Polibius
Roma anayasasına gelince, her
biri egemenlik sahibi üç unsurdan oluşuyordu: Bu üç gücün devlet bütünü
içindeki payı eşitlik ve tarafsızlık itibariyle titizlikle düzenlenmişti; öyle
ki, kimse, Roma’nın yerlisi bile, bu anayasanın aristokratik veya demokratik
veya despotik olduğunu söyleyemez, söylese bile bundan emin olamazdı. Bu
unsurların gücü tam olarak neydi ve küçük değişikliklerle hâlâ ne durumdadır
anlatacağım.
Konsüller65 lejyonların dışarıya sevki öncesi Roma’da kalırlar
ve yönetimin en yüksek efendileridir. Tüm diğer üst düzey yöneticiler, halk
tarafından seçilen tribunlar66
hariç, onların buyruğu altındadır ve onlardan emir alır. Yabancı elçileri
senatoya onlar takdim eder; müzakere konularını onlar belirler ve kararların
uygulamaya konmasına onlar müzahir olur.
Yine; şayet halkın onayını gerektiren başka hususlar varsa, bunlarla ilgilenmek, halk meclislerini toplamak, önergeleri bu meclislerin değerlendirmesine sunmak ve çoğunluk kararının uygulanmasını sağlamak da onların görevidir. Savaşa hazırlık sırasında da mutlak güç onlardadır. Müttefiklere kendi uygun gördükleri tekâlifi (vergi, salma, görev) dayatmak, askeri yargıçları tayin etmek, askeri sicil defterlerini tutmak ve aralarından uygun67 olanları seçmek onların sorumluluğudur. Ayrıca, komutaları altındaki muvazzaf askerlere ceza verme ve kendi buyrukları altındaki hazine yöneticileriyle birlikte kamu bütçesini uygun gördükleri biçimde kullanma yetkisini de haizdirler. Bütün bunlara bakınca, anayasayı despotik olarak nitelemek, bunun bir kraliyet hükümeti olduğunu söylemek yanlış olmaz…
Yine; şayet halkın onayını gerektiren başka hususlar varsa, bunlarla ilgilenmek, halk meclislerini toplamak, önergeleri bu meclislerin değerlendirmesine sunmak ve çoğunluk kararının uygulanmasını sağlamak da onların görevidir. Savaşa hazırlık sırasında da mutlak güç onlardadır. Müttefiklere kendi uygun gördükleri tekâlifi (vergi, salma, görev) dayatmak, askeri yargıçları tayin etmek, askeri sicil defterlerini tutmak ve aralarından uygun67 olanları seçmek onların sorumluluğudur. Ayrıca, komutaları altındaki muvazzaf askerlere ceza verme ve kendi buyrukları altındaki hazine yöneticileriyle birlikte kamu bütçesini uygun gördükleri biçimde kullanma yetkisini de haizdirler. Bütün bunlara bakınca, anayasayı despotik olarak nitelemek, bunun bir kraliyet hükümeti olduğunu söylemek yanlış olmaz…
Senato68, her şeyden önce hazineyi ve tüm gelirleri,
ödemeleri ve harcamaları denetler. Çünkü hazine görevlileri69 konsüllerin harcamaları dışında, senato kararı
olmaksızın devletin hiçbir organına para çıkamazlar. Olabilecek en büyük ve en
önemli masraf da -kamu binalarının onarımı veya inşası için her lustrum’da beş
yılda bir kensor’lar70 tarafından
yapılan masraf- senato onayına tabidir. Benzer biçimde, İtalya’da işlenen ve
vatana ihanet, komploculuk, zehirleme veya taammüden adam öldürme gibi kamu
soruşturması gerektiren tüm suçlar da senatonun yetki alanına girer. Ayrıca, İtalya’nın
müttefiklerinden herhangi bir devletin veya bireyin herhangi bir ihtilafının
çözümü gerektiğinde verilecek cezanın, yardımın veya korumanın takdiri de
senatonun uhdesindedir. Yine; İtalya dışında savaşan toplulukların arasını
bulmak üzere elçi göndermek veya onları uyarmak veya gerektiğinde haciz işlemi
uygulamak veya teslimiyeti kabul etmek veya savaş açmak da senatonun işidir.
Aynı çerçevede, yabancı elçilerin Roma’ya kabulü ve onlara verilecek cevaplar
da senatonun inisiyatifindedir. Hal böyle olunca, halka, yani sokaktaki
insanlara yapacak bir şey kalmıyor. Dolayısıyla, bir insan konsüllerin şehirde
olmadıkları bir dönemde Roma’daysa, anayasanın tümüyle aristokratik bir anayasa
olduğuna hükmedebilir. Roma’da işi olan pek çok Yunanlı ve birçok kral da, her
konuda senatoyla muhatap oldukları gerçeğinden hareketle, böyle düşünmüşlerdir.
Bütün bunlardan sonra, halk
anayasanın neresinde diye düşünülebilir. Senato tüm bu işlerin yanı sıra, özellikle
de kamu gelir-gider ve harcamalarını denetliyor; konsüller askeri alanda mutlak
yetkeyle hareket ediyorsa, halka ne kalıyor denebilir ama kalan bir şey var ve
bu her şeyden önemli: Erdemin ve cezanın tek kaynağı halk! Bu iki şey ve sadece
bu iki şeydir ki, hanedanlar ile anayasaları, yani toplumu bir arada tutar: Bu
ayırımın, teorik veya pratik olarak, keskin biçimde yapılmadığı yerde -tıpkı
iyi ile kötüye aynı saygı gösterilmesi halinde bekleyebileceğimiz gibi- hiçbir
teşebbüs hakkıyla yönetilemez. Dolayısıyla halk, ölüm kalım meseleleri, hatta şayet
ciddi bir miktar olarak görülüyorsa, yaptırımının para cezası ve özellikle de
sanığın yüksek düzey devlet görevlisi olduğu durumda, hükmü verecek olan tek
mahkemedir. Bu düzenlemenin bir yönü vardır ki, her türlü takdire ve kayda değer.
Seçim sürecinde Roma’da işlenen bir suç nedeniyle ölüm cezasıyla yargılanan
biri, karar için oylarına başvurulan aşiretlerden biri bile oylamaya katılmayacak
olsa, mahkemeyi alenen terk edip kendini gönüllü olarak sürgüne71 mahkûm etme hakkına sahiptir. Bu gibi
mahkûmlar, Napoli, Palestrina, Tibur veya bu düzenlemeyi yemin ederek kabul
eden başka bir şehir veya kasabanın güvencesi altında yaşar.
Aynı şekilde; hak edenlere
makam bahşeden de -ki erdemin en saygın ödülüdür- halktır. Halk, yasa koyma ve
yasaları yürürlükten kaldırma gücünün de kayıtsız şartsız sahibidir. En
önemlisi, savaş ve barış meselelerini tartışan da halktır. Halk, ittifaklar, düşmanlıkların
askıya alınması veya yapılacak anlaşmaların ön şartlarını kabul veya reddetme
yetkisini de haizdir.
Bunlar göz önüne alınınca,
insan esas gücün halkta ve anayasanın demokratik olmasında bulunduğunu düşünüyor.
İşte, devletin birbirinden
farklı bu üç organı arasındaki güç dağılımı böyledir. Şimdi de bu organların,
arzu ederlerse, nasıl birbirlerini desteklediği veya karşı çıktığını açıklamalıyım.
Dediğim gibi, konsül,
yönetimin elindeki tüm işler itibariyle mutlak güce sahipmiş gibi görünmekle
birlikte, hem halkın, hem de senatonun desteğine muhtaç. Onlar olmadan elindeki
işi başarıyla sonuçlandıramıyor. Zaman zaman lejyonlarının ihtiyaçlarını ikmal
etmek zorunda olduğu açık ama senato kararı olmaksızın ne mısır, ne giysi, ne
de maaş gönderebiliyor. Dolayısıyla, senatonun savaştan uzak durma veya komutanı
engelleme niyetine bağlı olarak, komutanın tüm planları altüst olabiliyor. Aynı
şekilde; konsülün herhangi bir başka girişimi sonuçlandırıp sonuçlandıramaması
da senatoya bağlı. Çünkü senato, yılın sonunda onun yerine geçecek yeni bir konsül
atama veya onun emri altındaki bir başka konsülle devam etme yetkisini haiz.
Senato, generallerin başarılı oldukları durumlarda bile, bu başarıyı şan ve şerefle
taltif edebileceği gibi, başarının üstünü örtüp söz konusu generalin kredisini
düşürebiliyor. Şu anlayışla ki, yüksek başarı halkın önüne somut biçimde, yani
“zaferlerle” konur. Ne var ki, generaller, senato oybirliğiyle karar verip
gerekli parayı bahşetmezse, bu zaferleri hak ettiği gibi şatafatlı bir biçimde
kutlayamadığı gibi, bazı durumlarda hiç kutlayamıyorlar. Halka gelince;
konsüller merkezden ne kadar uzak olursa olsun her şeyden önce onların gözüne
girmek zorundalar. Çünkü barışın da, anlaşmaların da şartlarını kabul veya
reddedecek olan halktır ve daha da önemlisi, konsüller görev süreleri (bir yıl)
dolup bulundukları makamdan ayrılırken halka hesap vermek zorundalar. Bütün
bunlardan ötürü, konsüllerin senato ya da halkın hissiyatını göz ardı etmesi
son derece riskli.
Dediğim gibi, büyük güce
sahip senatoya gelince; kamusal faaliyette öncelikle kalabalıkları dikkate
almak ve onların isteklerine saygı göstermek zorunda. Devlete karşı işlenen
suça verilen cezayı -ki, ölüm cezasıdır- kararnamesi halkın onayından geçmeden
infaz edemez. Benzer biçimde, senatörleri doğrudan ilgilendiren -mesela
senatonun geleneksel otoritesini azaltan veya senatörleri işgal ettikleri makam
itibariyle saygınlık, hatta mal, mülkten mahrum eden- olası yasaların kabulü
veya reddi de halkın inhisarında. En önemlisi, şayet halkın vetosunu tribunlar
da destekliyorsa, senato kararname çıkaramayacağı gibi, resmi veya gayriresmi
olarak toplanamaz bile. Tribunlar, her şeyden önce ve her zaman halkın
isteklerini ve buyruklarını yerine getirmekle yükümlü. Bu bakımdan, kalabalıklar
karşısında saygıyla karışık bir korku içinde olan senato, halkın hissiyatını
gözetmek zorunda.
Benzer biçimde, halk da
senatodan tümüyle bağımsız değil ve senatonun isteklerini hem bireysel, hem
toplumsal olarak dikkate almak zorunda. Kamu binalarının onarımı veya inşası
için İtalya’nın her yerinde açılan ihalelerin -ki sayılamayacak kadar çoktur-
kensorlar tarafından verilmesine ek olarak; nehirler, limanlar, bağlar,
bahçeler, madenler, arazi, özetle Roma hükümetinin denetimindeki her şeyden
toplanan gelirler de var. Bütün bunlar geniş halk kitlelerini ilgilendiren şeyler,
zaten ihale almak veya bu işlerde çalışmak istemeyen tek bir insan bile yoktur.
Bazıları ihaleleri kendileri için doğrudan kensorlardan satın alır; bazıları
kensorlarla ortak olur; bazıları da bu insanlar için malını mülkünü hazineye
teminat olarak gösterir. Bütün bu işlerin denetimini senato yapar. Mesela, bir
taahhüt için ek süre tanıyabilir; bir kazanın vuku bulması halinde müteahhitin
sorumluluğunu hafifletebilir veya başarısızlığı halinde onu azledebilir.
Senatonun müteahhitlere büyük zorluk çıkarabileceği veya büyük müsamaha
gösterebileceği pek çok alan vardır ve bunların her biri için başvuru mercii
senatodur. En önemlisi, kamu veya özel, ağır suçlamanın söz konusu olduğu
davaların çoğuna senato üyeleri arasından seçilen yargıçlar bakar. Netice
itibariyle, tüm yurttaşlar senatonun insafındadır ve her an ihtiyaçları
olabileceği korkusuyla, senato iradesine hararetli bir biçimde karşı gelmekten
çekinirler. Benzer bir nedenle, konsüllerin taleplerine de olur olmaz karşı çıkmazlar,
zira içlerinden biri veya hepsi, seferde konsüllerin mutlak otoritesi altına
girecektir.
Devletin birkaç organı arasındaki
bu güç dağılımı, her türlü acil durumla yeterince baş edebilecek bir birliği ve
daha iyisi bulunmayacak bir anayasal düzeni ifade etmektedir. Çünkü ne zaman
bir dış tehlike bu güçlerin bir araya gelerek tek vücut halinde hareket
etmesini gerektirse, senatoda toplanan güç öylesine olağanüstü bir güçtür ki,
yapılması gereken her şey, tüm sınıflar tarafından hevesli bir rekabet ve
durumun dayattığı adanma, kararlılık çerçevesinde başarıyla yürütülürken;
kamuda veya özel olarak çalışan her birey de elindeki işi başarıyla tamamlamaya
odaklanır. Dolayısıyla devletin bu kendine has düzeni, elde edilmek üzere
kararlılıkla girişilen her şeyin elde edilmesini kesinleştirir ve çok çekici kılar.
Dahası, bu gibi dış tehlikeler atlatıldıktan sonra bile -insanlar zaferin ve
zaferin meyvelerinin keyfini çıkarır ve her zaman olduğu gibi, kendini beğenmişlik
ve tembellikle yavaş yavaş yozlaşmaya başlayıp saldırganlık eğilimi gösterirse-
mevcut düzenin bu durum istismarını ıslah edecek güce her zamankinden çok sahip
olduğu görülür. Söz konusu üç sınıftan herhangi birinin kibirlenip haksız yere
saldırgan bir eğilim sergileme ihtimali, üç sınıfın birbirine karşılıklı bağımlılığı
nedeniyle ortadan kalkmakta; böylelikle, tarafların birbirinden çekinip
birbirini denetlemesi suretiyle tam bir denge oluşmaktadır.
* Polibius, Tarihler
VI11-18.
http://www.dusuncetarihi.com/makale/roma-devleti-nin-hangi-oezellikleri-ona-direnc-ve-kalicilik-sagladi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder