Gılgamış, Louvre Müzesi https://en.wikipedia.org/wiki/Gilgamesh |
BİRİNCİ TABLET
Yerin dibindeki suyun kaynağını görenin
öyküsünü
dinle, yurdum!
Dünyada her şeyi bilen
adamın adını ünlendireyim:
onun görmediği hiçbir şey
yoktur.
Dünyanın bütün bilgeliklerini bilip torunlarına
bırakan
bir adamdır.
Gizleri görüp bunların perdesini
yırtan
bir adamdır.
Tufandan önce olanın haberini
getirdi.
Uzun yoldan gelip yorgun düştü; ama gücünü
yitirmedi.
Bütün çektiklerini bir anıt taşına kazıdı.
…..
[Böyle başlar destan. 11. Tablette bizim Nuh Tufanı diye
bildiğimiz olay anlatılır. Nuh’un adı Utnapiştim olarak geçer.]
ON BİRİNCİ TABLET
Gılgamış ona, uzaktaki (102)
Utnapiştim'e dedi:
"Utnapiştim, sana bakıyorum, biçimin
başka değil;
benim gibisin. Evet, benden ayrı değilsin,
benim gibisin!
Senin yüreğin savaş için
yaratılmıştır! Nasıl oluyor
da böyle sırt üstü yatıyorsun? Anlat!
Tanrıların toplantısında
yaşamı aramaya nasıl karar verdin?"
Utnapiştim ona, Gılgamış'a dedi:
"Gılgamış, sana gizli bir şey
açayım. Tanrıların gizini
söyleyeyim: Şurippak (103), senin bildiğin
bir kent,
Fırat'ın kıyısındadır. Bu kent çok eskiden
varken,
tanrılar bu kentin yanındaydılar. Tanrıların aklına
bir tufan
yapmak geldi. Bunların babaları soylu Anu,
hükümdarları
yiğit Enlil, büyük vezirleri Ninurta, su
yolcuları Ennagi
ve Bilge Ea [Enki] da onların toplantısında yer
aldı.
Ea, Tanrıların verdikleri kararı, kamıştan bir
çite anlattı:
"Kamış çit, kamış çit! Duvar,
duvar! Kamış çit dinle,
duvar anımsa (104)! Şurippaklı
Ubar-Tutu'nun (105)
oğlu (106), evi sök. Bir gemi yap. Serveti
bırak. Yaşamı
ara! Mülkten nefret et! Canını kurtar!
Canlı yaratıkların
her türünden geminin içine yükle.
Yapacağın geminin
her yanı uyumlu bir ölçüde olsun. Onun eni
ve
boyu bir ölçüde olsun. Yağmura karşı onun
her yanına
bir çatı kur."
Ben, bunu anlar anlamaz Ea'ya, efendime
dedim:
"İyi, anlaşıldı efendim. Şimdi
bana ne dedinse iyi
dikkat ettim. Ben yapacağım. Fakat, kent
halkı ve yaşlılar
sorarsa ne diyeyim?"
Destanın 5 nolu tableti. Süleymaniye Müzesi Irak, https://en.wikipedia.org/wiki/Gilgamesh |
"Be adam, insanlara şöyle
dersin: Sanırım Enlil benden nefret etmeye başladı. Bunun için
sizin kentinizde artık kalmayacağım.
Enlil'in toprağına
artık ayak basmayacağım. Apsu'ya (107) inmek
istiyorum. Orada
beyim, Ea'nın yanında kalacağım. Ea,
üzerinize bir bereket
yağmuru yağdıracaktır. Bundan sonra,
tufan, kuşların
saklı yuvalarını ve balıkların
sığınaklarını size getirecek
ve bol ürün alacaksınız. Bulutları güden
bey, üstünüze
gerçek bir buğday yağmuru
yağdıracaktır."
Halk çevresine toplandı.
(Bundan sonraki 4 satırda
yaşlıların ve gençlerin
gemiye gerekli gereçleri taşıdıkları
anlatılmaktadır.)
Küçük yavrular bile gemi için zift
taşıyorlardı. Güçlü
erkekler gemiye yedek kereste
getiriyorlardı. Beşinci
günde geminin kaburgasını oluşturdum.
Geminin temeli
(omurgası) bir iku (108) genişliğindeydi.
Kenarları
(küpeştesi) iki kez on kamış (109)
yüksekliğindeydi.
Üst güvertesi de alt güverteye tümüyle eşitti.
Bunun da
her yanı, iki kez on kamış uzunluğundaydı.
Bundan sonra
geminin dış yüzünü (bordasını) hazırladım
ve onları
boyadım. Gemiyi altı katlı yaptım. Geminin
alt ve üst
güvertelerini yedi bölüme ayırdım,
ambarını da dokuza
böldüm. Ortasına da su kazıkları çaktım
(110). Güzel
kürek seçtim. Ve geminin yedeklerini
ambara koydum.
Eritmek için kazana 21600 ... zift döktüm
(111). Bunun
yarısını saf zift olarak gemiye sakladım.
Tekneciler,
gemiye 10800 şırlık (112) getirdiler. Bunun
üçte biri
peksimet kızartmak için harcandı; üçte
ikisini de gemici
sakladı. İşçilere çok sığır kestim. Ve her
gün koyun
boğazladım. Ustalara, ırmak suyu gibi
bira, rakı, şırlık
ve şarap akıtıldı. Bunlar, Nevruz
bayramına [?] benzer
bir bayram kutladılar. Ustayı yağlamak
için kendi elimi
de bulaştırdım. Gemi yedinci günde tamam
oldu. Gemiyi
kızaktan indirmek güç oldu. Çünkü, geminin
üçte
ikisi suya girinceye dek, onu, kızak
üzerinde aşağıdan
ve yukarıdan itmek zorunluğu vardı.
Elime geçen her şeyi içine
yükledim. Elime geçen
her gümüşü içine yükledim. Elime geçen her
altını içine
yükledim.
Bütün soyumu, sopumu ve kavmimi
gemiye bindirdim.
Yazının yabanıl, yazının evcil
hayvanlarını ve bütün
ustaları gemiye aldım.
Şamaş, bana bir süre verdi:
bulutları güden, akşamleyin
bir buğday yağmuru yağdıracak diye. O
zaman gemiye
bin ve kapını (lumbar ağzı) kapa diye. Bu
süre yaklaştı:
bulutları güden, akşamleyin buğday
yağmurunu
yağdırıyordu. Ben havanın yüzüne baktım.
Hava, bakılmayacak
kadar korkunçtu.
Ben geminin içine bindim ve kapımı
kapadım. Gemici
Pusur-Amurri'ye, gemiyi yaptığından
dolayı, sarayı
her şeyiyle teslim ettim. Artık gökten
kara bulutlar
yükseldi. Bulutların içinde Adad (113)
gürledi. Şullat
ve Haniş (114), tanrıların kafilesini
çekiyorlardı. Saray
uluları, bunların peşi sıra dağları ve
ovaları aşıyorlardı.
Büyük İra (115), bütün bentlerin
kazıklarını çekti. Ninurta
da ilerleyip büyük havuzun sularını
boşandırdı.
Anunnaki tanrıları, meşaleleri yukarı
kaldırıyorlardı.
Tanrıların saçtıkları ışın, ülkeyi kızıla
boğuyordu. Fırtına
tanrısının saçtığı yalım, gökyüzünü
yalıyordu. Bütün
güneşin ışıklarını kararttılar. Büyük
fırtına, ülkeyi
bir çanak gibi parçaladı. Bir gün karayel
esip hepsini sildi
süpürdü. Sonra birdenbire poyraz esip
ülkenin altını
üstüne getirdi. Rüzgarlar insanların
tepesinde savaş
edercesine çarpıştılar. Kimse kimseyi
göremiyordu. Ve
gökten bakılınca insanlar tanınmıyordu.
Tanrılar bile
tufandan korkarak geri çekildiler. Ve
göğün en yüksek
katına kadar çıktılar. Tanrılar, orada bir
köpek gibi kıvrılmışlardı.
Göğün en son eteklerinde büzülüp
yatıyorlardı.
İştar çocuğuna ağlayan bir ana gibi
bağırıyordu.
Tanrıların ecesi, güzel sesiyle ah
ediyordu: Yazık o güne.
O gün çirkef olsun. Benim, tanrılar
meclisinde kötülük
buyurduğum o gün. Ben nasıl oldu da
tanrılar toplantısında
kötülük buyurdum? Nasıl oldu da insanları
yok etmek için bu savaşımı buyurdum? Benim
sevgili
insanlarım, denizi balıklar gibi
doldursunlar diye mi doğuyordu?
Anunnaki tanrıları onunla birlikte
ah ediyorlardı.
Onlar, yerlerinde ağlayarak oturuyorlardı.
Dudakları
çatlamıştı (116). Ve ağızlarından buhar
çıkıyordu.
Fırtına ve tufan, altı gün, yedi
geceyi geçti. Fırtına
yurdu silip süpürüyordu. Artık yedinci gün
gelince tufan
fırtınası savaşımı durdurdu. Önceden
dalgaları bir
ordu gibi birbiriyle savaşan deniz, şimdi
dinginleşti. Kötü
rüzgar dindi ve tufan sona erdi. Havaya
baktığım zaman
ortalıkta sessizlik vardı. Ve bütün
insanlık çamur
olmuştu. Suyun bastığı yüzey, dümdüzdü.
Bunun üzerine hava deliğini açtığım
zaman, güneşin
sıcağı burnumun kanatlarına vurdu. Diz
çöküp oturdum
ve ağladım. Gözyaşlarım burnumun
kanatlarından
akıyordu. Sonra ufuklara bakarak denizin
kıyısını aradım.
Her yana on iki kez on iki defa bakınca
denizden
bir ada yükseldi. Sonunda gemi Nissir
(117) dağına
oturdu. Nissir dağı gemiyi tutup onu
sallanmaya bırakmadı.
Birinci gün, ikinci gün Nissir dağı gemiyi
tuttu
ve onu sallanmaya bırakmadı. Üçüncü gün,
dördüncü
gün, Nissir dağı gemiyi tuttu ve onu
sallanmaya bırakmadı.
Beşinci ve altıncı gün Nissir Dağı gemiyi
tuttu ve
onu sallanmaya bırakmadı. Yedinci gün
gelince, dışarı
bir güvercin çıkarıp uçurdum. Güvercin
gitti, geldi. Onca
konacak bir yer belli olmayınca geri
döndü. Dışarı
bir kırlangıç çıkarıp uçurdum. Kırlangıç
gitti, geldi. Onca
konacak bir yer belli olmayınca geri
döndü. Dışarı
bir karga çıkarıp uçurdum. Karga gidip bir
keliyi (118)
gagaladı.
Bundan sonra dört rüzgar yönüne her
şeyi dışarı salıverip
bir kurban kestim. Dağın tepesinde bir
tütsü sungu
hazırladım. Artık yedi ve nice yedi sungu
küpleri yerleştirdim.
Bu küplerin taslarına güzel kokulu kamış,
katran
sakızı, ve mersin kokusu (myrte) döktüm.
Tanrılar
bu güzel kokuyu aldılar. Tanrılar, kurban
verenin tepesinin
üstünde sinekler gibi toplandılar. Büyük
tanrıça
oraya gelir gelmez kendi zevki için
yaptığı büyük gerdanlığı
yukarı kaldırdı: "Siz oradaki
tanrılar! Ben boynumda
taşıdığım bu gerdanlığın taşlarını nasıl
unutmuyorsam,
bu günleri de sonsuza dek anımsayacağıma
ve
asla unutmayacağıma ant içerim. Bütün
tanrılar bu güzel
koku sungusuna gelsinler. Ama, Enlil bu
sunguya
gelmesin! Çünkü körü körüne tufan yaptı ve
insanlarımı
yıkıma uğrattı!"
Enlil oraya gelir gelmez, gemiyi
görünce öfkelendi.
İgigi tanrılarına son derecede kızdı:
"Buradan bir
can kurtulmuştur. Bu yıkımdan kimse
kurtulmamalıydı!"
Ninurta, konuşmak için ağzını açtı
ve Enlil'e, yiğite
dedi:
"Böyle bir şeyi Ea'dan başka
kim bulup düşünebilirdi?
Her beceriyi, her hileyi yalnızca Ea
bilir."
Ea, konuşmak için ağzını açtı ve Enlil'e,
yiğite dedi:
"Ey tanrıların büyük üstadı,
ey yiğit Enlil! Ah, nasıl
olur da sen körükörüne tufan yaptın? Onun
suçunu
suçluya yüklet! Kelepçesini gevşet ki
etini kesmesin. Yine
kelepçesini çek ki daha gevşek olmasın
(119). Senin
yaptığın bu tufan yerine, bir aslan kalkıp
insanları azaltsa
daha iyiydi! Senin yaptığın bu tufan
yerine, bir kurt
kalkıp insanları azaltsaydı daha iyiydi!
Senin yaptığın
bu tufan yerine, veba tanrısı kalkıp
insanlara bulaşsaydı
daha iyiydi!.
Ben, büyük tanrıların gizini açığa
vurmadım! Aklı
pek çok olan (120) bir düş gösterdim. O,
böylece tanrıların
gizini öğrendi. Şimdi onun için bir karar
vermek
sana düşer!"
Enlil, geminin içine binip elimden
tuttu ve beni karaya
çıkardı. Kadınımı da çıkarıp yanında diz
çöktürdü.
Alınlarımızı elledi ve aramızda durarak
bizi kutladı.
"Utnapiştim, bundan önce bir insandı.
Fakat şimdi, Utnapiştim
ve kadını bizim gibi tanrılar olsunlar!
Utnapiştim
otursun!
Uzakta. Irmakların denize döküldüğü
yerde!"
Enlil'in bu sözlerinden sonra, beni
aldılar ve uzakta,
ırmakların ağzına oturttular. ...
"MEB yayınları, Dünya Klasikleri"nden Gılgamış Destanı'nın, Cumhuriyet Gazetesi tarafından Cumhuriyet'in 75. yılı nedeniyle tekrar yayımladığı kitaptan alınmıştır. Çeviren:Muzaffer Ramazanoğlu
Bu destanın farklı versiyonları da vardır.
Bu destanın farklı versiyonları da vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder