Nazif Kuyucuklu
Bulgar Devleti’nin Bizans aleyhine genişlemesi özellikle Simeon döneminde (893-927) olmuş, Bulgar ordusu Gelibolu yarımadasını ve Girit’e kadar olan sahayı ele geçirip İstanbul surlarına gelmiş, İstanbul’u almak için giriştiği hazırlıklar ise Simeon’un ölümüyle sonuçsuz kalmıştır. Simeon döneminde Bulgar kilisesinin bağımsızlığı ilân edilmiştir. Onun yerine geçen Petar zamanında (927-970) Bizans’la bir barış dönemi yaşanmış, oğlu II. Boris yapılan savaşlarda Bizans’a yenilmiş, hatta başşehir Preslav’ın adı Bizans imparatorunun adına izâfeten Yoanopolis olarak değiştirilmiştir. Böylece 971’de Trakya ve Kuzey Bulgaristan Bizans tarafından zaptedilmiş, batı ve güneybatı Bulgar toprakları bağımsızlığını korumuştur.
Buralardaki yönetim dört feodal (bolyar) kardeş David, Moisey, Aron ve Samuil’e geçmiş, başşehirleri de başta Sredets, sonra Prespa, daha sonra da Ohri olmuştur. X. yüzyıl ortalarında Petar’ın yönetim döneminde toprağa bağlı köylülerin durumu çok daha ağırlaşmış ve köylüler feodal yönetim karşısında giderek gelişen bir tepki oluşturmaya başlamışlardır. Sonunda bu tepki kendisini bir din adamının şahsında tecessüm ettirmiş ve Bogomillik olarak tarihte yerini almıştır. Bogomiller sadece İncil’e inanmışlar, dış dünyayı ve resmî hıristiyan kilisesinin görüşlerini reddetmişlerdir. Feodal düzenden şikâyetçi geniş köylü kitleleri, bu arada kendilerini ezilmiş hisseden öteki kişiler Bogomilliğin görüşlerine büyük bir samimiyetle sarılmışlar, günlük feodal hayattan kaçıp huzuru âdeta burada bulmak istemişlerdir. Böylece Bogomillik önemli bir sosyal hareket niteliği kazanmıştır. Ancak kilise ve yönetim buna şiddetle karşı çıkmıştır.
Dört bolyar kardeşten sonuncusu Samuil yönetimi üstlenmiş, ancak Bizans’ın hâkimiyetine geçme durumuna gelmiş olan Sofya 1001’de elden çıkmış, daha sonra Vidin, Üsküp ve öteki kaleler Bizans’ın eline geçmiştir. 1014’te Stumitsa yöresinde yapılan savaşta Bulgar ordusu Bizans ordusunca yok edilmiş, Samuil’in savaş alanından kaçması ve yeniden toparlanma teşebbüsleri de sonuçsuz kalmıştır. 1018’de ise İmparator Vasiliy’in Bulgar başşehri Ohri’ye girmesiyle Bulgar toprakları tamamıyla Bizans hâkimiyetine girmiş ve bu durum 1187 yılına kadar sürmüştür.
Bizans hâkimiyetinde Bulgar köylüsünün durumu kötüleşmiş, tarımda daha önceden var olan aynî vergi paraya çevrilmiş, bu ise köylüye önemli bir yük oluşturmuştur. Ayrıca yeni vergiler getirilmiş, XI. yüzyıl ortalarında Bizans’ta “pronia” denilen bir uygulama geliştirilmiş, bu da halk üzerinde büyük baskılara sebep olmuştur. Bunlara ilâve olarak ilki 1096-1097’de başlayan Haçlı seferlerinin Belgrad – Sofya – Filibe – İstanbul ve Arnavutluk – Makedonya – Trakya – İstanbul yollarını takip etmesi, buralardaki nüfusun hayatına ve mal varlığına olumsuz etkilerde bulunmuştur. Bu şartlar karşısında, özellikle daha 1040 yılında aynî vergilerin paraya dönüştürülmesiyle memnuniyetsizlik ayaklanma halini almış, Samuil’in torunu Petar Delyan liderliğinde başlayan ayaklanmada Belgrad’dan güneye doğru kayarak yerli bolyarların da desteğiyle Üsküp dahil olmak üzere birçok kale ele geçirilmiştir. Ancak ayaklanma bir süre sonra bastırılmış, feodal yönetimin Bulgar köylüleri üzerindeki baskısı daha da ağırlaşmıştır.
Bu baskılar üzerine Bizans hâkimiyetine karşı 1185’te Tırnova çevresinde Bolyar Petar ve Bolyar Asen kardeşlerin önderlik ettikleri bir başka ayaklanma başladı. Köylülerin de önemli ölçüde destek verdikleri bu harekette önce eski başşehir Preslav’a girilmiş ve hemen hemen bütün Kuzey Bulgaristan ele geçirildikten sonra Trakya’ya yürünmüştür. Bizans imparatoru 1186’da bu toprakları yeniden zaptetmişse de Tuna’yı geçerek Kumanlar’a sığınmış olan Petar ve Asen kardeşler buradan sağladıkları ordu ile Kuzey Bulgaristan’ı yeniden ele geçirmişler ve 1187’de Bizans imparatorunu barış yapmak zorunda bırakmışlardır. Böylece Bizans ikinci Bulgar Devleti’ni tanımış, yönetimin başına da I. Asen geçmiştir. Daha fazla bağımsızlık isteyen bolyarlarla I. Asen arasındaki mücadelede I. Asen hayatını kaybetmiş (1196), yönetimin başına kardeşi Kaloyan (1197-1207) geçmiş ve eski yerlerden bazılarını yeniden Bulgar topraklarına katmıştır. Daha sonra Boril (1207-1218) ve II. İvan Asen (1218-1241) zamanında içte merkezî devletin gücü arttırılmaya çalışılmış, dışta da ülke çıkarları açısından değişken bir politika takip edilmiştir.
Ancak bundan sonra Bulgar Devleti yönetiminin, bolyarların anlaşmazlıklarından ve güçlerinin giderek artmasından dolayı zamanla zayıflamış olduğu görülmektedir. 1241’lerde Bulgaristan Tatarlar’ın hücumuna uğramış, en güçlü bolyar grubunca yönetim başına getirilen Konstantin Tih’çe (veya Asen, 1257-1277) tarafından da düzen sağlanamamıştır. Kral (tsar) ve bolyar topraklarında çalışan köylülerin durumları giderek ağırlaşmıştır. Kral memurlarının suistimalleri ve diğer sebepler köylüler için durumu artık dayanılmaz hale getirmiştir. 1270’li yıllarda Tatarlar’ın ülkeye kuzeydoğudan başlattıkları baskılar günlük olaylardan olmuştur. Bunlara karşı gelmeye ise ne Tatarlar’ın vassâli durumunda olan kral ne de bolyarlar cesaret edebilmişlerdir.
Bütün iç ve dış baskılara yani feodaliteye karşı bir ayaklanma hareketi olmuş, bu hareket bir domuz çobanı olan İvaylo’ya izâfeten “İvaylo Ayaklanması” adıyla tarihe geçmiştir. Ayaklanma bütün ülkeyi sarıp İvaylo’yu adım adım krallığa kadar getirmiş, ancak sonunda o da öldürülmüştür. Bu dönemde artık devletin gücü kalmamış, kendini kuvvetli hisseden bolyar grubu kendi adaylarını tahta oturtmaya başlamış, böylece ülkede güçlü bolyarlar tarafından ayrı siyasî merkezler ortaya çıkarılmıştır.
.....
Bugünkü Bulgaristan’ı oluşturan topraklara karşı ilk Osmanlı fütuhatı I. Murad zamanında başladı. Edirne’nin fethi sırasında Meriç vadisine hâkim ve Edirne’yi koruyacak biçimde bulunan Çirmen fethedildi. Ardından Yanbolu Timurtaş Paşa, Zağra ve çevresi ise Lala Şâhin Paşa tarafından alındı. Fethedilen bu yerlere Anadolu’dan Türk göçmenler getirilerek nüfus arttırıldı ve bölge idarî teşkilâtta Rumeli eyaleti içerisine dahil edilerek Çirmen, Hasköy, Çırpan, Akçakızanlık, Yeni Zağra ve bugün Türkiye’nin Ergene bölgesiyle Eynepazarı ve Tekirdağ vilâyetinden meydana gelen ilk Osmanlı sancaklarından olan Çirmen sancağı teşkil edildi. Böylece Türkler bölgeye kesin olarak yerleştiler. Nitekim XVI. yüzyılda (1530) sancak nüfusunun % 88’i (yaklaşık 35.000) müslüman Türkler’den, % 12’si de (yaklaşık 5.000) Bulgar, Rum ve diğer gayri müslimlerden meydana gelmekteydi. III. Murad döneminde de nüfusun % 87’si (yaklaşık 59.000) müslüman Türkler’den, % 13’ü (yaklaşık 9.000) Bulgar ve diğer müslüman olmayan unsurlardan teşekkül etmekteydi. [Sadece bu paragraf Yusuf Halaçoğlu'na aittir]
TDV İslam Ansiklopedisi, Nazif Kuyucuklu'nun makalesi, 6. cilt. Diyanet Vakfı Yayınları, 1988
Şu kaynağa da bkz. Bogomiller: https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2017/04/bogomiller.html
Kaynak |
Buralardaki yönetim dört feodal (bolyar) kardeş David, Moisey, Aron ve Samuil’e geçmiş, başşehirleri de başta Sredets, sonra Prespa, daha sonra da Ohri olmuştur. X. yüzyıl ortalarında Petar’ın yönetim döneminde toprağa bağlı köylülerin durumu çok daha ağırlaşmış ve köylüler feodal yönetim karşısında giderek gelişen bir tepki oluşturmaya başlamışlardır. Sonunda bu tepki kendisini bir din adamının şahsında tecessüm ettirmiş ve Bogomillik olarak tarihte yerini almıştır. Bogomiller sadece İncil’e inanmışlar, dış dünyayı ve resmî hıristiyan kilisesinin görüşlerini reddetmişlerdir. Feodal düzenden şikâyetçi geniş köylü kitleleri, bu arada kendilerini ezilmiş hisseden öteki kişiler Bogomilliğin görüşlerine büyük bir samimiyetle sarılmışlar, günlük feodal hayattan kaçıp huzuru âdeta burada bulmak istemişlerdir. Böylece Bogomillik önemli bir sosyal hareket niteliği kazanmıştır. Ancak kilise ve yönetim buna şiddetle karşı çıkmıştır.
Dört bolyar kardeşten sonuncusu Samuil yönetimi üstlenmiş, ancak Bizans’ın hâkimiyetine geçme durumuna gelmiş olan Sofya 1001’de elden çıkmış, daha sonra Vidin, Üsküp ve öteki kaleler Bizans’ın eline geçmiştir. 1014’te Stumitsa yöresinde yapılan savaşta Bulgar ordusu Bizans ordusunca yok edilmiş, Samuil’in savaş alanından kaçması ve yeniden toparlanma teşebbüsleri de sonuçsuz kalmıştır. 1018’de ise İmparator Vasiliy’in Bulgar başşehri Ohri’ye girmesiyle Bulgar toprakları tamamıyla Bizans hâkimiyetine girmiş ve bu durum 1187 yılına kadar sürmüştür.
Bizans hâkimiyetinde Bulgar köylüsünün durumu kötüleşmiş, tarımda daha önceden var olan aynî vergi paraya çevrilmiş, bu ise köylüye önemli bir yük oluşturmuştur. Ayrıca yeni vergiler getirilmiş, XI. yüzyıl ortalarında Bizans’ta “pronia” denilen bir uygulama geliştirilmiş, bu da halk üzerinde büyük baskılara sebep olmuştur. Bunlara ilâve olarak ilki 1096-1097’de başlayan Haçlı seferlerinin Belgrad – Sofya – Filibe – İstanbul ve Arnavutluk – Makedonya – Trakya – İstanbul yollarını takip etmesi, buralardaki nüfusun hayatına ve mal varlığına olumsuz etkilerde bulunmuştur. Bu şartlar karşısında, özellikle daha 1040 yılında aynî vergilerin paraya dönüştürülmesiyle memnuniyetsizlik ayaklanma halini almış, Samuil’in torunu Petar Delyan liderliğinde başlayan ayaklanmada Belgrad’dan güneye doğru kayarak yerli bolyarların da desteğiyle Üsküp dahil olmak üzere birçok kale ele geçirilmiştir. Ancak ayaklanma bir süre sonra bastırılmış, feodal yönetimin Bulgar köylüleri üzerindeki baskısı daha da ağırlaşmıştır.
Bu baskılar üzerine Bizans hâkimiyetine karşı 1185’te Tırnova çevresinde Bolyar Petar ve Bolyar Asen kardeşlerin önderlik ettikleri bir başka ayaklanma başladı. Köylülerin de önemli ölçüde destek verdikleri bu harekette önce eski başşehir Preslav’a girilmiş ve hemen hemen bütün Kuzey Bulgaristan ele geçirildikten sonra Trakya’ya yürünmüştür. Bizans imparatoru 1186’da bu toprakları yeniden zaptetmişse de Tuna’yı geçerek Kumanlar’a sığınmış olan Petar ve Asen kardeşler buradan sağladıkları ordu ile Kuzey Bulgaristan’ı yeniden ele geçirmişler ve 1187’de Bizans imparatorunu barış yapmak zorunda bırakmışlardır. Böylece Bizans ikinci Bulgar Devleti’ni tanımış, yönetimin başına da I. Asen geçmiştir. Daha fazla bağımsızlık isteyen bolyarlarla I. Asen arasındaki mücadelede I. Asen hayatını kaybetmiş (1196), yönetimin başına kardeşi Kaloyan (1197-1207) geçmiş ve eski yerlerden bazılarını yeniden Bulgar topraklarına katmıştır. Daha sonra Boril (1207-1218) ve II. İvan Asen (1218-1241) zamanında içte merkezî devletin gücü arttırılmaya çalışılmış, dışta da ülke çıkarları açısından değişken bir politika takip edilmiştir.
Ancak bundan sonra Bulgar Devleti yönetiminin, bolyarların anlaşmazlıklarından ve güçlerinin giderek artmasından dolayı zamanla zayıflamış olduğu görülmektedir. 1241’lerde Bulgaristan Tatarlar’ın hücumuna uğramış, en güçlü bolyar grubunca yönetim başına getirilen Konstantin Tih’çe (veya Asen, 1257-1277) tarafından da düzen sağlanamamıştır. Kral (tsar) ve bolyar topraklarında çalışan köylülerin durumları giderek ağırlaşmıştır. Kral memurlarının suistimalleri ve diğer sebepler köylüler için durumu artık dayanılmaz hale getirmiştir. 1270’li yıllarda Tatarlar’ın ülkeye kuzeydoğudan başlattıkları baskılar günlük olaylardan olmuştur. Bunlara karşı gelmeye ise ne Tatarlar’ın vassâli durumunda olan kral ne de bolyarlar cesaret edebilmişlerdir.
Bütün iç ve dış baskılara yani feodaliteye karşı bir ayaklanma hareketi olmuş, bu hareket bir domuz çobanı olan İvaylo’ya izâfeten “İvaylo Ayaklanması” adıyla tarihe geçmiştir. Ayaklanma bütün ülkeyi sarıp İvaylo’yu adım adım krallığa kadar getirmiş, ancak sonunda o da öldürülmüştür. Bu dönemde artık devletin gücü kalmamış, kendini kuvvetli hisseden bolyar grubu kendi adaylarını tahta oturtmaya başlamış, böylece ülkede güçlü bolyarlar tarafından ayrı siyasî merkezler ortaya çıkarılmıştır.
.....
Bugünkü Bulgaristan’ı oluşturan topraklara karşı ilk Osmanlı fütuhatı I. Murad zamanında başladı. Edirne’nin fethi sırasında Meriç vadisine hâkim ve Edirne’yi koruyacak biçimde bulunan Çirmen fethedildi. Ardından Yanbolu Timurtaş Paşa, Zağra ve çevresi ise Lala Şâhin Paşa tarafından alındı. Fethedilen bu yerlere Anadolu’dan Türk göçmenler getirilerek nüfus arttırıldı ve bölge idarî teşkilâtta Rumeli eyaleti içerisine dahil edilerek Çirmen, Hasköy, Çırpan, Akçakızanlık, Yeni Zağra ve bugün Türkiye’nin Ergene bölgesiyle Eynepazarı ve Tekirdağ vilâyetinden meydana gelen ilk Osmanlı sancaklarından olan Çirmen sancağı teşkil edildi. Böylece Türkler bölgeye kesin olarak yerleştiler. Nitekim XVI. yüzyılda (1530) sancak nüfusunun % 88’i (yaklaşık 35.000) müslüman Türkler’den, % 12’si de (yaklaşık 5.000) Bulgar, Rum ve diğer gayri müslimlerden meydana gelmekteydi. III. Murad döneminde de nüfusun % 87’si (yaklaşık 59.000) müslüman Türkler’den, % 13’ü (yaklaşık 9.000) Bulgar ve diğer müslüman olmayan unsurlardan teşekkül etmekteydi. [Sadece bu paragraf Yusuf Halaçoğlu'na aittir]
TDV İslam Ansiklopedisi, Nazif Kuyucuklu'nun makalesi, 6. cilt. Diyanet Vakfı Yayınları, 1988
Şu kaynağa da bkz. Bogomiller: https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2017/04/bogomiller.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder