benzer. Oysa gerçek  tam tersinedir:  Gerçekte  Zeus  köle,  Prometheus  özgürdür.  Bu özgürlüğü  Prometheus  nasıl  ele geçirmiştir?  Burada  efsa­neyi  bir yana itip, kendi çağımızın  egemenlik  kavgalarına bakabiliriz:  Yönetimi  ele  geçirmiş  nice  iktidar  sahibi  kişi ya da partiler vardır ki, karşılarına  dikilip direnen tek tük düşünce sahiplerini susturup  yok edebileceklerini sanırlar, oysa  sonuç  umduklarının  tersine  çıkar:  İktidar  sahipleri devrilir  gider, düşünce  sahipleri yener  ve kalır. İnsan  top­lumunun  bu değişmez yasasının  bilincine  varan Aiskhylos onu Prometheus diye bir efsanelik kişinin ağzından  bildiri­yor  bize dek: Akıl gücü  kaba  güçten üstündür,  düşünceye gem  vurulamaz,  özgür  düşünce  tutuklanamaz,  susturula­maz,  alt edilemez, olaylar  nasıl gelişirse  gelişsin,  gelecek­te  egemenlik  kaba  kuvvetin  değil,  özgür düşüncenindir. Aiskhylos toplumların yönetiminde, geçmiş, hal ve geleceği bu açıdan  eleştirerek,
bize eşsiz değerde  bir  politika  dersi veriyor  bu  tragedyasıyla: Akıl gücünün  kaba  kuvveti na­sıl yendiğini adım adım izledikten sonra, akıl gücü  üstüne kurulan  yönetimin  akla ve özgür düşünceye saygıyı elden bırakıp, ona sırt çevirince,  nasıl zayıfladığını  ve devrilmek tehlikesiyle  karşı  karşıya  geldiğini  gösteriyor.  Zeus  bütün kurbanları,  uşakları, dalkavuklarına karşın  bir çocuk gibi zayıf  ve çaresizdir: Onu yıkımdan  kurtaracak  tek kişi akıl gücünün  taşıyıcısı  Prometheus'tur.  Zeus  tutukladığı  düş­manının  elinde  tutukludur  aslında. Efsane  Prometheus'a geleceği öngören bilici der, çağımızsa biliciye inanmaz, ama düşünürün  akıl  gücüyle  geleceği  öngördüğünü,  insanlığa yaptığı bu hizmete karşılık kör iktidarların  baskısına uğrayıp olmadık  cezalara  çarptırıldığını da  bilir. Aiskhylos'un tragedyasını  bu açıdan  okuyun, göreceksiniz  ki çağımızın ve özellikle yurdumuzun dramını yansıtır.

Bu  kadarıyla  Prometheus  politik  piyesin  ta  kendisidir, ama Aiskhylos  politika  anlayışının en derinini yansıtmakla kalmamış,  uygarlık  değerlerinin  ne olduğunu  kavrayıp  dile getirmekle insancı eserin en özlüsünü de vermiştir. Ateşi tan­rılardan  çalıp insanlara  vermek  ne demektir? Başkalarının bir  efsane  niteliğinden  öteye  götüremedikleri  bu  sembolü Aiskhylos  insanlık açısından  ele alıp,  uygarlığın  tarihçesini çizmek  gibi  tiyatro  eserlerinde  eşine rastlanmayan  güç  bir işi başarmaktadır.  Düşüncesi   günümüzün   olaylarını   ay­dınlatacak kadar  derine giden  bu  yazarın  sanat  ustalığı da şaşırtıcıdır:  Okuyucu dikkat etti mi ki başlangıçta  Zeus'un uşakları  -günümüzün  diliyle  polisler-  Prometheus'u  kaba güce başvurarak tutukladıkları sahnede, Prometheus bir tek söz söylemez:  Kayaya  kakılmasına,  zincire vurulmasına  ve Kratos'un sövüp saymalarına  sessizce katlanır, ama traged­yanın sonunda Zeus'un casusu -biz buna sanığı gözdağıyla sorguya çeken polis müdürü diyelim- Hermes'le kölelik-öz­gürlük tartışmasında  tanrıları beş paralık ettikten sonra, başına saldıkları doğal belaları bir bir izleyip diliyle canlandırır gözümüzün  önünde,  dünya  başına  yıkılıp  koroyla  birlikte gömülüp yok  olana  dek  konuşmakta  direnir  Prometheus. Son sözünü söyler ve sonra ölür. Kıyamet de kopsa son söz özgür  düşüncenindir  demek  istiyor  Aiskhylos.  Bildirisi  bu­ gün de kulaklarımızda çınlasın!

Prometheus'un çevirisine girişmezden önce, Eyüboğlu da ben de bu tragedyanın çevrilmeye, giderek
oynanmaya elve­rişli olmadığı kanısındaydık. Çevirdikçe  yanıldığımızı  anla­dık ve coştuk. Her sözüyle sahnede canlanır gördük bu piye­si. Hele eserin plastik değeri, kişiler sahnede kımıldamadıkları  hâlde,  olayların  anlatımındaki  canlılık,  duyguların  dile getirilişindeki coşkunluk bu tragedyanın başarıyla oynanıp, merakla   seyredilebileceğine   inandırdı   bizi.   Prometheus’u Türk  tiyatrolarının birinde oynanır görmek  içten dileğimiz oldu.

Azra Erhat
Ağustos  1967


Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus
Çevirenler: Azra Erhat - Sabahattin  Eyüboğlu
Türkiye  İş  Bankası  Kültür  Yayınları,  2013


Bu yazı yukarıda ismi geçen kitabın önsöz bölümüdür. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder