"Bir kadının yeri kendi evidir" (mealen) |
Tarihçilerin ve çeşitli yazarların zenginleştirici, tartışmaya, düşünmeye olanak veren; eski, yeni yazılarına ve belgelere yer verilecektir.
28 Şubat 2019 Perşembe
Seçme Hakkını Savunan Kadınlara (Suffragette) Karşı Yapılan Propaganda Kartpostalları
25 Şubat 2019 Pazartesi
Modernliğin Getirdiği Üç Sıkıntı
Charles Taylor*
Bu kitapta modernliğin bazı sıkıntılarından söz etmek istiyorum. Sıkıntıyla kastettiğim, uygarlığımız “gelişirken”, çağdaş kültürümüzün ve toplumun insanların kayıp ya da çöküş olarak yaşadığı yönleri. İnsanlarda zaman zaman, son yıllarda ya da son 30-40 yılda -diyelim II. Dünya Savaşı’ndan ya da 1950’lerden bu yana- önemli bir çöküşün ortaya çıktığı hissi uyanıyor. Bazen de kayıp yılların çok daha uzun bir tarihsel dönemi kapsadığı düşünülüyor ve 17. yüzyıldan başlayarak tüm modern çağın bir çöküş dönemi olarak değerlendirilmesine sık sık rastlanıyor. Zaman ölçeği büyük farklılıklar gösterebildiği halde, çöküş temaları üzerinde belirli ölçüde yakınlaşma var. Temalar çoğunlukla az sayıda ana melodinin çeşitlemeleri. Burada bu türden iki ana temayı ele almak ve ardından büyük ölçüde bu ikisinden türeyen bir üçüncüsünü eklemek istiyorum. Bu üçü başlığın kapsamını hiçbir biçimde tam olarak karşılamıyor, ama modern topluma ilişkin tedirginliklerimizin ve kafa karışıklığımızın kaynağını büyük ölçüde anlatıyor.
Sözünü edeceğim kaygılar çok tanıdık. Herkesin bildiği şeyler; her tür iletişim ortamında sürekli tartışılan, sızlanılan, meydan okunan, karşı konulan kaygılar. Daha çok tartışmaya gerek yok gibi görünüyor. Oysa bu aşinalığın ardında şaşkınlık gizli, bizi kaygılandıran değişimleri tam olarak kavrayamıyoruz, yapılan tartışmalar bu değişimleri doğru ifade edemiyor bence. Bu da onlarla nasıl baş edeceğimiz konusunda yanlış yargılara varmamıza neden oluyor. Modernliği tanımlayan değişiklikler hem çok bildik hem de çok karmaşık. İşte bu nedenle üzerlerinde daha da çok durmamız gerekiyor.
(1) İlk kaygı kaynağı bireycilik. Bireycilik aynı zamanda birçok insana göre modern uygarlığın en büyük kazanımı. İnsanların, kendi yaşam tarzlarını saptama, benimseyecekleri inançları bilinçli olarak seçme, atalarının kullanamadığı çok çeşitli yollarla yaşam biçimlerini belirleme hakkının bulunduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ve bu haklar çoğunlukla yargı sistemlerinin koruması altında. İlke olarak insanlar onları aşan, güya kutsal buyrukların gereklerine kurban edilmiyor artık.
Bu kitapta modernliğin bazı sıkıntılarından söz etmek istiyorum. Sıkıntıyla kastettiğim, uygarlığımız “gelişirken”, çağdaş kültürümüzün ve toplumun insanların kayıp ya da çöküş olarak yaşadığı yönleri. İnsanlarda zaman zaman, son yıllarda ya da son 30-40 yılda -diyelim II. Dünya Savaşı’ndan ya da 1950’lerden bu yana- önemli bir çöküşün ortaya çıktığı hissi uyanıyor. Bazen de kayıp yılların çok daha uzun bir tarihsel dönemi kapsadığı düşünülüyor ve 17. yüzyıldan başlayarak tüm modern çağın bir çöküş dönemi olarak değerlendirilmesine sık sık rastlanıyor. Zaman ölçeği büyük farklılıklar gösterebildiği halde, çöküş temaları üzerinde belirli ölçüde yakınlaşma var. Temalar çoğunlukla az sayıda ana melodinin çeşitlemeleri. Burada bu türden iki ana temayı ele almak ve ardından büyük ölçüde bu ikisinden türeyen bir üçüncüsünü eklemek istiyorum. Bu üçü başlığın kapsamını hiçbir biçimde tam olarak karşılamıyor, ama modern topluma ilişkin tedirginliklerimizin ve kafa karışıklığımızın kaynağını büyük ölçüde anlatıyor.
Sözünü edeceğim kaygılar çok tanıdık. Herkesin bildiği şeyler; her tür iletişim ortamında sürekli tartışılan, sızlanılan, meydan okunan, karşı konulan kaygılar. Daha çok tartışmaya gerek yok gibi görünüyor. Oysa bu aşinalığın ardında şaşkınlık gizli, bizi kaygılandıran değişimleri tam olarak kavrayamıyoruz, yapılan tartışmalar bu değişimleri doğru ifade edemiyor bence. Bu da onlarla nasıl baş edeceğimiz konusunda yanlış yargılara varmamıza neden oluyor. Modernliği tanımlayan değişiklikler hem çok bildik hem de çok karmaşık. İşte bu nedenle üzerlerinde daha da çok durmamız gerekiyor.
(1) İlk kaygı kaynağı bireycilik. Bireycilik aynı zamanda birçok insana göre modern uygarlığın en büyük kazanımı. İnsanların, kendi yaşam tarzlarını saptama, benimseyecekleri inançları bilinçli olarak seçme, atalarının kullanamadığı çok çeşitli yollarla yaşam biçimlerini belirleme hakkının bulunduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ve bu haklar çoğunlukla yargı sistemlerinin koruması altında. İlke olarak insanlar onları aşan, güya kutsal buyrukların gereklerine kurban edilmiyor artık.
Cengiz Han Yasası (YASA) ve Kaynakların Analizi
*EK 2: Karşılaştırmalı Eleştirel Analiz: Buraya aldığım "yasa"; güvenilir bir kaynaktan alınmış bir belgenin Türkçe çevirisidir. Bir çok sitede, üzerinde kalem oynatılmış, değiştirilmiş, kaynağı belirsiz dolayısıyla itibar edilmemesi gereken metinler dolaşmaktadır. Aşağıdaki örneklere bakalım... (devamı için yazının sonuna geliniz.) DK
Cengiz Han, Ulan Batur |
Curt Alinge, Moğol KanunlarıYazarın konuyla ilgili önsözünde, "Yasa ve Eski Tsaayin - Biçik'in muhtevaları tamamiyle [verilmiştir]…" deniliyor.
YASA
1. - Zani ister evli
olsun ister olmasın,
zina ölümle cezalandırılır.
2. - Sodomi
ölümle cezalandırılır.
3. - Kim
bilerek yalan söyler
veya sihirbazlıkla uğraşır
veya bir başkasını gözetler
veya kavga eden
iki kişinin arasına
girer veya bir
kimseye başka birine
karşı yardım ederse
ölümle cezalandırılır.
4. - Kim kül veya su
içine işerse ölümle
cezalandırılır.
5. - Kim mal
alır ve üç kez
arka arkaya iflas ettiğini
bildirirse ölümle cezalandırılır.
6. - Kim
tutsak alanın izni
olmadan bir tutsağa
yiyecek veya giyecek verirse
ölümle cezalandırılır.
Etiketler:
Asya Tarihi,
Belge-Kaynak,
Cengiz Han,
Curt Alinge,
Hukuk-İnsan Hakları,
Makrizi,
Moğol Kanunları,
ortaçağ,
Sadri Maksudi Arsal,
yasa
24 Şubat 2019 Pazar
Antik Yunan'a Özgü Düşünme Biçimleri
W. K. C. Guthrie
Aşağıdaki sayfaların kapsam ve ereğini ortaya koymak için, yapılacak en iyi şey, hemen, bu sayfaların, yüksek öğrenimini Yunan Dili ve Yazını dışındaki herhangi bir konuda yapan üniversite öğrencileri için hazırlanmış kısa konuşmalara dayandıklarını söylemektir. Bu konuşmalar boyunca, dinleyicilerin hiç Yunanca bilmedikleri, ancak İngiliz Dili, Tarih ya da Matematik (çünkü antik Yunan filozofları arasında en azından bir matematikçi vardı) gibi bir başka konuya duyulan ilginin ya da belki sıradan bir okuyucu olmanın, onlara Yunan düşüncelerinin daha sonraki Avrupa düşüncesinin temelinde bulunduğu izlenimini vermiş, ve bunun sonunda onlarda, bu Yunan düşüncelerinin, herşeyin ötesinde, gerçekte ne olduklarını daha kesin olarak bilme isteği uyandırmış olduğu varsayıldı.
Dinleyicilerimiz, öyle sanılır ki, bu düşüncelerle daha önceden zaten karşılaşmışlardır, ancak İngiltere, Almanya ya da bir başka yerdeki şu ya da bu yazarın, onları kendi erekleri için kullanmış ve onları kendi anlığının ve çağının niteliğine ve koşullarına bağlı olarak hafifçe boyamış, ya da şu olabilir, görüşlerinin biçimlenmesinde bu düşünceler tarafından bilinçsizce etkilenmiş olmasına göre, bir dizi çarpıtılmış aynada karşılaşmışlardır. Kimileri Platon ve Aristoteles'in yapıtlarının çevirilerini okumuş ve onların bazı bölümlerini anlaşılması oldukça güç bölümler olarak değerlendirmiş olmalıdır, çünkü onlar Yunanistan'da İ.Ö. 4. yüzyıldaki entelektüel iklimin bir ürünüdürler, oysa okuyucuları daha sonraki bir çağın ve farklı bir ülkenin ikliminden onlara geri götürülmüşlerdir.
Aşağıdaki sayfaların kapsam ve ereğini ortaya koymak için, yapılacak en iyi şey, hemen, bu sayfaların, yüksek öğrenimini Yunan Dili ve Yazını dışındaki herhangi bir konuda yapan üniversite öğrencileri için hazırlanmış kısa konuşmalara dayandıklarını söylemektir. Bu konuşmalar boyunca, dinleyicilerin hiç Yunanca bilmedikleri, ancak İngiliz Dili, Tarih ya da Matematik (çünkü antik Yunan filozofları arasında en azından bir matematikçi vardı) gibi bir başka konuya duyulan ilginin ya da belki sıradan bir okuyucu olmanın, onlara Yunan düşüncelerinin daha sonraki Avrupa düşüncesinin temelinde bulunduğu izlenimini vermiş, ve bunun sonunda onlarda, bu Yunan düşüncelerinin, herşeyin ötesinde, gerçekte ne olduklarını daha kesin olarak bilme isteği uyandırmış olduğu varsayıldı.
Dinleyicilerimiz, öyle sanılır ki, bu düşüncelerle daha önceden zaten karşılaşmışlardır, ancak İngiltere, Almanya ya da bir başka yerdeki şu ya da bu yazarın, onları kendi erekleri için kullanmış ve onları kendi anlığının ve çağının niteliğine ve koşullarına bağlı olarak hafifçe boyamış, ya da şu olabilir, görüşlerinin biçimlenmesinde bu düşünceler tarafından bilinçsizce etkilenmiş olmasına göre, bir dizi çarpıtılmış aynada karşılaşmışlardır. Kimileri Platon ve Aristoteles'in yapıtlarının çevirilerini okumuş ve onların bazı bölümlerini anlaşılması oldukça güç bölümler olarak değerlendirmiş olmalıdır, çünkü onlar Yunanistan'da İ.Ö. 4. yüzyıldaki entelektüel iklimin bir ürünüdürler, oysa okuyucuları daha sonraki bir çağın ve farklı bir ülkenin ikliminden onlara geri götürülmüşlerdir.
Etiketler:
Avrupa Tarihi,
Dünya Tarihi,
Felsefe-Psikoloji,
ilkçağ,
W. K. C. Guthrie
22 Şubat 2019 Cuma
Heidegger’in Seçimi
CHRISTIAN DELACAMPAGNE
1933 yılı, başka bir açıdan da trajiktir. Hitler’in iktidara gelmesinden birkaç hafta sonra, dönemin en meşhur Alman filozofu Martin Heidegger, Fribourg Üniversitesinde rektörlük görevine atanır ve Nasyonal Sosyalist Parti’ye üye olur (1 Mayıs).
Bu katılım bir gaflet sonucu da değildir, çünkü Heidegger,
üniversitesinin başına Nazi sempatizanı çalışma arkadaşlarının faal işbirliği
ve yönetici kadroların desteğiyle gelir. Heidegger, Nisan 1933’ten Mart 1934’e
kadar bir yıl boyunca bu mevkide kalacaktır.
Heidegger Alman Nazi partisi (NSDAP) toplantısında. Leipzig, Kasım 1933 (Illustrierte Zeitung gazetesinden alınmıştır) bkz. Bu kaynakta (ve en altta)** resimle ilgili ayrıntılı bilgi var (kim kimdir?) |
1933 yılı, başka bir açıdan da trajiktir. Hitler’in iktidara gelmesinden birkaç hafta sonra, dönemin en meşhur Alman filozofu Martin Heidegger, Fribourg Üniversitesinde rektörlük görevine atanır ve Nasyonal Sosyalist Parti’ye üye olur (1 Mayıs).
Heidegger NSDAP’ye katıldığında kırk dört yaşındadır. Yani bir
gençlik hatası değildir bu. 1945 yılına kadar partinin üyesi olarak kalacaktır.
Yani bu, kısa süreli bir bağlılık da olmamıştır.
Hannah Arendt (solda) ve Heidegger, Arendt'in hocasıydı. İronik... |
Ne tarafsız ne de sadece onursal bir görevdir bu.
İşbaşındaki kişiye gerçek bir iktidar bahşeder ve ondan katıksız bir siyasal
itaat talep eder. Nazilerin sivil toplumu denetleme çabasında, üniversite alanının
“ yola getirilmesi” önemli bir yer işgal eder. Bu işin, kararsız veya dik kafalı
kişilere bırakılması düşünülemez.
16 Şubat 2019 Cumartesi
Hadımlar İmparatorluğu Çin
Olivier de Marliave
17 Aralık 1996 tarihinde, Sun Yaoting’in ölümüyle birlikte, Çinliler kendilerini imparatorların geleneksel Çin’ine bağlayan son bağlarından birini kaybederler. Bu adam, 1911’de ilan edilen cumhuriyetten ve Mao devriminden önce, imparatorluk sarayının ihtişamını ve eski moda törenlerini tanımış son adamdır. Doksan dört yaşındadır ve eski Pekin’de bir evde, evlatlık olan oğlu ve hayat arkadaşıyla yaşamaktadır.
Sun Yaoting, Yasak Şehir’in son hadımı
Sun Yaoting, Yasak Şehir’e 1917’de hizmetkâr olarak kabul edilmiş ve Qing Hanedanı’nın son imparatoru Pu Yi’yle beraber Mançurya’ya gittiği 1924 yılına kadar burada yaşamıştır.[1] O dönemde, imparatorun hizmetkârı konumuna sahip olmak bir ayrıcalıktır çünkü Sun Yaoting ve imparator ailesinin en yaşlı üyelerinin çevresindeki elli meslektaşı hariç, Yasak Şehir’deki tüm hadımlar sorgusuz sualsiz kovulmuşlardır. Bir yıl sonra, Yasak Şehir’de sayıca bir ordu kadar kalabalık olan hadım hizmetkârların varlığına şahit olmuş bir adamın hizmetindeki tek hadımdır. Sun Yaoting Pu Yi’nin peşinden Mançurya’ya gittikten sonra Pekin’e dönüp Maocuların hizmetine girmeye çalışmış ama bu iyi niyeti, onun hayatının en büyük mutsuzluklarından birini yaşamasının önüne geçememiştir.
17 Aralık 1996 tarihinde, Sun Yaoting’in ölümüyle birlikte, Çinliler kendilerini imparatorların geleneksel Çin’ine bağlayan son bağlarından birini kaybederler. Bu adam, 1911’de ilan edilen cumhuriyetten ve Mao devriminden önce, imparatorluk sarayının ihtişamını ve eski moda törenlerini tanımış son adamdır. Doksan dört yaşındadır ve eski Pekin’de bir evde, evlatlık olan oğlu ve hayat arkadaşıyla yaşamaktadır.
Çin'in son hadımı Sun Yaoting hayat hikayesini yazan Jia Yinghua ile birlikte Fotoğraf 1996 (17 Aralık) yılında yani Sun'un hayatını kaybettiği yıl çekilmiş. |
Sun Yaoting, Yasak Şehir’in son hadımı
Sun Yaoting, Yasak Şehir’e 1917’de hizmetkâr olarak kabul edilmiş ve Qing Hanedanı’nın son imparatoru Pu Yi’yle beraber Mançurya’ya gittiği 1924 yılına kadar burada yaşamıştır.[1] O dönemde, imparatorun hizmetkârı konumuna sahip olmak bir ayrıcalıktır çünkü Sun Yaoting ve imparator ailesinin en yaşlı üyelerinin çevresindeki elli meslektaşı hariç, Yasak Şehir’deki tüm hadımlar sorgusuz sualsiz kovulmuşlardır. Bir yıl sonra, Yasak Şehir’de sayıca bir ordu kadar kalabalık olan hadım hizmetkârların varlığına şahit olmuş bir adamın hizmetindeki tek hadımdır. Sun Yaoting Pu Yi’nin peşinden Mançurya’ya gittikten sonra Pekin’e dönüp Maocuların hizmetine girmeye çalışmış ama bu iyi niyeti, onun hayatının en büyük mutsuzluklarından birini yaşamasının önüne geçememiştir.
Etiketler:
Asya Tarihi,
Belge-Kaynak,
Hadım Etmek,
Hukuk-İnsan Hakları,
Olivier de Marliave,
Sun Yaoting
6 Şubat 2019 Çarşamba
Saruhanlı Beylerin Ölü Gömme Ritüeli
İbn Battuta
Mağnisiye [Manisa] Sultanı
Şehrin hükümdarı Saruhan adında biridir.[1] Buraya girdiğimizde onu birkaç ay evvel ölmüş
oğlunun türbesinde bulduk. Bayram gecesi[2] ile sabahını anne baba bu türbede geçirmişler. Çocuğun cesedi yıkanıp hazırlanmış, kalaylı, demir kaplı tahta bir tabut içine konmuş ve cesetten çıkan kokunun kaybolması için çatısı açık bir kubbeye asılmıştı.[3] Bir süre sonra çatı örülecek, tabut yere indirilecek, üstüne de ölünün elbiseleri örtülecekti. Pek çok hükümdar için böyle yapıldığını daha önce görmüştüm ben...
İbn Battuta Seyahatnamesi, cilt, YKY, s. 426
Çeviri, İnceleme ve Notlar: A. Sait Aykut
Mağnisiye [Manisa] Sultanı
Şehrin hükümdarı Saruhan adında biridir.[1] Buraya girdiğimizde onu birkaç ay evvel ölmüş
oğlunun türbesinde bulduk. Bayram gecesi[2] ile sabahını anne baba bu türbede geçirmişler. Çocuğun cesedi yıkanıp hazırlanmış, kalaylı, demir kaplı tahta bir tabut içine konmuş ve cesetten çıkan kokunun kaybolması için çatısı açık bir kubbeye asılmıştı.[3] Bir süre sonra çatı örülecek, tabut yere indirilecek, üstüne de ölünün elbiseleri örtülecekti. Pek çok hükümdar için böyle yapıldığını daha önce görmüştüm ben...
İbn Battuta Seyahatnamesi, cilt, YKY, s. 426
Çeviri, İnceleme ve Notlar: A. Sait Aykut
Saruhan Beyin Manisa'da bulunan türbesi. Ön cephe Yazıda bahsi geçen oğlunun türbesiyle mimari açıdan benzerlik göstermesi mümkündür. |
Etiketler:
Anadolu Tarihi,
Belge-Kaynak,
Din-Mitoloji,
İbn Battuta,
kültür
5 Şubat 2019 Salı
Zamanda ve Mekanda Yolculuk Yapan Mecnun Hasan'ın Hikayesi
İbn Batuta
[14. yüzyıl gezginlerinden İbn Battuta (1304-1368) Fas'ın Tanca şehrinde dünyaya geldi. Bu şehirden çıktığı günden itibaren 28 yıl süren gezileri boyunca Mısır, Arap Yarımadası, Irak, İran, Anadolu (başta Osmanlı Beyliği olmak üzere o dönemin belli başlı beylikleri), Deşt-i Kıpçak, Bizans (İstanbul), Orta Asya, Hindistan, Maldivler, Çin ve Endülüs'ü gezen İbn Batttuta devlet ve toplum yapıları, inanç ve adetleri, doğal özellik ve ürünleriyle tanıttığı bu ülke ve şehirlerin 700 yıl önceki durumlarını başarıyla yansıtır. Yazarı tarafından Tuhfetü'n-Nuzzar fi Garaibi'l-Emsar ve Acaibi'l-Esfar diye adlandırılan, yaygın olarak Rıhle diye bilinen eseri Türkçe'de İbn Battuta Seyahatnamesi olarak bilinir. Gezdiği yerleri; siyasi, coğrafi ve kültürel açıdan gözlemleyerek yazmış olan Battuta çok sayıda yerel karaktere ve onların hayat hikayelerine de yer vermiştir. Bunların bir kısmı o devrin insanının inandıkları tuhaf, fantastik öykülerdir ki bir yönüyle de Binbir Gece Masallarına benzerler. İşte aşağıda bu yargıya denk düşecek bir öykü var.]
[14. yüzyıl gezginlerinden İbn Battuta (1304-1368) Fas'ın Tanca şehrinde dünyaya geldi. Bu şehirden çıktığı günden itibaren 28 yıl süren gezileri boyunca Mısır, Arap Yarımadası, Irak, İran, Anadolu (başta Osmanlı Beyliği olmak üzere o dönemin belli başlı beylikleri), Deşt-i Kıpçak, Bizans (İstanbul), Orta Asya, Hindistan, Maldivler, Çin ve Endülüs'ü gezen İbn Batttuta devlet ve toplum yapıları, inanç ve adetleri, doğal özellik ve ürünleriyle tanıttığı bu ülke ve şehirlerin 700 yıl önceki durumlarını başarıyla yansıtır. Yazarı tarafından Tuhfetü'n-Nuzzar fi Garaibi'l-Emsar ve Acaibi'l-Esfar diye adlandırılan, yaygın olarak Rıhle diye bilinen eseri Türkçe'de İbn Battuta Seyahatnamesi olarak bilinir. Gezdiği yerleri; siyasi, coğrafi ve kültürel açıdan gözlemleyerek yazmış olan Battuta çok sayıda yerel karaktere ve onların hayat hikayelerine de yer vermiştir. Bunların bir kısmı o devrin insanının inandıkları tuhaf, fantastik öykülerdir ki bir yönüyle de Binbir Gece Masallarına benzerler. İşte aşağıda bu yargıya denk düşecek bir öykü var.]
İbn Batuta'nın Yolculuklarının Rotaları |
Etiketler:
Belge-Kaynak,
Din-Mitoloji,
kültür,
ortaçağ,
Ortadoğu Tarihi
4 Şubat 2019 Pazartesi
Johnson Mektubu
Hikmet Özdemir
Türk hükümetleri dış politika alanında 1960’lı ve 1970’li yılların
en büyük iki bunalımını NATO içindeki yakın komşusu Yunanistan
ile ve Kıbrıs
sorunu yüzünden ittifakın lideri
ABD yönetimi ile yaşamıştır.
1964'de, Londra ve Zürih Antlaşmalarına
göre Kıbrıs Türklerinin haklarını korumak için garantör
devlet sıfatıyla adaya asker
göndermek isteyen Türkiye'nin
müdahale kararına ABD Başkanı Johnson'un, zamanın Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'ye 1964
Haziranında gönderdiği mektup,
Türk Hariciyesi açısından
yeni bir dönemin başladığına
açık bir kanıttır.
Johnson Mektubu, ABD
resmi çevrelerindeki Türkiye
görünümünün her iki
taraf propagandacıları tarafından
yayılanın aksine, hiç de olumlu olmadığını ortaya çıkartmıştır.
Mektubun diğer önemli yanı,
NATO'ya ABD'nin bakışım
göstermesidir. Şöyle denilmektedir:
«Bay Başbakan [İsmet İnönü'ye hitap ediliyor.] NATO vecibelerine de dikkat nazarınızı çekmek mecburiyetindeyim. Kıbrıs'a vaki olacak Türk müdahalesinin Türk Yunan kuvvetleri arasında askeri bir çatışmaya müncer olacağı hususunda zihninizde en ufak bir tereddüt olmamalıdır.
Etiketler:
Avrupa Tarihi,
Belge-Kaynak,
Dünya Tarihi,
Modern Türkiye Tarihi,
Soğuk Savaş,
Yakınçağ
2 Şubat 2019 Cumartesi
1 Şubat 2019 Cuma
Karun Hazinesi
Açıklamalar resmin üzerindedir. Büyüterek okuyabilirsiniz. Kendi taramalarım.
Karun Hazinesi, çoğu MÖ 560-546 yılları arasında Lidya ülkesini yöneten Kroisos veya Krezüs (Karun) dönemine ait olan ve Uşak'ın 25 km batısında ve İzmir Karayolu üzerinde bulunan Güre Kasabası yakınlarındaki tümülüslerden 1960'lı yıllarda çıkarılarak ABD'ye kaçırılan ve 1993 yılında uzun bir hukukî süreç sonucunda geri alınan eserlerin toplu adı. Bazı kaynaklarda Lidya Hazinesi olarak da anılır. Hazinenin ele geçirilen kısmında yaklaşık 450 parça bulunur.
Etiketler:
Anadolu Tarihi,
Arkeoloji-Antropoloji,
Belge-Kaynak,
Görsel Kaynak,
ilkçağ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)