Michael Mann
En cinai temizliklere binlerce kişi karışmıştır. Görgü tanıklarının zihnini en çok kurcalayan soru da şu olmuştur: Görünüşte sıradan insanlar nasıl cinai temizlik suçu işleyebilir? Çoğu durumda basit bir kıyaslama yapılır: Onlar olağanüstü koşullardaki senin benim gibi insanlar mıydı, yoksa ideolojik fanatikler mi?
Bu soruya verilen en meşhur yanıt Stanley Milgram’ın deneyleridir. Milgram sıradan insanlardan, yaptıkları zekâ testine yanlış cevap veren deneklere yüksek elektrik şoku vermelerini istemişti. Bu kişilere bilim adamlarının şok tedavisinin zekâ puanını artırıp artırmayacağını test ettiği söyleniyordu (ve deneyi yapanlar beyaz laboratuar önlüğü giyiyordu!).
Bu sıradan insanların yüzde altmış beşi (kadınlar ile erkekler arasında fark yoktur), kurbanın yan odasındaki bir kolu çevirerek büyük acı vermeleri istendiğinde itaat etti. Kolu çevirdiklerinde kurbanın acı dolu çığlıklarını duvarın arkasından duyabiliyorlardı. Kurbanın elini elektrikli bir levhaya bastırarak şoku kendileri vermeleri istendiğinde de deneklerin yüzde otuzu itaat etti. Az sayıda kişi deneye coşkuyla katıldı, görünüşe bakılırsa acı vermekten zevk almışlardı. Ama deneklerin büyük bir kısmı çok rahatsız oldu. Denekler yüksek voltajlarda deneyciye artık durmasını söylediler. Ama hem ahlaki hem fiziksel açıdan çok rahatsız olmalarına rağmen, yine de acı vermeye devam ettiler - çünkü bilimsel otoriteyi reddedememişlerdi. Milgram’m (1974: 10) yorumu şuydu: “Bazı denekler yaptıkları şeyin kesinlikle yanlış olduğuna inanıyorlardı, ama otoriteye karşı çıkmayı başaramadılar.” Fakat Milgram bu deneyde göründüğü kadar sadistçe davranmamıştı. Acı, gerçek değil sahteydi. “Kurbanlar” onun asistanlarıydı ve aslında elektrik verilmiyordu.
Milgram sıradan modern insanların meşru bilimsel otoriteden emir gelirse öldürebileceğini göstermişti. Daha fazla sayıda insan da dolaylı yoldan (yandaki odadan) öldürme emrine itaat ediyordu, demek ki bürokratların masabaşında cinayet işlemesi bizzat cinayet işlemekten daha kolaydı. Sonraki deneylerin hepsi onun vargılarını desteklemiyordu. Yapılan araştırmalardan biri deneklerden çoğunun hafif acı ile insana zararlı acı arasında ayrım yaptığını gösterdi. Zararlı acı vermeyi reddetmişlerdi (Blau, 1993). Fakat California Üniversitesi öğrencilerinin yaptığı bir araştırma daha da kaygılandıncıydı (en azından benim için, çünkü onlara ders veriyorum). Bir hapishane ortamında mahkûm ve gardiyan rolü oynamaları istenmişti. Öğrenci gardiyanlar zalimce ve otoriter eğilimler geliştirmeye başlayınca deneye son vermek zorunda kaldılar (Haney ve diğ., 1973). Bu deneyler sıradan insanların meşru kurumlarca izin verildiğinde zalimce davranışlar sergileyebileceğini gösteriyor. Hiçbir deneyde gerçek cinayet taklit edilemez, fakat sık sık çıkan rezaletlerden biliyoruz ki, hapishaneler, akıl hastaneleri ve yetimhaneler gibi kurumlar, çalışanların içeride tutulanlar üzerindeki muazzam iktidarı kötüye kullanmasına karşı uyanık olmak zorunda.
Milgram’ın kitabı Nazi Nihai Çözümü’ne referanslarla doludur. Fakat diğer vak'alarda olduğu gibi burada da suçlular aslında çok çeşitliydi. Suçlular arasında görülen dokuz ayrı güdü tanımı yapabiliriz.
1. İdeolojik katiller cinai temizliğin haklılığına inanmıştır. Özellikle üst düzey suçlular arasında görülen bu kişiler Weber’in değer-akılcılığını benimser -kanlı yollar güya daha yüce hedeflerce meşrulaştırılıyordu. Böyle bir ideoloji (savaş gibi) bazı bağlamlarda ya da yandaş tabanlarında -mesela daha önce dış gruptan eziyet görmüş mülteciler arasında- yankı bulabilir. İdeoloji bazı mesleklerin uygulamalarında ve altkültürlerinde de yankı bulabilir. Yirminci yüzyıl başında doktorlar ve biyologlar biyomedikal etnisite ve ırk modellerini özellikle cazip bulmuşlardı. Fakat en yaygın ideolojik güdü, cinayeti tepeden bakışla kendini savunma olarak meşrulaştırmaktır. Katil aslında mağdur olduğunu söyleyerek itiraz eder.
2. Bağnaz katiller daha alelade bir ideolojiyle hareket ederler. Özellikle alt kademeden suçlular yaşadıkları yer ve zamanla ilgili rastgele önyargıları paylaşırlar ve bu yüzden Weber’in tabiriyle duygusal eylemde bulunurlar.
Yahudiler, Müslümanlar ve sömürgelerin yerlileri katillerde fiziki tiksinti uyandırıyordu. Çok farklı bağlamlarda -özellikle de kendilerini tehlikede hissediyorlarsa- sevmedikleri azınlıklara kötü muamele edilmesine göz yumabilecek bağnaz kimseler hepimizin çevresinde var.
3. Şiddet düşkünü katillere cinayetin ta kendisi cazip görünür. Az sayıda sadist cinayetten duygusal haz alır. Çok daha fazlası şiddeti duygusal endişeden kurtulmak olarak deneyimler ve cinayete eğilim duyar. Jack Katz (1988) ABD’deki canice suçların “baştan çıkarıcılığını” tasvir etmiştir. Cinayetin genellikle son derece duygusal bir eylem olduğunu belirtir. Çok yaygın olarak tehdit edilme hissi her şeyi saran bir şahsi aşağılanma hissine dönüşür, ardından da bu durumdan çıkmak için ahlakçı bir öfke gelir. “Öfke aşağılanmışlık bilinciyle son haddine ulaşmıştır,” der Katz. Etnik nefretler bu tehdit-aşağılanma-öfke hissini kolektif düzeye taşıyabilir: Hutular Tutsilerin gücü karşısında tehdit edildiklerini ve aşağılandıklarını hissettikleri için önce kendileri saldırarak tüm Tutsilere öfkelerini kustular. Her okul bahçesinde görüldüğü üzere, kaba kuvvet kullanmak daha fazla zafer kazanmışlık hissi verebilir. Silahlar sınıf farkını aştığı için alt sınıftan insanların varlıklı gruplar (Yahudiler, Ermeniler ya da Tutsiler) üzerinde mutlak iktidar sahibi olmanın keyfini sürmelerini sağlayabilir. Bunlar sıradan insanların en kötü özellikleri arasındadır. Fakat aynı zamanda şiddeti toplumsal problemlerin meşru çözümü olarak gören yandaş tabanları da vardır - askerler, polisler, suçlular, şiddet içeren spor uzmanları ya da futbol holiganları.
4. Korktuğu için öldüren katiller, karşı taraftakini öldürmezlerse canlarından ya da azalarından olacaklarına dair inanılır bir tehdit altındadırlar. Fiziksel olarak zorlanan, bazen de gönülsüz katillerdir bunlar. Bu güdü araçsal bakımdan akılcıdır.
5. Kariyerist katiller cinai temizliğe karışan organizasyonların çalışanlarıdır. Cinayet emirlerine itaat onlara maddi bakımdan avantajlı, mesleklerinde yükselmelerini sağlayacak bir şey gibi görünür -cinayete yardım etmezlerse de işlerini kaybetme kaygısı taşırlar. Bürokratik cinai temizliklerde bu durum daha yaygındır.
6. Maddiyatçı katiller yağma ya da mağdurların işlerini, dükkanlarını veya mülklerini ele geçirerek doğrudan ekonomik kazanç sağlamanın cazibesine kapılmıştır. Bazıları cinayet işlemeleri karşılığında hapishaneden salınır. Bunlar da yine son derece araçsal güdülerdir.
7. Disiplinli katiller, emre itaatsizliğin anormal sayıldığı meşru örgütsel otoritenin tuzağına düşmüştür. Kafalarında korkuda ziyade talimatlara uyma rutininin zorunluluğu vardır. Bugünkü, geçmişteki ya da gelecekteki her milletten insanlar yukarıdan baskıyla uyumlulaştırabilir. Weber’deki anlamıyla alışkanlık güdüsüyle hareket eden katiller olabilirler.
8. Yoldaşlarına bağlı katiller, silah arkadaşlarının baskısı yüzünden uyum gösterme tuzağına düşmüştür. Özellikle de silah arkadaşlarının duygusal desteğini çekeceğinden korkarlar. Bu da Weber’in duygusal eylemini gündeme getirir. Browning (1993), sıradan Alman polislerinin işlediği toplu katliamları kısmen bununla açıklar.
9. Bürokrat katiller modern dönem bürokrasilerinin tuzağına düşmüştür. İtaatleri kurumsallaşmış rutinlerin ürettiği, Weber’deki anlamıyla alışkanlıktan gelir ve modern toplumlarda kurumsallaşan, Arendt’in (1965) meşhur tabiriyle, kötülüğün sıradanlığının tuzağından kurtulamazlar. Bu konudaki en iyi açıklama Milgram’mdır. Baumann (1989) ve Katz (1993), sıradan modern insanlar cinayet işleyebilir, derler. Bartov (1996) onlarla aynı görüştedir ve tuzağın kökenlerini I. Dünya Savaşı’nın “mekanik, akılcı ve gayrişahsi” cinayet makinesine kadar götürür.
Demek ki geniş bir potansiyel katil yelpazemiz var - ideolojik, bağnaz, şiddet düşkünü, korktuğu için öldüren, kariyerist, maddiyatçı, disiplinli, yoldaşlarına bağlı ve bürokrat. Bu çeşitlilik sekizinci tezimi güçlendiriyor, çünkü esasen sıradan insanları cinai temizliğin destekçileri yapıyor. Bazı suçlular kendi iddialarına göre idealist, yani ideolojik sebeplerle cinayet işlemişti. Bazıları da ya şiddeti seviyordu ya da siyasi sorunları çözmenin en iyi yolu olduğunu düşünerek şiddete saygı duyuyordu. Katil kurumlar disiplinliydi, yoldaşça duygulara dayanıyordu, kariyer yapmaya ya da yağmacılığa müsaitti ve bazıları da bürokratikti. Bu kadar çok sayıda suçlunun içinde bir miktar açıkça sıradan insan da olmalıdır. Bunlar sadece ideal tipler olduğu için, neredeyse tüm suçluların karışık güdüleri olduğu söylenebilir. Ayrıca bu liste güdüleri cinayet noktasında “dondurma” eğilimindedir. Gidip insanları öldürmeye ilk başta niyet eden suçlu sayısı az olduğundan (5. tez), ilk güdüleri farklı olmalıdır. Bu yüzden güdüleri değiştiren ve cinayet ihtimaline yaklaştıran kariyerler üzerinde duruyorum.
Keza bireyleri kendi çevrelerinden soyutlayamayız. İnsan davranışının bu eşsiz alanında bireyci bir yaklaşımın baştan çıkarıcı olmasının sebebi kısmen, hukuki suçluluk meselesinin büyük önemidir. Şu ya da bu bireyi şahsen işlenmiş suçlar için cezalandıracak, belki de ölüme mahkûm edecek miyiz? Fakat aynı zamanda böyle davranışları anlamaya çalışırken de bireyciliğe doğru kayarız. Bu vakalar üzerine düşünen herkes kendine şunu sormuştur: “Bu koşullarda erkekleri, kadınları ve çocukları öldürmem emredilse ben ne yapardım?
Ne kadar cesur, ne kadar ahlaklı davranırdım?” O zaman belki de ne kadar korkak, itaatkar ya da hırslı olduğumuzu düşünürüz -ihtiyaç halindeki ya da eziyet gören bir kimseye yardım etmediğimiz daha önemsiz bir olay aklımıza gelir. Böyle sıradan insani zayıflıkların cinai temizliğe yardımda önemli olduğu açıktır.
Yine de, “Ben ne yapardım?” sorusuna cevap vermek için kendimizi o dönemdeki mukayese edilebilir bir konumda bulunan bir kişinin yerine koymak zorundayız. 1930’lar Almanyası’na yerleştirilen benim gibi bir profesör büyük ihtimalle muhafazakar milliyetçiliğin tarafını tutacak, Nazilerin davasına da biraz sempati duyacaktır. Öğrenciler daha da Nazi yanlısı olacaktır; çünkü Naziler 1931’de Almanya’da düzenlenen serbest ulusal öğrenci seçimlerini kazanmışlardı. O dönemde biyoloji ya da tıp profesörü olsaydım, radikal Nazizmin yankı bulduğu bilimsel ırkçılıktan nasibimi alacaktım. Faşizm üzerine kitap yazmış gerçek bir sosyoloji profesörü olarak bana huzursuzluk veren bir selefimi biliyorum. Faşizme akademik ilgi duyan Profesör Otto Ohlendorf’un sonu Nazilik olmuştu. Kendini üstün gören bir kişiliğe sahip olması ilk başta Nazi liderliğiyle ters düşmesine yol açmıştı. Ama sonra görevini yaptı, korkunç Eirı-satzgruppen(4) cinayet çetelerinden birinin başına geçmeyi kabul etti. Onun çetesi 90.000 kişi öldürdü. 1951’de Nürnberg’de idam edildi. Başka bağlamlara yerleştirilseydik, pek çoğumuz cinai etnik temizliğe epeyce yaklaşabilirdik.
Michael Mann, Demokrasinin Karanlık Yüzü Etnik Temizliği Açıklamak, İthaki Yayınları, 2012
Koyulaştırmalar ve görseller bana aittir. DK
Otto Ohlendorf, Einsatzgruppen liderlerinin yargılanması sırasında baş sanıktı ve aynı zamanda birçok diğer savaş suçlusu zanlılarının yargılanmasında önemli bir tanık oldu. Otto Ohlendorf savaştan sonra kurulan mahkemede kendisine bağlı olan Einsatzgruppen D grubu birliklerinin 1941'de Ukrayna'nın güneyinde 90.000 Yahudiyi öldürdüğünü itiraf etti. Yapılan yargılama neticesinde ölüme mahkûm edildi ve kısa süre sonra, 8 Haziran 1951 tarihinde gece yarısından sonra Bavyera'daki Landsberg Hapishanesi'nde asılarak idam edildi. https://tr.wikipedia.org/wiki/Otto_Ohlendorf |
En cinai temizliklere binlerce kişi karışmıştır. Görgü tanıklarının zihnini en çok kurcalayan soru da şu olmuştur: Görünüşte sıradan insanlar nasıl cinai temizlik suçu işleyebilir? Çoğu durumda basit bir kıyaslama yapılır: Onlar olağanüstü koşullardaki senin benim gibi insanlar mıydı, yoksa ideolojik fanatikler mi?
Bu soruya verilen en meşhur yanıt Stanley Milgram’ın deneyleridir. Milgram sıradan insanlardan, yaptıkları zekâ testine yanlış cevap veren deneklere yüksek elektrik şoku vermelerini istemişti. Bu kişilere bilim adamlarının şok tedavisinin zekâ puanını artırıp artırmayacağını test ettiği söyleniyordu (ve deneyi yapanlar beyaz laboratuar önlüğü giyiyordu!).
Bu sıradan insanların yüzde altmış beşi (kadınlar ile erkekler arasında fark yoktur), kurbanın yan odasındaki bir kolu çevirerek büyük acı vermeleri istendiğinde itaat etti. Kolu çevirdiklerinde kurbanın acı dolu çığlıklarını duvarın arkasından duyabiliyorlardı. Kurbanın elini elektrikli bir levhaya bastırarak şoku kendileri vermeleri istendiğinde de deneklerin yüzde otuzu itaat etti. Az sayıda kişi deneye coşkuyla katıldı, görünüşe bakılırsa acı vermekten zevk almışlardı. Ama deneklerin büyük bir kısmı çok rahatsız oldu. Denekler yüksek voltajlarda deneyciye artık durmasını söylediler. Ama hem ahlaki hem fiziksel açıdan çok rahatsız olmalarına rağmen, yine de acı vermeye devam ettiler - çünkü bilimsel otoriteyi reddedememişlerdi. Milgram’m (1974: 10) yorumu şuydu: “Bazı denekler yaptıkları şeyin kesinlikle yanlış olduğuna inanıyorlardı, ama otoriteye karşı çıkmayı başaramadılar.” Fakat Milgram bu deneyde göründüğü kadar sadistçe davranmamıştı. Acı, gerçek değil sahteydi. “Kurbanlar” onun asistanlarıydı ve aslında elektrik verilmiyordu.
Milgram sıradan modern insanların meşru bilimsel otoriteden emir gelirse öldürebileceğini göstermişti. Daha fazla sayıda insan da dolaylı yoldan (yandaki odadan) öldürme emrine itaat ediyordu, demek ki bürokratların masabaşında cinayet işlemesi bizzat cinayet işlemekten daha kolaydı. Sonraki deneylerin hepsi onun vargılarını desteklemiyordu. Yapılan araştırmalardan biri deneklerden çoğunun hafif acı ile insana zararlı acı arasında ayrım yaptığını gösterdi. Zararlı acı vermeyi reddetmişlerdi (Blau, 1993). Fakat California Üniversitesi öğrencilerinin yaptığı bir araştırma daha da kaygılandıncıydı (en azından benim için, çünkü onlara ders veriyorum). Bir hapishane ortamında mahkûm ve gardiyan rolü oynamaları istenmişti. Öğrenci gardiyanlar zalimce ve otoriter eğilimler geliştirmeye başlayınca deneye son vermek zorunda kaldılar (Haney ve diğ., 1973). Bu deneyler sıradan insanların meşru kurumlarca izin verildiğinde zalimce davranışlar sergileyebileceğini gösteriyor. Hiçbir deneyde gerçek cinayet taklit edilemez, fakat sık sık çıkan rezaletlerden biliyoruz ki, hapishaneler, akıl hastaneleri ve yetimhaneler gibi kurumlar, çalışanların içeride tutulanlar üzerindeki muazzam iktidarı kötüye kullanmasına karşı uyanık olmak zorunda.
Milgram’ın kitabı Nazi Nihai Çözümü’ne referanslarla doludur. Fakat diğer vak'alarda olduğu gibi burada da suçlular aslında çok çeşitliydi. Suçlular arasında görülen dokuz ayrı güdü tanımı yapabiliriz.
1. İdeolojik katiller cinai temizliğin haklılığına inanmıştır. Özellikle üst düzey suçlular arasında görülen bu kişiler Weber’in değer-akılcılığını benimser -kanlı yollar güya daha yüce hedeflerce meşrulaştırılıyordu. Böyle bir ideoloji (savaş gibi) bazı bağlamlarda ya da yandaş tabanlarında -mesela daha önce dış gruptan eziyet görmüş mülteciler arasında- yankı bulabilir. İdeoloji bazı mesleklerin uygulamalarında ve altkültürlerinde de yankı bulabilir. Yirminci yüzyıl başında doktorlar ve biyologlar biyomedikal etnisite ve ırk modellerini özellikle cazip bulmuşlardı. Fakat en yaygın ideolojik güdü, cinayeti tepeden bakışla kendini savunma olarak meşrulaştırmaktır. Katil aslında mağdur olduğunu söyleyerek itiraz eder.
2. Bağnaz katiller daha alelade bir ideolojiyle hareket ederler. Özellikle alt kademeden suçlular yaşadıkları yer ve zamanla ilgili rastgele önyargıları paylaşırlar ve bu yüzden Weber’in tabiriyle duygusal eylemde bulunurlar.
Yahudiler, Müslümanlar ve sömürgelerin yerlileri katillerde fiziki tiksinti uyandırıyordu. Çok farklı bağlamlarda -özellikle de kendilerini tehlikede hissediyorlarsa- sevmedikleri azınlıklara kötü muamele edilmesine göz yumabilecek bağnaz kimseler hepimizin çevresinde var.
3. Şiddet düşkünü katillere cinayetin ta kendisi cazip görünür. Az sayıda sadist cinayetten duygusal haz alır. Çok daha fazlası şiddeti duygusal endişeden kurtulmak olarak deneyimler ve cinayete eğilim duyar. Jack Katz (1988) ABD’deki canice suçların “baştan çıkarıcılığını” tasvir etmiştir. Cinayetin genellikle son derece duygusal bir eylem olduğunu belirtir. Çok yaygın olarak tehdit edilme hissi her şeyi saran bir şahsi aşağılanma hissine dönüşür, ardından da bu durumdan çıkmak için ahlakçı bir öfke gelir. “Öfke aşağılanmışlık bilinciyle son haddine ulaşmıştır,” der Katz. Etnik nefretler bu tehdit-aşağılanma-öfke hissini kolektif düzeye taşıyabilir: Hutular Tutsilerin gücü karşısında tehdit edildiklerini ve aşağılandıklarını hissettikleri için önce kendileri saldırarak tüm Tutsilere öfkelerini kustular. Her okul bahçesinde görüldüğü üzere, kaba kuvvet kullanmak daha fazla zafer kazanmışlık hissi verebilir. Silahlar sınıf farkını aştığı için alt sınıftan insanların varlıklı gruplar (Yahudiler, Ermeniler ya da Tutsiler) üzerinde mutlak iktidar sahibi olmanın keyfini sürmelerini sağlayabilir. Bunlar sıradan insanların en kötü özellikleri arasındadır. Fakat aynı zamanda şiddeti toplumsal problemlerin meşru çözümü olarak gören yandaş tabanları da vardır - askerler, polisler, suçlular, şiddet içeren spor uzmanları ya da futbol holiganları.
4. Korktuğu için öldüren katiller, karşı taraftakini öldürmezlerse canlarından ya da azalarından olacaklarına dair inanılır bir tehdit altındadırlar. Fiziksel olarak zorlanan, bazen de gönülsüz katillerdir bunlar. Bu güdü araçsal bakımdan akılcıdır.
5. Kariyerist katiller cinai temizliğe karışan organizasyonların çalışanlarıdır. Cinayet emirlerine itaat onlara maddi bakımdan avantajlı, mesleklerinde yükselmelerini sağlayacak bir şey gibi görünür -cinayete yardım etmezlerse de işlerini kaybetme kaygısı taşırlar. Bürokratik cinai temizliklerde bu durum daha yaygındır.
6. Maddiyatçı katiller yağma ya da mağdurların işlerini, dükkanlarını veya mülklerini ele geçirerek doğrudan ekonomik kazanç sağlamanın cazibesine kapılmıştır. Bazıları cinayet işlemeleri karşılığında hapishaneden salınır. Bunlar da yine son derece araçsal güdülerdir.
7. Disiplinli katiller, emre itaatsizliğin anormal sayıldığı meşru örgütsel otoritenin tuzağına düşmüştür. Kafalarında korkuda ziyade talimatlara uyma rutininin zorunluluğu vardır. Bugünkü, geçmişteki ya da gelecekteki her milletten insanlar yukarıdan baskıyla uyumlulaştırabilir. Weber’deki anlamıyla alışkanlık güdüsüyle hareket eden katiller olabilirler.
8. Yoldaşlarına bağlı katiller, silah arkadaşlarının baskısı yüzünden uyum gösterme tuzağına düşmüştür. Özellikle de silah arkadaşlarının duygusal desteğini çekeceğinden korkarlar. Bu da Weber’in duygusal eylemini gündeme getirir. Browning (1993), sıradan Alman polislerinin işlediği toplu katliamları kısmen bununla açıklar.
9. Bürokrat katiller modern dönem bürokrasilerinin tuzağına düşmüştür. İtaatleri kurumsallaşmış rutinlerin ürettiği, Weber’deki anlamıyla alışkanlıktan gelir ve modern toplumlarda kurumsallaşan, Arendt’in (1965) meşhur tabiriyle, kötülüğün sıradanlığının tuzağından kurtulamazlar. Bu konudaki en iyi açıklama Milgram’mdır. Baumann (1989) ve Katz (1993), sıradan modern insanlar cinayet işleyebilir, derler. Bartov (1996) onlarla aynı görüştedir ve tuzağın kökenlerini I. Dünya Savaşı’nın “mekanik, akılcı ve gayrişahsi” cinayet makinesine kadar götürür.
Demek ki geniş bir potansiyel katil yelpazemiz var - ideolojik, bağnaz, şiddet düşkünü, korktuğu için öldüren, kariyerist, maddiyatçı, disiplinli, yoldaşlarına bağlı ve bürokrat. Bu çeşitlilik sekizinci tezimi güçlendiriyor, çünkü esasen sıradan insanları cinai temizliğin destekçileri yapıyor. Bazı suçlular kendi iddialarına göre idealist, yani ideolojik sebeplerle cinayet işlemişti. Bazıları da ya şiddeti seviyordu ya da siyasi sorunları çözmenin en iyi yolu olduğunu düşünerek şiddete saygı duyuyordu. Katil kurumlar disiplinliydi, yoldaşça duygulara dayanıyordu, kariyer yapmaya ya da yağmacılığa müsaitti ve bazıları da bürokratikti. Bu kadar çok sayıda suçlunun içinde bir miktar açıkça sıradan insan da olmalıdır. Bunlar sadece ideal tipler olduğu için, neredeyse tüm suçluların karışık güdüleri olduğu söylenebilir. Ayrıca bu liste güdüleri cinayet noktasında “dondurma” eğilimindedir. Gidip insanları öldürmeye ilk başta niyet eden suçlu sayısı az olduğundan (5. tez), ilk güdüleri farklı olmalıdır. Bu yüzden güdüleri değiştiren ve cinayet ihtimaline yaklaştıran kariyerler üzerinde duruyorum.
Keza bireyleri kendi çevrelerinden soyutlayamayız. İnsan davranışının bu eşsiz alanında bireyci bir yaklaşımın baştan çıkarıcı olmasının sebebi kısmen, hukuki suçluluk meselesinin büyük önemidir. Şu ya da bu bireyi şahsen işlenmiş suçlar için cezalandıracak, belki de ölüme mahkûm edecek miyiz? Fakat aynı zamanda böyle davranışları anlamaya çalışırken de bireyciliğe doğru kayarız. Bu vakalar üzerine düşünen herkes kendine şunu sormuştur: “Bu koşullarda erkekleri, kadınları ve çocukları öldürmem emredilse ben ne yapardım?
Ne kadar cesur, ne kadar ahlaklı davranırdım?” O zaman belki de ne kadar korkak, itaatkar ya da hırslı olduğumuzu düşünürüz -ihtiyaç halindeki ya da eziyet gören bir kimseye yardım etmediğimiz daha önemsiz bir olay aklımıza gelir. Böyle sıradan insani zayıflıkların cinai temizliğe yardımda önemli olduğu açıktır.
Yine de, “Ben ne yapardım?” sorusuna cevap vermek için kendimizi o dönemdeki mukayese edilebilir bir konumda bulunan bir kişinin yerine koymak zorundayız. 1930’lar Almanyası’na yerleştirilen benim gibi bir profesör büyük ihtimalle muhafazakar milliyetçiliğin tarafını tutacak, Nazilerin davasına da biraz sempati duyacaktır. Öğrenciler daha da Nazi yanlısı olacaktır; çünkü Naziler 1931’de Almanya’da düzenlenen serbest ulusal öğrenci seçimlerini kazanmışlardı. O dönemde biyoloji ya da tıp profesörü olsaydım, radikal Nazizmin yankı bulduğu bilimsel ırkçılıktan nasibimi alacaktım. Faşizm üzerine kitap yazmış gerçek bir sosyoloji profesörü olarak bana huzursuzluk veren bir selefimi biliyorum. Faşizme akademik ilgi duyan Profesör Otto Ohlendorf’un sonu Nazilik olmuştu. Kendini üstün gören bir kişiliğe sahip olması ilk başta Nazi liderliğiyle ters düşmesine yol açmıştı. Ama sonra görevini yaptı, korkunç Eirı-satzgruppen(4) cinayet çetelerinden birinin başına geçmeyi kabul etti. Onun çetesi 90.000 kişi öldürdü. 1951’de Nürnberg’de idam edildi. Başka bağlamlara yerleştirilseydik, pek çoğumuz cinai etnik temizliğe epeyce yaklaşabilirdik.
Michael Mann, Demokrasinin Karanlık Yüzü Etnik Temizliği Açıklamak, İthaki Yayınları, 2012
Koyulaştırmalar ve görseller bana aittir. DK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder