Paul Freire |
Fanatizmle beslenen sekterlik her zaman hadım edicidir.
Eleştirel bir ruhla beslenen radikalleşme ise daima daha yaratıcıdır. Sekterlik
gizemlileştirir ve böylece de yabancılaştırır; radikalleşme eleştirir ve
böylece de özgürleştirir. Radikalleşme kişinin seçmiş olduğu tavra artan bir
bağlılığı içinde barındırır ve böylelikle somut, nesnel gerçekliği dönüştürme çabasına
daha sıkı angaje olmayı getirir. Buna karşılık gizemlileştirdiği ve irrasyonel
olduğu için sekterlik gerçekliği sahte (ve bu nedenle de değiştirilemez) bir
"gerçeklik"e dönüştürür.
Sekterlik hangi siyasi kampta olursa olsun, insanlığın
kurtuluşuna bir engeldir. Sağcı versiyon ne yazık ki, her zaman doğal karşıtına
yani devrimcinin radikalleşmesine yol açmaz. Devrimcilerin sağın sekterliğine
karşılık verirken gericileşmesi hiç de ender değildir. Bununla birlikte bu
olasılık radikalin, elitlerin uslu bir piyonu haline gelmesine yol açmamalıdır.
Özgürleşme sürecine giren radikal, ezenin şiddeti karşısında radikal kalamaz.
Öte yandan radikal, asla bir öznelci değildir. Onun için
öznel olan, ancak nesnel olanla (analizinin nesnesini oluşturan somut
gerçeklik) ilişkisi içinde varolur. Böylelikle öznellik ve nesnellik, eylemle
bir dayanışma içinde bilgi üreten bir diyalektik birlik oluştururlar. Bunun tersi
de doğrudur.
Sektere gelince, savları ne olursa olsun irrasyonelliğinin
körleştirdiği sekter, gerçekliğin dinamiğini algılamaz (veya algılayamaz) veya
gerçekliğin dinamiğini yanlış yorumlar. Diyalektik düşündüğünde de bu, “evcilleştirilmiş” bir diyalektik'tir. Sağcı sekter (ben onlara eskiden "doğuştan
sekter" derdim) tarihsel süreci yavaşlatmayı, tarihi 'evcilleştirme'yi ve
böylelikle insanları evcilleştirmeyi ister. Sekterleşmiş solcu, gerçekliği ve
tarihi diyalektik olarak yorumlamaya kalkıştığı zaman tamamen yolunu şaşırır ve
asli olarak kaderci görüşlere düşer.
Sağcı sekter, solcu sekterden şöyle ayrılır: Sağcı sekter
bugünü evcilleştirmeye kalkar. Öyle ki yarın, bu evcilleştirilmiş bugünü
yeniden üretecektir (umduğu budur). Solcu
sekter ise yarının önceden kurulmuş olduğunu düşünür –bir tür kaçınılmaz kader,
kısmet veya akıbet. Sağcı sekter için
geçmişe bağlanan “bugün”, verili ve değişmezdir. Solcu sekter için 'yarın'
önceden kararlaştırılıp ilan edilmiş, kaçınılmazcasına önceden hükmedilmiştir.
Bu sağcı da bu solcu da gericidir çünkü ikisi de yanlış tarih görüşlerinden
yola çıkarak özgürlüğü gözardı eden eylem biçimleri geliştirirler. Birinin
'terbiyeli' bir bugün ve ötekinin önceden belirlenmiş bir yarın tasarlaması
olgusu, onların kollarını kavuşturdukları ve seyirci (sağcı sekter bugünün
süreceğini umarken, solcu sekter zaten 'bilinen' yarının üstün gelmesini
bekleyecektir) haline geldikleri anlamına gelmez. Tersine bu kişiler,
kendilerini kaçamayacakları 'kesinlik döngüleri'ne kapatarak, kendi
gerçeklerini 'yaparlar'. Bu, yarını kurma mücadelesi veren, bu edimde varolan risklere
düşen insanların gerçeği değildir. Bu, yan yana savaşan ve bu yarının nasıl
kurulacağını birlikte öğrenen insanların gerçeği de değildir -ki böylesi bir
gerçek, yarının insanlara sunulması, onların da alması değildir, yarın onlar
tarafından yaratılır. Her iki tip sekter de tarihi
aynı ölçüde kendi tekeline alır, tarihi halk olmaksızın tamama erdirir – bu da halka
karşı olmanın başka biçimidir.
Kendini 'kendi' gerçeğine kapatan sağcı sekter artık doğal
rolünü yerine getirmekten başka bir şey yapamazken, sekter ve katı hale gelen solcu
kendi doğasını yadsımış olur. Bununla birlikte her biri 'kendi' gerçeğini
anlatırken bu gerçeğin sorgulanması halinde kendini tehdit edilmiş hisseder. Böylelikle
her biri 'kendi' gerçeği olmayan şeyleri yalan sayar. Gazeteci Marcio Moreira
Alves'in vaktiyle bana dediği gibi: 'Her
ikisi de kuşku yokluğundan mustaripler.'
İnsanın özgürleşmesine bağlanan radikal, içinde gerçekliği
de hapsettiği bir 'kesinlik döngüsü'nün mahkûmu haline gelmez. Tersine, ne kadar
radikalse, gerçekliğe o kadar iyi nüfuz eder; öyle ki, gerçekliği daha iyi
tanıyarak daha iyi dönüştürebilir. Yalın haldeki dünyayla karşılaşmaktan, onu
işitmekten, o dünyayı görmekten korkmaz. Halkla karşılaşmaktan veya halkla
diyaloğa girmekten korkmaz. Kendini, tarihi veya halkı tekeline almış olarak görmez
veya ezilenlerin kurtarıcı olarak da görmez. Ama-kendini tarih içinde
ezilenlerin safında dövüşmekle yükümlü tutar.
Paul Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, Ayrıntı Yayınları, 1991, İstanbul, s. 18-19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder