14 Mart 2017 Salı

II. Abdülhamid Dönemine Kısa Bir Bakış


18 Ekim 1908 tarihli kapağında Le Petit Journal gazetesi Bosna Bunalımı'na değinerek kapağında I. Ferdinand'ı Bulgar Prensliği'ni, Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph'i Bosna-Hersek'i ele geçirirken, II. Abdulhamid'i Bosna-Hersek'i ararken tasvir etmiştir.

Osmanlı padişahlarından Abdülmecid'in ve Tir-i Müj­gan Kadınefendi"nin oğluydu. 21 Eylül 1842 tarihinde doğan II.Abdülhamid'in iyi bir eğitim gördüğü söylenemez. Büyük kardeşi V. Murad'ın devlet işlerini yürütme­sine engel olan bir sinir bunalımı geçirmesi üzerine, kendisinden meşrutiyeti ilan edeceğine dair söz alınarak 31 Ağustos 1876"da tahta çıkarıldı.
II. Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı Devleti, iç ve dış borçların ödenmesi, dış baskılardan da kaynakla­nan Osmanlı devlet adamları arasındaki çatışmalar, Balkanlardaki milliyetçi hareketler bağlamında Sırbistan ve Karadağ'ın açtığı savaş gibi sorunlarla karşı karşı­yaydı. 
Abdülhamid"in tahta çıkmasından sonra Osmanlı orduları Sırpları ve Karadağlıları yenilgiye uğratıp Belg­rad'a doğru ilerlemeye başlayınca, başta Rusya olmak üzere tüm Avrupa devletleri bu ilerlemeyi durdurmak ve gerek Osmanlı Devletinin durumunu gerekse de Or­tadoğu politikalarını yeniden belirlemek üzere İstanbul'­da bir konferansın toplanmasını sağladılar. 25 Aralık 1876'da toplanan Tersane Konferansı Osmanlı Devlet'ini, Balkanlarda önemli ödünler vermeye zorlayan karar­lar aldıysa da, Osmanlı yönetimi bu kararlara uymayı reddetti. Bu karşı çıkış 24 Nisan 1877'de Osmanlı-Rus Savaşı'nın patlak vermesine yol açtı. Osmanlıların yenik düştüğü bu savaş sonrasında Temmuz 1878'de Berlin'de yapılan barış görüşmeleri Osmanlı topraklarının bir
bölümünün Avrupa Devletleri tarafından işgaliyle so­nuçlandı. II. Abdülhamid, tahta çıkmadan önce kendisiyle vekil­ler heyeti adına görüşen Mithat Paşa'ya verdiği sözü
tutarak 1876 Anayasası'nın ilanına ve Meclis-i Mebusan'ın iki dönem boyunca toplanmasına izin verdi. An­cak Anayasa'nın Osmanlı devlet adamları ve aydınları arasındaki tartışmalar sonucu ortaya çıkmış olan bir uzlaşma olması niteliği, II. Abdülhamid'in aldığı bazı kararları pek bir direnişle karşılaşmadan uygulayabilme­sine yol açtı. 
Nitekim önce Anayasa'nın mimarı olarak kabul edilen Mithat Paşa'yı sürgüne gönderdi; bir süre sonra da Meclis-i Mebusan'ı feshetti. Bundan sonra oto­riter ve kişisel bir yönetime yönelen II. Abdülhamid"in iç politikası şu noktalardan oluşuyordu: 
1)İktisadi altya­pının geliştirilmesiyle ülkenin üretim ve vergi potansiyelini artırmak, 
2) Müslüman tebaaya yönelik eğitim politi­kasıyla desteğinin kazanılması, 
3) Asayiş ve güvenlik başta olmak üzere adalet düzenini yerleştirirken devlet denetiminin de pekiştirilmesi. 

Dış politika alanında Abdülhamid'in izlediği yol zaman  kazanma amacına yönelik bir barış politikasıydı. Çifte tutumu itibariyle Osmanlı Devleti için en büyük tehlikeyi
oluşturan İngiltere'ya karşı diğer Avrupa ülkeleriyle ya­kınlaşmalar yaşandı. Ancak tüm bu yakınlaşmalar da Osmanlı Devleti'nin parçalanmasını geciktirmekten baş­ka bir işe yaramıyordu. 
Berlin Konferansı ile küçümse­nemeyecek kayıplar veren Osmanlı yönetimi, iktisadın
ıslahı doğrultusunda uygulamaya konulan imtiyaz usulüyle birlikte yabancı şirketlere bağımlı iktisadi nüfuz bölgelerinin oluşmasını engelleyemedi. 

Bu gelişmeye Abdülhamid devrinde, baskıcı yönetime karşı muhale­fet yine bu dönemde açılmış olan eğitim kurumlarındaki öğrencilerden geldi. Nitelikli uzman-memur yetiştiren okulların öğrencileri bu başkaldırının başını çekiyor, mali sıkıntılarla birlikte memur maaşlarının zamanında ödenememesine ve devletin baskıcı politikalarına karşı çıkıyorlardı. Genç uzman-bürokratlar arasında ortaya çıkan muhalefet, devlet yetkilerinin denetlenmesini savunan subaylara da sıçradı. Yaygınlaşan muhalefeti denetim altına almak için polis, hafiye, sansür gibi zaten var olan kurum ve uygulamalar daha da katılaştırıldı. 
1900'lere gelindiğinde Abdülhamid yönetimi gitgide derinleşen toplumsal çelişkilerle karşı karşıyaydı. İktisadi önlemler gerçi belli bir büyüme sağlamış, ancak yabancıların denetimlerinin kırılması şöyle dursun, ülkenin kaynakları da­ha da fazla onların denetimine geçmişti. Diğer yandan belirli bir birikim gerçekleştiren eşraf da yönetimde da­ha fazla söz sahibi olmak için zaman zaman toplumsal muhalefetten yana tavır alıyordu. 

Aydın ve memurların devlet eliyle yetiştirilmesini daha da geliştirip yaygınlaş­tırmak için kurulan sivil meslek okulları ise aydın ve memurların, resmen hala geçerli sayılan 1876 Anayasa'­sını sahiplenmesini engelleyemiyordu. Bunlara bir de, Avrupa'daki rejim muhalifi Jön Türklerin eylemlerini yoğunlaştırmaları ve ülkeye soktuları gizli yayınlarla memur ve subaylar arasında belli  bir güce erişmeleri eklenince, Abdülhamid'in olayları artık istediği gibi yön­lendirmesi olanaksızlaştı. 

Jön Türk hareketinin etkisiyle kurulan derneklerin en etkilisi İttihat ve Terakki Cemiye­ti idi. Haziran 1908'e gelindiğinde, önce Manastır ve Selanik'te birlikler arasında baş gösteren huzursuzluk yayılarak bir ayaklanmaya dönüştü ve iç savaşı engellemek için Abdülhamid 23 Temmuz 1908'de II. Meşruti­yet'i ilan etmek zorunda kaldı. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte başlangıçta olayların yatışması sağlandıysa da, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin etkinlikleri gitgide toplum içindeki desteğini kaybetmesine yol açtı. 
Tarihe 31 Mart Olayı olarak geçen kitle gösterileri ve I.Ordu'ya mensup er, erbaş, "alaylı" subayların ayaklanmasını bastırmak saraya kalmıştı. 13 Nisan 1909'da başlayan olaylar Meclis üyelerinin çoğunun ortadan kaybolmasına ve hükumetin istifasına yol açmıştı. 

Ayaklanma haberini alan "Hareket Ordusu" da Selanik'ten yola çıkarak 23/24 Nisan tarihlerinde İstanbul'a girdi. Ayaklananların bir kısmı teslim olurken diğer bir kısmı kanlı çatışmalar sonucunda etkisiz hale getirildiler. Olaylarla bir ilgisi bulunmadığı halde II.Abdülhamid tahttan indirildi.  İttihat ve Terakki Cemiyeti böylelikle ordu içindeki gücünü kanıtlamış ve devlet iktidarındaki iktidarındaki yerini sağlamlaştırmıştı.
Önce; Selanik'te iki buçuk yıl kalan II.Abdülhamid  daha sonra getirildiği Beylerbeyi Sarayı'nda 10 Şubat 1918'de öldü.

Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, s: 1796-97

ayrıca

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder