Ann Hughes
Kralın Ölümü I. Charles'ın İdamı |
Tatsız bir kış gününde, 30
Ocak 1649 Salı günü, sıradışı ve eşi görülmemiş bir dram içinde, İngiltere,
İskoçya ve İrlanda'nın kutsanmış kralı I.
Charles, Whitehall'da idam edildi. Kralın ölümü gizli, gözlerden uzak bir
idam değildi. 'Bir köşede infaz edilmemişti', fakat daha sonra bir radikalin direttiği gibi, 'O, Tanrı'nın yasalarını açıkça çiğnediği için, gizlice
zehirlenerek ya da gözden uzak başka biçimlerde değil, dünyanın gözü önünde
yargılanmalı, mahkûm edilmeli ve asılmalıydı'. Charles, halkına ve İngiltere
yasalarına karşı işlediği suçlardan yargılandı. 'Ülke yasaları tarafından
sınırlandırılmış ve bu yasalara uygun biçimde (... ) halkının iyiliği ve yararı
için kendisine yönetim gücü verilen' kral, 'kendi iradesine göre yönetimde
bulunmak amacıyla sınırsız ve despotça bir güç' tesis etmek için 'haince bir
tasarı' hazırlamakla suçlandı. Charles, parlamentoların sık sık tekrarlanan
adaletsiz yönetimine deva olan, krallığın temel anayasasına saldırmış ve
halkını 'doğal olmayan, zalimane ve kanlı savaşlara' sokmuştu. Kral'ın
İskoçyalı ve İrlandalı tebaasına danışılmamış, Edinburgh'da bulunan oğlu, II.
Charles sıfatıyla taç giymişti; ne var ki, idamdan önce İngiltere'de bir askeri
darbe olmuştu. Parlamentonun Londralı radikallerle ilişki içinde olan
siyasallaşmış ordusu, kenti ele geçirmiş, 1648 Aralık ayında Charles ile tatmin
edici olmayan bir barış antlaşması yapmaya hazırlanan parlamento üyelerinin
(çoğunluğunun) meclisini tasfiye etmişti. Tasfiye edilmiş olan Avam
Kamarası'nın bildirisi şöyle haykırdı:
Tanrı'nın yanında yer alan halk, tüm adaletli iktidarın
kaynağıdır. (... ) Halk tarafından seçilen ve halkı temsil eden Parlamentoda
bir araya gelmiş İngiliz Avam Kamarası, bu ülkedeki en yüksek gücün sahibidir.
.. Avam Kamarası tarafından yasalaştırılan ya da yasa olarak çıkartılan her şey
yasa gücüne sahiptir; bu ulusun insanları, Kral'ın ya da Lordlar Kamarası'nın
onayı ve uzlaşımı olmasa bile, bu biçimde bir antlaşma yapmışlardır.[1]
Bu, açıkça, devrimci bir eylem gibi görünmektedir; fakat daha
yakından incelendiğinde bazı açıklamaların yapılması gerekmektedir. Kral, bir
kurum olarak monarşi ortadan kaldırılmadan önce yargılanıp suçlandı ve ölümü
oylandı. Aslında Charles'ın idamı, yeni bir monarkın egemenliğini ilan etmesini
önlemeyi hedefleyen bir yasanın alelacele çıkarılmasından dolayı, birkaç saat
geciktirilmişti. Parlamento ordusunun adı var kendisi yok kumandanı Sir Thomas
Fairfax, çılgınca bir tavırla, kralın hayatını kurtarmak üzere, son anda
kurtarma girişimlerine katılanlar arasında yer almıştı. Monarşinin ve Lordlar*
Kamarası'nın resmi olarak ortadan kaldırılması, 17 ve 19 Mart Yasaları'na kadar
tamamlanmamıştı. Parlamentonun 'kendisine savaş açmaya niyetlenen hain danışman
tarafından ayartılan krala' istemeyerek savaş ilan ettiği 1642 yazında, kralın
katledilmesi hiç kimse tarafından arzulanan ya da beklenen bir eylem değildi.
Resimlerle İngiliz İç Savaşı Tıklayarak büyütün ya da kaynağına bkz. Kaynakta başka resim ve bilgiler de var. Çok güzel... |
Saltanatını sürdüren bir hükümdarı ipe götüren bu dönüm
noktasını çevreleyen belirsizlikler, dikkatimizi, bu olayları yorumlarken
karşılaştığımız sorunlara çekmektedir. Gelişmelerin bir devrim olarak nitelenip
nitelenemeyeceği; bu gelişmelerin önceki eğilimlerin açıklanabilir bir sonucu
olarak mı, yoksa İngiliz tarihinde kısa ve bambaşka bir dönem olarak mı görüleceğine
dair derin görüş ayrılıkları vardır. Burada,
1649'da ortaya çıkan gelişmenin en azından kısa ve orta vadede İngiliz
yönetsel yapısında farklı bir değişimi üretmesi bakımından açıkça devrimci
nitelikte olduğu iddia edilecektir. Yaşanan,
bir kralın yerini
bir başkasının almasından ibaret basit bir süreç değil, aksine, üyelerinin yönetsel bir Devlet Konseyi'ni seçtiği tek kamaralı bir
Parlamento tarafından kolektif bir yönetimin tesis edilmesiyle birlikte iktidar
yapısında gerçekleşen değişimlerdi. İkincisi,
İngiltere'nin yöneticilerinin toplumsal statülerinde muazzam bir değişiklik
olmuş, yöneticiler sonraki onyıllarda aristokrasi saflarından değil, asıl
olarak toprak sahibi sınıfların geçmişi görece belirsiz üyelerinden
gelmişlerdi. Bu yöneticiler, 1640'tan önce sadece kendi yakın çevrelerinde
önemli olan kişilerdi. Üçüncüsü ve
erken modem bağlamda çok önemli olanı, 1649 Devrimi'nin hem zorunlu ve
kapsayıcı Ulusal Kilise'nin çöküşünü hem de Protestanlar için beklenmedik bir
dinsel serbestliğin varlığını kesinleştirmesidir. Bu bölümde, 1640'ların, yeni
siyasal uygulamaların doğuşuna ve devrimci süreçleri meydana getiren yeni
siyasal iletişim ve hareketlenme biçimlerine tanıklık ettiğini de iddia
edeceğim. Siyasal ve dinsel fikirler, radikal farklılıklar gösteren gelecek
anlayışını kolaylaştırmıştır. Bu gelişmelerin İngiltere'nin (ya da
Britanya'nın) toplumsal ve siyasal gelişiminde sürekli ya da uzun dönemli
değişimler biçiminde devrimci bir sonuç üretip üretmediği daha tartışmalıdır,
fakat bu, bütün devrimler için geçerlidir.
Uzun Parlamento ismiyle bilinen reformcu meclis 1640'da toplanmıştı. Resmin kaynağı |
Devrimin nedenleri
Hakkında ortaya konan açıklamaların, çatışmaların doğasına
ilişkin tanımlamayla kopmaz bir biçimde bağlı olduğu 'İngiliz Devrimi'nin
nedenleri etrafında pek çok tarihsel tartışma gelişmiştir. Bir iç savaşı mı,
bir isyanı mı yoksa bir devrimi mi açıklıyoruz? 1640'lar, devrimci bir sürece
mi yoksa bir kısmı kesinlikle 'devrimci olmayan', o güne değin görülmemiş bir
dizi dönüm noktasına mı tanıklık etti? Conrad Russell gibi tarihçiler, siyasal
krizler içinde, uygun olduğu ölçüde farklı açıklamalara haiz değişik aşamalar
ayırt etmemiz gerektiğini ileri sürmüştür. Ona göre, hayatta kalması
İngiltere'nin kuzeyindeki bir işgalci İskoç ordusunun varlığıyla güvence altına
alman reformcu Uzun Parlamento 1640'ta
toplandığında, öncelikli sorun, Charles yönetiminin en azından iki
krallıktaki çöküşünün hesabını vermekti. Fakat, 1642'de iç savaşın patlak vermesiyle, odak noktası, (1640'dan beri
toparlanma gösteren) kralın gücünü artırma yeteneğine ve Parlamento'nun ona
karşı bir örgütlenme isteğine kaymıştır. Russell, devrimin, iç savaş
deneyimleriyle radikalleşen bir azınlık tarafından başlatılarak ancak 1649'da
ortaya çıktığını öne sürmektedir. Bazı
tarihçilere göre, bunun yol açtığı, kralın katledilmesi olayı bile devrim
değildi: Kralın katledilmesi, savaş çılgınlığının, nasıl olursa olsun, pek çok
kişiyi barış isteğine sahip çıkma noktasına getirdiği bir durumda,
güvenilmezliği apaçık olan bir kralla anlaşmanın nasıl başarılacağına ve savaş
yıllarının semeresinin nasıl güvence altına alınabileceğine ilişkin çözümsüz
bir ikilemden kaçmaya dönük umutsuz bir girişimdi.
Yirmi beş yıl öncesine kadar, Kıta Avrupası'ndaki erken
isyanlarla ve çağdaş mücadelelerle kıyaslanan İngiltere'deki başkaldırının
farklılığını vurgulamak, etkili tarihsel gelenekler içinde olağandı. Marksist gelenek açısından, İngiliz
Devrimi, bir bakıma, modern kapitalist sistemin feodal toplumsal yapının yerini
alması cihetiyle bir 'burjuva devrimi'ydi. 'Liberaller'
ya da Whigler açısından, İngiliz Devrimi'nin farklılığı, modem özgürlüğün
-anayasal monarşi, bireysel haklar ve dinsel özgürlük- doğuşuna yaptığı katkıda
yatmaktadır. Öte yandan, çoğu yakın dönem tarih bilimci, İngiliz İç Savaşı'nı
daha çok geçmişe, geleneksel isyanlara bağlayarak, yeniden ziyade eskiyi
vurgulamıştır. İç savaş sırasında sadakatin belirlenmesinde dinsel bağlılığın
oynadığı merkezi rol, John Morrill tarafından öne sürülen, çatışmanın,
Avrupa'nın ilk büyük devriminden ziyade son
büyük din çatışmasını imlediği şeklindeki ünlü yargıyı canlandırmıştır;
1640'ta bir Parlamento kurulmasını ya da 1645'e kadar Parlamento'nun askeri
komutasının, 1648'den itibaren de siyasal kurullarının devamını talep edenlerin
önde gelen lordlar olması, John Adamson'u,
iç savaşın, Charles ile onun en sıkı destekçileri olması gereken büyük soylular
arasındaki güvenin ortadan kalkması, baronlar arasındaki geleneksel tipte bir Ortaçağ çatışması olarak görülmesi
gerektiğini ileri sürmeye sevk etmiştir. Günümüzde, Charles'a karşı var olan muhalefetin
radikal olmadığı, aksine, pek etkili olmasa da, muhteris bir mutlak monarka
karşı geleneksel özgürlüklerin muhafazakar bir savunusunu yaptığı şeklindeki
ortak yargı, Kıta Avrupası'ndaki çağdaş olaylarla yapılan kıyaslamalar
üzerinden vurgulanmıştır. Charles'ın sorunları, çoğu Avrupalı monarkın
krallıklarına bağlı farklı bölgelerle uğraşırken karşılaştıkları güçlüklerin
bir örneği olarak sunuldu. Biz, belki de, bir İngiliz iç savaşı ya da
devriminden ziyade, bir 'Britanya sorunu'nu araştırmalıyız. Charles,
birbirlerinden çok farklı üç (Galler'i de katarsak dört) krallığı birden
yönetti; savaş, maliye ve vergi toplamaya ilişkin 'normal' sorunlarla ve
uzaktaki seçkinleri patronaj ağlan içine katmanın getirdiği güçlüklerle
birlikte, Katolik İrlanda, Calvinci İskoçya ve bölünmüş İngiltere'yi içeren
karmaşık dinsel gerilimlerle başa çıkması daha da zordu. Charles'ın hoşa
gitmeyen bir dua kitabını dayatmadaki başarısız girişimi, İskoçya'da yaygın bir
ulusal ayaklanmayı ateşledi. Bu, 1640'ta İskoçların saldırısını püskürtmeye çalışan
yönetimin girişimlerini sonuç olarak çok az desteklemiş olan İngiltere'deki
bağnaz Protestanların büyük sempatisini kazanan bir ayaklanmaydı.
Conrad Russell'in 'devrimci olmayan İngiltere' teriminde
yaptığı vurguya, son dönemde başka çalışmalarda karşı çıkılmıştır.
İngiltere'nin 1603'te, 1640'ta veya 1642'de kaçınılmaz bir şekilde devrime
yöneldiğini öne sürmek, olayları çok basite indirgemek olurdu. Russell, bizzat
iç savaşın eşi görülmemiş olaylarının her iki cinsten insanların önüne büyük olanaklar
çıkarttığını vurgularken belki de haklıydı. Yine de, devrimin, 1640'a kadar
İngiliz siyasal kültüründe zaten var olan potansiyelleri geliştirdiği ileri
sürülebilir. İngiliz yaşam tarzının olağan hareketsizliğinden ve hiyerarşik
kalıbından bir sapma olmaktan çok uzak olan 1640 olayları, İngiltere'nin
toplumsal, dinsel ve siyasal gelişimi içindeki daha yaygın eğilimlere göre
açıklanabilir. Bu bölümün geri kalan kısmında bu boyut ayrıntılı olarak
incelenecektir.
İlk olarak, ekonomik ve toplumsal değişmeyi incelersek, çoğu araştırmanın, iç savaş ve devrimin
feodalizmden kapitalizme geçişte yaşanan değişimle doğrudan bağlantılı olduğunu
öne süren eski Marksist savı savunmayı zorlaştırdığı açıktır. İç savaşta
hükümdara bağlılığın toplumsal nitelikleri üzerine yapılan çalışmalar, çatışmanın kralcı ve feodal bir sınıfla
parlamenter bir burjuvazi arasında geçmediğini kesin olarak göstermiştir.
Bununla beraber, toplumsal ve ekonomik düzenlemedeki asıl öncelikleri ticari,
sömürgeci ve endüstriyel girişimlerin gelişmesine yardımcı olmaktan ziyade,
vergi olarak alınan kazançları artırma yönündeki monarkın kaprislerinin, toprak
sahipleri arasındaki nüfuzlu kesimleri rahatsız etmiş olması muhtemeldir. Lord
Brooke ya da Kont Warwick gibi Amerika'da ve Karayipler'de sömürgeci çıkarları
bulunan ateşli Protestan lordlar, krallık tarafından büyük şirketlere
bahşedilen ayrıcalıklardan yararlanamayan Londra kentinin yeni ortaya çıkmış
tüccar unsurlarıyla dinsel olduğu kadar ekonomik bir ortak temele de
sahiplerdi. Daha genel anlamda, bu değişim yüzyılı, geniş toplumsal grupları
kapsayan bir parlamento ülküsü üzerinden krala karşı çıkılmasını hızlandırmıştı,
Artan nüfus ve ekonomik genişleme, seçkinler arasında, toplumsal hareketlilik
ve toplumsal ayrlşmalar, yoksul ların artan sayısıyla birlikte hiyerarşiye karşı
yükselen 'tehdit' konusunda endişe yarattı. Aynı dönemde, lordlar sınıfı ve
toprak soyluları arasında yer alan birçok kişi, yerel çevrelerinde, kendine
güvenen, güçlü kişiler haline gelerek zenginleşmişti. Bunlar, iktidarlarını,
bağımlılıktan ziyade tahtın ücretsiz hizmetçileri olarak ellerinde
bulundurdular; hükümdar, sorumluluğu kendisine ait olmak üzere, onların
desteğini kaybetti. Hiyerarşide onların altında bulunan ve son dönemlerde birçok
tarihsel çalışmanın konusu olan 'orta boy' toprak sahipleri, zanaatçılar ve
tüccarlar için de toplumsal değişmenin etkisi iki yönlüydü. Bazıları enflasyon
ve artan borçlardan dolayı tökezlemişti, fakat 1640 itibarıyla, kilisenin
idaresindeki çoğu bölgede, epeyce ticarileşmiş olan bir toplumdan kazanç elde
etmiş olan aile reisleri, kilise mütevellisi[2]*
ve üst düzey görevlilerin ya da yoksulların nezaretçisi olarak yerel jürilerde
etkin olan köy ileri gelenleri vardı. Mülk sahibi erkek hane reislerinden çoğu,
yönetim yapılarına katılarak yasal süreçler ve yerel siyaset hakkında bir
kavrayış geliştirmişlerdi. Bu, onları devrimci bir sınıf ya da kaçınılmaz
biçimde parlamento yanlısı yapmamıştı, ama 1640'larda kendilerini hedef alan
siyasal mesajlara karşılık verebilecek ve bu mesajlar üzerine harekete
geçebilecek yeterliliğe sahiplerdi. Ekonomik genişlemenin 1620'lerden itibaren
bunalım ve durgunlukla sonuçlanması da konuyla doğrudan ilişkilidir; diğer
devrimci durumlarda olduğu gibi, ekonomik sıkıntılar, politik durumun kötüleşmesine
yol açan bir diğer etmen olmuştur. Son olarak, 1649 yılı civarında, İngiliz
ekonomisi tarihinin en umutsuz dönemlerinden birini yaşamaktaydı, zira uzun ve
acı bir savaşın ekonomide yarattığı yıkım sonucunda zayıf bir hasat ve ticari
karışıklık yaşanmıştı. Savaştan usanmış bir halkın toplumsal huzursuzluktan ve
kral tarafından askere alınmaktan duyduğu korku, radikal çözümün kıyıcı bir
siyasal istikrara ulaşmasını güçleştirmişti.
İngiliz siyasal kültüründeki radikal potansiyelin daha ileri
düzeyde tartışılması gereklidir, fakat siyasal iktidarın doğasına ilişkin karmaşık
ve çelişkili varsayımların, en azından 1590'lardan bu yana mevcut olduğu daha
baştan vurgulanmalıdır. Otoriteye, düzene ve hiyerarşiye duyulan bağlılık
karşısında, özellikle kralın keyfi tavrını cesaretlendiren uğursuz danışmanlara
karşı bir kalkan işlevi gören, düzenli ve özgür biçimde seçilen parlamentolar
aracılığıyla geniş bir siyasal katılıma inanç duyulmaktaydı. Birbirleriyle
çatışan farklı ideolojiler pek de fazla değildi; örneğin, hukuksal yönetime
bağlılık ve fikir birliğinin onaylanması, siyasal açıdan etkin olanlar arasında
olağandı. Aynı bireyler içinde çelişkili eğilimlere sıklıkla rastlanmaktadır.
Fakat, 1620'lerde olduğu gibi, ihtilafın arttığı dönemlerde, savaşın idari ve
mali gerekleri hakkındaki çatışmalar sırasında ya da dinsel değişim eğilimine
dair korkuların yoğunlaştığı zamanlar, karşıt siyasal ideolojiler üzerinde
temellenen ayrılıklar netleşmiştir. Böylesi zamanlarda, seçkinler arasında
bulunan önemli kesimler kendilerini halkın hizmetkarları, sarayın özel
çıkarlarına karşı 'ülke'nin çıkar ve geleneklerinin savunucuları olarak
sunmuşlardır. Fakat 'siyasal ulus' -düşünce ve eylemleri önemli olan insanlar-
Parlamento'da oturan insanlarla ya da yerel yönetimin önde gelenleriyle sınırlı
değildi. Kışkırtıcı konuşmaların kaçınılmaz olarak bölücü kanıtlarının ve iktidardakiler
hakkında iftiralarla dolu hikâye ve manzumelerin ortaya koyduğu gibi, siyasiler
hakkında -çoğunlukla saygısızca- fikir sahibi olmak için okuryazar ya da
varlıklı olmanın gerekmediği bir dönemde, halkın geniş kesimleri arasında
siyasal ve dinsel olaylar hakkındaki haberlere ve dedikodulara karşı doymak bilmez
bir iştah vardı. Siyasal haber ve konuşmaların birçoğu, Buckingham, Strafford
ve Laud gibi saray mensupları[3]*
ve danışmanlarına yönelik müstehcen saldırılardan oluşacak denli kaba ve
incelikten yoksundu, fakat, elbette, bu tür siyasal fikirler, çoğu zaman,
seçkinlerin ölçülü görüşlerinin ifade ettiğinden daha fazla kutuplara bölünmüştü.
Yine, etkisi 1620'lerde kraliyetin topladığı aşırı vergilere karşı direnişte ve
parlamento seçimlerinde görülen ve 1640'ların yaygın eylemciliğinde tam
anlamıyla ortaya çıkacak olan, geniş gruplar arasındaki, siyasal amaçlarla
harekete geçmeye yönelik büyük potansiyeli fark etmek mümkündür. Uzun süreden
beri devam eden, otoriteye karşı takınılmış saygısız tutum ve İngiliz siyasi
yapılarının özünde kolektif ve katılımcı olduğu görüşü, 1649 dramının
gerçekleşmesine yardım etmiştir.
Uzun süreden beri var olan dinsel bölünmeler, iç savaşta
muhalif tarafların oluşmasında çok önemliydi. Kralın kendisi ve takipçilerinden
pek çoğu, kendisini komünal, kiliseye ait ayinlerle ifade eden İngiliz Kilisesi'nin
hiyerarşik ve törensel bakışına bağlı kalmıştı. Onlara göre, Reformasyon,
dünyanın olduğu gibi vaaz edilmesine ve teoloji hakkındaki içi boş spekülasyona
fazla önem vererek, yanlış yönde, yeterince ileri gitmişti. Öte yandan,
1640'lara kadar, başlangıçta karşıtları tarafından kendilerine verilen Püriten
etiketini memnuniyetle kabul etmiş olan çoğu gayretli Protestan, Reformasyon'un
yarı yolda kaldığına ve Charles ile onun Baş piskoposu William Laud tarafından
yolundan döndürülmeye çalışıldığına inanıyordu. Püritenler, Tanrı'nın ruhları
ve yaşamları üzerindeki inayetine ilişkin güçlü bireysel duyguyu, onun
isteklerini yerine getirmek için yeryüzünde birlikte çalışan bir topluluk
kurmaya yönelik eşit derecede güçlü bir duyguyla birleştiriyorlardı. İnsanlığı Tanrı’nın
seçkin azizleriyle ahlaksızlar ya da
lanetliler diye ikiye bölen Calvinciler'in kaderci amentüsü, birçok Püriten
eylemciye esin kaynağı olmuştu. Gayretli İngiliz Protestanlığı için bir başka
önemli nokta, 'öteki' -Katoliklik ya da 'Katolik kilisesinin öğretileri ve
ibadet biçimleri tarafından temsil edilen İsa karşıtı karanlık güçler-
korkusuydu. I.James, Barut entrikasında
Katolikler'in seçtikleri ilk kurban olmasına karşın, onun oğlu Charles'ın
gerçek dinin düşmanı olduğu şeklinde korkunç ve rahatsız edici bir kuşku
gelişmişti. Katolikler Avrupa'da ilerlerken, Kral'ın izlediği dış politikaya
dair tereddütler ve bu politikanın başarısızlıkları, kiliselerin doğu ucundaki sunakların kutsal yerler olarak parmaklıklarla
çevrilmesi gibi Katolikçe 'yenilikleri' desteklemesi kadar büyük bir önem
taşımaktaydı. Halkın önemli bir bölümü için, Charles, Sebt gününde[4]*
'spor yapılmasını' ya da (kendi deyimiyle) 'yasal dinlenceleri' teşvik eden,
Lordlar Günü'nün kutsallığına karşı tüyler ürpertici derecede saygısız olan bir
putperestti.
1641'de, İrlandalı isyancılar, Protestan baskısına karşı
ayaklanmaları için Kral'dan yetki talep ettiklerinde, istekleri, İngiltere'de
birçok kişiye bütünüyle akla yatkın görünmüştü. Bu çerçevede, Charles'ın
1649'da haklı olarak cezalandırılması da pek sıradışı görünmemektedir. İki iç
savaşta aldığı büyük yenilgilerin açıkça kanıtladığı üzere, Tanrı'nın karşısında olan bu 'kanlı adam',
Efendi için savaşan azizler olduklarına inanan insanlar tarafından darağacına
çıkarılmıştı.
Dinle siyaset arasında çok keskin bir şekilde ayrım yapmak
yanlış olacaktır. Papalığı sık sık mutlak monarşiyle ilişkilendiren meclis
yanlıları, eski papalığın, ancak gerçek dini savunan Parlamento ile İngiliz
yasa ve özgürlüklerine saldırarak zafer elde ettiğine inanıyorlardı. 1641
İrlanda isyanının hemen ardından parlamento tarafından geçirilen ve Charles'ın
kişisel yönetimini kınayan tartışmalı bildiri, Büyük İtiraz, şu konuda diretmişti: "Tüm bu kötülüğün
kökeninde, dinin ve bu krallığın adaletinin üzerinde katı biçimde tesis
edildiği temel yasaları ve yönetim ilkelerini yıkmayı hedefleyen soysuz ve
alçakça bir tasarı buluyoruz." Kral ve destekçileri açısından, küstah
Calvinci Püritenler'in tüm otoriteye kaçınılmaz biçimde saldıracaklarına dair
bir korku vardı; bu, 1638'deki İskoç ayaklanmasından sonra, Kral'ın içine düşen
bir korkuydu. Öte yandan, Parlamenter Püritenler'e göre, İrlanda başkaldırısı,
papalığın en büyük korkularının tamamını doğrulamıştı.
Hem Kral hem de parlamento, Uzun Parlamento'nun açılışında
ve özellikle 1642'de savaş için örgütlenirken halkın geniş kesimlerinin desteğini
elde etmeye çalıştı; propaganda amacıyla dinsel ve politik düşüncelere başvurmak,
yerel soyluların güç toplamak için kullandıkları para ya da baskı kadar
gerekliydi. İki tarafın da, halka dayanmanın yıkıcı yan etkilerine ilişkin endişeleri
vardı; Büyük İtiraz'ı yayınlama önerisi, başlangıçta, Avam Kamarası'nda
reddedilmişti. Fakat parlamento tarafında destek çağrıları daha doğal ya da
daha gönüllü bir biçimde karşılanmıştı. Halkın temsilcisi olma rolü, Avam
Kamarası'nın kendi imgesinin temel önemdeki parçasıydı; katılım ve rıza inancı
-her ne kadar kazanılmış haklar olarak da olsa üzerine temellenen parlamento
bildirilerinde resmen açıklanarak yürürlüğe konmuştu. Kral'ın, siyasal sürecin,
emirlerin yukarıdan aşağıya doğru yerine getirilmesiyle yürüdüğü şeklindeki
varsayımı, her nasılsa, daha karmaşık bir destek bulmuştu. Ne olursa olsun,
parlamento çevrelerinde, yeni hareket biçimlerinin devrimci bir etkiye sahip
olacağı düşünülüyordu; yöntemler, yapılar, fikirler ve halk, önümüzdeki
sayfalarda incelenecektir.
Devrimci yöntemler
Parlamento, Elizabethçi İngiltere'den örnek alınan
gelenekler ve 1638 İskoç Ulusal Sözleşmesi üzerine inşa ettiği antlarla halkı
davasına bağlamaya çalıştı. Bunlar, Kral'a edilen bireysel sadakat yeminleri
değil, belirli ideolojik konumlanışların kolektif olarak onaylanmasıydı. Tüm
yetişkin erkeklerin yemin etmesinin hedeflendiği 1641 Mayıs Protestosu,
taraftarlarını, Kral'ın kişiliğini ve mevkisini olduğu kadar, gerçek reformcu
Protestan dinini, Parlamento'nun ayrıcalıklarını ve tebaanın özgürlüklerini de
desteklemek durumunda bıraktı. İskoçlar'la varılan ittifakın bir göstergesi
olarak, 1643 güzünde kabul edilen 'Görkemli
Birlik ve Anlaşma', dinsel reforma bağlılığı da içeriyordu; en azından, Londra'nın
kilise denetimindeki bazı idari bölgelerinde erkekler kadar kadınlar da bu
birliğe para bağışı yapıyorlardı. 1649'dan önceki tüm yeminler monarşiye
sunulan desteği içeriyordu, fakat bunlar, Charles'ın otoriter görüşüyle
-tebaanın kolektif isteklerinin hesaba katılması gereken görüş- pek de bağdaşmayan
bir krallık anlayışına işaret etmekteydi.
Uzun Parlamento'nun ilk aylarında rastlanan dinsel reform
hakkındaki dilekçelerden 1648 kışında Kral'ın yargılanması çağrısı yapanların
verdiği dilekçelere değin, toplu dilekçe
verme, devrimci hareketlenmenin önemli unsurlarından biriydi. Birçok kişi,
bir dilekçeyi imzalayarak (ya da, yazamıyorlarsa, kendilerini ifade eden bir işaret
koyarak) siyasal ve dinsel tartışmalara dahil oldu. On dokuz ilde piskoposluğa
karşı dilekçeler yazılırken, Cheshire'dan yollanan ve yirmi iki ilden 6.000 kişinin
imzasını kapsayan bir dilekçe ise piskoposları savunmak adına gönderilmişti. Hemen
tüm iller Büyük İtiraz'a ilişkin bir yanıt verdiler - Derbyshire'da bu, bir
kilise bölgesinden diğerine, aylık bir destek talebi üzerine temellendirildi.
Savaş esnasında, Parlamento kanadında dilekçe verme daha partizanca, daha
kararlı ve radikal biçimde gerçekleşti. Londra'da Presbitaryenler'in[5]*
hattında yeniden şekillendirilmiş ulusal bir kilise isteminde bulunan ve bu
isteme karşı duran büyük ölçekli toplu dilekçe verme eylemleri düzenlendi. Radikal, ayrılıkçı
toplulukların üyeleri, dinsel yetkeciliğe karşı harekete geçtiler ve ruhban
sınıfının, avukatların, büyük tüccarların, hatta nankör parlamentonun baskısına
karşı ılımlı mülk sahipininin haklarını savunan daha geniş bir demokratik
siyasal akım, Toplumsal Eşitlikçiler[6]*
ortaya çıktı. Püritenlik gibi Toplumsal Eşitlikçilik de suistimal edilen bir
terimdi ve hareketin kendi tanımı, bir dilekçe üzerine temellendirilmişti:
Toplumsal Eşitlikçiler, kendilerini, '11 Eylül 1648 Büyük Dilekçesi'nin
Sunucuları, Geliştiricileri ve Onaylatıcıları' olarak tanımlamışlardı.
Parlamentonun Yeni Model Ordusu, 1647 ilkbaharında, şikâyetleri ele
alınmaksızın dağıtılmalarına yönelik apar topar başlatılan girişimlere karşı
dilekçe vermişti. Bu etkinliğin askerleri 'devlete ve toplumsal barış
dağıtıcılarına karşı düşman kıldığı’ şeklindeki Avam Kamarası'nın talihsiz
yargısı, ilişkileri geriye dönülemez biçimde bozmuştu.[7]
Yemin etme ve dilekçe verme eylemleri, devrimci ritüeller
içine alınmıştı. Coventry'de 1643 yılı Aralık ayında, Denbigh Kontu'nun
askerlerince yapılan anlaşmada olduğu gibi, elde edilen muazzam gelirler,
davaya bağlılığın en canlı örneklerini temsil etmektedir. Taşralı dilekçe
eylemcileri, tantanalı biçimde Londra'dan Westminster'e ilerlediler: Londralı
bir zanaatkar olan Nehemiah Wallington, 'şapka ve kemerlerine iliştirilmiş
protesto açıklamalarıyla', 1642 yılı Şubat ayında Londra Köprüsü'nde yürüyen
yüzlerce Kentli erkeği izledi. Wallington, kentteki birçok gösteriye de
tanıklık etti; Charles'ın keyfi yönetiminin daha sonraki şehitlerinden biri
olacak Dr. John Bastwick, Aralık 1640'ta, hapishane dönüşünde, Blackheath'de,
1630'ların acılarını anıp zaferlerini kutlayan, 'ellerinde biberiyeleri ve
defneleriyle binlerce at arabası, atlı ve yaya' tarafından karşılandı.[8]
Önceleri, dilekçe, genellikle basılı olan bir metindi ve
1640'larda ucuz kağıttan yapılmış, hızlıca üretilen dinsel ve siyasal yayınlar,
söz konusu devrimci kültürün tanımlayıcı özelliğiydi. Modernitenin başlarında,
İngiltere, kısmen okuryazar bir toplumdu, fakat basılı yazı hep vardı; sözlü ve
yazılı iletişim biçimleri birbirleriyle yakından ilişkiliydi. Onyedinci yüzyılın
ortalarında, pek çok toplulukta, yazamasa bile okuyabilen bir azınlık
bulunurken, Londra'da erkek ve kadınların önemli bir çoğunluğu okuryazardı.
Matbaa teknolojisi, olaylara ve polemiğe yol açan saldırılara hızla yanıt veren
etkili bir basım yolu olduğundan, dilekçeler, parlamento emirleri ve askeri kumandanlardan
gelen mektuplar kadar, haber kitapları ya da bir muhalifin duruşuna yönelik
tekzipler de, yüksek sesle okunmak, tartışılmak ve bazen de dönemin
hususiyetini kavrayan kişilerce sistematik biçimde biriktirilmek üzere piyasaya
sürülüyordu. Matbuat, sadece Kral'a karşı parlamentonun konumunu ortaya
koymanın çok hızlı bir aracı değildi; parlamento davası içinde bölücü ve
radikalleştirici tartışmalar yapmanın bir yolu haline de gelmişti. Bununla birlikte,
1650'lere kadar parlamentonun yasadışı ve bozguncu matbuata karşı önlem alma
girişimleri yalnızca zaman zaman başarılı olabilmişti.
Devrimci yapılar
Parlamento bir iç savaşta çarpışmaya oldukça hazırlıklıydı,
çünkü komitelerinin İskoçlar'la müzakerelerinde ve borçları ödeyerek işgalci
ordularını sepetlemek için gereken parayı toplamakta asli rolü oynadığı 1640
Kasımı'ndan beri yürütme gücünü yavaş yavaş ele almaktaydı. Bu, aslında,
hükümdarın komutası altında kararsız biçimde ve kısa süreliğine toplanan bir
kurumun isteksiz fakat amansızca savaşı örgütleyen bir yasama organı olduğu
kadar kolektif, daimi bir yürütme organı haline de geldiği devrimci bir
süreçti. Parlamentonun İskoçlar'la resmi ittifakından sonra, savaş çabalarını
denetlemek için 1644'ün başlarında Krallıklar Komitesi kuruldu. Dolayısıyla,
İngiltere'nin yönetsel otoritesi olarak 1649'da kurulan Devlet Konseyi ile
ilgili örnek gelenekler (yerleşik uygulamalar) vardı. Parlamentonun gayrıresmi,
radikal kanadında da yeni yapılar ortaya çıkmıştı. Londra'da olduğu gibi,
bunlardan bazıları kilise bölgesi ya da semt organları üzerinde temellendirilmişti.
Kent yetkilileri ve parlamento üzerinde baskı kurmak isteyenlerin başını,
radikal dinsel tarikatlara karşı baskıcı önlemler alınması ve Kilise'nin, İskoç
modeline yakın bir biçimde, Presbiteryen çizgide hızlı bir reformdan
geçirilmesi için dilekçe veren ve lobi çalışmaları yürüten Presbiteryenler
çekiyordu. Bu hareket, çoğu zaman, parlamenter yelpazedeki dinsel duruşundan
dolayı, 'muhafazakâr' olarak görülmektedir ama yöntemleri -kuşkusuz- yeniydi.
Londra'daki siyasal ajitasyon,
1640'ların başında savaşın daha gayretli bir biçimde sürdürülmesi doğrultusunda
kampanya yürütmüş olan eski toplumsal ağların parçalanmasının işareti oldu.
Londra'da, Presbiteryen harekete karşıt olarak, yeni ortaya çıkmakta olan, bir
araya gelmiş ayrılıkçı kiliselerden oluşan ve kuşkusuz radikal bir hareket gelişmişti.
Bunlardan bazıları Calvinci gelenek içinde kaldı, fakat radikal olanların çoğu
-Genel Baptistler- toptan kurtuluşa inanıyordu. İşte, Toplumsal Eşitlikçiler bu çevreden çıkıp gelmişti. Tarikatın
katılım ve özyönetim alışkanlıkları, demokratik siyasal olanaklara önemli bir
katkıda bulunmuştu. Londra'daki tüm hizipler, matbuattan yoğun bir şekilde yararlanmıştı. Radikaller, çoğu zaman,
yasadışı ve yeraltı yayınlara bel bağlamışlardı.
Son olarak, Parlamento'nun Yeni Model Ordusu, siyasal
etkinliğini geliştirmek için yeni yapılar üretmişti. 1647 ilkbaharından
itibaren her alay ve daha sonra her yaya bölüğü ya da atlı birlik, şikayetlerini
kaleme almak ve protestoyu koordine etmek üzere piyadeler arasından iki 'ajitatör'
ya da temsilci seçmeye başlamıştı. Aynı yılın daha sonraki aylarında (Ekim
1647), ajitatörler, eşit sayıda subayla birlikte, Genel Ordu Konseyi'ni oluşturarak,
asker, subay ve Toplumsal Eşitlikçiler'in krallığın geleceğini ve siyasal
iktidarın doğasını birlikte etkili biçimde tartıştıkları 'Putney Tartışmaları'na katıldılar. 1647 yılı Aralık ayından
itibaren de, Ordu Konseyi sadece subaylardan oluştu, fakat siyasal tartışma ve
devrimci örgütlenmenin önemli bir arenası olarak kaldı.
Devrimci fikirler
'Parlamento davasının' ideolojik içeriği karmaşık ve
esnekti; bu yüzden, radikal bir gelişim gücüne sahipti. İncil'den sonra en
fazla alıntı yapılan kitap, Toplumsal Eşitlikçi lider John Lilburne tarafından yazılan parlamento bildirilerinin bir
derlemesiydi. Parlamentonun Kral'a karşı savaşmaya ilişkin öne sürdüğü
nedenler, bir ölçüde geleneksel, hatta 'görünüş
itibarıyla gericiydi'. Bu nedenler, modern özgürlüklerden ziyade tüzel,
Ortaçağ'daki anlamıyla ayrıcalık olarak anlaşılan özgürlüklerle birlikte,
papaya bağlı şeytani konsüllerin saldırılarına karşı krallığın tarihsel haklarını
ve özgürlüklerini savunuyordu. Büyük İtiraz, 'üzerinde bu krallığın dininin ve
adaletinin kararlı bir biçimde tesis edildiği yönetimin temel yasa ve
ilkelerini ortadan kaldırma gayretlerinin soysuz ve alçakça tasarısını'
kınamıştı. Bununla birlikte, özgürlükler ve temsili bir parlamento üzerine
yapılan vurgu, önceki deneyimleri yerel kaynaklar ve iktidar yapıları üzerine
odaklanmış olan insanların siyasal haklara yönelik doğrudan istemlerde
bulunmasına doğru ilerletilebilirdi. Benzer
biçimde, geçmişe yönelik çağrılar üzerinde temellendirilen bir tartışma biçimi,
kendi içeriği açısından asla 'gerici bir görünüme' sahip değildi; ülküleştirilen
geçmişler, çeşitli yeni kalkış noktalarını meşrulaştırmak için
kullanılabilirdi.
Böylesine esnek bir tarihsel öğretinin başka bir örneği 'Norman
Boyun duruğu'ydu. Yaygın görüşe bağlı parlamenterler için, Norman Boyundu ruğu,
düzenli parlamentolar ve düzgün işleyen yasal süreçler gibi, İngiliz hak ve
geleneklerini gölgede bırakmıştı. Bu haklar, Magna Carta ile sağlama bağlanmış
ya da restore edilmişti ve şimdi bunları korumak parlamentonun göreviydi.
Bununla birlikte, Toplumsal Eşitlikçiler gibi siyasal radikaller, Sakson
hakları -doğuştan özgür İngilizler'in sahip oldukları haklar- anlayışını
önermişler ve bu hakların sıradan insanlardan hala uzak tutulduğunu ileri sürmüşlerdi:
Magna Carta, 'tahammül edilemez köleliğin birçok izini taşıdığı için, tek
başına yetersizdi.' 'Gerçek Toplumsal Eşitlikçi' ya da ekonomik eşitliği
savunan Diggerlar'ın lideri Gerrard Winstanley için, 'Norman Boyunduruğu', özel
mülkiyeti içeriyordu. Tarihin kullanılışına ilişkin karmaşıklıklar,
İngiltere'de kraliyet yönetimini yıkmaya hazırlanan Yasa ile örneklenebilir. Bu
yasa, ulusun 'adil ve eski haklarına, meclisteki kendi temsilcileri tarafından
ve ulusal toplantılarla yönetilmeye' geri döndüğüne işaret ederken, monarşinin
de sonunu ifade ediyordu. Bu, kendi içinde tarihsel bir meşrulaştırma mitiydi;
fakat yasa, monarşiye karşı eğitim ve dayanak sağlamak için tarihi farklı
biçimde de kullanmıştı: Yaşananlar göstermiştir ki, bir kralın bu ulustaki ve
İrlanda'daki görevinin ve iktidarının tek kişide toplanması, halkın özgürlüğü,
güvenliği ve ortak çıkan için gereksiz, külfetli ve tehlikelidir ve çoğu zaman
iktidarın kullanımında, halkı baskı altına almak, yoksullaştırmak ve
köleleştirmek için kraliyet iktidarından ve imtiyazından yararlanılmıştır.
Son olarak, bu Yasa, 'halkın tam bağımsızlığı ve
özgürlüğünün' ihlal edilmemesi gerektiği varsayımından hareketle, soyut bir
doğal haklar kavramı üzerine kurulmuştu. Aynı şekilde, Toplumsal Eşitlikçiler
de amaçlarını desteklemediği zaman geçmişi reddedebiliyorlardı:
"Atalarımız her kim olursa olsun ya da ne yapmış, neden ötürü acı çekmiş
ya da her neye boyun eğdirilmeye zorlanmış olursa olsun, bizler bu çağın insanlarıyız."[9]
Dinsel bağlılık (sadakat), İngiliz Devrimi için hayati
önemdeydi. En yavan biçiminde bile, gayretkeş Püritenlik'in, Efendi'nin
davasındaki bireysel belirlenim ve kendi kendini kutsamayı teşvik etmek
konusunda muazzam bir potansiyeli vardı. Püritenlik, Tanrı'nın onaylayacağı şekilde
değiştirilmiş kolektif bir toplum görüşü (daha doğrusu birbirlerine rakip
kolektif görüşler) de önermiştir. Bir kez daha geçmiş ve gelecek kaynaştırılmıştır.
Havarilerin izinden giden kutsal bir kilise arayışı, Tanrı'nın amacının bir
kısmının da insanlarının ilerici aydınlanması olduğu yollu, Reformasyon'un
merkezinde duran inançla uyuşuyordu. 1640'lı yıllar boyunca, dindarlar
arasında, Tanrı'nın kendi davalarını kutsadığı ve Charles'a karşı şahitlik
ettiği duygusu ortaya çıkmıştı. Mayıs 1648'de, askeri bir ibadet toplantısında,
askerler, Efendi'nin 'bu yılki tüm girişimlerinde bize nasıl da yol göstermiş
ve bizi nasıl da refaha kavuşturmuş olduğunu' not etmişlerdi. 'Efendi'nin
davasına ihanet etmesinin, akıtmış olduğu kanın ve bu yoksul uluslardaki halka
yaptığı kötülüklerin hesabını vermesi için, Charles Stuart'a, bu eli kanlı
adama çağrıda bulunmak' onların göreviydi.[10]
Zaten, yukarıda da belirtildiği gibi,
Charles'ın gerçek dine yönelik hoşnutsuzluğuna ilişkin kuşku, savaşla dramatik
bir biçimde yoğunlaşmıştı. Din, meclis yanlıları arasında amansız bir
bölünmenin kaynağıydı. Püritenlik, 1640 ve 1650'lerde, reforme edilmiş bir
ulusal kilise isteyenlerle dinsel özgürlüğü destekleyen ve gerçek kilisenin
dindarların gönüllü bir birlikteciliği olduğunu savunan ve kendi içlerinde de
sık sık bölünen kesimler a rasında parçalanmıştı. 1648-49'da, devrimi ileri
götürenlerin çoğunluğuğu ikinci gruba bağlıydı. İsa'yla ve İsa'nın saçtığı ışıkla
kurulan güçlü bir kişisel özdeşlik duygusu, Koruyucu Lord Oliver Cromwell'den
Digger Winstanley'e kadar birçok kişi tarafından savunuluyordu. Bu olağandışı
dönemin, halkı adına olağanüstü şeyler yapmak ve bu dünyayı azizleriyle birlikte binyıl yönetmek için
ikinci kez yeryüzüne gelecek olan
İsa'nın muştucusu sayılan son günler olduğuna ilişkin yaygın binyılcı
umutlar da vardı. Cromwell gibi bazılarına göre, binyılcı umutlar, ruhsal,
uhrevi değişime odaklanmıştı; fakat 1650'lerde bazı radikaller -'Beşinci Monarşi'nin
Adamları'- tam anlamıyla bir siyasal dönüşüm umuyorlardı. Binyılcı beklentiler,
kesinlikle, Kral'ın idam hükmünün verilmesine ve infazının gerçekleştirilmesine yardımcı
olmuştu ve bu, farklı ütopyacı önerilerle de ilişkilendirilmişti. Gerrard Winstanley'in
'kralın iktidarının' tüm biçimlerini ortadan kaldıran eşitlikçi bir ulus
(commonwealth) kurma yönündeki görüşü anımsanmaya değer bir örnektir.
Yukarıda tartışıldığı gibi, laik ve dinsel fikirler, papalık
karşıtlığı gibi yaygın bazı temalar içinde bir araya getirilmişti. Benzer şekilde,
İngiliz siyasal kültüründe yer alan kısmen cumhuriyetçi bir akım, hem klasik
bir hümanizmden hem de erkek aile reislerinin yasal ve siyasal süreçlere yaygın
biçimde katılımında ifade bulan ve kamusal değerlere yönelik sıkı bir
Protestanca bağlılıktan yararlanmıştır. Kolektif bir organ olarak siyasal
topluluk ile soyut ve hesap sorulabilir bir siyasal otorite anlayışı daha
1642'de mevcuttu. Charles'ın Mayıs 1642'de Hull'a kabulünü reddeden Parlamento,
Kral'ın kent halkıyla aynı hak ve unvanlara sahip olduğunu reddetmiş (... ) herkesin
kendine ait evi, toprağı ve malları olduğundan, Majestelerinin halkı, tıpkı
krallığının kendisine ait olmaması gibi, artık kendisinin değildir ve onun
krallığı artık kendisinin değil, halkınındır... Krallar'a sadece krallıkları
emanet edilir.[11] Burada
örtük bir ulus görüşü saklıydı ve bu görüş, 1649'da yasalaştırılacaktı.
Devrimci halk
Parlamento davası, lordlar, soylular ve tüccarlardan alt
düzeydeki erkek ve kadınlara değin uzanan sosyal bir ittifaktı. Londralılar'ın
parlamentoya desteği, göreceğimiz gibi, 1640'ların başında yaşamsal önemdeydi
ve radikaller 1640'ların ortalarına kadar azınlıkta olmalarına rağmen, Londra
'da ve daha az ölçüde olmak üzere taşrada, her zaman devrimi üstlenmeye hazır
militan bir topluluk olacaklardı. Ekonomik çıkarlar, bir ölçüde, siyasal ve
dinsel sadakatle ilişkilendirilebilir: Daha küçük, bağımsız kent tüccarları
gibi, sömürgeci çıkarlara sahip parlamento yanlısı soylular için de, ekonomik
ve dinsel görüşler, krallık yönetimine karşı ve heyecan verici Protestan dış
politikasını savunmak üzere bir araya gelmişti. Brooke ya da Warwick gibi
parlamento yanlısı lordlar, rollerini Ortaçağ'a özgü toplumsal iktidara değil,
dini davanın popüler liderleri olmalarından kaynaklanan toplumsal statülerine
dayandırmışlardı. Bazı toplumsal ittifaklar, belki de, fırsatçıydı: Hem
Derbyshire'da hem de Gloucestershire'da, madenciler, iç savaşa yerel zorbalara
karşı oldukları için katılımış gibi görünmektedirler. Yine de, parlamentonun 'halkın
temsilcisi' olarak oynadığı rol ve İngiltere'nin yasa ve özgürlüklerine olan
bağlılığı, geleneksel hak ve özgürlükleri çok önemseyen ve bunlardan ekonomik,
yönetsel ve yasal süreçlere bağımsız biçimde katılmak üzere yararlanan birçok
küçük ölçekli mülk sahibini, zanaatkârı ve tüccarı kendine çekmişti. İngiliz Devrimi, geleneksel seçkinlerin
arasından gelmeyen birçok insanın eylemiyle gerçekleştirildi. Devrim çok ciddi
bir halk desteğine sahipti; ne var ki, halkın devrime karşı konulmaz bir Coşku
beslediğini söyleyemeyiz. Kral'ın, 1642'de toplumsal istikrara, hiyerarşiye
ve papalıktan, garip ve yıkıcı hiziplerden ayrı bulunan İngiliz kilisesine başvurması
küçük bir başarı kazandı. Fransa'da olduğu gibi, sayısal olarak en etkili
hareketler, 'geleneksel' ya da 'muhafazakar' amaçlı olanlardı: 1645-46'ya
kadar, savaş hazırlığı, ülküleştirilen eski iyi günler için destek yaratmıştı
ve savaş karşıtı 'kulüp' hareketleri, askeri zorlamalara, vergiye ve dinsel
altüst oluşlara karşı gelen West Country'de ve Galler sınırlarında ortaya çıkmıştı.
Devrimin öyküsü
1640'tan itibaren, İngiltere'de iki rakip otorite,
otoritenin kökeni ve doğası üzerinde derin ve kaygı uyandırıcı düşünceler
ortaya atacak şekilde, siyasal meşruiyet ve destek elde etmek için çekişti.
Halktan, piskoposluktan duyulan rahatsızlığa onay verip vermemek, Lordlar Kamarası'nda
bulunan piskoposlara karşı gösteriye katılıp katılmamak gibi konulardan şu ya
da bu taraf için silahlanıp silahlanmamak konusundaki nihai ikileme uzanan bir
çerçevede, kızışan ortam ve kişisel tehlikeler dahilinde, karar vermesi
isteniyordu. 1642'de, Londra'da bir
kralcı ya da Kuzey Galler'de bir meclis yanlısı olmak nadir rastlanan
seçeneklerdi; fakat İngiltere'nin birçok bölümünde -orta kesimler, kuzeybatı ve
West Country'nin bölümleri- iki taraf, mevcut temel silahlı kuvvet olan yerel milislerin
denetimi uğruna rekabet ettikleri için bunlar gerçek seçeneklerdi.
Son derece çalkantılı geçen bu onyılda, savaşı ve devrimi
artan ölçüde olası kılan bazı kesin dönüm
noktaları vardı. 1641-42'de Londra'daki
kitlesel hareketlenmeler, Kral'ın konumunu keskin biçimde zayıflattı. Mayıs
1641'de, binlerce Londralı, Lordlar Kamarası'nı Charles'ın üst düzey yöneticisi
Strafford Kontu'nu mahkum etmeye zorlamak için sokaklara döküldü ve Katolik
karısının can güvenliğinden korkan Kral'ı, Strafford'u ölüme gönderecek yetkiyi
vermesi için sıkıştırdı. 1641-42 kışında, Londra, c,ok açık bir biçimde
devrimci bir kentti: Aralık 1641'de, piskoposlar halkın baskısıyla Lordlar
Kamarası'ndan uzaklaştırıldılar ve daha sonra bizzat Kral, parlamentonun önde
gelen beş üyesini tutuklatmaya yönelik başarısız girişiminin ardından, Ocak
1642'de Londra'dan sürüldü. Nehemiah Wallington, yurttaşların nasıl da 'pencere
ve kapılarını kapattıklarını' ve parlamentoyu saldırılardan korumak için savunmaya
geçtiklerini parlak bir biçimde betimlemiştir. Bu devrimci baskı eylemi,
şaşırtıcı bir biçimde, parlamentonun iç savaştaki savunmacı çizgisinin
görülmesini de sağlamıştır: Kral
hükümeti bırakıp gitmiş ve bu yüzden, hükümet etmek o dönem için parlamentoya
düşmüştü. Kral'ın başkentten ayrılışı, İngiltere'deki rakip otoritelerin
fiziksel gerçekliğinin çıplak bir biçimde ortaya çıkmasına yol açtı. Kral,
Londra'ya ancak yargılanması ve kellesinin uçurulması için dönecekti.
İkinci kesin dönüm
noktası, 1647'de, Yeni Model Ordu'nun radikalleşmesi sürecinde, bizzat
parlamenter davanın içinde gerçekleşti. Parlamentodaki hiziplerin, ordunun
dilekçe verme eylemini hakirce reddetmesinin ardından, birliklere ödenmesi
gereken paraları ödememek ya da onların savaş sırasında yaptıkları eylemlere
ilişkin yasal soruşturma açılması konusundaki hassasiyetlerini kaşımak gibi
girişimlerle ordu kitlesini dağıtmaya çalışması, orduyu, krallığın durulması ve
savaşta uğruna dövüştükleri ilkelerin savunulması için kamusal bir sorumluluk
üstlenmeye itti. Ordu liderleri, özellikle de Oliver Cromwell ve damadı Henry lreton, bu isyana istemeyerek rıza
gösterdi; fakat ilk ivme aşağıdan gelmişti. Kampanyalarının bir parçası olarak,
ordu, parlamento yandaşlarından tutsak Charles'ın denetimini zorla aldı. Fakat,
aynı zamanda, Londra'da orduya karşı gelişen siyasi bir seferberlik oldu; bu
seferberlik, barışı ve Kral'ın Londra'ya geri dönmesini talep etmek üzere
parlamentonun şiddetle baskı altına alınmasıyla, Temmuz 1647'de doruk noktasına
vardı. Alarm halindeki ordudan kaçan her iki kamaranın önde gelenlerine, daha
sonra Londra'ya dönüşlerinde askerler eşlik etti. Ağustos'ta, ordu, zor
kullanarak yıldırılan kentte bütün bir gün gövde gösterisinde bulundu - o günlerde,
pratik açıdan, Londra'nın boyun eğmesi sağlanmıştı.
1647 Ağustos'u tasfiye ve devrim için son provaydı. İskoçlar
ve İngiltere taşrasındaki hoşnutsuzlarla ittifak içinde olan Charles tarafından
kışkırtılmış ikinci bir iç savaştan sonra bile, parlamentonun çoğunluğu hala
barış için çalışıyordu. Öfkeden deliye dönen ordu, 20 Kasım 1648'de sunduğu bir
İtiraz'la, daha eşit bir biçimde seçilmiş bir meclisin ulusun en üst otoritesi
olması ve Kral'a karşı adalet isteminde bulundu. Parlamento İtiraz'ı önemsemezken,
ordu, 2 Aralık'ta, Westminster'in -Windsor, Kensington, Hyde Park- daha da
yakınlarına kadar geldi. Buna rağmen, Avam Kamarası, 5 Aralık'ta, bütün bir
gece süren oturumun ardından, 129'a karşı 83 oyla, Kral'ın en son barış
tekliflerine verdiği yanıtın 'krallıkta barışın yerleşmesi için' bir zemin oluşturduğu
görüşünü kabul etti. Ertesi sabah, Albay Thomas Pride, elinde parlamento
üyelerinin bir listesiyle, iki alayla korunan Avam Kamarası kapısında belirdi.
Gün bitene kadar kırk bir parlamento üyesi tutuklanmıştı ve başka pek çok
üyenin de parlamentoya girmesi engellenmişti. Sahne, Kral'ı yargılayacak bir
mahkeme kurmak ve devrimin gerçekleşmesini zorlamak üzere ayakta kalan
parlamento üyeleri (1648 Aralık ayında parlamentoda bulunanların yüzde 40
kadarı) için hazırlanmıştı.
Devrimci süreçlere ilişkin bu kısmı bitirirken, bu süreçlerin
'normal' ya da 'günlük yaşam'la pek çok ilişkisinin olduğunu vurgulamak önemlidir.
Yerleşik dinsel ve siyasal fikirler, kentlerdeki ve köylerdeki katılım alışkanlıkları,
hukuk ve tarih anlayışları; tüm bunlar, devrimci deneyimi besledi ve daha önce
görülmemiş koşullar tarafından dönüştürüldü. Bir kez daha, Gerrard Winstanley
ve Oiggers deneyimi, öğretici bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü,
bizzat Winstanley'in kendisi için, hayalperest ve mistik dinsel geleneklerden,
insan aklının bir zaferi olarak sunulan bir toplumsal dönüşüm kalkışmasına
ilham kaynağı oldu. Daha geniş anlamda, Diggers, ortak arazileri ele geçirme
mücadelesine giren kuşaklardan yararlanarak, onları radikalleştirdi. 1649'da
doğan bu hareket, Kral'ın ölümünün tüm kralcı iktidarın alaşağı edilmesi anlamına
gelmesi gerektiği şeklinde sert bir anlayışla hareket etmekteydi.
Savaş ve devrim
Winstanley'in Londra bağlantısı, belki de ağır
vergilendirmenin ve savaşın yol açtığı karışıklıklar sonucunda, 1640'larda başarısızlığa
uğradı. Fransa'da devrim savaşa yol
açarken, Rusya'da olduğu gibi İngiltere'de de savaş devrime yol açtı.
Savaşın yol açtığı bir ideolojik gelişmeden daha önce bahsedilmişti; şimdi
savaşın pratikte radikalleşmeye nasıl katkıda bulunduğunun üzerinde durmak
önemlidir. Her dört İngiliz'den biri (yerel kuşatmaları da dahil edersek) çatışmalarda
yer almıştır; hemen hemen 200.000 İngiliz, savaşın doğrudan ya da dolaylı
sonuçlarından dolayı öldü. Oransal olarak, bu rakam, yirminci yüzyıldaki çatışmalarda
ölenlerin toplam nüfusa oranından daha yüksektir. Savaşın İrlanda ya da İskoçya
üzerindeki etkisi çok daha yıkıcıydı. İngiltere'deyse vergiler, barış dönemlerindeki
ortalama düzeyden on kat daha yüksekti. Serbest haldeki birliklerin yaptıkları
yağmalamalar ve onlara barınak sağlanması gereksinimi daha fazla para
harcanmasına ve soruna yol açmıştır. Toplumsal Eşitlikçiler, 'Bir yığın değerli
hayat neden yitip gitti? Bir sürü para neden harcandı?' diye soruyordu.
Radikallerin istediği, yitirilen kurbanlar için bir karşılıktı - sıradan
insanlar için birazcık ödül.
Bu dürtünün etkisi en açık şekilde orduda görülecekti. Savaş,
bir askeri yönetim dehası olarak ortaya çıkan ve bu yüzden de her üç ulusun yöneticisi
olan, kırsal kökenli, yoksul centilmen Oliver Cromwell'in de aralarında
bulunduğu birçok insanın, siyasal ve toplumsal olarak yukarı doğru tırmanmasını
kolaylaştırmıştı. 1647'ye gelindiğinde, ordu, artık siyasallaşmıştı. O dönemde
yaşayan tarihçiler gibi, daha sonra yaşayan tarihçiler de, ordunun, pek tabii
ki, bir bütün olarak aynı biçimde radikalleşmediğini vurgulamaktadır;
aralarında orduya zorla adam alan ve daha önceden Kral için çarpışmış olanlar
vardı. Fakat birçoğu için, parlamento davasına askeri açıdan hizmet etmek
yaratıcı ve özgürleştirici bir deneyim olmuştu: Askerlerin, ünlü Haziran 1647
bildirisinde ilan ettikleri gibi, 'Biz, herhangi bir keyfi iktidara hizmet
etmek için kiralanan basit bir paragözler ordusu değiliz; biz, parlamentonun çeşitli
bildirileriyle kendimizin ve halkımızın hak ve özgürlüklerini savunmak üzere
göreve çağırılmış bir orduyuz.' 'İbadet eden ve vaaz veren Önderler' arasındaki
siyasal ve dinsel tartışmalar, aynı zamanda Tanrı'nın da ordusu olan bir yurttaşlar
ordusunun ortaya çıkmasına yol açmıştı:
"Bizler macera uğruna askerlik yapmıyoruz ve bizler
sadece insanlara hizmet de etmiyoruz: Biz, Azizlerin Kralı İsa'nın Kralımız
olduğunu boş yere ilan etmedik; biz onun şartlarına boyun eğmeyi ve o her
nereye giderse ardından gitmeyi de arzuladık."[12]7
Radikalizm, savaşın yol açtığı sorunlara verilen zorunlu ve
en tipik yanıt değildi: Daha önce de öne sürdüğüm gibi, birçok kişi, eski
günlere ve hiyerarşiye dönmek içirı can atıyordu. Fakat devrimirı gerçekleşmesini
sağlayan, radikal tepkiydi. 1640'dan sonra meclis yanlısı ittifaklar içirıde
çatlaklar oluşmUştu; ılımlılar pek çok sahnede geriye çekilmişti, fakat her
zaman, savaşın adına yapılmış olduğu davaları ileri götürmek, güvence altına
almak ve geliştirmek için hazırlanan yeterince insan vardı. 1642'de kraliyet
reformlarını desteklemiş olan birçok kişi, Kral'a karşt dövüşme yecekti, fakat
parlamento hala muzaffer bir savaşı çekip çevirebiliyordu. Diğer ılımlılar
1647'de geri çekildiler ve birçoğunun midesi hükümdarın katledilmesini
kaldıramadı elbette; fakat parlamentodaki daha radikal liderlerin ve ordunun
(sıklıkla ihtiyatlı ve isteksiz adamlardı), devrimin mali sorumluluğunu
üstlenen hali vakti yerinde azınlıklar gibi, 'sol müttefikleri' her zaman olmuştur.
Ordu 1648-1649'un umutsuz kışında Kral'a karşı harekete geçerken yolladıkları
İtiraz, Toplumsal Eşitlikçiler'in 'büyük' 11 Eylül dilekçesine övgüler düzmekteydi
ve Ordu Konseyi, kendilerine sempati duyan parlamento üyeleriyle olduğu kadar,
Toplumsal Eşitlikçiler ve radikal toplulukların liderleriyle de müzakereler
yapmıştı,
Devrimci sonuçlar
Kısa ve orta vadede, açıkça bir siyasal devrim söz
konusuydu: Monarşi ve Lordlar Kamarası azledilmiş ve İngiltere, 'bu ulusun en
yüksek otoritesi olan parlamentodaki halkın temsilcileri tarafından, bir ulus
(commonwealth) ve özgür bir devlet olarak yönetilmeye' başlamıştı. Daha laik düşünceli
radikallerin ümitleri, Toplumsal Eşitlikçiler'in tasfiye edilmiş parlamentoyu
'İngiltere'ye Yeni Prangalar' vurmak isteyen yoz bir oligarşi olarak
lanetlemesiyle birlikte hızla boşa çıktı. Winstanley'in 'Digger' toplulukları
zor kullanarak dağıtılmış, Toplumsal Eşitlikçiler'den ilham alan ordunun isyanı
da başarısız olmuştu. Fakat hiçbir
devrim, liderleri kaçınılmaz biçimde güç ve uzlaşma peşinde koşarken radikal
yandaşlarını tatmin edememiştir.
Bizzat ordunun kendisi 'bakiye'den hoşnut kalmamıştı; fakat
pek çok radikal, birkaç aylık bir siyasal deneyimden sonra, 1653'ün sonlarında,
Cromwell'in kişisel yönetim girişimi karşısında afallayıp kalmıştı. Cromwell'in
1658'de ölmesinin ardından parlamento davası parçalaımış ve monarşi 1660'da koşulsuzca
restore edilmişti.
Fakat, iç savaşların etkisi ve monarşik olmayan bir
yönetimle geçen onyıllık dönem bilerek sessizliğe boğulmuş ya da olumsuzlanmış
olsa bile, 1649'dan sonra siyasal pratik asla aynı şekilde suskun kalamazdı.
Keyfi yönetime karşı yürütülen mücadeleler ve papalık korkusu, 1688'de bir başka
kralı tahtından ettiği zaman, yönetici seçkinler savaştan ve radikal bir halk
ayaklanmasından kaçınmak için olabildiğince hızlı davrandılar. Ancak,
1688-89'da parlamenter monarşi kurulmuştu. Aynı biçimde, onyedinci yüzyıl
ortalarında yaşanan olaylar, siyasal düşüncede büyük değişimlere gerçeklik
kazandırmış ve ilham vermişti. Hem Hobbes hem de Locke, siyasal düzenlemelerin
kutsal yasalarla yapılmamasını, sözleşme ya da rıza mefhumları üzerine
kurulan insan becerileri temelinde tesis edilmesini vurgulamışlardı.
1650'lerde geniş bir kilise bölgesi temelinde kurulmuş olan
ulusal kilise, bir grup Protestan tarikatı için vicdan özgürlüğünü temsil
etmekteydi. Aynı dönemde, din dışı kişilerin ya da mekanik vaizlerin kendini
bilmezliği ve radikal tarikatlar ile 'Ortodoks' Püritenler'in katılığı
tarafından teşvik edilen, bilinçli ve saldırgan bir 'Anglikanlık' ortaya çıktı.
Piskoposlar 1660'da monarşiyle birlikte yerlerine döndüklerinde, İngiltere Kilisesi'ndeki
unsurlar, Presbiteryenler'in bastırılması ve daha radikal ayrılıkçılar için
çalıştı. Fakat dinsel parçalanmayla geçen onyılların devrimci etkisi
yadsınamazdı. Önemli Protestan azınlıklar artık ulusal kiliseyle uzlaştırılamazdı
ve birçok Protestan için dinsel hoşgörü ancak 1689'da sağlanacaktı. Sivil ve
siyasal yetersizliklerin üstesinden gelinemedi ve onyedinci yüzyılın ikinci
yarısı, izleyen 250 yıl boyunca, İngiliz kültürü, eğitimi ve siyaseti üzerinde
derin etkileri olacak bir sonuca zemin hazırlayıp kilise ile şapel,[13]*
Anglikanlar ile Ayrılıkçılar arasındaki ayrışmanın başlangıcı oldu.
1640'lar ve 1650'lerde, hemen hemen hiç kimse, katıksız bir
toplumsal devrim istememişti. Digger toplulukları, münferit yerel hoşnutsuzluklarla
ilişki içinde bulunan küçücük bir hayalperestler grubuydu. Yenilgiye uğratılmış
kralcıların mülklerinin toptan kamulaştırılması gerçekleşmedi ve kralcıların
çoğu terfi ettirilerek çoğunlukla cezadan kurtarıldı. Ailevi ya da cinsel
hiyerarşilere dönük temel bir eleştiri yoktu: Kadınlar, radikal dinsel
cemaatlerde ve 'dürüst' erkek mal sahiplerinin kararlı biçimde önayak olduğu
bir hareket olan Toplumsal Eşitlikçiler içinde önemli ama -açıkçası- ikinci
derecede bir rol oynadılar. Bilinçli bir
kapitalist sınıfın, feodal hiyerarşi üzerindeki zaferi anlamında bir burjuva
devrimi gerçekleşmemişti. Bununla birlikte, bu dönemde, İngiliz ekonomik ve
toplumsal gelişimi içinde bariz yapısal değişiklikler ortaya çıkmış ve bunlar
siyasal altüst oluşlardan fazlasıyla etkilenmişti. Nüfusun büyüdüğü bir dönemin
ardından gelen duraklama, genel ekonomik döngüler kadar yoğun iç savaşın da
sonucuydu. Küçük ölçekli toprak sahiplerinin sorunları iç savaşta verilen
kayıplarla artmıştı ve aynı kayıplar, mülkiyet sahibi sınıflar arasında yer
alan zümrelerin ticari sömürüsünün daha da acımasızlaşmasına yönelik eğilimleri
kamçılamıştı. Robert Brenner'in uzun uzun tartıştıği gibi, parlamento için en
önemli ve yerleşik desteğin bir kısmı, dinamik bir dış politikayla
sömürgelerdeki yeniden yayılmaya bağımlı kılınmış ve aristokrasinin üyeleriyle
yakın bağları olan yeni yetme Londralı tüccarlardan gelmişti. 1640'ların ve
1650'lerin altüst oluşlarının bir diğer sonucu da, parlamentonun kendi
gelirlerini artırabilmek amacıyla tahtın ekonomik gelişime müdahale etme gücünü
zayıflatması olacaktı. Aynı dönemde, özel mülkiyet karşıtı başarılı bir radikal
eşitlikçi saldırı olmamıştı. Dünyanın, ekonomik genişleme için daha güvenlikli
kılınması ve buna yönetimlerce arka çıkılması anlamında bir 'burjuva
devrimi'nin gerçekleştiği söylenebilir.
Yeni ve halka dayanmayan yönetimlerle birlikte, iç savaş ve
askeri dönüşüm, güçlü bir devleti kaçınılmaz şekilde zorunlu kılmıştı.
1650'ler, İngiltere'nin genişleyen ticari etkinliklerini bilinçli biçimde ileri
götüren yönetimlere de tanık olmuştu. Bu ise, devletin, bireysel çıkarları ortak yararla bütünleştirecek biçimde
servet oluşumuna yardımcı olması gerekliğini iddia eden yeni bir siyasal
'çıkar' söyleminin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu söylem, 1649-53 döneminin
pek çok cumhuriyetçisinin ortak özelliğiydi ve daha sonra, onyedinci yüzyılda,
radikal Whigler tarafından da
sürdürüldü. Bu nedenle, devrimin ekonomik kalıtının, daha bireyci, ticarileşmİş
bir toplumla, bilhassa sömürgelerini artıran ve ticari genişleme içinde daha da
güçlenen bir devletle birleştiği ileri sürülebilir. Keza, devrim,
İngiltere'nin, belki de İngiltere taşrasının bile, Britanya Adaları ve
lrlanda'nın geri kalan kısmı üzerindeki egemenliğini ve yeni doğmakta olan bir
Britanya İmparatorluğu içinde Londra'nın merkezi rolünü tasdik etti. İngiliz askerleri hem İrlanda'yı hem de
İskoçya'yı 1650'lerde fethettiler ve İrlanda, elbette, çok büyük ve trajik
sonuçlara yol açan bir toplumsal ve ekonomik dönüşüm sürecine girdi.
Sonuç: Devrimci
gelenekler
Kralların katledilmesinin en ateşli savunucularından biri ve
yüksek rütbeli bir subay olan Thomas Harrison, asılacağı, bağırsaklarının deşileceği
ve kesilip dörde bölüneceği darağacına yaklaşırken şöyle söylemişti:
"Şimdiye kadar yeryüzünde görülen en şanlı dava için
İsa'nın çektiği acılara yakın bir acıyı çekmeye gidiyorum. Ve biri onun
yanından geçerken, o güzel eski davanın nerede olduğunu alaycı bir şekilde
sorduğunda, o, keyifli bir gülümsemeyle elini göğsüne vurarak, 'İşte burada ve
ben kanımla o davaya damgamı vurmaya gidiyorum,' dedi."[14]
İngiliz iç savaşı ya da devriminin bu derece çelişkili
olmasının bir nedeni, devrimin içinde eski güzel davaya gurur ya da alayla
bakan rakip siyasi geleneklerin birbirine karışmış olmasıdır. Monarşi yanlıları
için, 1640 ve 1650 olaylarını unutmak en iyisiydi; fakat radikal Whigler ya da
onsekizinci yüzyıl radikalleri için, ulus, onurlu bir mirastı. Daha sonra, bir
radikal tarihçi, Catherine Macaulay, 1760'lardan itibaren olan dönemi kapsayan
on ciltlik bir eser olan History of England from the Accession of James I to
the Revolution'u (I. James'in Tahta Çıkışından Devrim'e kadar İngiltere Tarihi)
yazdı. Yapıtı, Amerikan ve Fransız devrimlerinin liderlerinin büyük
hayranlığını kazandı ve 1798'de Fransa'da bir okul ödülüne önerildi. Tüm devrimlerin kendi dönemlerinde
doğruluğu ve haklılığı tartışılmıştır; hepsi de devrim modellerinin öne sürdüğünden daha çelişkili ve daha
karmaşıktır. On yedinci yüzyıl ortası İngilteresi'ndeki olayları ele
alırken, onsekizinci yüzyıl devrimcilerini modern devrimci gelenekle
birleştirmememiz için hiçbir neden yok gibi görünmektedir.
[1] Alıntılar
Edmund Ludlow'dan, The Voicefrom the Watch Tower (CamdenSociety, Fourth Series,
21, 1978); John Keynon, The Stuart Constitution (Cambridge, 1966); S. R.
Gardiner ( yay. haz.); Constitutional Documents of the Puritan Revolution,
(Oxford, 1992), s. 151.
* İngiltere'de beş soyluluk rütbesinden- Baron, Vikont, Kont, Marki ve Dük- birisine
sahip olan ve Lordlar Kamarası'nda bulunmaya hakkı olan kimse. (ç.n.)
[3] * Kralın
maiyetindeki soylular. (ç.n.)
[4] * Sebt
ya da Şabat günü; haftanın yedinci günü. Yahudilerce ve bazı Hıristiyanlarca
dinlenme ve ibadet günü olarak kabul edilen cumartesi günü. (ç.n.)
[5] İskoçya'da
olduğu gibi, tümü eşit rütbeli görevlilerden oluşan bir kurulun yönettiği Protestan
Kilisesi ile ilgili kişi; böyle bir kilisenin üyesi. (ç.n.)
[6] * Levellers:
Toplumsal eşitlikçiler; tüm toplumsal farklılıkları ortadan kaldırarak, sınıfları
aynı düzeye getirmek isteyen kişiler. (ç.n.)
[7] lan Gentles,
The New Model Army in England, Ireland,
and Scotland, 1645-1653 (Oxford, 1992), s. 151.
[8] Paul
Seaver, Wallington's World. A Puritan
Artisan in Seventeenth-Century London (londra, 1985), s. 150-1.
[9] Toplumsal
Eşitlikçilerin burada ve aşağıda sunulan fikirleri The Remonstrance of Many Thousands
Citizens'dan alınmıştır; en çok bulunan yeniden basımları: bkz. Andrew Sharpe
(yay. haz.) The English Levellers (Cambridge Texts in the History of Political
Thought, 1998); monarşinin kaldırılmasıyla ilgili yasa için bkz. Keith Lindley,
The English Civil War and Revolution. A Sourcebook (Londra, 1998).
[10] Lindley,
The English Civil War, s. 167.
[11] Kenyon,
Stuart Constitution, s. 242-3.
[12] A Declaration or Representation, William
Haller ve Godfrey Davies (yay. haz.) içinde, The Leveller Tracıs (yeniden basım
Gloucester, MA, 1964), s. 55; Declaration of the English Army in Scotland,
August 1650 in Kenyon, Stuart Consutution, s. 327.
[13] *
Özellikle İngiltere ve Galler'de Anglikan Kilisesi'nden ayrılan ve
Ayrılıkçılar-Non Conformists- adı verilen Hıristiyanların ibadet ettikleri
kilise veya yer. (ç.n.)
[14] Ludlow,
Voyce from the Watch Tower.
DAVİD PARKER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder