Hikmet Özdemir
Çağdaş Türkiye Tarihi, 4. cilt, Cem Yayınevi, 1989, s. 252-53
Türk hükümetleri dış politika alanında 1960’lı ve 1970’li yılların
en büyük iki bunalımını NATO içindeki yakın komşusu Yunanistan
ile ve Kıbrıs
sorunu yüzünden ittifakın lideri
ABD yönetimi ile yaşamıştır.
1964'de, Londra ve Zürih Antlaşmalarına
göre Kıbrıs Türklerinin haklarını korumak için garantör
devlet sıfatıyla adaya asker
göndermek isteyen Türkiye'nin
müdahale kararına ABD Başkanı Johnson'un, zamanın Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'ye 1964
Haziranında gönderdiği mektup,
Türk Hariciyesi açısından
yeni bir dönemin başladığına
açık bir kanıttır.
Johnson Mektubu, ABD
resmi çevrelerindeki Türkiye
görünümünün her iki
taraf propagandacıları tarafından
yayılanın aksine, hiç de olumlu olmadığını ortaya çıkartmıştır.
Mektubun diğer önemli yanı,
NATO'ya ABD'nin bakışım
göstermesidir. Şöyle denilmektedir:
«Bay Başbakan [İsmet İnönü'ye hitap ediliyor.] NATO vecibelerine de dikkat nazarınızı çekmek mecburiyetindeyim. Kıbrıs'a vaki olacak Türk müdahalesinin Türk Yunan kuvvetleri arasında askeri bir çatışmaya müncer olacağı hususunda zihninizde en ufak bir tereddüt olmamalıdır.ABD Başkanı Johnson'un mektubunda da açıkça ifade edildiği gibi ABD'ye göre SSCB dışında bir 'düşman' bulunmamaktadır; NATO ittifakı içinde üyelerin hükümranlık hakları yalnızca Sovyetler tarafından ihlal edilebilecektir. Başka bir devlet, Türkiye'nin haklarına saldırıda bulunursa, bu devletin NATO üyesi olması durumunda Türk Hükumetinin kendi gücü ile ona karşı koyması mümkün değildir.
Dışişleri Bakanı Rusk, Lahey'de yapılan son NATO Bakanlar Konseyi toplantısında Türkiye ile Yunanistan arasında bir harbin 'kelimenin tam manasiyle düşünülemez' olarak telakki edilmesi gerektiğini beyan etmişti. NATO'ya iltihak esası icabı olarak, NATO memleketlerinin birbirleriyle harp etmeyeceklerini kabul etmek demektir. Almanya ve Fransa, NATO'da müttefik olmakla yüzyıllık husumet ve düşmanlıklarını gömmüşlerdir; aynı şeyin Yunanistan ve Türkiye'den de beklenmesi gerekir. Ayrıca Türkiye tarafından Kıbrıs'a yapılacak askeri bir müdahale Sovyetler Birliğinin meseleye doğrudan doğruya karışmasına yol açabilir. NATO müttefiklerimizin tam rıza ve muvafakatları olmadan Türkiye'nin girişeceği bir hareket neticesinde ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı Türkiye'yi müdafaa etmek mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim.»
2 Temmuz 1964
Başkan Johnson, Medeni Haklar Yasasını imzalarken görülüyor,
hemen arkasında Martin Luther King var.
ABD'nin
baskısından çok, deniz
ve havadan askeri
bir harekat için yeterli
teknik güce sahip
olamadığından Kıbrıs'a 1964'de
müdahalede bulunamayan
Türkiye, 1974'te, Ada Türklerinin haklarını korumak için
ABD ve NATO'dan
bağımsız tavır geliştirmekte
tereddüt etmemiştir.
Bununla
birlikte, Kıbrıs'a yapılan
müdahalenin Türkiyeyi dış politikada kesin bir yalnızlığa
ittiği de bir başka
gerçektir. Her ne kadar Türkiye,
1965'den sonra başta
SSCB olmak üzere,
Bloksuz ülkelere, özellikle 1973
petrol bunalımından sonra İslam
ülkelerine yönelik bir dostluk ve
işbirliği politikası izlemiş;
bunda başarılı olmuşsa da,
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve öteki uluslararası forumlarda Kıbrıs'taki
askeri harekatlardan ve 1975'te Kıbrıs
Türk Federe Devletinin kurulmasından
sonra yükselen karşı-propagandayı etkisiz
hale getirememiştir. Bu
arada 1974-78 yıllarında
ABD Türkiye'ye karşı silah ambargosu uygulamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder