29 Aralık 2017 Cuma

Sessiz Çoğunluk

Jean Baudrillard


Politika; stratejik bir alan düzenlemesi olmaktan çıkartılarak, önce bir temsil edilme sisteminin içine, daha sonra da güncel bir yeniden biçimlenme senaryosuna aktarılmıştır. Bir başka deyişle aynı sistemin içinde aynı göstergelerin çoğullaştırılmasıyla uzayıp giden ve artık hiçbir şeyi temsil etmeyen- belli bir "gerçeklik" ya da toplumsal gerçeklik içinde hiçbir "eşdeğerlisinin bulunmadığı bir şeye dönüşmüştür. Artık politik bir berat belgesi yoktur. Çünkü klasik anlamda etkin politik örgütleri güçlendirebilmek için bir toplumsal tanımı bile yoktur (bir halk, bir sınıf, bir işçi sınıfı, nesnel koşullar).

26 Aralık 2017 Salı

İnfaz Memuru Olarak Hukukçular

Kaynak
Ortada Roland Freisler, Milli Mahkeme başkanı Nazi selamı veriyor.
 1942 yılında Halk (milli) Mahkemelerinin başına getirildi ve buradaki gücünü dilediğince kullanarak, mahkemeleri Nazi propaganda şovları haline getirdi. Adolf Hitler'e düzenlenen saldırıda tutuklananlara karşı da bu tür mahkemeler gerçekleştirdi ve her türlü hukuksal uygulamaya ve kurala aykırı davranarak, kana susamış intikam yargıcı haline geldi. Ölüm cezalarının sayısı Freisler'in idaresi altında hızla artmıştır. Tüm işlemlerin yaklaşık 90%'ı ölüm ya da ömür boyu hapis kararları ile sona erdi. 1942-1945 yılları arasında 5.000'den fazla ölüm cezası verdi. Freisler, mahkeme sırasında sanıkları aşağılamaları ve onlara bağırması ile bilinirdi. Freisler, direniş grubu olan Beyaz Gül üyelerini de yargılamış, idam cezası vermiştir. 
3 Şubat 1945'te Berlin'e yapılan bir hava saldırısında isabet alan mahkeme binasında öldü.

Boerler ve Cecil Rhodes

https://www.britishbattles.com/first-boer-war/battle-of-majuba-hill/
Birinci Boer Savaşı'nda Majuba Tepesi Savaşı
Ümit Burnu’nun keşfinden sonra Doğu’ya giden yeni ticaret yollarını bulan Portekizliler, önünden sık sık geçmelerine rağmen Güney Afrika'yla İlgilenmediler. 17. yüzyılın başında Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin baharat ticaretinin tekelini eline almasından sonra Güney Afrika’ya yerleşen Hollandalılar Kap bölgesinde bir koloni oluşturdular. Başlangıçta sadece sefer halindeki gemilerin durak noktası olan Kap, zamanla metropolden akın eden göçmenlerin Boer adını alarak çiftçilik yaptıkları verimli bir araziye dönüştü. Flemenkçeden türetilen Afrikaner dilinin benimsenmesinden sonra, tarım üretiminin doyum noktasına ulaşmasıyla Boerler koloni çevresindeki topraklara yayılmaya başladılar. Kısa bir müddet sonra geniş bir alanda yarı göçebe hayvancılığa dayanan bir yaşam biçimi oluştu.

23 Aralık 2017 Cumartesi

Köle Ticaretinde Müslüman Arapların Rolü


http://museums.fivecolleges.edu/detail.php?museum=&t=objects&type=ext&f=&s=&record=8&id_number=AC+1954.9
18. yüzyılın sonunda köle ticaretinin büyük kısmı, Afrika boynuzunun güneydoğusundaki Zanzibar adasını fetheden ve oraya yerleşen Ummanlı Arap sultanlarının eline geçti.
Portekizliler kıtaya ayak bastıklarında Arapların hâkim olduğu Doğu Afrika'da kölecilik yaygın ve gelişkin bir sistemdi, kıtanın batısında da İslamiyete paralel olarak yayılıyordu... İslam dünyası her zaman zenci köle kullanmıştır, deniz aşın köle ticareti Müslüman tüccarlar için önemli bir kazanç kapısıydı. Arapların köleciliğiyle Avrupalılarınki arasında temel fark, ilkinin "lüks tüketim”, ikincisinin ise "temel tüketim maddesi" ticareti yapmalarıydı, denebilir. Arap toplumlarında köleler daha çok hizmetkâr olarak ev işlerinde çalıştırılıyor, cariye, odalık, ya da harem ağası olarak kullanılıyorlardı. Önemli bir fark da, kölelerin Arap kültüründe asimile edilmesi, toplumsal yaşayışa da katılabilmeleridir. Kölelerden bir kısmı, diğerlerini İslam toplumuna uyacak şekilde eğitiyordu, ayrıca zencilerin büyük kitleler halinde bir arada bulunabilecek şekilde çalıştırılmamaları, onların kendi kültürlerini korumalarını ya da geliştirmelerini engellemiştir.

20 Aralık 2017 Çarşamba

Sosyal Darvincilik ve Irkçılık

Alaeddin Şenel
1921 yılındaki II. Uluslararası Öjeni Konferansının logosu
Öjeni, birçok farkı alanı birleştiren bir ağaç olarak düşünülmüş.

Kapitalist toplumun rekabetçi dünya görüşünün etkisiyle, bazı düşünürler, Darwin'in doğal ayıklanma kuramından önce bile yaşamı güçlülerin kalıp zayıfların elendiği bir kavga olarak gören görüşler geliştirmeye başlamışlardı. Darwin'den sonra Sosyal Darvincilik olarak nitelenecek olan bu görüşlerin ilk örneklerinden birini ünlü İngiliz filozofu Herbert Spencer (1820-1903) en popüler biçimiyle sunmuştu. Spencer, Darwin'den önce Buffon, Lamarck ve Charles Darwin'in dedesi Erasmus Darwin tarafından işlenmiş bulunan biyolojik evrim kuramını toplumlara uygulamıştı ve (1852 yılında) "en uygun olanın yaşamda kalışı"* deyimi ile doğal ayıklanma yasasının insan topluluklarının evrimini sağlayan bir yasa olduğunu açıklamıştı.

5 Aralık 2017 Salı

Dünyanın En Eski Mutfağı: Eski Mezopotamya'da Yemek Sanatı

 Jean Bottero

Yazıdan mutfağa
Her şeyden önce, eski Mezopotamyalıların her günkü yemeklerini oluşturan besin maddelerinin çok geniş bir listesini yapabilecek durumdayız: Tahılar, değişik bitkiler, meyveler özellikle hurmanın yanı sıra elma, armut, incir, nar, üzüm; soğan ve kök bitkileri; "yermantarı" ve mantar; baharatlar; büyükbaş ve özellikle küçükbaş hayvanların ederi, domuz; hem etleri hem de yumurtaları yenen kümes hayvanları daha sonralan yetiştirilen tavukgiller dışında ve av hayvanları; deniz ve tatlı su balıkları; kaplumbağalar, kabuklu hayvanlar ve böcekler arasından bilineni çekirgeler; süt, "tereyağı" ve diğer hayvansal (domuz yağı, vb.) ve bitkisel yağlar (susamyağı ve zeytinyağı); yemekleri tatlandırmak için kullanılan değişik ağaç şıraları ve arı balı; ayrıca, yemeklere keskin bir tat veren mineral ürünler (tuz, kül?). Bütün bu yerli besinler o kadar çok çeşitliydi ki, bildiğimiz kadarıyla, Mezopotamyalılar, İÖ 3000'li yılların öncesinden başlayarak geniş bir coğrafi alanda çok yoğun ticaret yapmalarına karşın, dışarıdan gıda almaya hiç gerek duymamışlardır.

3 Aralık 2017 Pazar

Şeyh Sait Ayaklanması

Baskın Oran




Fotoğraf, Şeyh Sait yakalandıktan sonra çekilmiş.
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/f/f4/Sheikh_Said_Efendi_captured.jpg


Cumhuriyetin kuruluşundan 1938 yılına kadar çıkan çok sayıda Kürt ayaklanmalarının ilki ve ondört vilayete yayılması açısından en geniş kapsamlısı olan Şeyh Sait olayı Şubat 1925'te patlak verdi ve Nisan’a kadar sürdü. Ayaklanma, bir rastlantı sonucu yeterince hazırlık yapamadan başlamak zorunda kaldığı halde Diyarbakır'ı bile kuşattı ve ancak Cumhuriyet hükümetinin büyük masraflar yapması ve sonunda asilerin arkasını 1921 Türk-Fransız anlaşmasının 10. Maddesi hükmü sayesinde Fransız demiryolundan asker nakli yaparak çevirmesi sonucu bastırılabildi. Ayaklanmanın yansımaları 1930 Ağrı ayaklanması başta olmak üzere, 1937 yılına kadar sürmüştür.

27 Kasım 2017 Pazartesi

Milliyetçiliğin İyisi Var mı?

Ayşe Kadıoğlu
05/06/2005

Milliyetçilik ideolojisinin temelinde, insanların bir grup olarak kendilerini diğer gruplardan bir takım özellikleri öne çıkararak ayırmaları var. Bu özelliklerin ne olduğuna göre de milliyetçiliğin "kötü" ya da "iyi" olarak nitelendirilmesi söz konusu oluyor. Eğer bir grup kendisini diğer gruplardan ırk, etnisite gibi "doğumla gelen" ve "değiştirilemez" özellikler ile ayırıyor ise buna "kötü" milliyetçilik deniliyor. Çünkü ne yaparsanız yapın o gruba üye olamıyorsunuz, kapılar kapalı oluyor. Ancak insanların biraz çaba göstererek söz konusu gruba üye olmalarına izin veren, nisbeten daha "açık" üyelik koşulları olan grupların milliyetçilikleri ise "iyi" kabul ediliyor. Milliyetçilik literatüründe "kötü" milliyetçiliğe örnek olarak kapalı, tecrit edici, organik ve ırk temelli Alman milliyetçiliği, "iyi" milliyetçiliğe örnek olarak da Fransız milliyetçiliği verilir.

Aralık kapılar, kapalı kapılar

Kısacası, üyelik kapılarını kapayan milliyetçilikler "kötü", kapıları nisbeten açık bırakan gruplar ise zararsız ve iyi olarak biliniyor. Örneğin, iyi Fransız milliyetçileri Fransızcayı iyi konuşmayı öğrenen ve Fransız kültürüne aşina olan Cezayirlilere "Fransız" olmanın kapılarını açarken, kötü Alman milliyetçilerinin Arapların zaten Almanca konuşmaya ya da Alman kültürünü içselleştirmeye bile layık olmadıkları düşüncesi ile hareket ettikleri varsayılır. Kısacası birincisinde kapı aralıktır ve adaylar istenileni yapınca içeri girebilirler; ikincisinde ise kapı kapalıdır. Aralık kapı durumu, "iyi" addedilen durumdur. Oysa bugün, içinde bulunduğumuz dönemde "kapı" denen olgunun bizatihi kendisi eleştiriliyor, onun aralık bırakılması yeterince demokratik bulunmuyor. Kapısızlık ve buna bağlı olarak kapıcısızlık söz konusu ediliyor. 

21 Kasım 2017 Salı

Uygarlığın İlk Adımları: Neolitik Çağ

2007 Ocak
Sergi Tanıtım Yazısı
Sergi için üretilen Göbekli Tepe tapınağı maketinden görünüm
Neolitik Dönem: Günümüz Uygarlığının Temel Taşları
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş.’nin üstlendiği bu sergi 2007 yılının Ocak ayı ortalarında Almanya Karlsruhe kenti Badisches Museum’da açılan “İnsanlığın En Eski Anıtları” sergisinin bir devamı niteliğindedir. Yalnızca Anadolu ve Yakındoğu değil, Avrupa da dahil olmak üzere günümüzde dünyaya hâkim olan uygarlığın temel taşlarını içeren, günümüzden önce 14000 ilâ 8000 yılları arasındaki uzun bir süreci yansıtan bu sergi, haklı olarak, beklenenin üzerinde bir ilgi görmüş ve büyük bir heyecan yaratmıştır. Özellikle son yıllarda bu dönemi yansıtan Çayönü, Körtik Tepe, Nevali Çori, Göbekli Tepe, Aşıklı gibi merkezlerde yapılan arkeolojik kazılar, uygarlığın ilk dönemleri ile ilgili bilgilerimizi, yorumlarımızı kökten değiştirecek kadar önemli yeni sonuçlar vermiştir. Bu kazı yerlerinden ortaya çıkan bilgi ve görkemli buluntuların yurt dışında yaratmış olduğu heyecan dalgasının ülkemizde yankı yaptığını söylemek, maalesef olası değildir. Anadolu’nun tarihöncesi kültürleri denince ilk akla gelen, renkli ve görkemli buluntularıyla Çatalhöyük olmaktadır. Ancak Çatalhöyük, burada ele alınan dönemin en son aşamasını temsil etmektedir. Şimdiki sergi ise bizi, Çatalhöyük’ün başlangıcından 4000 daha eskiye götürmekte, Çatalhöyük’ün başlangıcına kadar olan süreyi anlatmakta ve Çatalhöyük’ün başlangıcıyla sona ermektedir. Anadolu’nun en eski uygarlığının görkemi bu sergi ile ülkemizde ilk kez toplu olarak sunulmaktadır.

15 Kasım 2017 Çarşamba

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'nda

Savaşın başında bir Alman kartpostalı Türkiye'nin savaşa girdiğini ilan ediyor
 Sol üst köşede padişah V. Mehmet Reşat görülüyor.
https://www.deutsche-schutzgebiete.de/mittelmeer_division_souchon.htm
I. Dünya Savaşı başladığında Osmanlı İmparatorluğu, ölümcül bir darbe yediği Balkan Savaşı'ndan henüz çıkmıştır. Bu savaşta yalnızca Anadolu ile birlikte anavatan addedilen o çok değerli Rumeli kaybedilmemiş, -yine büyük bir yenilgi ile bitmiş olan- 1877-78 savaşından sonra hissedilir hale gelen '"devletin çökmekte olduğu'' endişesi yöneticilerin üzerine bir kâbus gibi çökmüştür.

14 Kasım 2017 Salı

Uygarlığın Yayılması ve Merkez - Çevre İlişkisi

Neil Faulkner
Ur kentinin temsili olarak canlandırılması
https://www.realmofhistory.com/2017/07/27/reconstruction-ur-city-sumerian/

Dünyanın ilk sınıflı toplumu Sümer’de milattan önce 3000’li yıllarda ortaya çıktı. Başrahipler ve şehir yöneticilerinden oluşan bir seçkinler grubu, kendilerini toplumun üstünde konumlandırdı ve sıradan yurttaşları kendi çıkarları için sömürmeye başladı.
Giderek karmaşıklaşan toplum, onlara özel siyasi-dini roller tahsis etmiştir. Bu roller onlara mülkiyet ve artı değer üzerinde hâkimiyet vermiştir. Ancak kıtlığın ve yoksulluğun kural olduğu bir dünyada bu hâkimiyeti kendilerini zenginleştirmek ve kendi iktidarlarını desteklemek için kullanmışlardır.
Aynı anda ya da birazcık sonrasında birtakım başka yerlerde aynı şeyler olmuştur. Medeniyet tek bir merkezden dışarıya doğru yayılmamıştır: koşulların uygun olduğu yerlerde bağımsız biçimde ortaya çıkmıştır.

24 Ekim 2017 Salı

Bilim Nedir?

Isaac Asimov

Bilim meraktan doğdu... Hani insana mevlâsını da, belâsını da bulduran "merak" var ya? İşte, ondan...
Merak, durdurak bilmeyen, sınır tanımayan bir öğrenme arzusudur. Cansız maddelerde bulunmayan, üstelik canlıların yalnızca bir bölümünde görülen bir özelliktir. Bu yüzden, yaşayıp da "merak duymayan" yaratıklara "canlı" demeye kolay kolay dili varmaz insanın...

Örnek olarak ağacı alalım. Ağaç, içinde bulunduğu, içinde yeşerip dalbudak saldığı çevre hakkında merak duymaz. Hasbelkader oradadır. Sünger de, midye de öyle... Nelere gereksinmeleri varsa, rüzgar, yağmur, akıntılar getirir onları... Onlar da alabildiklerini alırlar, bu doğa olgularından... Ama, gün olur, doğa, onlara, yangın, zehir, deprem, etobur ve asalakları da getirir. İşte, o zaman, yaşadıkları gibi, gösterişsizce, tantanasız biçimde, öte âleme göçüp giderler.

20 Ekim 2017 Cuma

Meşrutiyet'in İlanı Sırasında Bir Subay Kürtlere Sesleniyor

Jandarma Yüzbaşısı Mahzar Efendi 
Peyman, Diyarbakır
1908



Kürtler, İT [İttihat Terakki] döneminde Meşrutiyet adıyla bir de Kürt mektebi açarlar. Burada, Osmanlıcılık egemen ve etkendi.

Dönemin etkin Kürtlerinden olan Bediüzzaman Said-i Kürdi, Meşrutiyet ilan edildiğinde, Sadaret (Başbakanlık) yoluyla Kürt aşiretlerine çektiği telgraflarda, onların "Meşrutiyet"e sahip çıkmalarını istiyordu ve en çok "biz" (Kürtler) mutlakıyetten zarar görüyoruz diyordu. Kürt hamallara da benzeri çağrılarda bulundu. Bir yıl geçmeden Said-i Kürdi karşıt konum aldı. Bu, dinsel duygulardan ötürü olmalı.

I. Dünya Savaşı içinde Talat Paşa, Seyyid Abdülkadir'in Rusya'ya karşı, Kürdistan'a gidip ayaklanma başlatmasını istedi. Seyyid Abdülkadir'in gizlice Rusya ile anlaşarak hareket ettiğini Rus tarihçi Lasaref söylüyor.

Diyarbakır'daki İT'cilerin yardım ve özendirmeleri ile Diyarbakır Vilayet Matbaası'nda basılan Peyman gazetesindeki yazıların çoğunu İT'liler yazdı ve bunlarda Kürtlerin konumlarına ilişkin ilginç belirlemeler yer aldı.

12 Ekim 2017 Perşembe

İspanya İç Savaşı Özet

Kaynak: Gökçen Alpkaya, Faruk Alpkaya, 20. Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi, Tarih Vakfı Yayınları, s. 116

29 Eylül 2017 Cuma

Millet ve Milliyetçilik Üzerine Okuma Listesi

1991

Nükleer bir savaştan sonraki günlerden birinde, galaksiler arası bir tarihçinin, kendi galaksisindeki alıcıların kaydettikleri uzaktaki küçük felaketin nedenini araştırmak üzere artık ölü durumdaki bir gezegene ayak bastığını düşünün. Bu tarihçi (dünya ötesi fizyolojik üreme üzerinde spekülasyon yürütmekten kaçındığımdan erkek ya da kadın demiyorum),  gelişkin nükleer silah teknolojisinin eşyalardan ziyade insanları yok edecek biçimde tasarlanması nedeniyle korunmuş bulunan gezegen kütüphaneleriyle arşivlerine başvursun. Gözlemcimiz, bir süre inceleme yaptıktan sonra, yeryüzü gezegenindeki insanın tarihinin son iki yüzyılının, “millet” terimini ve bu terimden türetilen sözcükleri anlamadan kavranamayacağı sonucunu çıkaracaktır. “Millet” terimi insanların ilişkilerinin önemli bir boyutunu anlatır görünmektedir. Ama tam olarak neyi? Sır burada yatar. Tarihçimiz, on dokuzuncu yüzyıl tarihini  “milletlerin inşasının tarihi” olarak sunan, ama aynı zamanda, her zamanki sağduyusuyla  “Bize sormadığınız zaman bunun ne olduğunu bilir, ne var ki hemen açıklayamaz ya da tanımlayamayız”[1] diyebilen Walter Bagehot’ı okumuş olsun.  Bu gözlem Bagehot açısından ve bizim açımızdan geçerli sayılabilir, ancak, “millet” fikrine inandırıcılık kazandırır görünen insanoğlunun deneyimini yaşamayan galaksiler arası tarihçiler acısından geçerli değildir.

14 Eylül 2017 Perşembe

Peçeli Peygamber : Mervli Hakim

Jorge Luis Borges

Kızıl Boya
Hakim, Hicret'in 120. yılında (M.S. 736) Türkistan'da doğdu. Zamanının ve ülkesinin insanları Peçeli Peygamber adıyla anacaktı onu sonradan. Hakim'in evi, bağları, bahçeleri ve çayırları hüzünle çöle bakan eski Merv şehrindeydi.
Şehir sakinlerinin nefesini tıkayan, kara üzüm salkımlarının üzerinde gri bir tabaka oluşturan toz bulutlarının yokluğunda, öğle vakitleri, bembeyaz ve göz alıcı olurdu Merv'de.
Hakim, bu iç sıkıcı şehirde büyüdü. Amcalarından birinin onu kumaş boyama işine çırak olarak aldığı bilinir. Kâfirlerin, kalpazanların, düzenbazların sanatıydı bu. Azgınlıkla sürdürdüğü meslek yaşamının ilk melanetleri için bu adamlardan esinlenecekti.
Gül'ün İmhası'nın iyi bilinen bir sayfasında, Hakim'in şöyle dediği yazar :
Yüzüm altın rengidir, ama ben demlendirdim boyalarımı. Taranmamış yünü ikinci gece boyaya bastırdım, işlenmiş yüne üçüncü gece emdirdim boyayı. Adaların hükümdarları hâlâ yarışır dururlar bu kızıl kumaş için. Tanrı’nın yarattığı gerçek renklerle oynayarak günah işledim gençlik günlerimde. Melek, bana koç ile kaplanın aynı renkte olmadığını söyledi. Şeytan ise, Kadiri Mutlak öyle olmalarını isterdi, o senin hünerin ve boyalarından yararlanıyor, dedi. Artık biliyorum ki, melek de şeytan da hakikatten saptılar ve biliyorum ki, tüm renkler iğrençtir.

Hicret ya da İşrâ'nın 146. yılında, Hakim, Merv'de görülmez oldu. Kazanları, boya fıçıları, bir Şirazi hançeri ve bronz bir aynayla paramparça halde bulundular.

12 Eylül 2017 Salı

Versay Barış Antlaşması: Manda Yönetimi Maddesi

20. Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi
Tarih Vakfı, İstanbul, 2005, s. 79
Çeviri: Nurettin Elhüseyni

7 Eylül 2017 Perşembe

Ensest Tabusu Üzerine

Eric Berkowitz

Muhtemelen İlk resmi yasaya kaynaklık eden, tarihöncesi bir başka cinsel tabu da ensest ilişkiyi yasaklıyordu. Aile içi seksin itici olduğu herkes tarafından kabul edilse de enseste karşı koyulan kurallar o kadar basit değildir. Nispeten yakın zamana kadar insanlık tarihinin büyük bir kısmında ne şehirler vardı, ne de kasabalar. İnsanlar küçük gruplar halinde ve uzun süre başka kabilelerden insanlara rastlamadan yaşayabiliyorlardı. Bu durumda yakın akrabalar arasında üreme, tarihin her döneminde yaşanmış olsa gerek. Yine de yakın akrabalarla üremeye karşı yasaklar olmasaydı, insan DNA’sı, iklime ve atalarımızın karşılaştığı diğer zorluklara uyum sağlama gücüne asla kavuşamazdı. Yaklaşık elli bin yıl önce melez kabile toplumlarının oluşması, insanların “soydışı çiftleşmelerine” olanak tanıyarak genetik yapılarını çeşitlendirmiş ve insan evriminin son evrelerine ulaşmasını mümkün kılmıştır.

Antropolog Claude Lévi-Strauss, ensest tabusunu “kültürün kendisinin kritik bir unsuru” olarak görüyordu. Nitekim antik tarihin büyük bir kısmı da onu desteklemektedir.

Nin-Dada Vak'ası: Mezopotamya'da Bir Cinayet Davası

Eric Berkowitz

Mezopotamya'daki dört bin yıllık bir cinayet vak'asının kayıtları çarpıcı bir şekilde günümüze kadar hiç bozulmadan gelmiştir. Yıllarca yapılan arkeolojik kazılar, vak'ayı ayrıntılarıyla anlatan çeşitli nüshaları ve çivi yazısı kil tabletleri ortaya çıkarmıştır. Kurbanın, bu uygarlığın en önemli tanrılarından Enlil’in başrahiplerinden Lu-İnanna olması ve cinayetin kutsal şehir Nippur’da işlenmesi göz önüne alındığında, kayıtların kopyalanması anlaşılırdır. Davanın açıldığı dönemde Nippur, binlerce yıldır mesken tutulagelmiş bir yerleşim yeridir.

Asıl mesele seks olsa da suçlama nedeni cinayetti. Suçlananlar azat edilmiş iki eski köle, bir erkek köle, bir de Lu-İnanna’nın dul karısı Nin-Dada’ydı. Suçun ciddiyeti ve kurbanın yüksek konumu göz önüne alındığında dava ilk olarak yakınlardaki Isin’de bulunan krala aktarıldı. Kral davayı iyice inceledikten sonra dokuz üyeli Nippur Meclisi’ne havale etti.

24 Ağustos 2017 Perşembe

Sosyal ve Ekonomik Haklarda ilk Kazanımlar

20.Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi için Öğretmen Kitabı, "Sanayi Devrimi" içinde, Tarih Vakfı Yayınları, Ekim 2007, s.43

19 Ağustos 2017 Cumartesi

"İçsavaş Tanrı’nın armağanıdır!"

"Hiçbir şey ummuyorum, (Δεν ελπίζω τίποτε,)
  hiçbir şeyden korkmuyorum, (Δεν φοβούμαι τίποτε,)
  özgürüm. (Είμαι λεύτερος.)"

Madrid, uçaklar tarafından bombalanırken. 1936
http://www.3djuegos.com/foros/tema/42176781/0/el-asedio-de-madrid-1936-39/
….
Otomobile atladım. Heyecanımı zor tutuyordum. Biliyordum ki kurtuluş yoktu. Bugün, güneş yine
parlak, gökyüzü tertemizdi.. Uçaklar çalışacaktı ve ben dünyanın en güzel süslerinden birinin kül olduğunu görecektim. Faşist hatları dün yer değiştirmiş. Madrid’e daha çok yaklaşmış, Caravanchel mahallesine girmişlerdi. Çember gitgide daralıyor, Franco’nun sıcak soluğu Madrid’in boğazında buğulanıyordu.

18 Ağustos 2017 Cuma

Velázquez'in Nedimeleri

Sanatçı: Diego RodriguezdaSilvay Velázquez
Eseri: Las Meninas (1656), Madrid, PradoMüzesi.


Théophile Gautier, Velâzquez'in Las Meninas'ını ilk kez gördüğünde, kendini "tablo nerede?" diye haykırmaktan alıkoyamamıştır.

İlk bakışta, tablo basit bir konuyu işlemektedir. Kralın beş yaşındaki kızı infante Margarita, nedimeleri (lasmeninas) ve soytarılarıyla çevrelenmiş olarak tablonun ortasındadır. En dip tarafta, saray nazırının silueti görülmektedir, ama biraz daha yakından ve daha dikkatle bakılınca, tabloda başka kişilerin de olduğu fark edilmektedir.

16 Ağustos 2017 Çarşamba

"No Pasaran"

https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/8/8f/%C2%A1No_pasar%C3%A1n%21_Madrid.jpg
Dolores İbarruri 
"La Pasionaria" (tutku çiçeği) takma adıyla da anılır.
http://www.mve2gm.es/paises/bando-aliado/u-r-s-s-/personalidades/
Ülkenin geri kalan birçok bölümünde Franco'cu faşist ayaklanma başarıya ulaşmış da olsa Madrid'in son adama kadar savunulması Halk Cephesi'nin başlıca moral hedeflerinden biriydi. Francocuların kentte bir ayaklanma başlatma girişimleri aksayınca kent kapılarına kadar dayanmış olan faşist saldırısı UGT* ve **CNT'nin örgütlediği kitleler tarafından 19 Haziran 1936 akşamı geri püskürtüldü. Aynı gece radyoda birbirini izleyen ateşli konuşmalarının birincisini yapan Dolores İbarruri, "işçilere, köylülere, antifaşist ve yurtsever İspanyolara" "Asturias cellatları"nın*** zaferine izin vermemeleri için çağrıda bulundu: "No pasaran!"
Verdun'de Almanlara karşı I. Dünya Savaşının direniş çağrısı olan "Geçemeyecekler!" sözünün İspanyolcası, İbarruri'nin bu konuşmasından sonra bütün ülkelerin antifaşistlerinin direniş simgesi haline geldi.

12 Ağustos 2017 Cumartesi

Çocuklara Faşist Propagandanın Bir Yolu: Oyun

Milano 1936-37
Faşist propagandanın bir yolu da çocuklara resimli kitaplar hazırlamaktı. 
Bu örnekte görüldüğü gibi,
Habeşistan'ın işgali, propaganda amacıyla; oyun/okuma/yarışma kitabı olarak tasarlanmış.

"İnan, İtaat et, Savaş"

11 Ağustos 2017 Cuma

"Faşist Otoriteye İtaat ve İman Görevi"

Mussolini, 1929'da Devlet Özel Savunma Mahkemesi üyelerini kabul etti.
Özel Mahkeme, silahlı kuvvetler ve Faşist milis memurlarından oluşuyordu.
http://dizionaripiu.zanichelli.it/storiadigitale/p/voce/4293/mussolini-benito#!prettyPhoto
"Faşist iktidar yerleşip, kendi devletini kurmaya  başladığında, daha siyasal partiler kapatılmadan, La Giustiza, Corriera della Sera gibi gazeteler kapatıldı  veya kaba kuvvetle ele geçirildi. 31 Aralık 1925 tarihli  yasayla, Sindacato Naziollale Fascista del Giornalisti  (Gazeteciler Faşist Sendikası) kuruldu ve bu sendika üyesi olmayanların gazetecilik hakkı ellerinden alındı.  Böylece, özgür haber dolaşımı ve halkın gerçekleri öğrenme hakkı önlendi.

Benito Mussolini (1883-1945)

Evet, evet, evet.... Ve Mussoli'nin başı. 1934 seçimlerinden önce Roma'da Palazzo Braschi'nin ön cephesi https://timeline.com/these-photos-show-what-everyday-life-under-fascism-looked-like-72944c31f5ce

 Braschi Sarayı. İtalyan faşist döneminde, Benito  Mussoli'nin merkezi olarak kullanıldı, diktatörün dev heykeliyle süslendi. Savaştan sonra, 300 mülteci aileye ev sahipliği yaptı ve içerideki freskoların birçoğu ısınmak için yakılan ateşten çıkan yangınla ciddi hasar gördü. 1949'da sivil otoriteye devredildi,  1952'de kapsamlı bir restorasyondan sonra, müzeye dönüştürüldü. 
https://en.wikipedia.org/wiki/Palazzo_Braschi

4 Ağustos 2017 Cuma

Postmodern Anlatılar ve Tarih

Alan Munslov

Tarihe dair (objektif ampirist bir uğraşın kaydı olmaktan çok oluşturulmuş bir anlatı olarak) yapısökümcü görüş, yüzyıl sonu yaygın postmodern entelektüel bağlamın bir sonucudur.{21} Bu bağlam, Fransız kültür eleştirmeni Jean-François Lyotard’ın, 1984 yılında yayımlanan son derece etkili The Postmodern Condition [Post-modern Durum] adlı kitabında tanımladığı, bilimsel bilgiyi edinmekle anlatının işleyişi arasındaki sıkıntılı ilişki üzerine odaklanan bir bağlamdır. Anlatıyı tanımlayan Lyotard, anlatının kültürel formasyon ve aktarımın karakteristik ve özsel özelliği olduğunu ileri sürmüştür.{22} Lyotard anlatının iktidar kullanımıyla ilişkili olduğu konusunda Foucault’yla hemfikirdir. Lyotard’a göre, toplumsal olarak benimsenmiş belli bir dizi kural ve pratiğe göre yapılanan kendini meşrulaştırma türü, konuşmacının ya da yazarın o toplum içindeki otoritesini kurar ve o toplumun öz kimliğinin karşılıklı olarak pekiştirilmesi işlevini görür.{23} Batılı bir kültürel pratik olarak tarih, öz kimliğimizin yitiminin tehdidi altındadır. Bu arada, kendilerince sağduyulu, bilimden esinlenen, nesnel ampirist paradigmalarına ilişkin gerçekçi inançlarına saplanıp kalmış tarihçiler (deliller, toplumsal teorileştirme ya da sadece önyargı gibi teknik sorunların bu bilgiye erişmeyi engellediğini fark etseler bile) doğru tarihsel bilgilerinin izini sürerken “kırılmalar" olarak gördükleri şeye katlanırlar.

Munslov'ın Küçük Sözlüğü

Alan Munslov

A priori bilgi: Deneyden bağımsız bilgiyi varsayan popüler bir felsefi terim.
Argüman: Bir öncüller dizisi ve bu diziden çıkarılan sonuç. Eğer sonuç öncül(ler)den ya tümdengelimsel ya da tümevarımsal olarak çıkarılmışsa bir argümanın (doğru olup olmamasından bağımsız olarak) geçerli olduğu söylenir.
Metrik-tarih [Cliometrics]: Yorumu kolaylaştırmak için matematiğin ve istatistiğin geçmişe ait verilere uygulanması. 1960’larda, özellikle ekonomik tarihte popüler olmakla birlikte 1990’larda önemini yitirmiştir.

3 Ağustos 2017 Perşembe

Tarihin Doğasına İlişkin Bazı Temel Sorular

Alan Munslov


TARİHE YAKLAŞIM
Amacım bugün tarih içindeki merkezi bir tartışmayı, yani bir disiplin olarak tarihin anlatı formuyla geçmişin içeriğini tam olarak ne oranda kapsayabileceği ve temsil edebileceği tartışmasını ele almaktır. Daha açıkçası, anlatısal ya da edebi yapıdaki tarih metni tarihsel açıklama için ne kadar yeterli bir araçtır ve yanıtımızdan çıkarabileceğimiz ipuçları nelerdir? Artık tarihçiler, tarih felsefecileri ve anlatıyla ilgili başkaları için tarafsız tarihçilerin uyguladığı anlamda tarihsel gerçeklik ve yöntemsel objektiflik gibi eski modernist kesinliklerin meydan okunan ilkeler haline geldiği bir postmodern çağda yaşadığımızı iddia etmek sıradan bir durumdur. Bugün çok az sayıda tarihçi geçmiş hakkında doğruyu/ hakikati yazdığını ileri sürecektir. Yazılı tarih, biz tarihçilerin şimdi ve burada bir yer işgal etmekle kalmayıp geçmiş ve geçmişin izleri arasındaki ilişkiyi ve bu izlerden anlam çıkarma biçimlerimizi nasıl gördüğümüze bağlı olarak konumlar da aldığımız ölçüde çağdaştır ya da şimdiki zamana göre yönünü bu ölçüye göre belirler. Bu kitaba Tarihin Yapısökümü adı verildi, çünkü kitabın eksenini tarihin en temel düzeyde yeniden değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin inancım oluşturuyor.

1 Ağustos 2017 Salı

Zulüm Umranın Harap Olduğunu Haber Verir


Malum olsun ki, malları bakımından halka tecavüz etmek, bu malların elde edilmesi ve kazanılması hususunda onların heveslerini ve şevklerini yok eder. Çünkü bu takdirde, neticede ve eninde sonunda söz konusu malların yağma yoluyla ellerinden alınacağına kani olurlar. Mal kazanma ve edinme hevesleri gidince, artık bu maksatla çalışmaya elleri varmaz olur. Mal ve servet kazanma yolunda çalışmaktan halkın geri durması, bu hususta kendilerine (ve mallarına) yönelen tecavüz miktarınca ve nispetinde olur. Tecavüz, maişet yollarının tümüne şamil olacak derecede çok olursa, kazançtan geri durma öyle olur. Çünkü zulüm ve tecavüz bütün mesleklere dahil olduğu için hevesleri tamamen ortadan kaldırır.  Şayet tecavüz az ise, kazançtan geri durmak da o nispette olur. Umran*ın mükemmelliği, çarşı pazarın hareketliliği, halkın akşam sabah gide gele kazanç ve menfaatleri için çalışıp çabalamalarına bağlıdır. Halk, maişellerini temin etmekten geri durup mal kazanmaktan el etek çekti mi, umrandaki pazarlar durgunlaşır, ahval perişan olur, halk bu ülkenin dışındaki yerlere dağılır, rızkını bu sahanın haricinde arar. Bu yüzden o bölgede ikamet edenler seyrekleşir, nüfus azalır o diyar ıssız hale gelir, şehirleri harap olur, sultanın ve devletin halinin bozulmasiyle yerleşme merkezleri bozulur. Çünkü sultanın ve devletin hali, umranın bir suretidir. Umranın maddesinin (ve iktisadi bünyesin in) bozulmasiyle zaruri olarak sureti de bozulur. (Umran, devletin maddesi matter, devlet ise sureti, formudur.
Bünye dağılınca, zaruri olarak şekil de dağılır).

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Adı, "Kamal" Olacak!

Amin Maalouf
Babaannem o sırada hamileydi. Resimde bu belli belirsiz farkediliyor ama ben bunu tarihlerden biliyorum. 1921 yılının aralığında doğuracaktı ve dedem daha o zamandan, çocuğuna koyacağı adı seçmişti: Adı "Kamal" olacaktı, Atatürk'ün onuruna.

Dedem o yıl Kemal Atatürk için neden yanıp tutuşuyordu? Bunu, yazışmalarının hiçbir yerinde açıklamıyor ama nedenini sezmek benim için güç değil. O ki, öteden beri Doğu'nun altüst oluşunu görmeyi düşlüyordu, o ki, yaşamını geçmişe hayranlığa karşı, geleneklerin boğucu ağırlığına karşı ve giyime kuşama varıncaya kadar modernliğe ulaşmak için savaşmakla geçirmişti, savaş sonrasında Türkiye'de olup bitene duyarsız kalamazdı:
Selanik'te doğan, orada eğitim gören, oranın "Aydınlanma"sı ile beslenen bir Osmanlı subayı, eski düzeni yıkacağını, İmparatorluk'tan geriye kalanı, gerekirse zorla, yeni yüzyıla sokacağını ilan ediyordu.

Bana öyle geliyor ki dedemin, Kemalist girişimin bu güçlü yanından hoşlanmamasına olanak yoktu. Kendi babasının –sanırım en başta köy papazı Malatiyus için- kaleme aldığı, babamın da bana sık sık yerel şive ile yinelediği şu dizeler hala belleğimde duruyor. O dizeleri şöyle ifade edebilirim:
Kunduracının bıçağı biçebilseydi onları,Biçebilseydi tepeden tırnağa!

21 Temmuz 2017 Cuma

Butros, Hoşgörülmek İstemiyordu

Amin Maalouf

JönTürkler ayaklanmasından bir yıl, Abdülhamit'in düşüşünden de ancak üç ay sonra… 

Onu en çok kızdıran şey, tüm yönetimde, valisinden en küçük yazmanına kadar bütün yerel görevlilerin uygulamalarında, hala eski yönetim alışkanlıklarının geçerli olmasıydı. Ama bunların bir günde, sadece bir kararnamenin yayımlanmasıyla değişebileceğini düşünmek için de çok saf olmak gerekirdi. Onu üzen başka bir şey de -ki çok daha ciddi, çok daha acı veren bu konudan açıkça söz edemiyordu Butros- onun için en temel konulardan birinde hiçbir düzenleme yapılmadığını, yapılma umudunun da olmadığını yavaş yavaş anlamaya başlamasıydı.

18 Temmuz 2017 Salı

1909 Yılında Birgün Bir Ailenin Başına Gelenler

Amin Maalouf

1909 yılı ortalarında*, tüm eyaletlerde gerilim yükselir ve art arda olaylar patlak verirken, önemli bir Osmanlı devlet görevlisi, kanını beynine sıçratan bir olay üzerine, bir daha dönmemecesine İstanbul'u terk etmeye karar verdi.

Bir Osmanlı yargıcıydı bu adam; Sayda kökenliydi ama ailesi -Hıristiyan Marunî bir aile- yıllardır Boğaziçi kıyılarına yerleşmişti. Yazın, bir pazar günü, geleneksel aile yemeğinin sonunda, sakin bir edayla karısına ve on üç çocuğuna, neleri var neleri yoksa sandıklara yerleştirmelerini emretti. Hem onlar, hem de evdeki tüm çalışanlar için, İskenderiye'ye giden ilk gemiye bilet almıştı.

Yargıcın adı İskender'di; kızlarının en küçüğü Virginie, bu göç sırasında yedi yaşındaydı. İstanbul' da doğmuştu ve Türkçe dışında bir dil konuşmuyordu. Daha sonra Mısır'da Arapça ve Fransızca öğrenecek ama Türkçe, ömrünün sonuna dek anadili olarak kalacaktı. Aile, uzun yıllar Nil deltasında yaşayacak ve Virginie, orada, Lübnan dağından gelen, Amin adında bir göçmenle evlenecek, ilk kızını da -benim annemi- orada doğuracaktı.

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Rönesans Üzerine Notlar



Ölü İsa/Ölü İsa Üzerinde Ağıt.  "The Lamentation over the Dead Christ" Andres Mantegna, 1490
"Kuzey İtalya'da ilk gerçek Rönesans sanatçısı Mantegna olarak kabul edilmektedir."
https://en.wikipedia.org/wiki/Andrea_Mantegna#/media/File:Andrea_Mantegna_-_The_Dead_Christ.jpg
Bugün Rönesans dendiğinde akla ilk gelen imgeler, Mantegna'nın, Boticelli'nin, Leonardo'nun, Raffaello'nun resimleri, Michelangelo'nun heykelleri, mimarideki göz kamaştırıcı teorik, teknik ve pratik ilerlemeler, çoksesli madrigallerin dünyevi neşesi, ilk opera deneyleri, kilise'nin kutsal Latince'sinde değil halk dillerinde yazılan bir edebiyatın doğuşu, Galileo'nun, Toricelli'nin bilimsel buluşları, Thomas More'un Campenella eserlerinde yansıyan ütopyacı düşünce,
Atlantik okyanusuna açılan gemilerin getirdiği servet üzerine olduğu kadar, bir idealin enkazı üzerine de kurulmuştu.

15 Temmuz 2017 Cumartesi

Herero ve Nama Kabilelerine Karşı Uygulanan Soykırımı


Herero ayaklanması ve şiddetle bastıran Alman birlikleri
http://www.ancient-origins.net/history-important-events/herero-and-namaqua-genocide-little-known-first-genocide-second-reich-003828
1880'lerde, Güney Afrika'da altının keşfedilmesiyle, büyük güçler arasında bu bölge için yoğun bir rekabet başladı. Bu rekabetin sonuçlarından biri, 1882’de Britanya ile Afrika'daki Hollanda kökenli maceracı Boerler arasında çıkan savaş;· bir diğeri ise Almanların 1884'te Güneybatı Afrika’yı ilhak etmesi idi.

General Trotha
20. yüzyıla varıldığında Almanya’nın Afrika'da başlıca dört sömürgesi vardı: Güneybatı Afrika, Alman Doğu Afrika’sı, Kamerun ve Togo. Ancak 1903’te Alman zulmü karşısında, bütün Afrika'da yaşanmış en geniş çaplı ayaklanmalardan biri başladı. 1907'ye kadar süren ayaklanmaya Alman silahlı kuvvetlerinin tepkisi, kitlesel bir soykırım oldu. Bölgeye gönderilen General Trotha,  Genel Kurmay Başkanı Kont Schlieffen’e ayaklananHerero ve Nama kabilelerinin "bir millet olarak yok olması gerektiğine inandığını" söylüyor, Kont Schlieffen de bu tavrı tamamen onayladığını bildiriyordu.

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Avrupa'nın Sahipleriydiler


Kraliçe Viktorya, geniş ailesiyle bir düğünde bir arada. 1894
Avrupa'nın "sahipleri", müstakbel Çar Il. Nikola, İmparator II. Wilhelm, Galler Prensi VII. Edward, İmparatoriçe Friedrich ve hepsinin önünde "Avrupa'nın Büyükannesi" Kraliçe Victoria, 1894'te Coburg'da bir düğünde.

11 Temmuz 2017 Salı

Enternasyonal Marşı Nasıl Doğdu?

https://todayinlaborhistory.wordpress.com/category/1880-1889/
Devrimci romantizm havası içinde Eugene Pottier'nin yazdığı Enternasyonal şiiri hakkında çeşitli efsaneler yayılmıştı. Pottier'nin bu şiiri Haziran 1871 'de Paris'te saklanırken yazdığı söylentisi bu romantizmin yığınlardaki ifadesiydi. Gerçekte ise Eylül 1870'te kaleme alınan şiire son şeklini Komun üyesi Gustave Lefrançais verdi ve Pottier, gıyabında ölüme mahkum olduktan sonra Fransa dışına kaçan Lefrançais'ye şiiri ithaf etti. 

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Düşünenler Kulübü

Der Denker Club
Düşünenler Kulübü , 1819
http://wortwuchs.net/literaturepochen/vormaerz/

Almanya'da Fransız Devriminin etkilerini silmeyi amaçlayan Restorasyon Dönemi'nde, liberal burjuvazi bazı cesur çıkışlar dışında, siyasal baskı koşullarını sineye çekti. Bu yıllarda yapılmış olan ünlü Düşünenler Kulübü karikatürü, konuşma özgürlüğü üzerindeki baskıyı ve onun karşısındaki teslimiyeti yansıtıyor. 

Duvardaki yazıda şunlar yazılı: 
"Bugünkü oturumda üzerinde düşünülecek olan önemli sorun şudur: Acaba düşünmemize daha ne kadar izin verilecektir?"

Sosyalizm ve Top. Müc. Ansk., Cilt 1, İletişim Yayınları, s. 43

Otto Dix'in Metropolis Tablosu Ne anlatıyor?

Sanatçı: Otta Dix


Büyük Şehir Üçlemesi- Gross Stadt (Metropolis), 1928

Bir dünya savaşının yaşanmış ve bir dünya devriminin yaşanmamış olmasının 1920'lerde Avrupa'da yarattığı ruh halinin en anlamlı göstergelerinden biri, Oswald Spengler'in çetrefil bir dille yazılmış, "Batının Çöküşü" kitabının 1918'de yayınlanır yayınlanmaz popüler bir 'best-seller' haline gelmesiydi. "Çöküş", hastalık", çürüme", "yozlaşma" iki savaş arası dönem boyunca içinde yaşanılan dünyayı betimlemek için en sık başvurulan kavramlardı.

7 Temmuz 2017 Cuma

Suçluların Güdüleri: Sıradan İnsanlar mı, Fanatikler mi?

Michael Mann

Otto Ohlendorf, Einsatzgruppen liderlerinin yargılanması sırasında baş sanıktı ve aynı zamanda birçok diğer savaş suçlusu zanlılarının yargılanmasında önemli bir tanık oldu. Otto Ohlendorf savaştan sonra kurulan mahkemede kendisine bağlı olan Einsatzgruppen D grubu birliklerinin 1941'de Ukrayna'nın güneyinde 90.000 Yahudiyi öldürdüğünü itiraf etti. Yapılan yargılama neticesinde ölüme mahkûm edildi ve kısa süre sonra, 8 Haziran 1951 tarihinde gece yarısından sonra Bavyera'daki Landsberg Hapishanesi'nde asılarak idam edildi.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Otto_Ohlendorf

En cinai temizliklere binlerce kişi karışmıştır. Görgü tanıklarının zihnini en çok kurcalayan soru da şu olmuştur: Görünüşte sıradan insanlar nasıl cinai temizlik suçu işleyebilir? Çoğu durumda basit bir kıyaslama yapılır: Onlar olağanüstü koşullardaki senin benim gibi insanlar mıydı, yoksa ideolojik fanatikler mi?

Bu soruya verilen en meşhur yanıt Stanley Milgram’ın deneyleridir. Milgram sıradan insanlardan, yaptıkları zekâ testine yanlış cevap veren deneklere yüksek elektrik şoku vermelerini istemişti. Bu kişilere bilim adamlarının şok tedavisinin zekâ puanını artırıp artırmayacağını test ettiği söyleniyordu (ve deneyi yapanlar beyaz laboratuar önlüğü giyiyordu!).