Osmanlı padişahlarından Abdülmecid'in ve Tir-i Müjgan
Kadınefendi"nin oğluydu. 21 Eylül 1842 tarihinde doğan II.Abdülhamid'in iyi bir eğitim gördüğü söylenemez. Büyük kardeşi V.
Murad'ın devlet işlerini yürütmesine engel olan bir sinir bunalımı geçirmesi
üzerine, kendisinden meşrutiyeti ilan edeceğine dair söz alınarak 31 Ağustos
1876"da tahta çıkarıldı.
II. Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı Devleti, iç ve dış
borçların ödenmesi, dış baskılardan da kaynaklanan Osmanlı devlet adamları arasındaki çatışmalar, Balkanlardaki milliyetçi hareketler bağlamında Sırbistan ve Karadağ'ın açtığı
savaş gibi sorunlarla karşı karşıyaydı.
Abdülhamid"in tahta çıkmasından
sonra Osmanlı orduları Sırpları ve Karadağlıları yenilgiye uğratıp Belgrad'a doğru ilerlemeye başlayınca, başta Rusya olmak üzere tüm
Avrupa devletleri bu ilerlemeyi durdurmak ve gerek Osmanlı Devletinin durumunu
gerekse de Ortadoğu politikalarını yeniden belirlemek üzere İstanbul'da
bir konferansın toplanmasını sağladılar. 25 Aralık 1876'da toplanan Tersane
Konferansı Osmanlı Devlet'ini, Balkanlarda önemli ödünler vermeye zorlayan kararlar
aldıysa da, Osmanlı yönetimi bu kararlara uymayı reddetti. Bu karşı çıkış 24 Nisan 1877'de Osmanlı-Rus
Savaşı'nın patlak vermesine yol açtı. Osmanlıların yenik düştüğü bu savaş sonrasında Temmuz 1878'de Berlin'de
yapılan barış görüşmeleri Osmanlı topraklarının bir
bölümünün Avrupa Devletleri tarafından işgaliyle sonuçlandı. II. Abdülhamid, tahta çıkmadan önce kendisiyle vekiller heyeti adına görüşen
Mithat Paşa'ya verdiği sözü
tutarak 1876 Anayasası'nın ilanına ve Meclis-i Mebusan'ın iki
dönem boyunca toplanmasına izin verdi. Ancak Anayasa'nın Osmanlı devlet
adamları ve aydınları arasındaki tartışmalar sonucu ortaya çıkmış olan bir uzlaşma olması niteliği, II. Abdülhamid'in aldığı bazı kararları pek bir direnişle karşılaşmadan uygulayabilmesine yol
açtı.
Nitekim önce Anayasa'nın mimarı olarak kabul edilen Mithat Paşa'yı
sürgüne gönderdi; bir süre sonra da Meclis-i Mebusan'ı feshetti. Bundan
sonra otoriter ve kişisel bir yönetime yönelen II. Abdülhamid"in iç politikası şu noktalardan oluşuyordu:
1)İktisadi altyapının
geliştirilmesiyle ülkenin üretim ve vergi potansiyelini artırmak,
2) Müslüman
tebaaya yönelik eğitim politikasıyla desteğinin kazanılması,
3) Asayiş ve güvenlik başta olmak
üzere adalet düzenini yerleştirirken devlet denetiminin de
pekiştirilmesi.
Dış politika alanında Abdülhamid'in izlediği yol
zaman kazanma amacına yönelik bir barış politikasıydı. Çifte tutumu
itibariyle Osmanlı Devleti için en büyük tehlikeyi
oluşturan İngiltere'ya karşı diğer Avrupa ülkeleriyle yakınlaşmalar yaşandı. Ancak tüm bu yakınlaşmalar da Osmanlı
Devleti'nin parçalanmasını geciktirmekten başka bir işe yaramıyordu.
Berlin Konferansı ile küçümsenemeyecek
kayıplar veren Osmanlı yönetimi, iktisadın
ıslahı doğrultusunda uygulamaya konulan imtiyaz usulüyle birlikte
yabancı şirketlere bağımlı iktisadi nüfuz bölgelerinin oluşmasını engelleyemedi.
Bu gelişmeye Abdülhamid
devrinde, baskıcı yönetime karşı muhalefet yine bu dönemde açılmış olan
eğitim kurumlarındaki öğrencilerden geldi. Nitelikli uzman-memur yetiştiren
okulların öğrencileri bu başkaldırının başını çekiyor, mali sıkıntılarla
birlikte memur maaşlarının zamanında ödenememesine ve devletin baskıcı
politikalarına karşı çıkıyorlardı. Genç uzman-bürokratlar arasında ortaya
çıkan muhalefet, devlet yetkilerinin denetlenmesini savunan subaylara da
sıçradı. Yaygınlaşan muhalefeti denetim altına almak için polis, hafiye, sansür
gibi zaten var olan kurum ve uygulamalar daha da katılaştırıldı.
1900'lere
gelindiğinde Abdülhamid yönetimi gitgide derinleşen toplumsal çelişkilerle
karşı karşıyaydı. İktisadi önlemler gerçi belli bir büyüme sağlamış, ancak
yabancıların denetimlerinin kırılması şöyle dursun, ülkenin kaynakları daha da
fazla onların denetimine geçmişti. Diğer yandan belirli bir birikim
gerçekleştiren eşraf da yönetimde daha fazla söz sahibi olmak için zaman
zaman toplumsal muhalefetten yana tavır alıyordu.
Aydın ve memurların devlet eliyle yetiştirilmesini daha da geliştirip yaygınlaştırmak
için kurulan sivil meslek okulları ise aydın ve memurların, resmen hala geçerli
sayılan 1876 Anayasa'sını sahiplenmesini engelleyemiyordu. Bunlara bir de,
Avrupa'daki rejim muhalifi Jön Türklerin eylemlerini yoğunlaştırmaları ve
ülkeye soktuları gizli yayınlarla memur ve subaylar arasında belli bir güce erişmeleri eklenince, Abdülhamid'in olayları artık istediği gibi yönlendirmesi olanaksızlaştı.
Jön Türk hareketinin etkisiyle kurulan derneklerin en etkilisi İttihat ve Terakki Cemiyeti idi.
Haziran 1908'e gelindiğinde, önce Manastır ve Selanik'te birlikler
arasında baş gösteren huzursuzluk yayılarak bir ayaklanmaya dönüştü ve iç savaşı
engellemek için Abdülhamid 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet'i ilan etmek
zorunda kaldı. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte başlangıçta olayların yatışması sağlandıysa da, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin etkinlikleri gitgide toplum
içindeki desteğini kaybetmesine yol açtı.
Tarihe 31 Mart Olayı olarak geçen kitle gösterileri
ve I.Ordu'ya mensup er, erbaş, "alaylı" subayların ayaklanmasını
bastırmak saraya kalmıştı. 13 Nisan 1909'da başlayan olaylar Meclis üyelerinin çoğunun ortadan kaybolmasına ve hükumetin istifasına yol açmıştı.
Ayaklanma haberini alan "Hareket Ordusu" da Selanik'ten yola çıkarak
23/24 Nisan tarihlerinde İstanbul'a girdi. Ayaklananların bir kısmı teslim
olurken diğer bir kısmı kanlı çatışmalar sonucunda etkisiz hale getirildiler. Olaylarla bir ilgisi bulunmadığı halde II.Abdülhamid tahttan indirildi. İttihat ve Terakki Cemiyeti böylelikle ordu içindeki gücünü kanıtlamış ve devlet iktidarındaki iktidarındaki yerini sağlamlaştırmıştı.
Önce; Selanik'te iki buçuk yıl kalan II.Abdülhamid daha sonra getirildiği Beylerbeyi Sarayı'nda 10 Şubat 1918'de öldü.
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, s: 1796-97
ayrıca
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder