5 Nisan 2019 Cuma

Şarabın İçindeki Tanrı ve Dionysos Dini

Mario Meunier

Baküs'ün Zaferi
Cornelis de Vos'ın tablosu
Bakkhalar’ı* okurken bu tragedyanın eski Yunanistan’da Dionysos[1] dininin İncil’i yerinde olduğu unutulmamalıdır. Sanatta, şiirde ve dinde Bakkhalar’ın verimli bir etkisi olmuştur. Dithyrambos’un, Satyr dramının, komedya ve tragedyanın, Bakkhos şerefine kutlanan parlak bayramlardan doğduğu bilinir.

Dionysos’un doğum ve ölüm efsanesi, ilkin bütün bitkilerin esrarlı hayatı, daha sonra asmanın büyümesi, üzüm olması, bağ bozumunun türlü safhaları ve şarabın insanda doğurduğu değişik ve karışık haller karşısında insanların vardığı birçok ilkel fikirden doğmuştur. Zengin Yunan imgeleminde şarabın hikâyesi bir dram haline geldi.
Efsane şu şekle girdi: 

Toprak yahut Semele uzun kış uykusundan uyanır uyanmaz Gök’ten yahut Zeus’tan gebe kalır. Bu çiftleşmeden sonra Bakkhos doğmaya başlar. İlkbaharda filizlere su yürüyünce tanrı tomurcuklarda kendini gösterir. Ama yazın, Zeus Semele’yi yıldırımlarıyla yakar. Güneşin sıcağı toprağı kurutup kavurur. O zaman, toprağın başlamış olduğu işi bitirmek göğe düşer: Bulutlar Bakkhos’u sarar; çiyler, kaynaklar ve yağmurlar, yani Nymphalar ve Naiadeler asmayı oldurarak Dionysos’u besler ve büyütürler.[2] Üzümle koparılan tanrı, özünü maddeden sıyırabilmek için birçok eziyete katlanır: Parça parça edilir, küplerde hapsedilir, ayaklar altında ezilir. Böylece Dionysos, kendini insanlara vermek, onlara hayatının sırrını katabilmek için İsa gibi ıstırap çeker; fakat bu işkenceler onu öldürmez. Toprağın yetiştirip öldürdüğü üzümün içindeki tanrı, üzümle birlikte topraktan koparılıp ezildikten, mezara gömüldükten sonra, ekşime sayesinde yaşamaya devam eder; kudreti büsbütün artar, şarapla insanın damarlarına geçerek onu coşturur, ruh ve beden kudretini son haddine götürür.

Şarabın kendisi olan şarap tanrısı, efsaneye göre, Nysa mağaralarında büyüdükten sonra üzümü bulur ve bu meyvenin nimetlerini insanlara dağıtmak ister. Dionysos’un bu amaçla yaptığı söylenen seyahatler, bağcıların dünyaya yayılışını efsane şeklinde anlatmaktadır. Şarabın girdiği yere Dionysos dini de giriyordu. Bakkhos, sarmaşık sarılı asasıyla (thyrsos) Yunan toprağına ayak basınca, Hellenler onu ırklarındaki dehayı canlandıran kudret olarak gördüler. Kolektif ruh uyanıp coştu. İlk sarhoşluk içinde, ince Hellen anlayışı, her şeyi birbirine bağlayan sırrı sezdi. Coşan insan, kendini dünyanın sahibi bir tanrı gibi gördü. Ormanların ve dağların küçük tanrıları, Sirenler ve Satyrler, inlerinden çıkan vahşi hayvanlar, kaynakların Nymphaları, çobanlar ve krallar, insan ve tanrı, bütün varlıklar, topraktan fışkırıp dünyayı saran bir sevinç içinde birleşip kaynaştılar. Ağaçlar, kayalar, dağlar, bayırlar da insanlarla birlikte coştu. Euripides’in dediği gibi, o zaman “sevinçten yer yerinden oynadı”. Dionysos’un dini, sarp dağların, çorak toprakların, yabani otların tanrıları Rea ve Kybele’nin dinleriyle birleşti. Sarhoşluk insanlara korkuyu unutturdu.

İnsanlar şarabın içindeki tanrı ile birleşince, türlü türlü hallere giriyorlardı. Kimi sükûnet içinde kendinden geçip yükseliyor; kimi azıp kuduruyor, kavga, gürültü çıkarıyordu. Kiminin ruhu açılıp coşuyor, kiminin ruhu kendi içine kapanıp dertleniyordu. Aynı içkinin böyle değişik sonuçlar vermesine sebep ne idi? Bakkhalar’ın da doğruladığı gibi şarabın iyi veya kötü sonuçlar vermesi, Dionysos’u bazı insanların iyi, bazı insanların fena karşılamış olmalarına yorulmuştu. Fakat bu yazımda başka bir fikir daha saklıdır ki, Dionysos’un Eleusis’te, varlıkların yeniden doğuşlarını düzenleyen yeraltı tanrıları Demeter ve Kore’nin yanında yer alışını ancak bununla izah edebiliriz:

Dionysos önce Rea ve Kybele gibi dağ bitkilerinin, daha sonra bağın ve şarabın tanrısı iken, zamanla ve birçok efsanenin bir araya gelmesiyle, bitkilere can veren özün, ilkbaharda yerden fışkıran zengin hayatın tanrısı oldu. Mayıs tanrısı Kore gibi, asma da yaz sonunda ölüp ilkbaharda yeniden doğar. Her yıl doğan ve ölen Dionysos, tabiattaki yaratılışın ve öldükten sonra dirilişin esrarlı tanrılarından biri oldu. Karanlık yeraltı dünyasının büyük tanrısı Persephone ile birleşti, böylece şarapla ekmek aynı sırrın simgeleri oldu. Eleusis Mysterlerinde[3] nasıl, sessizce koparılan bir başak ölmezliğin sırrını taşıyorsa, şarap da evrende hiç durmadan devreden, aynı bütünün içinde türlü şekillere giren hayat kudretini temsil ediyordu. Dionysos’un şarabını içenler şahsiyetlerinin alçaldığını veya yükseldiğini, içlerinde yavaş yavaş, daha önce yaşamış oldukları hayatlara ait ruhların uyandığını hissediyorlar, Bakkhos onlara kendilerini tanıtıyor, içlerinde saklı duran türlü ruhları meydana çıkarıyordu. İyi ruhlar meydana çıkınca, geriye onları kötü ruhlardan ayırmak işi kalıyordu. Dionysos nasıl toprağı kıştan, insanları gamdan, kasvetten kurtarıyorsa, dinine girenlerin ruhlarını da gecenin, korkunun ve kaosun kattığı bütün kötülüklerden temizliyordu. Bu kötülüklerden arınma, insan ruhunun tanrı ile kaynaşması sayesinde oluyordu. Dionysos’a inanan kendinden geçerek, tanrının hayatını yaşıyor, ruhunu bir bedene bağlayan zincirleri koparıp atıyor; içinde yeniden doğan şarapla, ruh alevinin etini kemiğini yaktığını hissediyordu. Tanrı ile birleşince daha güzel bir hayata doğmakla kalmıyor, evrene düzen veren ezeli akla katılıyor ve her gün yeniden doğan doğa nihayet sonsuz sarhoşluğa, tam kurtuluşa varıyor.

İşte, Orphiklerin[4] kattığı metafizik ve ahlaki unsurlarla, Bakkhos’un doğum ve ölüm efsanesinin aldığı şekil budur. Orpheus destanları bağ ve hasat efsanelerini birleştirmekle Bassaridler’in azgınlıklarını gidermiş ve Mainadlara daha sakin, daha vakur bir çehre vermişlerdir. Onlar sayesinde, insanları sıkıntıdan kurtaran tanrı gittikçe büyümüş, dünyayı, doğayı, canlı varlıkları şekilden şekile sokarak yaşatan kudretin tanrısı olmuştur, İsa’dan önce VII. asırda Attika’da kutlanan bağ ve şarap ayinlerine, Trakya’dan gelen Dionysos-Zagreus mezhebi de katıştı. Bu yeni gelen tanrının herhalde Trakyalıların Sabazios’u ve Getaların Zamolxis’iyle bir yakınlığı vardı. Bu ilkel ve vahşi tanrının dini Yunanistan’a girince inceldi. Dışarıdan gelen azgın ve kırıcı Dionysoslar, ölülerin ruhları ve yeraltı hayatı üzerindeki haklarını muhafaza etmekle beraber sertliklerini kaybettiler ve insanları ölmezliğe götüren, dünyadaki hayatlarında onlara uslu, sakin, dindar ve mesut bir hayat sürmenin yollarını gösteren iyi yürekli büyük yeraltı tanrısı Zagreus’a benzediler.

Yunanlıların ilk Dionysos’u, ılık yaz yağmurunu yağdıran, şimşeğin etkisiyle yeryüzünde biten her şeyin tanrısı idi. Şimdi Orphiklerin Dionysos-Zagreus’un kökenini izah için yarattıkları efsaneyi görelim.

Bu tanrı Zeus’un büyük yeraltı tanrıçalarından biri ile (Demeter yahut Kore)[5] birleşmesinden doğmuştur. Zeus bir yılan şekline girerek kendi kızı Kore’yi gebe bıraktı. Kore, tohumları filizlendiren kudretin simgesidir. Yılanlar ilkbaharda çiçeklenen yeraltı hayatının bekçileri, Zeus yahut Gök de toprağın ve toprağın kızlarının ebedi kocasıdır.

İkinci Dionysos doğunca, Semele’nin oğlu gibi, bir mağaraya götürüldü. Orada Nymphalar arasında büyüdü. Dünyanın anası Rea’nın rahipleri olan Kuretalar onu koruyorlardı. Kuretaların boş bulunduğu bir gün toprağın oğulları Titanlar, kıyafet değiştirerek Zagreus’a yaklaştılar, oyuncak veriyormuş gibi yaparak çocuğun üzerine atıldılar ve vücudunu parça parça ettiler, sonra bu tanrı etinin parçalarını bir kazana koyup kaynattılar ve yediler. Fakat bu parçalardan bir tanesi kaldı: Pallas, Titanların elinden Dionysos’un kalbini aldı ve canlı canlı Zeus’a götürdü. Bu tanrı kalbi yeni bir hayatın mihrakı oldu. Tanrının ölmez cevheri şekil değiştirdi, yeni bir vücuda girdi. Titanları da Zeus yıldırımlarıyla yaktı.[6]

Orphiklere göre, insan yıldırımla yanan Titanların küllerinden doğmuştur. Titanlar Dionysos’un etini yemiş oldukları için, bizim atalarımız olan bu toprak oğullarının küllerinde tanrı zerreleri bulunuyordu. İşte bizim bünyemizdeki ikilik bundan geliyor. Titanlarla tanrıların, yerle göğün çocukları olan bizler, ezeli saadete kavuşmak istersek, içimizdeki tanrı zerresini bedenden sıyırmak mecburiyetindeyiz. Bu gayeye varabilmek için bizim de Dionysos’un çektiği ıstırapları çekmemiz, ruhumuzu aşkla temizlememiz, kendimizden geçerek tanrılaşmamız gerekecektir. Biz de sonsuz saadeti, onun gibi ıstıraba sabırla katlanarak elde edeceğiz. İhtiraslarımız bizi her gün parçalıyor, ama kalbimiz bizi yeni bir bütünlüğe götürebilir. Böylece insan büyük kurtuluş gününe kadar durmadan parçalara ayrıldıktan sonra yeniden toplanıp bütünleşerek yaşayacaktır. Zagreus’un parçalanması ilk ve büyük tekliğin dağılmasının, her doğuştaki ayrılmanın simgesidir. Her şey parçalanıp dağılır, fakat tohumdan yeni bir bitki, kalpten yeni bir insan doğar.

Mısırlılardan sonra hiçbir millet Yunanlılar kadar insanın topraktan yaratıldığına ve yeniden doğabilmek için toprağa dönmek gerektiğine inanmamıştır. Onlar için gelecek toprağın içinde idi. Toprağın ergeç kendilerine vereceği yeni bir hayatı düşündükleri içindir ki Dionysos’un sevgisini kazanmak istiyorlardı; çünkü Dionysos, Demeter ve Persephone öteki dünyanın sırlarını taşıyan, yalnız usaredeki hayat kudretini değil, bütün ruhların ayrılıp tekrar döndüğü büyük bütünü, dünyanın ruhunu temsil eden tanrılardı. İnsan hayatın kaynağındaki kudretlere nasıl ulaşabilir, ruhunu onlarla nasıl kaynaştırabilirdi? Yapılacak şeyler şunlardı: Kendimizi, coşmak, taşmak ve sevmek yoluyla temizlemek, ruhumuzdaki ilkel, kaba ve vahşi kaynaklara dönmek, doğadan uzaklaştıran aklı bırakarak, doğayla birleştiren çılgınlığa (kendini kaybetmeye) yükselmek, katışık, yani ölümlü olan her şeyden soyunmak, günlük dertlerimizi unutarak hayalimizle dünyanın sonsuz aşkına, sınırsız geleceğine katılmak. Böylece insan, ezel şarabıyla sarhoş olarak hayatını ve ruhunu bedeni aşan hamleye, dünyayı aydınlatan sezişe terk etmiş, dünyaların ve tanrıların ebedi cümbüşüne girmiş oluyordu. Bakkhos’a tapanlar, ruhlarındaki mutlak güzellik arzusunu, sonsuz saadet ihtirasını faydasız bir engel, ezici bir yük diye içlerinden atan ruhlar, musiki, raks ve şiir içinde dünya hayatının kaynaklarına gidiyorlar ve orada kendilerini unutarak tanrı kudretiyle doluyorlardı. Işık nasıl güneşe bağlıysa bu ruhlar da tanrıya öyle bağlanıp mutlak sükûnete eriyorlardı, ibadetlerinde birer çıra gibi yanarak ölmezliğin tadını hayattayken tadıyorlardı. Ölüm onlar için aradıkları saadete giden yeni bir yoldu, o yolda da türlü kalıplara girerek yeniden yaşayacaklar ve nihayet değişmez bir hale, ebedi bir gençliğe, sonsuz bir sarhoşluğa ulaşacaklardı.


Euripides, Bakkhalar, (giriş yazısı),  Çeviren Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010, İstanbul


*Bakkhalar: Tanrı Dionysos-Bakkhos'ün dinsel törenlerini kutlayan kadınlar alayı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder