Bilim-Teknoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilim-Teknoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2021 Pazar

Panoptikon, Panoptisizm

 

Panoptikon, İngiliz sosyal teorisyen ve filozof Jeremy Bentham tarafından 1780'lerin sonlarında geliştirilen bir hapishane modeliydi ve daha sonra dünya çapında hapishane tasarımı ve inşasında uygulandı.[1] Panoptikonun tasarımı, her şeyin (pan) her an görülebileceği ve gözlemlenebileceği (opticon) şekildeydi. Bir sosyal teori olarak panoptisizm, 1970'lerde güç, gözetleme ve toplum arasındaki ilişkileri teorileştirmenin bir yolu olarak ortaya çıktı. Michel Foucault'nun ünlü Disiplin ve Ceza kitabından oldukça etkilenen panoptisizm, gözetim ve iktidarın yakından iç içe geçtiğini ve teknolojik icatlarla bağlantılı belirli prosedürler ve aygıtlar aracılığıyla tezahür ettiğini iddia eder. Panoptisizm, bu prosedürlerin, aygıtların ve teknolojilerin nihayetinde toplumu disipline etmeye hizmet ettiğini ve gözlem yoluyla kafa karışıklığını ortadan kaldırdığını savunur.

hapishanenin görüntülerini Fotoğrafçı Romain Veillon çekmiş.


Bentham'ın Panopticon'u

Bentham, yaşamı boyunca yaptığı çalışmaların çoğu sosyal reform ve faydacılığın ortaya çıkışı etrafında dönse de, en çok panoptikon hapishane modelinin geliştirilmesiyle ünlüdür. Panoptikonun temel tasarım modeli, yapının merkezinde, çevredeki tüm mahkûm hücrelerinin gözlemlenip not edilebileceği bir kule öngörüyordu; bu kule de yapının geri kalanından daha karanlık tutulmuştur. Bentham, bu tasarımın sadece sürekli gözetimi sağlamakla kalmadığını, aynı zamanda mahkûmlara sürekli gözetleniyormuş gibi hissettirdiğini, böylece bireyleri iletişime katılanlar yerine gözetim nesnelerine dönüştürdüğünü kaydetti.

Merkezi gözetleme kulesinin etrafındaki dairesel hizalanmış hücreler, gardiyanın her yerde bulunmasına ya da en azından öyleymiş gibi görünmesine izin veriyordu. Mahkûmların bu sürekli gözetim altında olma hissi ve gardiyanın her yerde hazır bulunma duygusu, gücün mahkûmların günlük yaşamlarına nasıl sızdığının bir örneğidir. Foucault'nun odaklandığı şey tam da bu endişedir.

24 Kasım 2021 Çarşamba

Epistemoloji: Ne Bildiğinizi Nasıl Biliyorsunuz?

Kenneth L.  Feder 


Şeyleri Bilmek

Epistemoloji kelimesi, bilginin incelenmesi anlamına gelir - ne bildiğini nasıl biliyorsun. Bunu düşün. Herhangi biri bir şeyin doğru veya gerçek olduğunu nasıl bilebilir? Arkeolojide veya başka herhangi bir bilgi alanında gerçeği fanteziden nasıl ayırt ederiz? Herkes bir şeyler biliyor, ama bunları gerçekten nasıl biliyoruz?

Burada on yedinci yüzyıldan kalma bir gravürde tasvir edilen "Lamia"nın gerçek bir yaratık, memeli ve balığın ve görünüşe göre erkek ve dişinin iğrenç bir bileşimi olduğu varsayılmıştı. İnsanlar aslında Lamia'yı gördüklerini iddia ettiler. 

Örneğin, sizden “dünyanın en yüksek dağı” adını vermenizi istediğimi varsayalım. Çoğunuz, eminim ki, Tibet'in yerli halkının Chomolungma (Evrenin Tanrıçası) dediği dağa Batılı bir isim vererek, "Everest Dağı" cevabıyla kendinden emin bir şekilde yanıt verirsiniz. Çoğu insan Everest'in "dünyanın en yüksek dağı" olduğunu bilir ve bazılarınız yüksekliğinin deniz seviyesinden yaklaşık 29.035 fit (8.850 metre) olduğunu bile biliyor olabilir. Bununla birlikte, Everest'in zirvesi dünyadaki en yüksek noktayı temsil etse de, bir dağın yüksekliğini "deniz seviyesinin üstü" yerine tabandan zirveye olan mesafe olarak tanımlarsanız, bunun gezegenimizin en yüksek dağı olmadığını biliyor muydunuz? Bu ayrım, zirvesi tabanından 33.476 fit (10.203 metre) daha yüksek olan, su altında derin ve dolayısıyla deniz seviyesinin çok altında bulunan Hawaii'deki bir dağ olan Mauna Kea'ya aittir. Mauna Kea, aslında, Everest'ten 1.441 fit (1.354 metre) şaşırtıcı bir şekilde daha uzun.

Her ne kadar “en yüksek dağ” olarak tanımlasanız da gerçek şu ki hiç Tibet'e ya da Hawaii'ye gitmedim. Everest'i kesinlikle ölçmedim; aslında görebildiğim tüm dağların üstünde olduğumu doğrulamak için zirvesine tırmanmadım. Bu nedenle, Everest veya Mauna Kea ile karşılaştırmak için diğer yüksek zirvelerin hiçbirini ölçmedim. O halde en başta, hangisinin daha az veya en yüksek dağlar olduğu hakkında bir şeyi nasıl bilebilirim?

 Mauna Kea

Dağlar konusunda Connecticut'ın kuzeybatı köşesindeki Ayı Dağı'nın tepesinde harap bir taş anıt var. Anıt on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru inşa edildi ve eyaletteki “en yüksek zemini” işaret ediyor  Anıt, bu en yüksek ve uğurlu zirveleri anmak için inşa edildiğinde - dağın tamamı deniz seviyesinden 2.316 fit (706 metre) yüksekliktedir - insanlar bunun eyaletteki en yüksek nokta olduğunu biliyorlardı ve bu gerçeği anıtla belirtmek istediler.

24 Kasım 2019 Pazar

Arkeoloji Nedir?



Sir Mortimer Wheeler, İngiltere'de Maiden Kalesi'nde
ızgara yöntemi kullanarak kazı yapıyor. 1934-1937
Kaynak: Brian Fagan, 
Archaeologists: Explorers of the Human Past 

Arkeoloji, geçmiş dönemlerde yaşamış insan topluluklarının kültürel ve toplumsal düzenlerini, günümüze kadar gelebilen maddi kalıntılara dayanarak araştıran, belgeleyen ve gelişim sürecini inceleyerek yorumlamaya çalışan bir bilim dalıdır.

Geçmişi algılamaya yönelik iki farklı bakış açısı vardır. Bunlardan biri durağan ve zaman derinliği olmayan bakış açışıdır. Buna göre insan ve içinde yaşadığı dünya, çok da eski olmayan bir dönemde yaratılmış ve yaratıldıktan sonra evrim geçirmemiş, değişiklikler yalnızca ayrıntı düzeyinde kalmıştır. Bu, söylencelere dayalı, kanıtlanması gerekli olmayan, " inanılan" geçmiştir.
Bundan tümüyle farklı olan ikinci bakış açısı ise, geçmişi anlamak için soru sorar ve sorduğu soruları yanıtlayacak somut kanıtlara gerek duyar. Elde ettiği sonuçlara göre geçmişi tanımlamaya ve yorumlama çalışır. Bu bakış açısında, geçmişin zaman derinliği ve geçmişten günümüze kadar sürekli bir değişim vardır.

Çağdaş bilimin temeli, sorgulama ve sorulara somut kanıtlar aranmasına dayanır; bu aynı zamanda çağdaş düşünce sisteminin de temel ilkesidir. Bugün "Batı düşünce sistemi" olarak adlandırdığımız çağdaş düşünce sisteminin temelinde "evrim" kavramı vardır. Burada evrim sözcüğünün yüklendiği iki anlam vardır: Geçmiş zamansal olarak yassı değil, derindir; durağan değil devingendir;  zamanın derinliği de, değişim de somut verilerle kanıtlanabilir.

22 Mart 2018 Perşembe

Bir Zamanlar Tanrıydılar


Oğuz Tekin
Bir Roma mozaiğinde kuş avlayan kedi tasvir edilmiş
 Pompei'deki Fauno Evi'nde bulunmuş
Napoli Ulusal Arkeoloji Müzesi

Kedinin yeryüzünde ilk ortaya çıktığı tarihi kesin olarak söylemek mümkün olmasa da, bu tarihi milyonlarca yıl öncesine götürmek olasıdır. Kedinin anayurdunun* Kuzey Afrika olduğu ise, artık kabul edilen bir görüştür. Kedi kemikleri ve kafatası parçaları tarihöncesi devirlerden beri arkeolojik kazılarda ele geçmektedir. Konya yakınındaki Hacılar'da, İsrail'deki Jericho'da, İndüs Vadisi'ndeki Harappa'da ve Kıbrıs'ta Khirokitia'da tarihöncesi döneme (neolitik) ait kedi kemikleri ve dişleri bulunmuştur. Tunç çağlarına girdiğimizde ise buluntu miktarı artmaktadır. Troia kazılarında, erken tunç dönemine tarihlenen kedi kalıntıları ele geçmiştir. Ancak, ilginçtir ki, evcil kedinin anayurdu olarak kabul edilen Mısır'da tarih öncesi dönemden, hatta eski krallık döneminden (MÖ 2686-2118) günümüze kalan kedi kalıntısı yoktur. Evcil kedilerin eski Mısır sanatında resmedilmesi ise yaklaşık olarak MÖ 2000 yılından itibarendir. Böylece, evcil kedinin tarihini günümüzden 4000 yıl öncesine götürebiliriz.

6 Mart 2018 Salı

Sümer Yazısının Kökeni, Gelişimi, Analizi

Samuel Noah Kramer

Kramer, Sümer Mitolojisi, s. 45 

Çivi yazısı dizgesi büyük bir olasılıkla Sümerlerin icadıydı. Gün ışığına çıkarılmış en eski yazıtlar -geçtiğimiz yıllarda Uruk’taki kazılarda çıkarılmış dördüncü binyılın ikinci yarısından kalma binden fazla tablet ve parça- Sümer dilinde yazılmışlardır. Ancak yazıyı icat eden Sümerler olsun ya da olmasın, İÖ üçüncü binyılda onu etkin bir yazı aracı haline getirenler kesinlikle onlardı.
Kullanımsal değeri, yazıyı Sümerlerden alan ve kendi dillerine uyarlayan çevre halklarca da yavaş yavaş kabul edildi. İÖ ikinci binyılda bütün Yakın Doğu'ya yayılmıştı.

Çivi yazısı resim-yazı gibi başladı: her işaret bir ya da daha fazla somut nesnenin resmiydi ve resimlenen nesneyle özdeş ya da yakın ilişkili bir sözcüğü temsil ediyordu. Bu tip bir dizgenin eksikleri açıktır; işaretlerin karışık biçimleri ve çok fazla sayıda işaret gerekmesi günlük kullanımını fazlasıyla güçleştirir.

Sümer kâtipler, işaretlerin biçimlerini giderek resim-yazılı kökenleri görünmez hale gelene değin basitleştirerek ve gelenekselleştirerek ilk güçlüğün üstesinden gelmişlerdi. İkinci güçlüğe gelince, işaretlerin sayısını azalttılar ve çeşitli yardımcı düzenlemelere baş vurarak etkin bir sınırlama getirdiler. Bunların en önemlisi ideografik değerlerin yerine geçen fonetik değerlerden oluşur. Yan sayfadaki tablo yüzyıllar içinde bu iki katkı gelişimi gösterme amacıyla hazırlanmıştır.

19 Ağustos 2016 Cuma

Kabuk Adam

Aslı Erdoğan

[Giriş]*


Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar. Unutamamak. Belleğin kaçınılmaz
intikamı. Herhangi bir iz taşınıyorsa eğer, bu bir zamanlar bir yara açıldığındandır.

Yaşadığımız anları dondurup cümlelere dökme çabası, çiçekleri kurutup kitap yaprakları arasında ölümsüzleştirmeye benzer. Hepimizin çoktan öğrendiği gibi, bir öykü, gerçekten yaşanmış da olsa, gerçekliği yansıtmaktan çok uzaktır, onun birkaç resminden, simgesinden oluşmuştur. Az sonra başlayacağım, Karayipler'de geçen o korkunç öyküyü yaşamış kişi benim. Oysa biliyorum ki, son noktayı koyduğumda, elimde bulacağım, gerçeğin tortusundan ibaret olacak. Yaşadıklarım, o her biri elmas değerindeki anlar su damlaları gibi kayıp gitti avcumdan. Gerçekliğin sonsuz okyanusundan tek bir deniz kabuğu kaldı geriye. Ona kulağımı dayayarak sonsuz bir şarkıyı sözcüklere dökmeye çalışacağım. Anlayabildiğim, yorumlayabildiğim kadarını elbette.