Doğu Sorunu |
1833’te Münih "Üç Hükümdarlar Konferansı" sırasında Metternich ile Çar Nikolay arasında şöyle bir konuşma geçmişti:
"Münchengraetz’de bir akşam yemeğinde bir
araya gelmiştik. Ben, Majeste imparatorun tam karşısında oturmaktaydım. Ve birdenbire,
Çar masanın üzerinden bana eğilerek şunu sordu:
Tam bir sağırlığa vurup işitmezlikten geldim
bu soruyu. Ve Çar bir daha sordu ve ben, gene işitmedim. Ne var ki Majeste İmparator,
aynı soruyu üçüncü kez tekrarlayınca ister istemez cevap vermek zorunda kaldım.
Yalnız, dolaylı bir şekilde yaptım bu işi; şu soruyu sorarak cevap verdim ona:
"İmparator
hazretleri bana bu soruyu, bir hekime sorar gibi mi, yoksa bir mirasçıya sorar
gibi mi sormaktadırlar?
Hiçbir cevap vermedi imparator ve bir daha bana
artık 'hasta adam’dan söz etmedi... "
Bu konuşma Batılı ülkelerin Osmanlı Devleti'ne
bakışlarının iki farklı yönüne dikkat çekmekteydi:
“Hasta Adam’ın iyileştirilmesi;” ya da
"mirasına konulması" olarak beliren bu iki görünüş, farklı kombinezonlarla
Batı'nın bundan sonra Osmanlı Devleti karşısında takınacağı tutumu,
diplomatlarının ve çoğu zaman karikatüristlerinin düşünce ve tavırlarını belirleyecekti.
Özellikle Rusya, Osmanlı'nın mirasına konmak,
Akdeniz bölgesinde hegemonyasını kurmak politikasını ağırlıklı olarak benimserken,
İngiltere ve belli bir noktaya kadar Fransa, kâh Rusya karşısında "hasta
adamı" desteklemiş, kâh gerekli yerlerde müdahalelerde bulunarak, önce
Doğu yolunu, sonra da petrol bölgelerini kendi denetimleri altına almak amacını
taşıyan bir politika benimsemişlerdi.
Hünkar iskelesi antlaşmasından başlayarak Batı
ülkelerinin siyasal gündemine özerk bir "Doğu Sorunu" dâhil olmuştu. Özellikle emperyalist yayılmanın en önde gelen
ülkesi İngiltere’de iki ayrı çizgi, Doğu Sorunu’nun gündemini oluşturmaktaydı:
Serbest ticaret yanlısı Richard Cobden ve John
Bright'ın başı çektiği bir yorum,
Türk-Rus ilişkilerine politik ya da dolaylı
yollardan hiçbir müdahalede bulunulmamasını böyle bir müdahalenin İngiltere’nin
serbest ticaretten kâr etmesi üzerinde hiç bir olumlu etkisi olmayacağını savunuyordu.
Russia adlı kitapçığında Cobden, "hatta Rus
polisi İstanbul'a yerleştiği takdirde sevinç duymak gerekir: Türk polisinin
çoğu zaman sağlamakta güçlük çektiği güvenlik ve asayiş, böylelikle kolayca
sağlanmış olacaktır…” diye yazmaktaydı.
Böyle bir durumda Osmanlı ekonomisi Batı’nın taleplerine
kendini yarım yamalak uydurmaya çalıştığı bir çerçevede önce borçlanmaya, sonra
da iflasa doğru sürüklendi. Avrupa sanayi kültürü ütopyacılarının şaheseri
olan "Dünya Fuarı”nın 1900 yılında yapılan sonuncusunda Osmanlı pavyonu
Avrupa'ya hammaddeler ve küçük imalat sanayii ürünlerinden başka bir şey sunamamıştı.
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, s: 1808Osmanlı Pavyonu, 1900 |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder