Charles Zorgbibe
Mescidi Süleyman'da ilk petrol kuyusunun inşası. https://wn.com/1908_masjed_soleyman
(bu adreste ilgili başka videolar da var)
26 Mayıs 1908'de, Mescid-i Süleyman'da (İran kıyısında, Zagros dağlarının eteğinde) masmavi gökyüzüne siyahımsı bir fışkırma Körfez'de petrol dönemini başlatıyordu.
1927'de, ikinci önemli keşif Irak'ın kuzeydoğusunda, Kerkük'te gerçekleşti. 1932'de Bahreyn'de petrole ulaşılıyordu. Bulunan değersiz bir yataktı, fakat bu olay peşpeşe gelen etkiler doğuracaktı: Petrol araştırmalar bundan böyle batı kıyısında yoğunlaşıyor, oldukça sınırlı bir bölge olmasına rağmen en önemli petrol rezervlerini barındırdığı ortaya çıkan, Katar'dan İran sınırına doğru
uzanan, 600-700 km uzunluğundaki şerit üzerinde gerçekleştiriliyordu.
1938'de Burgan'da (Kuveyt), 1939'da Abkaik (S. Arabistan) ve Dikran'da (Katar), 1949'da Zübeyr'de
(Irak'ın güneyi), 195l'de Safaniye'de (S. Arabistan sahili üzerinde) "yağ" keşfedildi ...
1950'li yıllardan itibaren Körfez'deki yataklar dünya üretiminin yüzde 23'ünü sağlıyordu (Dünya Savaşı'ndan önce sadece yüzde 5'ini sağlamalarına karşılık). Körfez, Karaibler bölgesinden hayli önde, ABD'den sonra petrol üreticisi bölgeler arasında ikinci sıraya oturmuştu. Özellikle kuyularının çok
yüksek üretkenliği, üretim ve sahile kadar taşıma giderlerinin düşüklüğü, rezervlerinin hacmi (rezervlere ilişkin tahminler petrol üretiminin kendisinden daha hızlı bir artış kaydediyordu) ile ön plana çıkıyordu.
Petrol destanı, Avustralya'da altına hücumla zenginleşmiş, 28 Mayıs 1901'de İran Şahı'ndan olağanüstü avantajlı bir imtiyaz (60 yıllığına, ülkenin Rus etkisindeki kuzey eyaletleri hariç ülkenin tamamı, yaklaşık 1.200.000 km2) alan William Knox d'Arcy, 1925'ten itibaren Arap kıyılarında hidrokarbür aramayı kafasına takan, fakat her türlü çabalarına rağmen herhangi bir İngiliz
şirketinin dikkatini çekmeyi başaramayan Yeni Zelandalı Binbaşı Frank Holmes'a kadar atılgan birtakım spekülatörlerce başlatıldı.
Gereken sermayelerin büyüklüğü karşısında, öncüler, devletlerin ve şirketlerin karşısında süratle silindiler. 20 Mayıs 1914'te, Knox d'Arcy ile İngiliz Hazinesi ve Donanma Bakanlığı arasında imzalanan
bir anlaşma, sermayesinin çoğunluğunun İngiltere Devletine ait olduğu "Anglo-Persian Oil Company"nin doğumuna yolaçıyordu. 1913'te "Avam Kamarası" önünde Donanma Bakanı Winston Churchill: "uzun vadeli politikamızın amacı, Donanmamızın kendi petrol ihtiyacını bağımsız olarak saıllayacak kaynaklara kendisinin sahip olmasıdır" diyordu.
2 Nisan 1920'de San Remo anlaşması ile İngiltere, dört yıl sonra baklanın "Fransız Petrol Şirketi"ne devredecek olan Fransız Hükümeti'ne, Deutsche Bank'ın elinde bulunan Irak petrollerine ait hisseyi veriyordu.
İngiltere'nin, Milletler Cemiyeti'nden aldığı mandaya dayanarak Irak'ta ayrıcalıklı bir duruma gelmesi, "açık kapı" ilkesini savunan ABD ile aralarında ateşli bir polemiğe yol açtı: Manda altındaki ülkelerde, bütün devletlerin uyrukları aynı muameleye tabi olmalı, imtiyaz yoluyla her türlü tekelleşme yasaklanmalıydı. Buna rağmen, 31 Temmuz 1928'de Amerikan şirketleriyle bir uzlaşma gerçekleştiriliyor ve böylelikle "açık kapı" ilkesi değil, güçlü şirketler arasında anlaşma ve paylaşma ilkesi zafer kazanıyordu. "Kırmızı Hat" anlaşması (Working agreement of red line) denen bu anlaşma, bundan böyle "Iraq Petroleuro Company (IPC) olan "Turkish Petroleum"a Amerikan katılımını kararlaştırıyordu. New Jersey'in Standart Oil'i, New York'unki, Gulf Corporation, Atlantic Refining, Pan American Petroleuro and İmport, ''Near East Developpment Corporation" bünyesinde bir araya gelerek, IPC hisselerinin yüzde 23.75'ini elde ediyorlardı .
Osmanlı İmparatorluğu'nun (bugünkü Türkiye, Irak, Suriye, Kuveyt hariç Arabistan Yarımadası) eski sınırları boyunca "kırmızı bir hat" çizildi: IPC üyesi şirketler bu hatla belirlenen bölge üzerinde bulunmuş veya bulunacak olan ve bir bireysel imtiyaz konusu olabilecek petrol kaynaklarını ona bırakmaya söz veriyorlardı. Aynı şekilde bütün IPC üyeleri, aralarından herhangi birinin "Osmanlı" çevresinde yapacağı keşiflerden yarar sağlayabileceklerdi. Bu bölge tam anlamıyla IPC'nin özel av sahası olmuştu ...
ABD'nin ve güçlü Amerikan şirketlerinin ilk ilkelerinden bu yüz seksen derecelik dönüşleri nasıl açıklanabilirdi?
Açık kapı prensibi, Iraq Petroleuro ile eşit muamele talep etmek ve daha az yetenekli rakipleri
elemek fırsatı verebilirdi. Eğer Amerikalılar sonuçta 1928 anlaşmasını kabul etmişlerse, bu Mezopotamya'dan uzak kalmamak için olduğu kadar, zamanın, üreticiler arasında şiddetli çekişme değil anlaşma zamanı olmasındandı. Anlaşma, dünya ekonomik krizinin arifesinde ve petrol fiyatlarında önemli bir düşüşün sonrasında gerçekleşmişti; ve 17 Eylül'de petrol pazarının üç büyükleri, Standard Oil of New Jersey, Royal Dutch-Shell ve Anglo-Persian şirketlerinin herbirinin kazanılmış konumlarını sağlamlaştırmayı ve petrol satış fiyatlarına örnek olarak Meksika Körfezi petrolü fiyatının alınmasını kararlaştırdıkları Achnacarry anlaşması ile aynı zamana rastlamıştı. Fakat,
izleyen yıllarda yeni petrol yataklarının keşfi (kırmızı hattın dışında ve içinde) Körfez'de petrol işletme koşullarını değiştirdi.
Jeologların pek çoğuna göre, Irak ve İran dışında petrolün varlığı hemen hemen olası değildi ve bu kanı petrol şirketleri tarafından da paylaşılıyordu. 1924 Eylül'ünde, Anglo-Persian'ın Başkanı Sir Charles Greenwey: "Elimizde bulunan bilgiler, Kuveyt'te veya Bahreyn'de büyük petrol bulma umudunun olduğunu göstermiyor", diye yazıyor ve şöyle belirtiyordu: "Eğer yüzde 1 bile bir şans olsa, başkalarının Körfez'e gelmesine seyirci kalacağımıza, onu biz değerlendiririz .." Aynı anda, Bahreyn petrol yatağını keşfeden Frank Holmes, aynı yirmi beş yıl önceki Knox d'Arcy gibi, mali açıdan umutsuz durumdayken, 1927 Kasım'ında haklarını almayı kabul eden Gulf Cor-poration'a (Amerikan şirketi) yöneliyordu. Fakat Gulf, IPC'ye dahil olduğundan ve "kırmızı hat" anlaşmasını imzalayanlar arasında bulunduğundan Bahreyn üzerindeki haklarını, pek istekli görünmeyen, fakat bununla birlikte Gulf'un da onları değerlendirmesi için gerekli izni vermeyi de reddeden IPC'ye teklif etti. Sonuçta Gulf haklarını, 1928 anlaşmasını imzalamamış olan "Standard of California"ya bırakıyordu.
Engeller henüz kalkmış değildi: Bahreyn Şeyhi İngilizlere bağlı idi ve sadece bir İngiliz'e petrol imtiyazını verebilirdi. Pazarlıktan sonra bir çözüm bulunabildi: Kanadalılar Standard of California'ya ortak olarak Bahrein Petroleuro Company (BAPCO)'yi oluşturuyorlardı. Gulf, "Bahreyn Petrol Dosyası"ndan gerekli dersi çıkarıp IPC'den çıkmaya ve özgürlüğüne kavuşmaya karar vererek "red line"den dışlanan Emirliğe, Kuveyt'e yöneldi. Fakat Kuveyt Şeyhi, aynı Bahreyn Şeyhi gibi, ancak
İngiliz Hükümeti'nin kendisine tavsiye edeceği aday imtiyazcı ile görüşeceğne dair SÖZ vermişti. 1933'te Gulf, (Gulfun oyununa dahil ettiği ) Frank Holmes ve Anglo Persian arasında bir uzlaşma devreye girdi: 1954'te Koweit Oil Company yaratıldı. Bahreyn ve Kuveyt'teki keşiflerle palazlanmış olan ve Irak Petroleuro'la rekabet halindeki Standard of California'nın Amerikalıları, S. Arabistan yöneticilerinden bir imtiyaz istediler. İngilizlere hiç güvenmeyen İbni Suud, kendi emrine bir ilk ödeme olarak 100.000 altın sterlin sunan Standard ile anlaşmayı tercih etti. 1933 Kasımında Californian Arabian Standard Oil Company oluşturuldu. Üç yıl sonra, Texas Co yeni işletmenin yarısına ortak oluyor ve 1939'da gerçekleştirilen yeni bir anlaşma ile şirketin adı Ararneo (ArabianAmerican
Oil Co.)'ya dönüştürülüyordu.
1946'dan itibaren, Amerikalılar IPC'deki ortaklarına "kırmızı hat" anlaşmasını resmen bozmak istediklerini, çünkü Amerikan yasalarına göre anlaşmanın anti-tröst yasaları çiğnediğini belirtiyorlardı. 1948'de, "bağımsız" Amerikalılar, Kuveyt ile S. Arabistan arasındaki tarafsız
bölgede işletme ve imtiyaz haklarını elde ederek, American lndependant Oil Company (Aminoil) şirketini kurdular. Amerikan şirketleri, Birinci Dünya Savaşı sonrasında ihtiraslarına kapalı görünen Körfez'in bu bölgesine güçlü olarak girmeyi başarıyorlar ve bundan böyle orada dikkate değer çıkarlara sahip oluyorlardı .
1950'de beş en önemli Amerikan şirketi (Standard New Jersey, Socony Vacuum, Standard California, Texas, Gulf) bölgesel üretimin yüzde 45'ini ve iki İngiliz-Hollanda ortaklığı ( 1935'te Anglo-Iranian'a dönüşen Anglo-Persian ile Shell-Royal Dutch)'da yüzde 53'ünü kontrol ediyorlardı.
Körfez'in Tarihi ve Jeopolitiği, Charles Zorgbibe, İletişim Yayınları, Cep Üniversitesi, s: 37-41
(bu adreste ilgili başka videolar da var)
26 Mayıs 1908'de, Mescid-i Süleyman'da (İran kıyısında, Zagros dağlarının eteğinde) masmavi gökyüzüne siyahımsı bir fışkırma Körfez'de petrol dönemini başlatıyordu.
1927'de, ikinci önemli keşif Irak'ın kuzeydoğusunda, Kerkük'te gerçekleşti. 1932'de Bahreyn'de petrole ulaşılıyordu. Bulunan değersiz bir yataktı, fakat bu olay peşpeşe gelen etkiler doğuracaktı: Petrol araştırmalar bundan böyle batı kıyısında yoğunlaşıyor, oldukça sınırlı bir bölge olmasına rağmen en önemli petrol rezervlerini barındırdığı ortaya çıkan, Katar'dan İran sınırına doğru
uzanan, 600-700 km uzunluğundaki şerit üzerinde gerçekleştiriliyordu.
1938'de Burgan'da (Kuveyt), 1939'da Abkaik (S. Arabistan) ve Dikran'da (Katar), 1949'da Zübeyr'de
(Irak'ın güneyi), 195l'de Safaniye'de (S. Arabistan sahili üzerinde) "yağ" keşfedildi ...
1950'li yıllardan itibaren Körfez'deki yataklar dünya üretiminin yüzde 23'ünü sağlıyordu (Dünya Savaşı'ndan önce sadece yüzde 5'ini sağlamalarına karşılık). Körfez, Karaibler bölgesinden hayli önde, ABD'den sonra petrol üreticisi bölgeler arasında ikinci sıraya oturmuştu. Özellikle kuyularının çok
yüksek üretkenliği, üretim ve sahile kadar taşıma giderlerinin düşüklüğü, rezervlerinin hacmi (rezervlere ilişkin tahminler petrol üretiminin kendisinden daha hızlı bir artış kaydediyordu) ile ön plana çıkıyordu.
Petrol destanı, Avustralya'da altına hücumla zenginleşmiş, 28 Mayıs 1901'de İran Şahı'ndan olağanüstü avantajlı bir imtiyaz (60 yıllığına, ülkenin Rus etkisindeki kuzey eyaletleri hariç ülkenin tamamı, yaklaşık 1.200.000 km2) alan William Knox d'Arcy, 1925'ten itibaren Arap kıyılarında hidrokarbür aramayı kafasına takan, fakat her türlü çabalarına rağmen herhangi bir İngiliz
şirketinin dikkatini çekmeyi başaramayan Yeni Zelandalı Binbaşı Frank Holmes'a kadar atılgan birtakım spekülatörlerce başlatıldı.
Gereken sermayelerin büyüklüğü karşısında, öncüler, devletlerin ve şirketlerin karşısında süratle silindiler. 20 Mayıs 1914'te, Knox d'Arcy ile İngiliz Hazinesi ve Donanma Bakanlığı arasında imzalanan
bir anlaşma, sermayesinin çoğunluğunun İngiltere Devletine ait olduğu "Anglo-Persian Oil Company"nin doğumuna yolaçıyordu. 1913'te "Avam Kamarası" önünde Donanma Bakanı Winston Churchill: "uzun vadeli politikamızın amacı, Donanmamızın kendi petrol ihtiyacını bağımsız olarak saıllayacak kaynaklara kendisinin sahip olmasıdır" diyordu.
2 Nisan 1920'de San Remo anlaşması ile İngiltere, dört yıl sonra baklanın "Fransız Petrol Şirketi"ne devredecek olan Fransız Hükümeti'ne, Deutsche Bank'ın elinde bulunan Irak petrollerine ait hisseyi veriyordu.
İngiltere'nin, Milletler Cemiyeti'nden aldığı mandaya dayanarak Irak'ta ayrıcalıklı bir duruma gelmesi, "açık kapı" ilkesini savunan ABD ile aralarında ateşli bir polemiğe yol açtı: Manda altındaki ülkelerde, bütün devletlerin uyrukları aynı muameleye tabi olmalı, imtiyaz yoluyla her türlü tekelleşme yasaklanmalıydı. Buna rağmen, 31 Temmuz 1928'de Amerikan şirketleriyle bir uzlaşma gerçekleştiriliyor ve böylelikle "açık kapı" ilkesi değil, güçlü şirketler arasında anlaşma ve paylaşma ilkesi zafer kazanıyordu. "Kırmızı Hat" anlaşması (Working agreement of red line) denen bu anlaşma, bundan böyle "Iraq Petroleuro Company (IPC) olan "Turkish Petroleum"a Amerikan katılımını kararlaştırıyordu. New Jersey'in Standart Oil'i, New York'unki, Gulf Corporation, Atlantic Refining, Pan American Petroleuro and İmport, ''Near East Developpment Corporation" bünyesinde bir araya gelerek, IPC hisselerinin yüzde 23.75'ini elde ediyorlardı .
Osmanlı İmparatorluğu'nun (bugünkü Türkiye, Irak, Suriye, Kuveyt hariç Arabistan Yarımadası) eski sınırları boyunca "kırmızı bir hat" çizildi: IPC üyesi şirketler bu hatla belirlenen bölge üzerinde bulunmuş veya bulunacak olan ve bir bireysel imtiyaz konusu olabilecek petrol kaynaklarını ona bırakmaya söz veriyorlardı. Aynı şekilde bütün IPC üyeleri, aralarından herhangi birinin "Osmanlı" çevresinde yapacağı keşiflerden yarar sağlayabileceklerdi. Bu bölge tam anlamıyla IPC'nin özel av sahası olmuştu ...
ABD'nin ve güçlü Amerikan şirketlerinin ilk ilkelerinden bu yüz seksen derecelik dönüşleri nasıl açıklanabilirdi?
Açık kapı prensibi, Iraq Petroleuro ile eşit muamele talep etmek ve daha az yetenekli rakipleri
elemek fırsatı verebilirdi. Eğer Amerikalılar sonuçta 1928 anlaşmasını kabul etmişlerse, bu Mezopotamya'dan uzak kalmamak için olduğu kadar, zamanın, üreticiler arasında şiddetli çekişme değil anlaşma zamanı olmasındandı. Anlaşma, dünya ekonomik krizinin arifesinde ve petrol fiyatlarında önemli bir düşüşün sonrasında gerçekleşmişti; ve 17 Eylül'de petrol pazarının üç büyükleri, Standard Oil of New Jersey, Royal Dutch-Shell ve Anglo-Persian şirketlerinin herbirinin kazanılmış konumlarını sağlamlaştırmayı ve petrol satış fiyatlarına örnek olarak Meksika Körfezi petrolü fiyatının alınmasını kararlaştırdıkları Achnacarry anlaşması ile aynı zamana rastlamıştı. Fakat,
izleyen yıllarda yeni petrol yataklarının keşfi (kırmızı hattın dışında ve içinde) Körfez'de petrol işletme koşullarını değiştirdi.
Jeologların pek çoğuna göre, Irak ve İran dışında petrolün varlığı hemen hemen olası değildi ve bu kanı petrol şirketleri tarafından da paylaşılıyordu. 1924 Eylül'ünde, Anglo-Persian'ın Başkanı Sir Charles Greenwey: "Elimizde bulunan bilgiler, Kuveyt'te veya Bahreyn'de büyük petrol bulma umudunun olduğunu göstermiyor", diye yazıyor ve şöyle belirtiyordu: "Eğer yüzde 1 bile bir şans olsa, başkalarının Körfez'e gelmesine seyirci kalacağımıza, onu biz değerlendiririz .." Aynı anda, Bahreyn petrol yatağını keşfeden Frank Holmes, aynı yirmi beş yıl önceki Knox d'Arcy gibi, mali açıdan umutsuz durumdayken, 1927 Kasım'ında haklarını almayı kabul eden Gulf Cor-poration'a (Amerikan şirketi) yöneliyordu. Fakat Gulf, IPC'ye dahil olduğundan ve "kırmızı hat" anlaşmasını imzalayanlar arasında bulunduğundan Bahreyn üzerindeki haklarını, pek istekli görünmeyen, fakat bununla birlikte Gulf'un da onları değerlendirmesi için gerekli izni vermeyi de reddeden IPC'ye teklif etti. Sonuçta Gulf haklarını, 1928 anlaşmasını imzalamamış olan "Standard of California"ya bırakıyordu.
Engeller henüz kalkmış değildi: Bahreyn Şeyhi İngilizlere bağlı idi ve sadece bir İngiliz'e petrol imtiyazını verebilirdi. Pazarlıktan sonra bir çözüm bulunabildi: Kanadalılar Standard of California'ya ortak olarak Bahrein Petroleuro Company (BAPCO)'yi oluşturuyorlardı. Gulf, "Bahreyn Petrol Dosyası"ndan gerekli dersi çıkarıp IPC'den çıkmaya ve özgürlüğüne kavuşmaya karar vererek "red line"den dışlanan Emirliğe, Kuveyt'e yöneldi. Fakat Kuveyt Şeyhi, aynı Bahreyn Şeyhi gibi, ancak
İngiliz Hükümeti'nin kendisine tavsiye edeceği aday imtiyazcı ile görüşeceğne dair SÖZ vermişti. 1933'te Gulf, (Gulfun oyununa dahil ettiği ) Frank Holmes ve Anglo Persian arasında bir uzlaşma devreye girdi: 1954'te Koweit Oil Company yaratıldı. Bahreyn ve Kuveyt'teki keşiflerle palazlanmış olan ve Irak Petroleuro'la rekabet halindeki Standard of California'nın Amerikalıları, S. Arabistan yöneticilerinden bir imtiyaz istediler. İngilizlere hiç güvenmeyen İbni Suud, kendi emrine bir ilk ödeme olarak 100.000 altın sterlin sunan Standard ile anlaşmayı tercih etti. 1933 Kasımında Californian Arabian Standard Oil Company oluşturuldu. Üç yıl sonra, Texas Co yeni işletmenin yarısına ortak oluyor ve 1939'da gerçekleştirilen yeni bir anlaşma ile şirketin adı Ararneo (ArabianAmerican
Oil Co.)'ya dönüştürülüyordu.
1946'dan itibaren, Amerikalılar IPC'deki ortaklarına "kırmızı hat" anlaşmasını resmen bozmak istediklerini, çünkü Amerikan yasalarına göre anlaşmanın anti-tröst yasaları çiğnediğini belirtiyorlardı. 1948'de, "bağımsız" Amerikalılar, Kuveyt ile S. Arabistan arasındaki tarafsız
bölgede işletme ve imtiyaz haklarını elde ederek, American lndependant Oil Company (Aminoil) şirketini kurdular. Amerikan şirketleri, Birinci Dünya Savaşı sonrasında ihtiraslarına kapalı görünen Körfez'in bu bölgesine güçlü olarak girmeyi başarıyorlar ve bundan böyle orada dikkate değer çıkarlara sahip oluyorlardı .
1950'de beş en önemli Amerikan şirketi (Standard New Jersey, Socony Vacuum, Standard California, Texas, Gulf) bölgesel üretimin yüzde 45'ini ve iki İngiliz-Hollanda ortaklığı ( 1935'te Anglo-Iranian'a dönüşen Anglo-Persian ile Shell-Royal Dutch)'da yüzde 53'ünü kontrol ediyorlardı.
Körfez'in Tarihi ve Jeopolitiği, Charles Zorgbibe, İletişim Yayınları, Cep Üniversitesi, s: 37-41
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder