Tarihçilerin ve çeşitli yazarların zenginleştirici, tartışmaya, düşünmeye olanak veren; eski, yeni yazılarına ve belgelere yer verilecektir.
17 Aralık 2022 Cumartesi
15 Aralık 2022 Perşembe
Serveti Fünun'da Mecusilere ait Ölüler Kulesi
Serveti Fünun dergisinin 1312 (1896-97) tarihli sayısında Hindistan'daki Ölüler Kulesi resmedilmiş. Altta sağda.
23 Haziran 2022 Perşembe
İnsanlık Tarihi Boyunca Kullanılan Temel Yiyeceklerin Gelişimiyle İlgili Zaman Çizelgesi
MÖ 500.000: Homo Erectus, çay içen ilk insansı olabilir.
MÖ 100.000: Neandertaller çorba tüketen ilk insanlar olabilir.
MÖ 45.000: İnsanlar balık tutmayı öğrendiler ve bu omurgalıları diyete eklediler. Neandertaller balık tutma faaliyetinde hiçbir zaman ustalaşmadı. Anatomik olarak modern insanlar bu nedenle yiyecek konusunda Neandertalleri geride bırakmış olabilir.
MÖ 12.000: Güneybatı Asya'nın Natufianları yabani buğday, arpa, bezelye, mercimek ve nohut topladı.
MÖ 10.000: İnsanlar koyun ve kuzu sağlamak için koyunları evcilleştirdi. Bu durumda hayvancılık, bitkisel tarımdan önce gelmiş olabilir. Bunu Neolitik Devrim'in bir parçası olan domuz ve ineğin evcilleştirilmesi izledi.
MÖ 10.000: İnsanlar ilk birayı içti. Bira muhtemelen dünyanın en eski alkollü içeceğidir.
MÖ 10.000: Güneydoğu Asya halkı, tavuğu; et ve yumurta için ilk evcilleştiren kişiler olabilir.
MÖ 8000: Güneybatı Asya halkı bu gıda bitkilerini evcilleştirdi ve insanların gıdalarını elde etme yöntemi olarak tarımın kökenini belirlediler, ancak avcılık ve toplayıcılıktan çiftçiliğe geçişin ani olmadığını belirtmek gerekir. Amerika dahil olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde geçiş oldukça kademeli oldu.
MÖ 8000: Çin'deki Yangtze Nehri kıyısındaki insanlar, pirinci ilk evcilleştiren kişiler olabilir.
29 Mayıs 2022 Pazar
Bilim Etiği
Bilim etiği özellikle son yirmi beş otuz yılda önem kazanmıştır. Bunda bilim ve teknolojideki baş döndürücü gelişmelerle, buna paralel olarak ekonomik üretimde uzman bilginin en önemli girdi haline geldiği endüstri sonrası
'enformasyon toplumuna' geçişin payı büyüktür. Elli yıl önce hayal dahi edilemeyen bilimsel buluş ve uygulamaların toplumsal hayat üzerinde önceden öngörülemeyen etkileri, bilim insanlarının bir yandan birbirleri ve kurumlarıyla, diğer yandan sanayi ve toplumla olan ilişkilerinin karmaşıklaşması ve bazı bilim insanlarının aykırı davranışları bir dizi etik sorunu beraberinde getirmiştir.
Türkiye Bilimler Akademisi Bilim Etiği Kurulu, kendi çalışma esaslarını saptarken bu sorunları şöyle ifade etmiştir:1
Bilimsel gelişme sonucunda insanın çevresi ile ayrılmaz bir bütün oluşturduğunun farkına varılması, etiği salt bireyler arasında ya da bireylerle toplum arasında bir konu olmaktan çıkartıp, insanın içinde yaşadığı evrene karşı da etik sorumluluğu olduğunu ortaya koymuştur. Bilimsel gelişmeler giderek artan ölçüde moleküler düzeyde canlı ve cansız madde arasındaki sınırı belirsizleştirirken, yaşamın kutsallığı, bireyin dokunulmaz bütünlüğü, insan onuru gibi, her toplumda geleneksel ya da rasyonel biçimlerde temellendirilmiş kavramları yeni teknolojik imkânlar karşısında yeniden tanımlama ve bu alana ilişkin etik olanakları araştırma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Tüm bu nedenlerle, genelde etik ve özelde bilim etiği günümüzde geçmişe kıyasla çok daha dinamik bir süreç olarak yorumlanmalıdır.
25 Mart 2022 Cuma
İkinci Dünya Savaşı'nın anlatısını Clausewitz'in strateji anlayışıyla mı, yoksa Liddell Hart'ın strateji anlayışıyla mı okumalıyız?
Bir okuyucunun, dünyadaki tüm büyük güçlerin ittifaklar kurma yoluyla ikiye ayrıldıkları ve dünya coğrafyasının çok büyük bir kısmını içine alarak yürüttükleri bu savaşın anlatısını okurken ne tür bir değerlendirme çerçevesi kullanacağı önemli olmaktadır. Bu çerçeve, okuma sonrasında ulaşacağımız yargıları büyük ölçüde belirleyecektir.
Böyle bir savaşta en basit değerlendirme çerçevesi, savaşı nihai olarak kimin kazandığıdır. Tabii ki siyasal açıdan savaşı kimin kazandığı önemlidir.
Ancak savaşın hem kazanan hem de kaybeden tarafa ayrı ayrı maliyetlerinin ve dünyaya toplam maliyetinin ne olduğu konusunda bir değerlendirme yapmazsak yaptığımız değerlendirme eksik kalır. Bir dünya savaşı sonrasında dünyanın ne kadar büyük kayıp verdiğini söylemenin ve bunu bir insanlık dramı olarak nitelemenin, insanların ders alması bakımından önemli olduğu açıktır. Ama bu değerlendirme, savaşan taraflarını savaş yönetimlerindeki başarılarını değerlendirmek bakımından yetersiz kalır. Bu savaşta elde edilen sonuç insanlığa daha az maliyetle elde edilebilir miydi sorusundan kaçınmanın olanağı yoktur. Bu soruya yanıt verebilmek içinse alternatif askerlik stratejileri üzerinde durmamız gerekecektir.
Bu konuda iki farklı görüşün yarıştığı söylenebilir. Bunlardan birincisi Clausewitz'in savaş stratejisi yaklaşımıdır. Clausewitz'in yaklaşımında düşmanın silahlı kuvvetlerinin yok edilmesi savaşın tek ve açık amacıdır. Bu stratejide her şey sahada fiilen yapılan muharebeye ve kazanılacak zafere bağlanmıştır. Bu zaferin bedeli, dökülen kandır. Clausewitz'in yaklaşımı Prusya subayları ve özellikle Moltke tarafından çok katı bir şekilde yorumlanmış ve daha sonra da Birinci Dünya Savaşı'nı yönlendiren stratejik çerçeve haline gelmiştir.
18 Mart 2022 Cuma
Philip K. Dick'e Göre Bilim-Kurgu
Philip K. Dick
Önce bilimkurguyu onun ne olmadığını söyleyerek tanımlayacağım. Gelecekte geçen bir hikâye (ya da roman ya da oyun) olarak tanımlanamaz, çünkü gelecekte geçen ve bilimkurgu olmayan uzay macerası diye bir şey vardır: Bu da tam adı gibi bir şeydir.
Gelecekte uzayda geçen süper ileri teknolojinin olduğu maceralar, savaşlar ve mücadeleler. O halde bu neden bilimkurgu sayılmaz? Öyleymiş gibi görünür. Örneğin Doris Lessing öyle olduğunu varsayar. Ancak uzay macerasında, temel malzeme olan ayırt edici yeni fikir eksiktir. Ayrıca şimdiki zamanda geçen bilimkurgu da olabilir. O halde bilimkurguyu gelecekten ve ultra ileri teknolojiden ayırdığımız takdirde elimizde bilimkurgu diyebileceğimiz ne kalır?
Kurmaca bir dünya ilk adımdır, bu aslında olmayan bir toplumdur. Yani bilinen toplumumuz onun için bir başlangıç noktasıdır. Toplum bir biçimde bizim toplumumuzdan çıkar, alternatif dünya hikâyesi ya da romanında olduğu gibi belki dikey olarak. Bu, yazarın bir tür zihinsel çabasıyla yerinden oynattığı kendi dünyamızdır. Ya da olmadığı ya da henüz olmadığı bir şeye dönüştürülmüş dünyamızdır. Bu dünya verili dünyadan en az bir biçimde farklılık göstermelidir. Bu biçim de toplumumuzda ya da geçmişte ya da gelecekte herhangi bir bilinen toplumda meydana gelmeyecek olaylara yol açmaya yeterli olmadır. Bu yerinden oynatmada tutarlı bir fikir olmalıdır, yani yerinden oynatma yalnızca önemsiz ya da tuhaf değil, kavramsal bir yerinden oynatma olmalıdır. Bilimkurgunun özü budur, toplum içindeki kavramsal bir yerinden oynatma. Böylece yazarın zihninde yeni bir toplum üretilir, kağıda aktarılır ve kâğıttan da okurun zihninde sarsıcı bir şok oluşturur, tanıyamamanın şokunu. Okur okuduğunun gerçek dünyası olmadığını bilir.
30 Ocak 2022 Pazar
YENİ PROGRAM ve DERS KİTAPLARI: “BİRİNCİ SINIF” HAYAT BİLGİSİ
Yıldız Ayyıldız
2007 Değişikliği Üzerine...
Okyay Yayıncılık, 2008
Yazıda başka bir yayınevinin kitabı eleştirilmektedir.
Geçen sene uygulamaya giren yeni hayat bilgisi programıyla, öğrencilerin “yaşam becerileri ve olumlu kişisel nitelikler geliştirmelerinin ayrıca sosyal bilgiler, fen ve teknoloji derslerine temel olacak bilgilere sahip olmalarının beklendiği” ilgili kaynak ve kişilerce sıkça ifade edilmişti. Bu programla, belirtilen hedeflere ulaşılabilir mi? Veya bu programla ne tip öğrenciler yetişir? Bu yazıda birinci sınıf hayat bilgisi kitabındaki[1] tema ve etkinlik örneklerinden yararlanılarak, programın öğrenci seviyesine uygunluğu, metodolojik yaklaşımı ve sosyal bilgiler dersi açısından nasıl bir fikirsel/duyuşsal alt yapı inşa edildiği kısaca ele alınacaktır.
24 Ocak 2022 Pazartesi
Oscar Wilde’ın Anısına
1881 yılındaki bir resepsiyonda Wilde ve diğer sosyete mensupları. Londra |
Genç Andre Gide |
Çıplak Maymun
Desmond Morris maymun Kongo ile. 1956 |
Bugün dünyada yaşayan yüz seksen üç maymun ve goril türü vardır ki, bunlardan yüz seksen ikisinin vücudu, kılla kaplıdır. Tek istisna, kendisine Homo Sapiens adını vermiş olan çıplak bir maymundur. Parlak bir başarıya ulaşmış olan bu tür, zamanının büyük bir bölümünü davranışlarının soylu nedenlerini incelemekle ve en az o kadar bir zamanını da (inatla) temel nedenlerini görmezlikten gelmekle geçirir. Çıplak maymun, primatlar arasında en büyük beyne sahip olmakla övünür, ama en büyük cinsel organa da sahip olduğunu gizlemeye çalışır ve bu şerefi, güçlü goril hazretlerine bırakmayı tercih eder. Yalan.
Amok Koşucusu
Stefan Zweig
....
“Şimdiye kadar her şeyi size açıkça anlatabildim... bunun nedeni belki de o ana kadar kendimi anlayabilmiş olmam, doktor olarak kendi durumuma bir teşhis koyabilmemdi. Ama o andan sonra içimde bir ateş tutuştu, kendi üzerimdeki kontrolümü kaybettim... yani yaptığım her şeyin ne kadar anlamsız olduğunu biliyordum, ama kendime söz geçiremiyordum artık... kendimi anlayamıyordum... hedefime kilitlenmiş durumdaydım... Durun bakayım, belki size daha açıkça anlatabilirim, Amok’un ne olduğunu biliyor musunuz?”
“Amok mu?.. Galiba hatırlıyorum... Malezyalılarda görülen bir tür sarhoşluk...”
“Sarhoşluktan öte bu... çılgınlık, insanın öfkeden gözünün dönmesi... insanın korkunç, delice bir saplantıya kapılması, öyle ki hiçbir biçimde alkol zehirlenmesiyle kıyaslanamaz... ben oradayken bunun gibi birkaç vaka incelemiştim –başkaları söz konusu olunca insan her zaman mantıklı ve nesnel davranabiliyor– ancak bu vakaların kaynağının korkunç gizini çözememiştim... İklimle bir bağlantısı var bunun, sinirlerin üzerinde fırtına gibi baskı yapan ve sonunda patlama noktasına getiren o boğucu, yoğun havayla...
İşte Amok... evet Amok, şöyle oluyor: Bir Malezyalı, herhangi bir sıradan, kendi halinde adam içkisini içiyor... Ruhsuz, ilgisiz, donuk bir biçimde oturuyor oracıkta... tıpkı benim odamda oturduğum gibi... sonra ansızın ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor, sokağa fırlıyor... dosdoğru koşuyor, dosdoğru... nereye gittiğini bilmeden... Yoluna ne çıkarsa, insan olsun hayvan olsun, hançerini saplıyor, akan kan onu daha da çıldırtıyor... Ağzı köpürüyor, kudurmuş gibi uluyor... ama koşuyor, koşuyor, koşuyor, ne sağa bakıyor ne sola, acı acı haykırarak, elinde kanlı hançeriyle, korkunç koşusunu sürdürüyor... Köylerdeki insanlar bu Amok koşucusunu hiçbir gücün durduramayacağını bilirler... o gelirken uyarmak için ‘Amok! Amok!’ diye haykırırlar ve herkes kaçışır... ama o bunları hiç duymadan koşar, görmeden koşar, önüne çıkanı devirir... sonunda kuduz bir köpeği vururcasına vurup öldürürler onu ya da o ağzından köpükler çıkararak yere yığılıp kalır...
Nibiru Gezegeni'nden Enki'nin Hikayesi
Zecharia Sitchin
[Not: Bu yazıda, Zecharia Sitchin'nin "hayali" dünya tarihi yayınevi (?) tarafından özetleniyor. Daha sonra da Kitaptan iki örnek yer alıyor. Hayali, kelimesi benim ifadem yoksa yazar böyle düşünmüyor elbette. Dünyanın bilinmeyen geçmişini açıklama çabalarının en uç/fantastik örneklerinden biri olarak görülebilir. DK]
GİRİŞ
445.000 yıl kadar önce başka bir gezegenin astronotları altın aramak amacıyla Dünya’ya geldiler.
Bilimkurgu Edebiyattır
Bülent Somay
[Savaşa Karşı Bilimkurgu öykü derlemesi için sunuş yazısı...]
İyi bilimkurgu, iyi edebiyattır." Bu sözü hangi bilimkurgu yazarının söylediğini tam olarak hatırlayamıyorum; 1950'lerde, bilimkurgunun 13-18 yaş grubunun hafta sonu eğlencesi olmadığı bilinci bilimkurgu yazarlarının kafasında iyice yer etmeye başladığı sıralarda, bir bilimkurgu derlemesinin başında yer aldığını biliyorum yalnızca.
"Bilimkurgu edebiyattır": Tıpkı edebiyat gibi onun da iyisi ve kötüsü, banali ve felsefi olanı, insanı düşünmeye ya da uyumaya sevk edeni vardır.
Kainat İcat Etmek Zor İş
Ursula K. Le Guin
Kâinat icat etmek zorlu bir iş. Yehova cumartesi günü tatil yaptı. Vişnu arada bir kestirdi. Bilimkurgu kâinatları sözle kurulmuş ufacık dünyalardan ibarettir, ama öyle bile olsa üzerlerinde biraz kafa yormak gerekiyor; her hikâye için yeni bir kâinat düşünmektense, yazar dönüp dolaşıp aynı kâinatı kullanabilir, hatta bazen yarattığı kâinat eski bir gömlek gibi yıpranıp yumuşamaya, iyice doğallaşmaya başlayana kadar.
Ben hayali kâinatım için hatırı sayılır bir emek harcadığım halde, onu tam olarak icat etmiş gibi hissetmiyorum kendimi. Paldır küldür bu kâinatın içine daldım ve o gün bugündür sistemsizce –oraya bir bin yıl bırakarak, burada bir gezegen unutarak– içinde dolanıp duruyorum. Bu kâinata Hain Kâinatı adını veren dürüst ve azimli insanlar kâinatın tarihini Zaman Çizelgesi'ne yerleştirmeye çalıştı. Ben ise ona Ekumen ismini verdim ve tarihini çıkartmanın umutsuz bir çaba olduğunu düşünüyorum. Kâinatın Zaman Çizelgesi, kedi yavrusunun örgü sepetinden çekip çıkarttığı yumaklara benziyor; tarihi de daha çok boşluklardan oluşuyor.
Denis Diderot 1713—1784
Konuşmalar
ÖnsözXVIII. yüzyıl Fransız filozoflarının en ileri fikirlisi, en inkılâpçısı olan Diderot 1 ekim 1713'te Langres'de doğdu. Babası bu şehirde bir bıçakçı dükkânı işletiyordu. Yani materyalist mektebinin şefi bir küçük burjuva muhiti içinde doğmuş ve büyümüştür. Gerek temayülleri, gerek şahsi alışkanlıklarında bu muhitin izlerini taşımıştır. Aile hayatı dolayısıyla, ansiklopedistlerin içinde halka en yakın olanı odur. Bununla beraber Diderot'nun babası hali vakti yerinde bir insandı. Ölümünden sonra çocuklarına bıraktığı mirastan Denis'nin* payına iki yüz bin frank kadar bir şey düşmüştür.
Diderot'nun babası, çocuklarını yüksek hayata karıştırmak için büyük bir arzu duymaktaydı Halbuki o zamanlar, bu çeşit arzulara kendini kaptıran küçük burjuvalar için cemiyette mevki sahibi olmanın tek bir yolu vardı: oğlan çocukları papaz olarak yetiştirmek, evlenmeyen kızlan da zengin bir manastıra yerleştirmek. İhtiyar Diderot bu yoldan yürüyerek büyük oğlu Deniş ile küçüğü Didier'yi Langres'deki Cizvit kolejine verdi ve kızlarından birini de bir manastıra soktu. Daha sonralan Diderot La Religieuse adlı romanında bu kız-kardeşinin başına gelenleri anlatmıştır. Küçük kardeşine gelince, o da Langres Katedralinin sayılı bir papazı olmuştu. Fransız papaz sınıfı onu daima hem bir model hem de tariz vesilesi olarak dinsiz ağabeyinin karşısına çıkarmıştır. Gerçekten de ne garip tecellidir ki babasının imanı bütün bir papaz olarak yetiştirmek istediği Denis hem de materyalist olmuştur.
Okullarda Din Ve Ahlak Eğitimi Üzerine
Baskın Oran
14/11/2014
Keşke Ağustos 2014 tarihinden önce bütün melekelerimi yitirseydim de; değerli meslektaşım Davutoğlu’nun başbakan olunca din dersleri konusundaki bağlayıcı AİHM kararını bir uluslararası ilişkiler profesörü olarak inkar ettiğini (link) gözüm görmeseydi, kulağım duymasaydı.
Kendisi geçen hafta Hacı Bektaş’a gidip şöyle dedi: “Eğer herhangi bir din bu derslerle tahkir ediliyorsa, kötüleniyorsa bu dersleri kaldıralım. O anda nefret kültürü doğar” (link). Nefret kültürünün doğmasını başka bir yazıya bırakıyorum. Gerisini konuşalım.
Davutoğlu kendi partisini herhalde küçümsüyor. AKP veya herhangi bir parti, sivil toplumun artık bu kadar şerbetlendiği bir ülkede başka dinleri açıkça kötüleyecek kadar aptal değil tabii ki.
Mesela, Muzaffer Aydın tarafından yazılan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi-8 Ders Kitabı’nda bu işin nasıl usulca ve ustaca yapıldığını anlatayım. Sözlük ve Kaynakça hariç, 6 ünitede toplanmış 111 sayfalık bir kitap. Ünitelerin isim ve içerikleri şöyle:
6 ÜNİTEDEN 5’İNDE İSLAM ANLATILIYOR
Ünite-1: Kaza ve Kader. Genel giriş görünümlü. Fakat biraz aşağıda bahsedeceğim Ayete’l Kürsi metni burada (s. 11-26).
Ünite-2: Zekat, Hac ve Kurban İbadeti. Tamamen İslam dinini anlatıyor (s. 27-45).
Ünite-3: Hz. Muhammed’in Hayatından Örnek Davranışlar. Tamamen İslam anlatıyor (s. 46-61).
Ünite-4: Kur’an’da Akıl ve Bilgi. Tamamen İslam anlatıyor.
Ünite-5: İslam Dinine Göre Kötü Alışkanlıklar. Tamamen İslam anlatıyor.
Ünite-6: Dinler ve Evrensel Öğütleri. (s. 87-110). Burada Hinduizm, Budizm, Yahudilik ve Hıristiyanlık’ı toplam 6 sayfada (s. 89-94) halledip tekrar İslam’a geliyor.
Burada başka dinlerin birkaç sayfa içinde neler söylenerek nasıl anlatıldığından örnekler vereyim, yukarıda niye “usulca ve ustaca” dediğim açıklığa kavuşsun:
14 Ocak 2022 Cuma
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Maddelerinin En Kısa İfadesi
1 Özgür, onur ve haklarda eşit doğma
2 Ayrımcılık yasağı
3 Yaşama, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
7 Ocak 2022 Cuma
Tarih Yazımının Bazı Sorunları Üstüne Düşünceler[1]
Mete Tunçay
Mete Tunçay'ı, Marks'tan çeviri yaptığı için tutukluyorlar. Öyle bir dönemdi.. Solcu sayılan herkese o zamanlar anarşist deniyordu. Şimdinin teröristi gibi. |
Tarihin ayrı ayrı türleri vardır. En basitinden, incelenen
dönemin zamanımızdan uzaklığına
göre, tarih (yazı)-öncesi tarih, eskiçağ tarihi, Ortaçağ tarihi, Yeniçağ
tarihi, Yakın çağ tarihinden söz edilebilir.
Bu dönemlerden
herhangi biriyle metotlu olarak uğraşana "tarihçi" denir; ama
yaptıkları iş, birbirlerinden hayli farklıdır. Prehistorya[2]
çalışan tarihçi (arkeolog), bulabildiği kalıntılardan, o nesneleri yapan ve
kullanan insanların yaşamına ilişkin genellemeler
kurmak zorundadır. Yakın dönemlere doğru geldikçe, tarihçinin marifeti, tam
tersine, belge-tanıklık bolluğu içinde anlamlı-önemli olanları seçmektir. (Elbette, benim
bizdeki Sol'un tarihi konusunda yaptığım gibi, yasaklamalar nedeniyle malzemesi
zor bulunacak bir alanda çalışmıyorsa!)
Sonra, araştırılan mekânlara
göre de, tarih türleri farklılaşır: Türkiye
tarihi, Avrupa tarihi, Uzakdoğu tarihi, Güney Amerika tarihi vb. Bunlarla
uğraşanların bazı sorunları ortaktır, ama bazıları da kendilerine özgüdür.
Nihayet, tematik tarih türleri vardır: Siyasal olaylar tarihi, toplumsal tarih, kültürel tarih, ekonomi tarihi, felsefe tarihi, siyasal düşünceler tarihi, bilim tarihi ve elbette, tek tek bilimlerin tarihi (tıp tarihi, fizik tarihi, kimya tarihi vb.) Bunların herbirinin sorunsal çerçevesi başka başka olmalıdır.
3 Ocak 2022 Pazartesi
Mete Tunçay’ın İlk ve Orta Öğretimdeki Tarih Eğitimi Üzerine Düşünceleri
2021 tarihli ders kitabından bir örnek metin Tarih 9, MEB, s.108 |
İlk ve Orta Öğretimde Tarih[1] Türkiye'de eğitimin çağdaşlaştırılması sürecinde, Saffet Paşa'nın[2] hazırladığı 1869 tarihli "Maarif-i Umumiye Nizamnamesi"[3] önemli bir aşamadır. Bu tüzük, ilk ve ortaokullarda tarih derslerinin okutulmasını da öngörmektedir: Sıbyan[4] mekteplerinde "Muhtasar[5] Tarih-i Osmanî", Rüştiyelerde[6] ise hem "Tarih-i Umumi" hem "Tarih-i Osmanî" öğretilecektir. Genel tarih içinde, (Batıdaki Biblical History[7] gibi) Tarih-i Enbiya[8] ve Tarih-i İslâm merkezdedir. Bu bakımdan, eskiden beri süregelen öğretimden bir fark yoktur. Osmanlı tarihi de, ulusal bir tarih olmaktan çok, bir hanedanın tarihi niteliğindedir. Bu amaçla hazırlanacak kitaplara "bilcümle selâtin-i Osmaniyenin tarih-i velâdet ve cülus ve vefatlarını mübeyyin bir cetvel"[9] konulması istenmekte; vekayiin "hakikati veçhile bitarafane yazılıp, fakat muhabbet-i vataniyeye müteallik mevaddin sena ve sitayişle yad"[10] olunması gereği belirtilmekte; memleket ve şahıs adlarıyla tarihlerin zikrinde "imsak"[11] öğütlenmektedir.
Çeyrek yüzyıl sonra,
II. Abdülhamit döneminde ilkokullardan Osmanlı Tarihi, ortaokullardan da Genel
Tarih dersleri kaldırılmıştır. Yani, ortaokullarda yalnız Osmanlı Tarihi
kalmıştır.
Abdülhamit'in bu geriye adımından 15 yıl sonra, İkinci Meşrutiyet döneminde tarih
öğretiminde güçlü bir canlanma göze çarpıyor. İslâm ve Osmanlı tarihlerinden
başka, genel uygarlık tarihi de
okutulmaya başlanıyor. Ancak, alelacele Fransızcadan çevrilmiş genel tarih
kitapları, ulusal bir görüş açısından yazılmadığı için eleştirilere yol
açmıştır.
1913 tarihli Tedrisat-ı
İptidaiye Kanun-u Muvakkatı'nda[12]
eski Sıbyan mekteplerinin yerine geçen altı yıllık "Mekâtib-i İptidaiye[13]"de
şu tarih dersleri göze çarpmaktadır. (İlk iki sınıfta doğrudan doğruya tarih
yoktur. Ancak,
1.Sınıftaki "Musahabat-ı Ahlâkiye[14]
ve Medeniye" dersi ile
II. sınıftaki "İslâm ve Türk Büyükleri" dersi, bir çeşit giriş
olacaktır)
III ve IV’te "Muhtasar Tarih-i Osmanî",
V ve Vl'da "Muhtasar
Tarih-i Medeniyet".