26 Mart 2019 Salı

1649 İngiliz Devrimi


Ann Hughes

Kralın Ölümü
I. Charles'ın İdamı
Giriş
Tatsız bir kış gününde, 30 Ocak 1649 Salı günü, sıradışı ve eşi görülmemiş bir dram içinde, İngiltere, İskoçya ve İrlanda'nın kutsanmış kralı I. Charles, Whitehall'da idam edildi. Kralın ölümü gizli, gözlerden uzak bir idam değildi. 'Bir köşede infaz edilmemişti', fakat daha sonra bir radikalin direttiği gibi, 'O, Tanrı'nın yasalarını açıkça çiğnediği için, gizlice zehirlenerek ya da gözden uzak başka biçimlerde değil, dünyanın gözü önünde yargılanmalı, mahkûm edilmeli ve asılmalıydı'. Charles, halkına ve İngiltere yasalarına karşı işlediği suçlardan yargılandı. 'Ülke yasaları tarafından sınırlandırılmış ve bu yasalara uygun biçimde (... ) halkının iyiliği ve yararı için kendisine yönetim gücü verilen' kral, 'kendi iradesine göre yönetimde bulunmak amacıyla sınırsız ve despotça bir güç' tesis etmek için 'haince bir tasarı' hazırlamakla suçlandı. Charles, parlamentoların sık sık tekrarlanan adaletsiz yönetimine deva olan, krallığın temel anayasasına saldırmış ve halkını 'doğal olmayan, zalimane ve kanlı savaşlara' sokmuştu. Kral'ın İskoçyalı ve İrlandalı tebaasına danışılmamış, Edinburgh'da bulunan oğlu, II. Charles sıfatıyla taç giymişti; ne var ki, idamdan önce İngiltere'de bir askeri darbe olmuştu. Parlamentonun Londralı radikallerle ilişki içinde olan siyasallaşmış ordusu, kenti ele geçirmiş, 1648 Aralık ayında Charles ile tatmin edici olmayan bir barış antlaşması yapmaya hazırlanan parlamento üyelerinin (çoğunluğunun) meclisini tasfiye etmişti. Tasfiye edilmiş olan Avam Kamarası'nın bildirisi şöyle haykırdı:
Tanrı'nın yanında yer alan halk, tüm adaletli iktidarın kaynağıdır. (... ) Halk tarafından seçilen ve halkı temsil eden Parlamentoda bir araya gelmiş İngiliz Avam Kamarası, bu ülkedeki en yüksek gücün sahibidir. .. Avam Kamarası tarafından yasalaştırılan ya da yasa olarak çıkartılan her şey yasa gücüne sahiptir; bu ulusun insanları, Kral'ın ya da Lordlar Kamarası'nın onayı ve uzlaşımı olmasa bile, bu biçimde bir antlaşma yapmışlardır.[1]

Bu, açıkça, devrimci bir eylem gibi görünmektedir; fakat daha yakından incelendiğinde bazı açıklamaların yapılması gerekmektedir. Kral, bir kurum olarak monarşi ortadan kaldırılmadan önce yargılanıp suçlandı ve ölümü oylandı. Aslında Charles'ın idamı, yeni bir monarkın egemenliğini ilan etmesini önlemeyi hedefleyen bir yasanın alelacele çıkarılmasından dolayı, birkaç saat geciktirilmişti. Parlamento ordusunun adı var kendisi yok kumandanı Sir Thomas Fairfax, çılgınca bir tavırla, kralın hayatını kurtarmak üzere, son anda kurtarma girişimlerine katılanlar arasında yer almıştı. Monarşinin ve Lordlar* Kamarası'nın resmi olarak ortadan kaldırılması, 17 ve 19 Mart Yasaları'na kadar tamamlanmamıştı. Parlamentonun 'kendisine savaş açmaya niyetlenen hain danışman tarafından ayartılan krala' istemeyerek savaş ilan ettiği 1642 yazında, kralın katledilmesi hiç kimse tarafından arzulanan ya da beklenen bir eylem değildi.
Resimlerle İngiliz İç Savaşı
Tıklayarak büyütün ya da kaynağına bkz. 
Kaynakta başka resim ve bilgiler de var. Çok güzel...
Saltanatını sürdüren bir hükümdarı ipe götüren bu dönüm noktasını çevreleyen belirsizlikler, dikkatimizi, bu olayları yorumlarken karşılaştığımız sorunlara çekmektedir. Gelişmelerin bir devrim olarak nitelenip nitelenemeyeceği; bu gelişmelerin önceki eğilimlerin açıklanabilir bir sonucu olarak mı, yoksa İngiliz tarihinde kısa ve bambaşka bir dönem olarak mı görüleceğine dair derin görüş ayrılıkları  vardır. Burada,  1649'da ortaya çıkan gelişmenin en azından kısa ve orta vadede İngiliz yönetsel yapısında farklı bir değişimi üretmesi bakımından açıkça devrimci nitelikte olduğu iddia  edilecektir.  Yaşanan,  bir  kralın  yerini  bir  başkasının  almasından ibaret  basit bir süreç değil, aksine,  üyelerinin yönetsel bir  Devlet Konseyi'ni seçtiği tek kamaralı bir Parlamento tarafından kolektif bir yönetimin tesis edilmesiyle birlikte iktidar yapısında gerçekleşen değişimlerdi. İkincisi, İngiltere'nin yöneticilerinin toplumsal statülerinde muazzam bir değişiklik olmuş, yöneticiler sonraki onyıllarda aristokrasi saflarından değil, asıl olarak toprak sahibi sınıfların geçmişi görece belirsiz üyelerinden gelmişlerdi. Bu yöneticiler, 1640'tan önce sadece kendi yakın çevrelerinde önemli olan kişilerdi. Üçüncüsü ve erken modem bağlamda çok önemli olanı, 1649 Devrimi'nin hem zorunlu ve kapsayıcı Ulusal Kilise'nin çöküşünü hem de Protestanlar için beklenmedik bir dinsel serbestliğin varlığını kesinleştirmesidir. Bu bölümde, 1640'ların, yeni siyasal uygulamaların doğuşuna ve devrimci süreçleri meydana getiren yeni siyasal iletişim ve hareketlenme biçimlerine tanıklık ettiğini de iddia edeceğim. Siyasal ve dinsel fikirler, radikal farklılıklar gösteren gelecek anlayışını kolaylaştırmıştır. Bu gelişmelerin İngiltere'nin (ya da Britanya'nın) toplumsal ve siyasal gelişiminde sürekli ya da uzun dönemli değişimler biçiminde devrimci bir sonuç üretip üretmediği daha tartışmalıdır, fakat bu, bütün devrimler için geçerlidir.
Uzun Parlamento ismiyle bilinen reformcu meclis 1640'da toplanmıştı.
Resmin kaynağı

Devrimin nedenleri
Hakkında ortaya konan açıklamaların, çatışmaların doğasına ilişkin tanımlamayla kopmaz bir biçimde bağlı olduğu 'İngiliz Devrimi'nin nedenleri etrafında pek çok tarihsel tartışma gelişmiştir. Bir iç savaşı mı, bir isyanı mı yoksa bir devrimi mi açıklıyoruz? 1640'lar, devrimci bir sürece mi yoksa bir kısmı kesinlikle 'devrimci olmayan', o güne değin görülmemiş bir dizi dönüm noktasına mı tanıklık etti? Conrad Russell gibi tarihçiler, siyasal krizler içinde, uygun olduğu ölçüde farklı açıklamalara haiz değişik aşamalar ayırt etmemiz gerektiğini ileri sürmüştür. Ona göre, hayatta kalması İngiltere'nin kuzeyindeki bir işgalci İskoç ordusunun varlığıyla güvence altına alman reformcu Uzun Parlamento 1640'ta toplandığında, öncelikli sorun, Charles yönetiminin en azından iki krallıktaki çöküşünün hesabını vermekti. Fakat, 1642'de iç savaşın patlak vermesiyle, odak noktası, (1640'dan beri toparlanma gösteren) kralın gücünü artırma yeteneğine ve Parlamento'nun ona karşı bir örgütlenme isteğine kaymıştır. Russell, devrimin, iç savaş deneyimleriyle radikalleşen bir azınlık tarafından başlatılarak ancak 1649'da ortaya çıktığını öne sürmektedir. Bazı tarihçilere göre, bunun yol açtığı, kralın katledilmesi olayı bile devrim değildi: Kralın katledilmesi, savaş çılgınlığının, nasıl olursa olsun, pek çok kişiyi barış isteğine sahip çıkma noktasına getirdiği bir durumda, güvenilmezliği apaçık olan bir kralla anlaşmanın nasıl başarılacağına ve savaş yıllarının semeresinin nasıl güvence altına alınabileceğine ilişkin çözümsüz bir ikilemden kaçmaya dönük umutsuz bir girişimdi.

Yirmi beş yıl öncesine kadar, Kıta Avrupası'ndaki erken isyanlarla ve çağdaş mücadelelerle kıyaslanan İngiltere'deki başkaldırının farklılığını vurgulamak, etkili tarihsel gelenekler içinde olağandı. Marksist gelenek açısından, İngiliz Devrimi, bir bakıma, modern kapitalist sistemin feodal toplumsal yapının yerini alması cihetiyle bir 'burjuva devrimi'ydi. 'Liberaller' ya da Whigler açısından, İngiliz Devrimi'nin farklılığı, modem özgürlüğün -anayasal monarşi, bireysel haklar ve dinsel özgürlük- doğuşuna yaptığı katkıda yatmaktadır. Öte yandan, çoğu yakın dönem tarih bilimci, İngiliz İç Savaşı'nı daha çok geçmişe, geleneksel isyanlara bağlayarak, yeniden ziyade eskiyi vurgulamıştır. İç savaş sırasında sadakatin belirlenmesinde dinsel bağlılığın oynadığı merkezi rol, John Morrill tarafından öne sürülen, çatışmanın, Avrupa'nın ilk büyük devriminden ziyade son büyük din çatışmasını imlediği şeklindeki ünlü yargıyı canlandırmıştır; 1640'ta bir Parlamento kurulmasını ya da 1645'e kadar Parlamento'nun askeri komutasının, 1648'den itibaren de siyasal kurullarının devamını talep edenlerin önde gelen lordlar olması, John Adamson'u, iç savaşın, Charles ile onun en sıkı destekçileri olması gereken büyük soylular arasındaki güvenin ortadan kalkması, baronlar arasındaki geleneksel tipte bir Ortaçağ çatışması olarak görülmesi gerektiğini ileri sürmeye sevk etmiştir. Günümüzde, Charles'a karşı var olan muhalefetin radikal olmadığı, aksine, pek etkili olmasa da, muhteris bir mutlak monarka karşı geleneksel özgürlüklerin muhafazakar bir savunusunu yaptığı şeklindeki ortak yargı, Kıta Avrupası'ndaki çağdaş olaylarla yapılan kıyaslamalar üzerinden vurgulanmıştır. Charles'ın sorunları, çoğu Avrupalı monarkın krallıklarına bağlı farklı bölgelerle uğraşırken karşılaştıkları güçlüklerin bir örneği olarak sunuldu. Biz, belki de, bir İngiliz iç savaşı ya da devriminden ziyade, bir 'Britanya sorunu'nu araştırmalıyız. Charles, birbirlerinden çok farklı üç (Galler'i de katarsak dört) krallığı birden yönetti; savaş, maliye ve vergi toplamaya ilişkin 'normal' sorunlarla ve uzaktaki seçkinleri patronaj ağlan içine katmanın getirdiği güçlüklerle birlikte, Katolik İrlanda, Calvinci İskoçya ve bölünmüş İngiltere'yi içeren karmaşık dinsel gerilimlerle başa çıkması daha da zordu. Charles'ın hoşa gitmeyen bir dua kitabını dayatmadaki başarısız girişimi, İskoçya'da yaygın bir ulusal ayaklanmayı ateşledi. Bu, 1640'ta İskoçların saldırısını püskürtmeye çalışan yönetimin girişimlerini sonuç olarak çok az desteklemiş olan İngiltere'deki bağnaz Protestanların büyük sempatisini kazanan bir ayaklanmaydı.


Conrad Russell'in 'devrimci olmayan İngiltere' teriminde yaptığı vurguya, son dönemde başka çalışmalarda karşı çıkılmıştır. İngiltere'nin 1603'te, 1640'ta veya 1642'de kaçınılmaz bir şekilde devrime yöneldiğini öne sürmek, olayları çok basite indirgemek olurdu. Russell, bizzat iç savaşın eşi görülmemiş olaylarının her iki cinsten insanların önüne büyük olanaklar çıkarttığını vurgularken belki de haklıydı. Yine de, devrimin, 1640'a kadar İngiliz siyasal kültüründe zaten var olan potansiyelleri geliştirdiği ileri sürülebilir. İngiliz yaşam tarzının olağan hareketsizliğinden ve hiyerarşik kalıbından bir sapma olmaktan çok uzak olan 1640 olayları, İngiltere'nin toplumsal, dinsel ve siyasal gelişimi içindeki daha yaygın eğilimlere göre açıklanabilir. Bu bölümün geri kalan kısmında bu boyut ayrıntılı olarak incelenecektir.

İlk olarak, ekonomik ve toplumsal değişmeyi incelersek, çoğu araştırmanın, iç savaş ve devrimin feodalizmden kapitalizme geçişte yaşanan değişimle doğrudan bağlantılı olduğunu öne süren eski Marksist savı savunmayı zorlaştırdığı açıktır. İç savaşta hükümdara bağlılığın toplumsal nitelikleri üzerine yapılan çalışmalar, çatışmanın kralcı ve feodal bir sınıfla parlamenter bir burjuvazi arasında geçmediğini kesin olarak göstermiştir. Bununla beraber, toplumsal ve ekonomik düzenlemedeki asıl öncelikleri ticari, sömürgeci ve endüstriyel girişimlerin gelişmesine yardımcı olmaktan ziyade, vergi olarak alınan kazançları artırma yönündeki monarkın kaprislerinin, toprak sahipleri arasındaki nüfuzlu kesimleri rahatsız etmiş olması muhtemeldir. Lord Brooke ya da Kont Warwick gibi Amerika'da ve Karayipler'de sömürgeci çıkarları bulunan ateşli Protestan lordlar, krallık tarafından büyük şirketlere bahşedilen ayrıcalıklardan yararlanamayan Londra kentinin yeni ortaya çıkmış tüccar unsurlarıyla dinsel olduğu kadar ekonomik bir ortak temele de sahiplerdi. Daha genel anlamda, bu değişim yüzyılı, geniş toplumsal grupları kapsayan bir parlamento ülküsü üzerinden krala karşı çıkılmasını hızlandırmıştı, Artan nüfus ve ekonomik genişleme, seçkinler arasında, toplumsal hareketlilik ve toplumsal ayrlşmalar, yoksul­ ların artan sayısıyla birlikte hiyerarşiye karşı yükselen 'tehdit' konusunda endişe yarattı. Aynı dönemde, lordlar sınıfı ve toprak soyluları arasında yer alan birçok kişi, yerel çevrelerinde, kendine güvenen, güçlü kişiler haline gelerek zenginleşmişti. Bunlar, iktidarlarını, bağımlılıktan ziyade tahtın ücretsiz hizmetçileri olarak ellerinde bulundurdular; hükümdar, sorumluluğu kendisine ait olmak üzere, onların desteğini kaybetti. Hiyerarşide onların altında bulunan ve son dönemlerde birçok tarihsel çalışmanın konusu olan 'orta boy' toprak sahipleri, zanaatçılar ve tüccarlar için de toplumsal değişmenin etkisi iki yönlüydü. Bazıları enflasyon ve artan borçlardan dolayı tökezlemişti, fakat 1640 itibarıyla, kilisenin idaresindeki çoğu bölgede, epeyce ticarileşmiş olan bir toplumdan kazanç elde etmiş olan aile reisleri, kilise mütevellisi[2]* ve üst düzey görevlilerin ya da yoksulların nezaretçisi olarak yerel jürilerde etkin olan köy ileri gelenleri vardı. Mülk sahibi erkek hane reislerinden çoğu, yönetim yapılarına katılarak yasal süreçler ve yerel siyaset hakkında bir kavrayış geliştirmişlerdi. Bu, onları devrimci bir sınıf ya da kaçınılmaz biçimde parlamento yanlısı yapmamıştı, ama 1640'larda kendilerini hedef alan siyasal mesajlara karşılık verebilecek ve bu mesajlar üzerine harekete geçebilecek yeterliliğe sahiplerdi. Ekonomik genişlemenin 1620'lerden itibaren bunalım ve durgunlukla sonuçlanması da konuyla doğrudan ilişkilidir; diğer devrimci durumlarda olduğu gibi, ekonomik sıkıntılar, politik durumun kötüleşmesine yol açan bir diğer etmen olmuştur. Son olarak, 1649 yılı civarında, İngiliz ekonomisi tarihinin en umutsuz dönemlerinden birini yaşamaktaydı, zira uzun ve acı bir savaşın ekonomide yarattığı yıkım sonucunda zayıf bir hasat ve ticari karışıklık yaşanmıştı. Savaştan usanmış bir halkın toplumsal huzursuzluktan ve kral tarafından askere alınmaktan duyduğu korku, radikal çözümün kıyıcı bir siyasal istikrara ulaşmasını güçleştirmişti.

İngiliz siyasal kültüründeki radikal potansiyelin daha ileri düzeyde tartışılması gereklidir, fakat siyasal iktidarın doğasına ilişkin karmaşık ve çelişkili varsayımların, en azından 1590'lardan bu yana mevcut olduğu daha baştan vurgulanmalıdır. Otoriteye, düzene ve hiyerarşiye duyulan bağlılık karşısında, özellikle kralın keyfi tavrını cesaretlendiren uğursuz danışmanlara karşı bir kalkan işlevi gören, düzenli ve özgür biçimde seçilen parlamentolar aracılığıyla geniş bir siyasal katılıma inanç duyulmaktaydı. Birbirleriyle çatışan farklı ideolojiler pek de fazla değildi; örneğin, hukuksal yönetime bağlılık ve fikir birliğinin onaylanması, siyasal açıdan etkin olanlar arasında olağandı. Aynı bireyler içinde çelişkili eğilimlere sıklıkla rastlanmaktadır. Fakat, 1620'lerde olduğu gibi, ihtilafın arttığı dönemlerde, savaşın idari ve mali gerekleri hakkındaki çatışmalar sırasında ya da dinsel değişim eğilimine dair korkuların yoğunlaştığı zamanlar, karşıt siyasal ideolojiler üzerinde temellenen ayrılıklar netleşmiştir. Böylesi zamanlarda, seçkinler arasında bulunan önemli kesimler kendilerini halkın hizmetkarları, sarayın özel çıkarlarına karşı 'ülke'nin çıkar ve geleneklerinin savunucuları olarak sunmuşlardır. Fakat 'siyasal ulus' -düşünce ve eylemleri önemli olan insanlar- Parlamento'da oturan insanlarla ya da yerel yönetimin önde gelenleriyle sınırlı değildi. Kışkırtıcı konuşmaların kaçınılmaz olarak bölücü kanıtlarının ve iktidardakiler hakkında iftiralarla dolu hikâye ve manzumelerin ortaya koyduğu gibi, siyasiler hakkında -çoğunlukla saygısızca- fikir sahibi olmak için okuryazar ya da varlıklı olmanın gerekmediği bir dönemde, halkın geniş kesimleri arasında siyasal ve dinsel olaylar hakkındaki haberlere ve dedikodulara karşı doymak bilmez bir iştah vardı. Siyasal haber ve konuşmaların birçoğu, Buckingham, Strafford ve Laud gibi saray mensupları[3]* ve danışmanlarına yönelik müstehcen saldırılardan oluşacak denli kaba ve incelikten yoksundu, fakat, elbette, bu tür siyasal fikirler, çoğu zaman, seçkinlerin ölçülü görüşlerinin ifade ettiğinden daha fazla kutuplara bölünmüştü. Yine, etkisi 1620'lerde kraliyetin topladığı aşırı vergilere karşı direnişte ve parlamento seçimlerinde görülen ve 1640'ların yaygın eylemciliğinde tam anlamıyla ortaya çıkacak olan, geniş gruplar arasındaki, siyasal amaçlarla harekete geçmeye yönelik büyük potansiyeli fark etmek mümkündür. Uzun süreden beri devam eden, otoriteye karşı takınılmış saygısız tutum ve İngiliz siyasi yapılarının özünde kolektif ve katılımcı olduğu görüşü, 1649 dramının gerçekleşmesine yardım etmiştir.

Uzun süreden beri var olan dinsel bölünmeler, iç savaşta muhalif tarafların oluşmasında çok önemliydi. Kralın kendisi ve takipçilerinden pek çoğu, kendisini komünal, kiliseye ait ayinlerle ifade eden İngiliz Kilisesi'nin hiyerarşik ve törensel bakışına bağlı kalmıştı. Onlara göre, Reformasyon, dünyanın olduğu gibi vaaz edilmesine ve teoloji hakkındaki içi boş spekülasyona fazla önem vererek, yanlış yönde, yeterince ileri gitmişti. Öte yandan, 1640'lara kadar, başlangıçta karşıtları tarafından kendilerine verilen Püriten etiketini memnuniyetle kabul etmiş olan çoğu gayretli Protestan, Reformasyon'un yarı yolda kaldığına ve Charles ile onun Baş piskoposu William Laud tarafından yolundan döndürülmeye çalışıldığına inanıyordu. Püritenler, Tanrı'nın ruhları ve yaşamları üzerindeki inayetine ilişkin güçlü bireysel duyguyu, onun isteklerini yerine getirmek için yeryüzünde birlikte çalışan bir topluluk kurmaya yönelik eşit derecede güçlü bir duyguyla birleştiriyorlardı. İnsanlığı Tanrı’nın  seçkin azizleriyle ahlaksızlar ya da lanetliler diye ikiye bölen Calvinciler'in kaderci amentüsü, birçok Püriten eylemciye esin kaynağı olmuştu. Gayretli İngiliz Protestanlığı için bir başka önemli nokta, 'öteki' -Katoliklik ya da 'Katolik kilisesinin öğretileri ve ibadet biçimleri tarafından temsil edilen İsa karşıtı karanlık güçler- korkusuydu. I.James, Barut entrikasında Katolikler'in seçtikleri ilk kurban olmasına karşın, onun oğlu Charles'ın gerçek dinin düşmanı olduğu şeklinde korkunç ve rahatsız edici bir kuşku gelişmişti. Katolikler Avrupa'da ilerlerken, Kral'ın izlediği dış politikaya dair tereddütler ve bu politikanın başarısızlıkları, kiliselerin doğu ucundaki sunakların kutsal yerler olarak parmaklıklarla çevrilmesi gibi Katolikçe 'yenilikleri' desteklemesi kadar büyük bir önem taşımaktaydı. Halkın önemli bir bölümü için, Charles, Sebt gününde[4]* 'spor yapılmasını' ya da (kendi deyimiyle) 'yasal dinlenceleri' teşvik eden, Lordlar Günü'nün kutsallığına karşı tüyler ürpertici derecede saygısız olan bir putperestti.

1641'de, İrlandalı isyancılar, Protestan baskısına karşı ayaklanmaları için Kral'dan yetki talep ettiklerinde, istekleri, İngiltere'de birçok kişiye bütünüyle akla yatkın görünmüştü. Bu çerçevede, Charles'ın 1649'da haklı olarak cezalandırılması da pek sıradışı görünmemektedir. İki iç savaşta aldığı büyük yenilgilerin açıkça kanıtladığı üzere, Tanrı'nın karşısında olan bu 'kanlı adam', Efendi için savaşan azizler olduklarına inanan insanlar tarafından darağacına çıkarılmıştı.

Dinle siyaset arasında çok keskin bir şekilde ayrım yapmak yanlış olacaktır. Papalığı sık sık mutlak monarşiyle ilişkilendiren meclis yanlıları, eski papalığın, ancak gerçek dini savunan Parlamento ile İngiliz yasa ve özgürlüklerine saldırarak zafer elde ettiğine inanıyorlardı. 1641 İrlanda isyanının hemen ardından parlamento tarafından geçirilen ve Charles'ın kişisel yönetimini kınayan tartışmalı bildiri, Büyük İtiraz, şu konuda diretmişti: "Tüm bu kötülüğün kökeninde, dinin ve bu krallığın adaletinin üzerinde katı biçimde tesis edildiği temel yasaları ve yönetim ilkelerini yıkmayı hedefleyen soysuz ve alçakça bir tasarı buluyoruz." Kral ve destekçileri açısından, küstah Calvinci Püritenler'in tüm otoriteye kaçınılmaz biçimde saldıracaklarına dair bir korku vardı; bu, 1638'deki İskoç ayaklanmasından sonra, Kral'ın içine düşen bir korkuydu. Öte yandan, Parlamenter Püritenler'e göre, İrlanda başkaldırısı, papalığın en büyük korkularının tamamını doğrulamıştı.

Hem Kral hem de parlamento, Uzun Parlamento'nun açılışında ve özellikle 1642'de savaş için örgütlenirken halkın geniş kesimlerinin desteğini elde etmeye çalıştı; propaganda amacıyla dinsel ve politik düşüncelere başvurmak, yerel soyluların güç toplamak için kullandıkları para ya da baskı kadar gerekliydi. İki tarafın da, halka dayanmanın yıkıcı yan etkilerine ilişkin endişeleri vardı; Büyük İtiraz'ı yayınlama önerisi, başlangıçta, Avam Kamarası'nda reddedilmişti. Fakat parlamento tarafında destek çağrıları daha doğal ya da daha gönüllü bir biçimde karşılanmıştı. Halkın temsilcisi olma rolü, Avam Kamarası'nın kendi imgesinin temel önemdeki parçasıydı; katılım ve rıza inancı -her ne kadar kazanılmış haklar olarak da olsa­ üzerine temellenen parlamento bildirilerinde resmen açıklanarak yürürlüğe konmuştu. Kral'ın, siyasal sürecin, emirlerin yukarıdan aşağıya doğru yerine getirilmesiyle yürüdüğü şeklindeki varsayımı, her nasılsa, daha karmaşık bir destek bulmuştu. Ne olursa olsun, parlamento çevrelerinde, yeni hareket biçimlerinin devrimci bir etkiye sahip olacağı düşünülüyordu; yöntemler, yapılar, fikirler ve halk, önümüzdeki sayfalarda incelenecektir.

Devrimci yöntemler
Parlamento, Elizabethçi İngiltere'den örnek alınan gelenekler ve 1638 İskoç Ulusal Sözleşmesi üzerine inşa ettiği antlarla halkı davasına bağlamaya çalıştı. Bunlar, Kral'a edilen bireysel sadakat yeminleri değil, belirli ideolojik konumlanışların kolektif olarak onaylanmasıydı. Tüm yetişkin erkeklerin yemin etmesinin hedeflendiği 1641 Mayıs Protestosu, taraftarlarını, Kral'ın kişiliğini ve mevkisini olduğu kadar, gerçek reformcu Protestan dinini, Parlamento'nun ayrıcalıklarını ve tebaanın özgürlüklerini de desteklemek durumunda bıraktı. İskoçlar'la varılan ittifakın bir göstergesi olarak, 1643 güzünde kabul edilen 'Görkemli Birlik ve Anlaşma', dinsel reforma bağlılığı da içeriyordu; en azından, Londra'nın kilise denetimindeki bazı idari bölgelerinde erkekler kadar kadınlar da bu birliğe para bağışı yapıyorlardı. 1649'dan önceki tüm yeminler monarşiye sunulan desteği içeriyordu, fakat bunlar, Charles'ın otoriter görüşüyle -tebaanın kolektif isteklerinin hesaba katılması gereken görüş- pek de bağdaşmayan bir krallık anlayışına işaret etmekteydi.

Uzun Parlamento'nun ilk aylarında rastlanan dinsel reform hakkındaki dilekçelerden 1648 kışında Kral'ın yargılanması çağrısı yapanların verdiği dilekçelere değin, toplu dilekçe verme, devrimci hareketlenmenin önemli unsurlarından biriydi. Birçok kişi, bir dilekçeyi imzalayarak (ya da, yazamıyorlarsa, kendilerini ifade eden bir işaret koyarak) siyasal ve dinsel tartışmalara dahil oldu. On dokuz ilde piskoposluğa karşı dilekçeler yazılırken, Cheshire'dan yollanan ve yirmi iki ilden 6.000 kişinin imzasını kapsayan bir dilekçe ise piskoposları savunmak adına gönderilmişti. Hemen tüm iller Büyük İtiraz'a ilişkin bir yanıt verdiler - Derbyshire'da bu, bir kilise bölgesinden diğerine, aylık bir destek talebi üzerine temellendirildi. Savaş esnasında, Parlamento kanadında dilekçe verme daha partizanca, daha kararlı ve radikal biçimde gerçekleşti. Londra'da Presbitaryenler'in[5]* hattında yeniden şekillendirilmiş ulusal bir kilise isteminde bulunan ve bu isteme karşı duran büyük ölçekli toplu dilekçe verme  eylemleri düzenlendi. Radikal, ayrılıkçı toplulukların üyeleri, dinsel yetkeciliğe karşı harekete geçtiler ve ruhban sınıfının, avukatların, büyük tüccarların, hatta nankör parlamentonun baskısına karşı ılımlı mülk sahipininin haklarını savunan daha geniş bir demokratik siyasal akım, Toplumsal Eşitlikçiler[6]* ortaya çıktı. Püritenlik gibi Toplumsal Eşitlikçilik de suistimal edilen bir terimdi ve hareketin kendi tanımı, bir dilekçe üzerine temellendirilmişti: Toplumsal Eşitlikçiler, kendilerini, '11 Eylül 1648 Büyük Dilekçesi'nin Sunucuları, Geliştiricileri ve Onaylatıcıları' olarak tanımlamışlardı. Parlamentonun Yeni Model Ordusu, 1647 ilkbaharında, şikâyetleri ele alınmaksızın dağıtılmalarına yönelik apar topar başlatılan girişimlere karşı dilekçe vermişti. Bu etkinliğin askerleri 'devlete ve toplumsal barış dağıtıcılarına karşı düşman kıldığı’ şeklindeki Avam Kamarası'nın talihsiz yargısı, ilişkileri geriye dönülemez biçimde bozmuştu.[7]

Yemin etme ve dilekçe verme eylemleri, devrimci ritüeller içine alınmıştı. Coventry'de 1643 yılı Aralık ayında, Denbigh Kontu'nun askerlerince yapılan anlaşmada olduğu gibi, elde edilen muazzam gelirler, davaya bağlılığın en canlı örneklerini temsil etmektedir. Taşralı dilekçe eylemcileri, tantanalı biçimde Londra'dan Westminster'e ilerlediler: Londralı bir zanaatkar olan Nehemiah Wallington, 'şapka ve kemerlerine iliştirilmiş protesto açıklamalarıyla', 1642 yılı Şubat ayında Londra Köprüsü'nde yürüyen yüzlerce Kentli erkeği izledi. Wallington, kentteki birçok gösteriye de tanıklık etti; Charles'ın keyfi yönetiminin daha sonraki şehitlerinden biri olacak Dr. John Bastwick, Aralık 1640'ta, hapishane dönüşünde, Blackheath'de, 1630'ların acılarını anıp zaferlerini kutlayan, 'ellerinde biberiyeleri ve defneleriyle binlerce at arabası, atlı ve yaya' tarafından karşılandı.[8]

Önceleri, dilekçe, genellikle basılı olan bir metindi ve 1640'larda ucuz kağıttan yapılmış, hızlıca üretilen dinsel ve siyasal yayınlar, söz konusu devrimci kültürün tanımlayıcı özelliğiydi. Modernitenin başlarında, İngiltere, kısmen okuryazar bir toplumdu, fakat basılı yazı hep vardı; sözlü ve yazılı iletişim biçimleri birbirleriyle yakından ilişkiliydi. Onyedinci yüzyılın ortalarında, pek çok toplulukta, yazamasa bile okuyabilen bir azınlık bulunurken, Londra'da erkek ve kadınların önemli bir çoğunluğu okuryazardı. Matbaa teknolojisi, olaylara ve polemiğe yol açan saldırılara hızla yanıt veren etkili bir basım yolu olduğundan, dilekçeler, parlamento emirleri ve askeri kumandanlardan gelen mektuplar kadar, haber kitapları ya da bir muhalifin duruşuna yönelik tekzipler de, yüksek sesle okunmak, tartışılmak ve bazen de dönemin hususiyetini kavrayan kişilerce sistematik biçimde biriktirilmek üzere piyasaya sürülüyordu. Matbuat, sadece Kral'a karşı parlamentonun konumunu ortaya koymanın çok hızlı bir aracı değildi; parlamento davası içinde bölücü ve radikalleştirici tartışmalar yapmanın bir yolu haline de gelmişti. Bununla birlikte, 1650'lere kadar parlamentonun yasadışı ve bozguncu matbuata karşı önlem alma girişimleri yalnızca zaman zaman başarılı olabilmişti.

Devrimci yapılar
Parlamento bir iç savaşta çarpışmaya oldukça hazırlıklıydı, çünkü komitelerinin İskoçlar'la müzakerelerinde ve borçları ödeyerek işgalci ordularını sepetlemek için gereken parayı toplamakta asli rolü oynadığı 1640 Kasımı'ndan beri yürütme gücünü yavaş yavaş ele almaktaydı. Bu, aslında, hükümdarın komutası altında kararsız biçimde ve kısa süreliğine toplanan bir kurumun isteksiz fakat amansızca savaşı örgütleyen bir yasama organı olduğu kadar kolektif, daimi bir yürütme organı haline de geldiği devrimci bir süreçti. Parlamentonun İskoçlar'la resmi ittifakından sonra, savaş çabalarını denetlemek için 1644'ün başlarında Krallıklar Komitesi kuruldu. Dolayısıyla, İngiltere'nin yönetsel otoritesi olarak 1649'da kurulan Devlet Konseyi ile ilgili örnek gelenekler (yerleşik uygulamalar) vardı. Parlamentonun gayrıresmi, radikal kanadında da yeni yapılar ortaya çıkmıştı. Londra'da olduğu gibi, bunlardan bazıları kilise bölgesi ya da semt organları üzerinde temellendirilmişti. Kent yetkilileri ve parlamento üzerinde baskı kurmak isteyenlerin başını, radikal dinsel tarikatlara karşı baskıcı önlemler alınması ve Kilise'nin, İskoç modeline yakın bir biçimde, Presbiteryen çizgide hızlı bir reformdan geçirilmesi için dilekçe veren ve lobi çalışmaları yürüten Presbiteryenler çekiyordu. Bu hareket, çoğu zaman, parlamenter yelpazedeki dinsel duruşundan dolayı, 'muhafazakâr' olarak görülmektedir ama yöntemleri -kuşkusuz- yeniydi. Londra'daki siyasal ajitasyon, 1640'ların başında savaşın daha gayretli bir biçimde sürdürülmesi doğrultusunda kampanya yürütmüş olan eski toplumsal ağların parçalanmasının işareti oldu. Londra'da, Presbiteryen harekete karşıt olarak, yeni ortaya çıkmakta olan, bir araya gelmiş ayrılıkçı kiliselerden oluşan ve kuşkusuz radikal bir hareket gelişmişti. Bunlardan bazıları Calvinci gelenek içinde kaldı, fakat radikal olanların çoğu -Genel Baptistler- toptan kurtuluşa inanıyordu. İşte, Toplumsal Eşitlikçiler bu çevreden çıkıp gelmişti. Tarikatın katılım ve özyönetim alışkanlıkları, demokratik siyasal olanaklara önemli bir katkıda bulunmuştu. Londra'daki tüm hizipler, matbuattan yoğun bir şekilde yararlanmıştı. Radikaller, çoğu zaman, yasadışı ve yeraltı yayınlara bel bağlamışlardı.

Son olarak, Parlamento'nun Yeni Model Ordusu, siyasal etkinliğini geliştirmek için yeni yapılar üretmişti. 1647 ilkbaharından itibaren her alay ve daha sonra her yaya bölüğü ya da atlı birlik, şikayetlerini kaleme almak ve protestoyu koordine etmek üzere piyadeler arasından iki 'ajitatör' ya da temsilci seçmeye başlamıştı. Aynı yılın daha sonraki aylarında (Ekim 1647), ajitatörler, eşit sayıda subayla birlikte, Genel Ordu Konseyi'ni oluşturarak, asker, subay ve Toplumsal Eşitlikçiler'in krallığın geleceğini ve siyasal iktidarın doğasını birlikte etkili biçimde tartıştıkları 'Putney Tartışmaları'na katıldılar. 1647 yılı Aralık ayından itibaren de, Ordu Konseyi sadece subaylardan oluştu, fakat siyasal tartışma ve devrimci örgütlenmenin önemli bir arenası olarak kaldı.

Devrimci fikirler
'Parlamento davasının' ideolojik içeriği karmaşık ve esnekti; bu yüzden, radikal bir gelişim gücüne sahipti. İncil'den sonra en fazla alıntı yapılan kitap, Toplumsal Eşitlikçi lider John Lilburne tarafından yazılan parlamento bildirilerinin bir derlemesiydi. Parlamentonun Kral'a karşı savaşmaya ilişkin öne sürdüğü nedenler, bir ölçüde geleneksel, hatta 'görünüş itibarıyla gericiydi'. Bu nedenler, modern özgürlüklerden ziyade tüzel, Ortaçağ'daki anlamıyla ayrıcalık olarak anlaşılan özgürlüklerle birlikte, papaya bağlı şeytani konsüllerin saldırılarına karşı krallığın tarihsel haklarını ve özgürlüklerini savunuyordu. Büyük İtiraz, 'üzerinde bu krallığın dininin ve adaletinin kararlı bir biçimde tesis edildiği yönetimin temel yasa ve ilkelerini ortadan kaldırma gayretlerinin soysuz ve alçakça tasarısını' kınamıştı. Bununla birlikte, özgürlükler ve temsili bir parlamento üzerine yapılan vurgu, önceki deneyimleri yerel kaynaklar ve iktidar yapıları üzerine odaklanmış olan insanların siyasal haklara yönelik doğrudan istemlerde bulunmasına doğru ilerletilebilirdi. Benzer biçimde, geçmişe yönelik çağrılar üzerinde temellendirilen bir tartışma biçimi, kendi içeriği açısından asla 'gerici bir görünüme' sahip değildi; ülküleştirilen geçmişler, çeşitli yeni kalkış noktalarını meşrulaştırmak için kullanılabilirdi.

Böylesine esnek bir tarihsel öğretinin başka bir örneği 'Norman Boyun­ duruğu'ydu. Yaygın görüşe bağlı parlamenterler için, Norman Boyundu ruğu, düzenli parlamentolar ve düzgün işleyen yasal süreçler gibi, İngiliz hak ve geleneklerini gölgede bırakmıştı. Bu haklar, Magna Carta ile sağlama bağlanmış ya da restore edilmişti ve şimdi bunları korumak parlamentonun göreviydi. Bununla birlikte, Toplumsal Eşitlikçiler gibi siyasal radikaller, Sakson hakları -doğuştan özgür İngilizler'in sahip oldukları haklar- anlayışını önermişler ve bu hakların sıradan insanlardan hala uzak tutulduğunu ileri sürmüşlerdi: Magna Carta, 'tahammül edilemez köleliğin birçok izini taşıdığı için, tek başına yetersizdi.' 'Gerçek Toplumsal Eşitlikçi' ya da ekonomik eşitliği savunan Diggerlar'ın lideri Gerrard Winstanley için, 'Norman Boyunduruğu', özel mülkiyeti içeriyordu. Tarihin kullanılışına ilişkin karmaşıklıklar, İngiltere'de kraliyet yönetimini yıkmaya hazırlanan Yasa ile örneklenebilir. Bu yasa, ulusun 'adil ve eski haklarına, meclisteki kendi temsilcileri tarafından ve ulusal toplantılarla yönetilmeye' geri döndüğüne işaret ederken, monarşinin de sonunu ifade ediyordu. Bu, kendi içinde tarihsel bir meşrulaştırma mitiydi; fakat yasa, monarşiye karşı eğitim ve dayanak sağlamak için tarihi farklı biçimde de kullanmıştı: Yaşananlar göstermiştir ki, bir kralın bu ulustaki ve İrlanda'daki görevinin ve iktidarının tek kişide toplanması, halkın özgürlüğü, güvenliği ve ortak çıkan için gereksiz, külfetli ve tehlikelidir ve çoğu zaman iktidarın kullanımında, halkı baskı altına almak, yoksullaştırmak ve köleleştirmek için kraliyet iktidarından ve imtiyazından yararlanılmıştır.

Son olarak, bu Yasa, 'halkın tam bağımsızlığı ve özgürlüğünün' ihlal edilmemesi gerektiği varsayımından hareketle, soyut bir doğal haklar kavramı üzerine kurulmuştu. Aynı şekilde, Toplumsal Eşitlikçiler de amaçlarını desteklemediği zaman geçmişi reddedebiliyorlardı: "Atalarımız her kim olursa olsun ya da ne yapmış, neden ötürü acı çekmiş ya da her neye boyun eğdirilmeye zorlanmış olursa olsun, bizler bu çağın insanlarıyız."[9]

Dinsel bağlılık (sadakat), İngiliz Devrimi için hayati önemdeydi. En yavan biçiminde bile, gayretkeş Püritenlik'in, Efendi'nin davasındaki bireysel belirlenim ve kendi kendini kutsamayı teşvik etmek konusunda muazzam bir potansiyeli vardı. Püritenlik, Tanrı'nın onaylayacağı şekilde değiştirilmiş kolektif bir toplum görüşü (daha doğrusu birbirlerine rakip kolektif görüşler) de önermiştir. Bir kez daha geçmiş ve gelecek kaynaştırılmıştır. Havarilerin izinden giden kutsal bir kilise arayışı, Tanrı'nın amacının bir kısmının da insanlarının ilerici aydınlanması olduğu yollu, Reformasyon'un merkezinde duran inançla uyuşuyordu. 1640'lı yıllar boyunca, dindarlar arasında, Tanrı'nın kendi davalarını kutsadığı ve Charles'a karşı şahitlik ettiği duygusu ortaya çıkmıştı. Mayıs 1648'de, askeri bir ibadet toplantısında, askerler, Efendi'nin 'bu yılki tüm girişimlerinde bize nasıl da yol göstermiş ve bizi nasıl da refaha kavuşturmuş olduğunu' not etmişlerdi. 'Efendi'nin davasına ihanet etmesinin, akıtmış olduğu kanın ve bu yoksul uluslardaki halka yaptığı kötülüklerin hesabını vermesi için, Charles Stuart'a, bu eli kanlı adama çağrıda bulunmak' onların göreviydi.[10]  Zaten, yukarıda da belirtildiği gibi, Charles'ın gerçek dine yönelik hoşnutsuzluğuna ilişkin kuşku, savaşla dramatik bir biçimde yoğunlaşmıştı. Din, meclis yanlıları arasında amansız bir bölünmenin kaynağıydı. Püritenlik, 1640 ve 1650'lerde, reforme edilmiş bir ulusal kilise isteyenlerle dinsel özgürlüğü destekleyen ve gerçek kilisenin dindarların gönüllü bir birlikteciliği olduğunu savunan ve kendi içlerinde de sık sık bölünen kesimler a rasında parçalanmıştı. 1648-49'da, devrimi ileri götürenlerin çoğunluğuğu ikinci gruba bağlıydı. İsa'yla ve İsa'nın saçtığı ışıkla kurulan güçlü bir kişisel özdeşlik duygusu, Koruyucu Lord Oliver Cromwell'den Digger Winstanley'e kadar birçok kişi tarafından savunuluyordu. Bu olağandışı dönemin, halkı adına olağanüstü şeyler yapmak ve bu dünyayı azizleriyle birlikte  binyıl yönetmek  için  ikinci kez yeryüzüne  gelecek  olan  İsa'nın muştucusu sayılan son günler olduğuna ilişkin yaygın binyılcı umutlar da vardı. Cromwell gibi bazılarına göre, binyılcı umutlar, ruhsal, uhrevi değişime odaklanmıştı; fakat 1650'lerde bazı radikaller -'Beşinci Monarşi'nin Adamları'- tam anlamıyla bir siyasal dönüşüm umuyorlardı. Binyılcı beklentiler, kesinlikle, Kral'ın idam hükmünün verilmesine ve infazının gerçekleştirilmesine  yardımcı  olmuştu  ve bu, farklı  ütopyacı önerilerle  de ilişkilendirilmişti. Gerrard Winstanley'in 'kralın iktidarının' tüm biçimlerini ortadan kaldıran eşitlikçi bir ulus (commonwealth) kurma yönündeki görüşü anımsanmaya değer bir örnektir.
Yukarıda tartışıldığı gibi, laik ve dinsel fikirler, papalık karşıtlığı gibi yaygın bazı temalar içinde bir araya getirilmişti. Benzer şekilde, İngiliz siyasal kültüründe yer alan kısmen cumhuriyetçi bir akım, hem klasik bir hümanizmden hem de erkek aile reislerinin yasal ve siyasal süreçlere yaygın biçimde katılımında ifade bulan ve kamusal değerlere yönelik sıkı bir Protestanca bağlılıktan yararlanmıştır. Kolektif bir organ olarak siyasal topluluk ile soyut ve hesap sorulabilir bir siyasal otorite anlayışı daha 1642'de mevcuttu. Charles'ın Mayıs 1642'de Hull'a kabulünü reddeden Parlamento, Kral'ın kent halkıyla aynı hak ve unvanlara sahip olduğunu reddetmiş (... ) herkesin kendine ait evi, toprağı ve malları olduğundan, Majestelerinin halkı, tıpkı krallığının kendisine ait olmaması gibi, artık kendisinin değildir ve onun krallığı artık kendisinin değil, halkınındır... Krallar'a sadece krallıkları emanet edilir.[11] Burada örtük bir ulus görüşü saklıydı ve bu görüş, 1649'da yasalaştırılacaktı.

Devrimci halk
Parlamento davası, lordlar, soylular ve tüccarlardan alt düzeydeki erkek ve kadınlara değin uzanan sosyal bir ittifaktı. Londralılar'ın parlamentoya desteği, göreceğimiz gibi, 1640'ların başında yaşamsal önemdeydi ve radikaller 1640'ların ortalarına kadar azınlıkta olmalarına rağmen, Londra 'da ve daha az ölçüde olmak üzere taşrada, her zaman devrimi üstlenmeye hazır militan bir topluluk olacaklardı. Ekonomik çıkarlar, bir ölçüde, siyasal ve dinsel sadakatle ilişkilendirilebilir: Daha küçük, bağımsız kent tüccarları gibi, sömürgeci çıkarlara sahip parlamento yanlısı soylular için de, ekonomik ve dinsel görüşler, krallık yönetimine karşı ve heyecan verici Protestan dış politikasını savunmak üzere bir araya gelmişti. Brooke ya da Warwick gibi parlamento yanlısı lordlar, rollerini Ortaçağ'a özgü toplumsal iktidara değil, dini davanın popüler liderleri olmalarından kaynaklanan toplumsal statülerine dayandırmışlardı. Bazı toplumsal ittifaklar, belki de, fırsatçıydı: Hem Derbyshire'da hem de Gloucestershire'da, madenciler, iç savaşa yerel zorbalara karşı oldukları için katılımış gibi görünmektedirler. Yine de, parlamentonun 'halkın temsilcisi' olarak oynadığı rol ve İngiltere'nin yasa ve özgürlüklerine olan bağlılığı, geleneksel hak ve özgürlükleri çok önemseyen ve bunlardan ekonomik, yönetsel ve yasal süreçlere bağımsız biçimde katılmak üzere yararlanan birçok küçük ölçekli mülk sahibini, zanaatkârı ve tüccarı kendine çekmişti. İngiliz Devrimi, geleneksel seçkinlerin arasından gelmeyen birçok insanın eylemiyle gerçekleştirildi. Devrim çok ciddi bir halk desteğine sahipti; ne var ki, halkın devrime karşı konulmaz bir Coşku beslediğini söyleyemeyiz. Kral'ın, 1642'de toplumsal istikrara, hiyerarşiye ve papalıktan, garip ve yıkıcı hiziplerden ayrı bulunan İngiliz kilisesine başvurması küçük bir başarı kazandı. Fransa'da olduğu gibi, sayısal olarak en etkili hareketler, 'geleneksel' ya da 'muhafazakar' amaçlı olanlardı: 1645-46'ya kadar, savaş hazırlığı, ülküleştirilen eski iyi günler için destek yaratmıştı ve savaş karşıtı 'kulüp' hareketleri, askeri zorlamalara, vergiye ve dinsel altüst oluşlara karşı gelen West Country'de ve Galler sınırlarında ortaya çıkmıştı.

Devrimin öyküsü
1640'tan itibaren, İngiltere'de iki rakip otorite, otoritenin kökeni ve doğası üzerinde derin ve kaygı uyandırıcı düşünceler ortaya atacak şekilde, siyasal meşruiyet ve destek elde etmek için çekişti. Halktan, piskoposluktan duyulan rahatsızlığa onay verip vermemek, Lordlar Kamarası'nda bulunan piskoposlara karşı gösteriye katılıp katılmamak gibi konulardan şu ya da bu taraf için silahlanıp silahlanmamak konusundaki nihai ikileme uzanan bir çerçevede, kızışan ortam ve kişisel tehlikeler dahilinde, karar vermesi isteniyordu. 1642'de, Londra'da bir kralcı ya da Kuzey Galler'de bir meclis yanlısı olmak nadir rastlanan seçeneklerdi; fakat İngiltere'nin birçok bölümünde -orta kesimler, kuzeybatı ve West Country'nin bölümleri- iki taraf, mevcut temel silahlı kuvvet olan yerel milislerin denetimi uğruna rekabet ettikleri için bunlar gerçek seçeneklerdi.

Son derece çalkantılı geçen bu onyılda, savaşı ve devrimi artan ölçüde olası kılan bazı kesin dönüm noktaları vardı. 1641-42'de Londra'daki kitlesel hareketlenmeler, Kral'ın konumunu keskin biçimde zayıflattı. Mayıs 1641'de, binlerce Londralı, Lordlar Kamarası'nı Charles'ın üst düzey yöneticisi Strafford Kontu'nu mahkum etmeye zorlamak için sokaklara döküldü ve Katolik karısının can güvenliğinden korkan Kral'ı, Strafford'u ölüme gönderecek yetkiyi vermesi için sıkıştırdı. 1641-42 kışında, Londra, c,ok açık bir biçimde devrimci bir kentti: Aralık 1641'de, piskoposlar halkın baskısıyla Lordlar Kamarası'ndan uzaklaştırıldılar ve daha sonra bizzat Kral, parlamentonun önde gelen beş üyesini tutuklatmaya yönelik başarısız girişiminin ardından, Ocak 1642'de Londra'dan sürüldü. Nehemiah Wallington, yurttaşların nasıl da 'pencere ve kapılarını kapattıklarını' ve parlamentoyu saldırılardan korumak için savunmaya geçtiklerini parlak bir biçimde betimlemiştir. Bu devrimci baskı eylemi, şaşırtıcı bir biçimde, parlamentonun iç savaştaki savunmacı çizgisinin görülmesini de sağlamıştır: Kral hükümeti bırakıp gitmiş ve bu yüzden, hükümet etmek o dönem için parlamentoya düşmüştü. Kral'ın başkentten ayrılışı, İngiltere'deki rakip otoritelerin fiziksel gerçekliğinin çıplak bir biçimde ortaya çıkmasına yol açtı. Kral, Londra'ya ancak yargılanması ve kellesinin uçurulması için dönecekti.

İkinci kesin dönüm noktası, 1647'de, Yeni Model Ordu'nun radikalleşmesi sürecinde, bizzat parlamenter davanın içinde gerçekleşti. Parlamentodaki hiziplerin, ordunun dilekçe verme eylemini hakirce reddetmesinin ardından, birliklere ödenmesi gereken paraları ödememek ya da onların savaş sırasında yaptıkları eylemlere ilişkin yasal soruşturma açılması konusundaki hassasiyetlerini kaşımak gibi girişimlerle ordu kitlesini dağıtmaya çalışması, orduyu, krallığın durulması ve savaşta uğruna dövüştükleri ilkelerin savunulması için kamusal bir sorumluluk üstlenmeye itti. Ordu liderleri, özellikle de Oliver Cromwell ve damadı Henry lreton, bu isyana istemeyerek rıza gösterdi; fakat ilk ivme aşağıdan gelmişti. Kampanyalarının bir parçası olarak, ordu, parlamento yandaşlarından tutsak Charles'ın denetimini zorla aldı. Fakat, aynı zamanda, Londra'da orduya karşı gelişen siyasi bir seferberlik oldu; bu seferberlik, barışı ve Kral'ın Londra'ya geri dönmesini talep etmek üzere parlamentonun şiddetle baskı altına alınmasıyla, Temmuz 1647'de doruk noktasına vardı. Alarm halindeki ordudan kaçan her iki kamaranın önde gelenlerine, daha sonra Londra'ya dönüşlerinde askerler eşlik etti. Ağustos'ta, ordu, zor kullanarak yıldırılan kentte bütün bir gün gövde gösterisinde bulundu - o günlerde, pratik açıdan, Londra'nın boyun eğmesi sağlanmıştı.

1647 Ağustos'u tasfiye ve devrim için son provaydı. İskoçlar ve İngiltere taşrasındaki hoşnutsuzlarla ittifak içinde olan Charles tarafından kışkırtılmış ikinci bir iç savaştan sonra bile, parlamentonun çoğunluğu hala barış için çalışıyordu. Öfkeden deliye dönen ordu, 20 Kasım 1648'de sunduğu bir İtiraz'la, daha eşit bir biçimde seçilmiş bir meclisin ulusun en üst otoritesi olması ve Kral'a karşı adalet isteminde bulundu. Parlamento İtiraz'ı önemsemezken, ordu, 2 Aralık'ta, Westminster'in -Windsor, Kensington, Hyde Park- daha da yakınlarına kadar geldi. Buna rağmen, Avam Kamarası, 5 Aralık'ta, bütün bir gece süren oturumun ardından, 129'a karşı 83 oyla, Kral'ın en son barış tekliflerine verdiği yanıtın 'krallıkta barışın yerleşmesi için' bir zemin oluşturduğu görüşünü kabul etti. Ertesi sabah, Albay Thomas Pride, elinde parlamento üyelerinin bir listesiyle, iki alayla korunan Avam Kamarası kapısında belirdi. Gün bitene kadar kırk bir parlamento üyesi tutuklanmıştı ve başka pek çok üyenin de parlamentoya girmesi engellenmişti. Sahne, Kral'ı yargılayacak bir mahkeme kurmak ve devrimin gerçekleşmesini zorlamak üzere ayakta kalan parlamento üyeleri (1648 Aralık ayında parlamentoda bulunanların yüzde 40 kadarı) için hazırlanmıştı.

Devrimci süreçlere ilişkin bu kısmı bitirirken, bu süreçlerin 'normal' ya da 'günlük yaşam'la pek çok ilişkisinin olduğunu vurgulamak önemlidir. Yerleşik dinsel ve siyasal fikirler, kentlerdeki ve köylerdeki katılım alışkanlıkları, hukuk ve tarih anlayışları; tüm bunlar, devrimci deneyimi besledi ve daha önce görülmemiş koşullar tarafından dönüştürüldü. Bir kez daha, Gerrard Winstanley ve Oiggers deneyimi, öğretici bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü, bizzat Winstanley'in kendisi için, hayalperest ve mistik dinsel geleneklerden, insan aklının bir zaferi olarak sunulan bir toplumsal dönüşüm kalkışmasına ilham kaynağı oldu. Daha geniş anlamda, Diggers, ortak arazileri ele geçirme mücadelesine giren kuşaklardan yararlanarak, onları radikalleştirdi. 1649'da doğan bu hareket, Kral'ın ölümünün tüm kralcı iktidarın alaşağı edilmesi anlamına gelmesi gerektiği şeklinde sert bir anlayışla hareket etmekteydi.

Savaş ve devrim
Winstanley'in Londra bağlantısı, belki de ağır vergilendirmenin ve savaşın yol açtığı karışıklıklar sonucunda, 1640'larda başarısızlığa uğradı. Fransa'da devrim savaşa yol açarken, Rusya'da olduğu gibi İngiltere'de de savaş devrime yol açtı. Savaşın yol açtığı bir ideolojik gelişmeden daha önce bahsedilmişti; şimdi savaşın pratikte radikalleşmeye nasıl katkıda bulunduğunun üzerinde durmak önemlidir. Her dört İngiliz'den biri (yerel kuşatmaları da dahil edersek) çatışmalarda yer almıştır; hemen hemen 200.000 İngiliz, savaşın doğrudan ya da dolaylı sonuçlarından dolayı öldü. Oransal olarak, bu rakam, yirminci yüzyıldaki çatışmalarda ölenlerin toplam nüfusa oranından daha yüksektir. Savaşın İrlanda ya da İskoçya üzerindeki etkisi çok daha yıkıcıydı. İngiltere'deyse vergiler, barış dönemlerindeki ortalama düzeyden on kat daha yüksekti. Serbest haldeki birliklerin yaptıkları yağmalamalar ve onlara barınak sağlanması gereksinimi daha fazla para harcanmasına ve soruna yol açmıştır. Toplumsal Eşitlikçiler, 'Bir yığın değerli hayat neden yitip gitti? Bir sürü para neden harcandı?' diye soruyordu. Radikallerin istediği, yitirilen kurbanlar için bir karşılıktı - sıradan insanlar için birazcık ödül.

Bu dürtünün etkisi en açık şekilde orduda görülecekti. Savaş, bir askeri yönetim dehası olarak ortaya çıkan ve bu yüzden de her üç ulusun yöneticisi olan, kırsal kökenli, yoksul centilmen Oliver Cromwell'in de aralarında bulunduğu birçok insanın, siyasal ve toplumsal olarak yukarı doğru tırmanmasını kolaylaştırmıştı. 1647'ye gelindiğinde, ordu, artık siyasallaşmıştı. O dönemde yaşayan tarihçiler gibi, daha sonra yaşayan tarihçiler de, ordunun, pek tabii ki, bir bütün olarak aynı biçimde radikalleşmediğini vurgulamaktadır; aralarında orduya zorla adam alan ve daha önceden Kral için çarpışmış olanlar vardı. Fakat birçoğu için, parlamento davasına askeri açıdan hizmet etmek yaratıcı ve özgürleştirici bir deneyim olmuştu: Askerlerin, ünlü Haziran 1647 bildirisinde ilan ettikleri gibi, 'Biz, herhangi bir keyfi iktidara hizmet etmek için kiralanan basit bir paragözler ordusu değiliz; biz, parlamentonun çeşitli bildirileriyle kendimizin ve halkımızın hak ve özgürlüklerini savunmak üzere göreve çağırılmış bir orduyuz.' 'İbadet eden ve vaaz veren Önderler' arasındaki siyasal ve dinsel tartışmalar, aynı zamanda Tanrı'nın da ordusu olan bir yurttaşlar ordusunun ortaya çıkmasına yol açmıştı:

"Bizler macera uğruna askerlik yapmıyoruz ve bizler sadece insanlara hizmet de etmiyoruz: Biz, Azizlerin Kralı İsa'nın Kralımız olduğunu boş yere ilan etmedik; biz onun şartlarına boyun eğmeyi ve o her nereye giderse ardından gitmeyi de arzuladık."[12]7

Radikalizm, savaşın yol açtığı sorunlara verilen zorunlu ve en tipik yanıt değildi: Daha önce de öne sürdüğüm gibi, birçok kişi, eski günlere ve hiyerarşiye dönmek içirı can atıyordu. Fakat devrimirı gerçekleşmesini sağlayan, radikal tepkiydi. 1640'dan sonra meclis yanlısı ittifaklar içirıde çatlaklar oluşmUştu; ılımlılar pek çok sahnede geriye çekilmişti, fakat her zaman, savaşın adına yapılmış olduğu davaları ileri götürmek, güvence altına almak ve geliştirmek için hazırlanan yeterince insan vardı. 1642'de kraliyet reformlarını desteklemiş olan birçok kişi, Kral'a karşt dövüşme­ yecekti, fakat parlamento hala muzaffer bir savaşı çekip çevirebiliyordu. Diğer ılımlılar 1647'de geri çekildiler ve birçoğunun midesi hükümdarın katledilmesini kaldıramadı elbette; fakat parlamentodaki daha radikal liderlerin ve ordunun (sıklıkla ihtiyatlı ve isteksiz adamlardı), devrimin mali sorumluluğunu üstlenen hali vakti yerinde azınlıklar gibi, 'sol müttefikleri' her zaman olmuştur. Ordu 1648-1649'un umutsuz kışında Kral'a karşı harekete geçerken yolladıkları İtiraz, Toplumsal Eşitlikçiler'in 'büyük' 11 Eylül dilekçesine övgüler düzmekteydi ve Ordu Konseyi, kendilerine sempati duyan parlamento üyeleriyle olduğu kadar, Toplumsal Eşitlikçiler ve radikal toplulukların liderleriyle de müzakereler yapmıştı,

Devrimci sonuçlar
Kısa ve orta vadede, açıkça bir siyasal devrim söz konusuydu: Monarşi ve Lordlar Kamarası azledilmiş ve İngiltere, 'bu ulusun en yüksek otoritesi olan parlamentodaki halkın temsilcileri tarafından, bir ulus (commonwealth) ve özgür bir devlet olarak yönetilmeye' başlamıştı. Daha laik düşünceli radikallerin ümitleri, Toplumsal Eşitlikçiler'in tasfiye edilmiş parlamentoyu 'İngiltere'ye Yeni Prangalar' vurmak isteyen yoz bir oligarşi olarak lanetlemesiyle birlikte hızla boşa çıktı. Winstanley'in 'Digger' toplulukları zor kullanarak dağıtılmış, Toplumsal Eşitlikçiler'den ilham alan ordunun isyanı da başarısız olmuştu. Fakat hiçbir devrim, liderleri kaçınılmaz biçimde güç ve uzlaşma peşinde koşarken radikal yandaşlarını tatmin edememiştir.

Bizzat ordunun kendisi 'bakiye'den hoşnut kalmamıştı; fakat pek çok radikal, birkaç aylık bir siyasal deneyimden sonra, 1653'ün sonlarında, Cromwell'in kişisel yönetim girişimi karşısında afallayıp kalmıştı. Cromwell'in 1658'de ölmesinin ardından parlamento davası parçalaımış ve monarşi 1660'da koşulsuzca restore edilmişti.

Fakat, iç savaşların etkisi ve monarşik olmayan bir yönetimle geçen onyıllık dönem bilerek sessizliğe boğulmuş ya da olumsuzlanmış olsa bile, 1649'dan sonra siyasal pratik asla aynı şekilde suskun kalamazdı. Keyfi yönetime karşı yürütülen mücadeleler ve papalık korkusu, 1688'de bir başka kralı tahtından ettiği zaman, yönetici seçkinler savaştan ve radikal bir halk ayaklanmasından kaçınmak için olabildiğince hızlı davrandılar. Ancak, 1688-89'da parlamenter monarşi kurulmuştu. Aynı biçimde, onyedinci yüzyıl ortalarında yaşanan olaylar, siyasal düşüncede büyük değişimlere gerçeklik kazandırmış ve ilham vermişti. Hem Hobbes hem de Locke, siyasal düzenlemelerin kutsal yasalarla yapılmamasını, sözleşme ya da rıza mefhumları üzerine kurulan insan becerileri temelinde tesis edilmesini vurgulamışlardı.


1650'lerde geniş bir kilise bölgesi temelinde kurulmuş olan ulusal kilise, bir grup Protestan tarikatı için vicdan özgürlüğünü temsil etmekteydi. Aynı dönemde, din dışı kişilerin ya da mekanik vaizlerin kendini bilmezliği ve radikal tarikatlar ile 'Ortodoks' Püritenler'in katılığı tarafından teşvik edilen, bilinçli ve saldırgan bir 'Anglikanlık' ortaya çıktı. Piskoposlar 1660'da monarşiyle birlikte yerlerine döndüklerinde, İngiltere Kilisesi'ndeki unsurlar, Presbiteryenler'in bastırılması ve daha radikal ayrılıkçılar için çalıştı. Fakat dinsel parçalanmayla geçen onyılların devrimci etkisi yadsınamazdı. Önemli Protestan azınlıklar artık ulusal kiliseyle uzlaştırılamazdı ve birçok Protestan için dinsel hoşgörü ancak 1689'da sağlanacaktı. Sivil ve siyasal yetersizliklerin üstesinden gelinemedi ve onyedinci yüzyılın ikinci yarısı, izleyen 250 yıl boyunca, İngiliz kültürü, eğitimi ve siyaseti üzerinde derin etkileri olacak bir sonuca zemin hazırlayıp kilise ile şapel,[13]* Anglikanlar ile Ayrılıkçılar arasındaki ayrışmanın başlangıcı oldu.

1640'lar ve 1650'lerde, hemen hemen hiç kimse, katıksız bir toplumsal devrim istememişti. Digger toplulukları, münferit yerel hoşnutsuzluklarla ilişki içinde bulunan küçücük bir hayalperestler grubuydu. Yenilgiye uğratılmış kralcıların mülklerinin toptan kamulaştırılması gerçekleşmedi ve kralcıların çoğu terfi ettirilerek çoğunlukla cezadan kurtarıldı. Ailevi ya da cinsel hiyerarşilere dönük temel bir eleştiri yoktu: Kadınlar, radikal dinsel cemaatlerde ve 'dürüst' erkek mal sahiplerinin kararlı biçimde önayak olduğu bir hareket olan Toplumsal Eşitlikçiler içinde önemli ama -açıkçası- ikinci derecede bir rol oynadılar. Bilinçli bir kapitalist sınıfın, feodal hiyerarşi üzerindeki zaferi anlamında bir burjuva devrimi gerçekleşmemişti. Bununla birlikte, bu dönemde, İngiliz ekonomik ve toplumsal gelişimi içinde bariz yapısal değişiklikler ortaya çıkmış ve bunlar siyasal altüst oluşlardan fazlasıyla etkilenmişti. Nüfusun büyüdüğü bir dönemin ardından gelen duraklama, genel ekonomik döngüler kadar yoğun iç savaşın da sonucuydu. Küçük ölçekli toprak sahiplerinin sorunları iç savaşta verilen kayıplarla artmıştı ve aynı kayıplar, mülkiyet sahibi sınıflar arasında yer alan zümrelerin ticari sömürüsünün daha da acımasızlaşmasına yönelik eğilimleri kamçılamıştı. Robert Brenner'in uzun uzun tartıştıği gibi, parlamento için en önemli ve yerleşik desteğin bir kısmı, dinamik bir dış politikayla sömürgelerdeki yeniden yayılmaya bağımlı kılınmış ve aristokrasinin üyeleriyle yakın bağları olan yeni yetme Londralı tüccarlardan gelmişti. 1640'ların ve 1650'lerin altüst oluşlarının bir diğer sonucu da, parlamentonun kendi gelirlerini artırabilmek amacıyla tahtın ekonomik gelişime müdahale etme gücünü zayıflatması olacaktı. Aynı dönemde, özel mülkiyet karşıtı başarılı bir radikal eşitlikçi saldırı olmamıştı. Dünyanın, ekonomik genişleme için daha güvenlikli kılınması ve buna yönetimlerce arka çıkılması anlamında bir 'burjuva devrimi'nin gerçekleştiği söylenebilir.
Yeni ve halka dayanmayan yönetimlerle birlikte, iç savaş ve askeri dönüşüm, güçlü bir devleti kaçınılmaz şekilde zorunlu kılmıştı. 1650'ler, İngiltere'nin genişleyen ticari etkinliklerini bilinçli biçimde ileri götüren yönetimlere de tanık olmuştu. Bu ise, devletin, bireysel çıkarları ortak yararla bütünleştirecek biçimde servet oluşumuna yardımcı olması gerekliğini iddia eden yeni bir siyasal 'çıkar' söyleminin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu söylem, 1649-53 döneminin pek çok cumhuriyetçisinin ortak özelliğiydi ve daha sonra, onyedinci yüzyılda, radikal Whigler tarafından da sürdürüldü. Bu nedenle, devrimin ekonomik kalıtının, daha bireyci, ticarileşmİş bir toplumla, bilhassa sömürgelerini artıran ve ticari genişleme içinde daha da güçlenen bir devletle birleştiği ileri sürülebilir. Keza, devrim, İngiltere'nin, belki de İngiltere taşrasının bile, Britanya Adaları ve lrlanda'nın geri kalan kısmı üzerindeki egemenliğini ve yeni doğmakta olan bir Britanya İmparatorluğu içinde Londra'nın merkezi rolünü tasdik etti. İngiliz askerleri hem İrlanda'yı hem de İskoçya'yı 1650'lerde fethettiler ve İrlanda, elbette, çok büyük ve trajik sonuçlara yol açan bir toplumsal ve ekonomik dönüşüm sürecine girdi.

Sonuç: Devrimci gelenekler
Kralların katledilmesinin en ateşli savunucularından biri ve yüksek rütbeli bir subay olan Thomas Harrison, asılacağı, bağırsaklarının deşileceği ve kesilip dörde bölüneceği darağacına yaklaşırken şöyle söylemişti:
"Şimdiye kadar yeryüzünde görülen en şanlı dava için İsa'nın çektiği acılara yakın bir acıyı çekmeye gidiyorum. Ve biri onun yanından geçerken, o güzel eski davanın nerede olduğunu alaycı bir şekilde sorduğunda, o, keyifli bir gülümsemeyle elini göğsüne vurarak, 'İşte burada ve ben kanımla o davaya damgamı vurmaya gidiyorum,' dedi."[14]

İngiliz iç savaşı ya da devriminin bu derece çelişkili olmasının bir nedeni, devrimin içinde eski güzel davaya gurur ya da alayla bakan rakip siyasi geleneklerin birbirine karışmış olmasıdır. Monarşi yanlıları için, 1640 ve 1650 olaylarını unutmak en iyisiydi; fakat radikal Whigler ya da onsekizinci yüzyıl radikalleri için, ulus, onurlu bir mirastı. Daha sonra, bir radikal tarihçi, Catherine Macaulay, 1760'lardan itibaren olan dönemi kapsayan on ciltlik bir eser olan History of England from the Accession of James I to the Revolution'u (I. James'in Tahta Çıkışından Devrim'e kadar İngiltere Tarihi) yazdı. Yapıtı, Amerikan ve Fransız devrimlerinin liderlerinin büyük hayranlığını kazandı ve 1798'de Fransa'da bir okul ödülüne önerildi. Tüm devrimlerin kendi dönemlerinde doğruluğu ve haklılığı tartışılmıştır; hepsi de devrim modellerinin  öne sürdüğünden daha çelişkili ve daha karmaşıktır. On yedinci yüzyıl ortası İngilteresi'ndeki olayları ele alırken, onsekizinci yüzyıl devrimcilerini modern devrimci gelenekle birleştirmememiz için hiçbir neden yok gibi görünmektedir.



[1] Alıntılar Edmund Ludlow'dan, The Voicefrom the Watch Tower (CamdenSociety, Fourth Series, 21, 1978); John Keynon, The Stuart Constitution (Cambridge, 1966); S. R. Gardiner ( yay. haz.); Constitutional Documents of the Puritan Revolution, (Oxford, 1992), s. 151.
* İngiltere'de beş soyluluk rütbesinden- Baron, Vikont, Kont, Marki ve Dük- birisine sahip olan ve Lordlar Kamarası'nda bulunmaya hakkı olan kimse. (ç.n.)

 [2] * Churchwarden: lngiltere'de kiliseye gidenler tarafından seçilen ve kilisenin mal varlığından ve parasından sorumlu olan iki görevliden birisi. (ç.n.)

[3] * Kralın maiyetindeki soylular. (ç.n.)

[4] * Sebt ya da Şabat günü; haftanın yedinci günü. Yahudilerce ve bazı Hıristiyanlarca dinlenme ve ibadet günü olarak kabul edilen cumartesi günü. (ç.n.)

[5] İskoçya'da olduğu gibi, tümü eşit rütbeli görevlilerden oluşan bir kurulun yönettiği Protestan Kilisesi ile ilgili kişi; böyle bir kilisenin üyesi. (ç.n.)

[6] * Levellers: Toplumsal eşitlikçiler; tüm toplumsal farklılıkları ortadan kaldırarak, sınıfları aynı düzeye getirmek isteyen kişiler. (ç.n.)

[7] lan Gentles, The New Model Army in England, Ireland, and Scotland, 1645-1653 (Oxford, 1992), s. 151.

[8] Paul Seaver, Wallington's World. A Puritan Artisan in Seventeenth-Century London (londra, 1985), s. 150-1.

[9] Toplumsal Eşitlikçilerin burada ve aşağıda sunulan fikirleri The Remonstrance of Many Thousands Citizens'dan alınmıştır; en çok bulunan yeniden basımları: bkz. Andrew Sharpe (yay. haz.) The English Levellers (Cambridge Texts in the History of Political Thought, 1998); monarşinin kaldırılmasıyla ilgili yasa için bkz. Keith Lindley, The English Civil War and Revolution. A Sourcebook (Londra, 1998).

[10] Lindley, The English Civil War, s. 167.

[11] Kenyon, Stuart Constitution, s. 242-3.

[12]  A Declaration or Representation, William Haller ve Godfrey Davies (yay. haz.) içinde, The Leveller Tracıs (yeniden basım Gloucester, MA, 1964), s. 55; Declaration of the English Army in Scotland, August 1650 in Kenyon, Stuart Consutution, s. 327.

[13] * Özellikle İngiltere ve Galler'de Anglikan Kilisesi'nden ayrılan ve Ayrılıkçılar-Non Conformists- adı verilen Hıristiyanların ibadet ettikleri kilise veya yer. (ç.n.)

[14] Ludlow, Voyce from the Watch Tower.

Ann Hughes, Batı'da Devrimler ve Devrimci Gelenek, 1649 İngiliz Devrimi, Dost Yayınları, 2003, Ankara, s. 52-74; orijinal ismi: Revolutions and the Revolutionary Tradition In the West 1560-1991
DAVİD PARKER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder