Kıvanç Özcan
Murat Belge’nin ulusal anlatıları konu aldığı ve Türklerin kökenine dair yazılan temel kitapları incelediği çalışması Genesis: “Büyük Ulusal Anlatı” ve Türklerin Kökeni, sadece 20. yüzyılın başındaki ulusçu akımların yükselişleri anlamak açısından değil, günümüzdeki milliyetçi-ırkçı eğilimleri yorumlamak açısından da yararlı bir kaynak.
Yaşanan travmalar ve yeni bir kimlik ihtiyacı, büyük
ulusal anlatıların ortaya çıkışını tetikler. Osmanlı'nın çöküşü de Türklerin
kökenlerine yönelik düşüncelerin ortaya çıkmasına ortam hazırladı.
Türklere bir “köken” bulmak amacıyla yola koyulan
yazarlar ve düşünürler, genel olarak Orta Asya’yı Türklerin ilk yurdu ve ortaya
çıkış coğrafyası olarak tasvir ederler. Köken anlatılarındaki bu teritoryal
boyutu, mitolojik anlatılar süsler. Belge’nin çalışması, Türk ırkçılarının
mitolojik hayvan olarak kurdun üzerinde uzlaşmadan önce kartalı ve aslanı
tercih ettiklerini anlatıyor (Belge, 2008: 9).
Milliyetçiliğin belirleyici yaklaşımlarından birisi olan
‘özcülük’ kavramının analizi de çalışmanın ana hatlarından birisini teşkil
ediyor. Özcülük fikri, milliyetçilerin dünyasında geçmişte bir yerlerde duran
ve zaferlerle dolu olduğuna inanılan bir ‘süper-zaman’ ile değişmez ve sadece
mensup olunan millete has özelliklerin toplamı olarak yer alır. Özcüler,
değişimleri ya kategorik biçimde kötü olarak algılar ya da değişimleri ‘öz’ün
parametreleriyle yorumlama eğilimindedirler. Milletin başına gelen felaketler,
belalar bu 'öz'den uzaklaşmanın sonucudur. Özcülük fikri, sadece Türklere özgü
değil. Özlerini aramak için tarihin derinliklerine dalan İngiliz ve Alman
düşünürleri de mevcut (Belge, 2008: 13-14).
Bu noktada şu soru anlamlı olabilir: Özcülük fikrinin
ortaya çıkışından milliyetçilik akımlarının dünyaya yayılmasına kadar olan
dönemde bu fikir nasıl değişti ve dönüştü?
İmparatorluklar yıkılıp ulus-devletler birbiri ardına
tarih sahnesine çıkarken, sanat ve edebiyat, geçmişin altın çağlarına uygun
gelecekler inşa etme çabalarında uluslara liderlik ettiler. Arı dil arayışları
da keşfedilen ve icat edilen geçmişin 'şimdi'ye taşınmasında aracı oldu.
Örneğin ‘Japonlar kendi tarihlerini
araştırmaya başlayınca, bir de gördüler ki imparator, Güneş Tanrıçası’nın
torunuymuş!’ (Belge, 2008:
17).
Özcü anlayışlar milleti inşa ederken ‘ötekini’ de karşıt
olarak yaratmayı ihmal etmezler. ‘Öteki’, nefret edilesi imajlarla dolu bir
düşman olarak, korku ve kaygı üretme kaynağıdır (Altun, 2005: 33).
Genesis-Köken romanları aynı zamanda bir talebin sonucudur.
Güneş’e göre (2005: 17), ulusal inşa dönemlerinde 'milli olan', şahsi ve
muhterem olanın önüne geçer ve bu dönem 'milli olan'ı talep eder. Belge’nin
kitabında incelediği genesis romanlarının da böyle bir talebe cevap
verme kaygısı olduğu ileri sürülebilir.
Atları geriye
sürmek
Öz her ne kadar geçmişte bir 'altın çağ' aramaya
eğilimliyse de, günün siyasi ve toplumsal koşullarından bağımsız değildi. Başka
bir deyişle, geçmiş ve şimdiki zamanın bileşimiydi.
Özcülük düşüncesinden hareketle ‘biz’e dair ilk tespit
edilen öz, İslami bir kimliğin de dahil olduğu Osmanlılık'tı. Osmanlılık,
imparatorluğun yenilgileri sonucunda yerini Türkçülüğe bırakmaya başladı. Bu
geçişte Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset’i, Selanikte çıkan Genç
Kalemler ve İstanbul’da çıkan Türk Yurdu dergileri önemli pay
sahibidir. (Belge, 2008: 17-18).
Türkiye Türklerinin Osmanlıcılık, Türkçülük ve daha sonra
1970’lerde siyasal İslam'ın serpilmesiyle kendisini hissettiren İslamcılık
arasında salınan bir genesis anlayışı hâkim. Türk tarihinin başlangıcına
yönelik düşüncelerde Orta Asya edebiyatı en geniş yeri tutsa da, Anadolu
medeniyetlerini bu ‘başlangıç’a dahil etme çabaları da vardır.
Türkçü anlayışı yansıtan romanlar, 1930'ların sonuna
kadar Attilâ ile akrabalık kurma, bu akrabalığı pekiştirme, mitolojik bir totem
ya da hayvan icat etme çabalarını taşıyordu. Daha sonra 40’ların başında,
Nazilerin zaferlerinin de etkisiyle, Nihal Atsız’ın Bozkurtlar'ın Ölümü,
Deli Kurt romanları ırkçı düşüncelerin en uç örneklerini yansıtırlar
(Belge, 2008: 21).
1960’lar…
Atları Osmanlı'ya
doğru sürmek
Kemal Tahir, Tarık Buğra ve Erol Toy -farklı düşünceler
ve üsluplar taşısalar da- 1960’lardaki genesis yazımının
öncülerindendir. Osmanlı'nın kuruluşunu ‘başlangıç’ olarak alma
eğilimindedirler. Bu yıllardaki genesis'çilerden sayılan Necati
Sepetçioğlu ise başlangıcı Türklerin Anadolu'ya girmesine (Selçuklular) dek
uzatır. Başlangıç-ortaya çıkış konusunda yazarların farklı tarihlendirmeleri,
ideolojik tutumların çeşitliliğini yansıtır. Bu da bize genesis
romanlarının yazıldığı dönemi biçimlendiren siyasi akımlara ilişkin fikir
verebilir. Belge’nin çalışmasında detaylı olarak ele aldığı Kemal Tahir, Tarık
Buğra ve Erol Toy’da da özcülük anlayışı egemendir. Belge’ye bu romanların
incelenmesiyle ilgili bir eleştiri yöneltilecek olursa şunu söyleyebiliriz;
özcülerin betimlemeye çalıştıkları ahlak anlayışlarının dışına çıkan olaylar,
örneğin I. Murad’ın hanedanına yönelik cinayetleri, özcüler tarafından nasıl
açıklanıyor? Yazar bu konuda bilgi vermemiş.
“Güçlü” ve “ahlaklı” bir toplum-devlet olmak, özcülerin
öne çıkardığı başlıca niteliklerdir. Devletlerin yayılmacı politikaları ise
‘âdil düzen’in otorite liderliğinde genişletilmesi olarak anlatılır ve
meşrulaştırılır. 'Âdil düzen'i yaydığımıza dair söylem, üzerinde egemenlik
kurmayı tasarladığımız halkların bizim tarafımızdan kurtarılmayı bekledikleri fikrine
götürebiliyor. Bu düşüncenin düşman yelpazesinde ise genel olarak Bizans
tekfurları, romanların yazıldığı Soğuk Savaş döneminde ise CIA ve KGB durur.
Genesis-ulusal anlatı
romanları 'silkmek', 'titretmek' ve 'milleti kendine getirmek' için kendilerine
bir elektro-şok görevi biçerler. Güçlülüğe, savaşkanlığa vurgu yapan ‘özcülük'
varyantının temel özelliği; mütevazı güçlerle kocaman, yenilemez, kalabalık
orduları alt etmektir. Bu, romanların yazıldığı yılların modern dünyasına bir
çağrı/kendince efelenme ve kabarma da içerir: Artık büyük bir ülke değiliz ama
gücümüz tarihimizden ileri gelir. Askeri-sınai kompleksi yönetmesek,
diplomaside başa güreşemesek de iman gücümüz, zafere inancımız uykudaki bir
devdir. Tarihi uyandırmayın, geçmişimiz zararınıza işler! Belge, bu durumu
zafer ve yenilgilere karşı takınılacak tutumlarla da ilişkilendirir (Belge,
2008: 37).
Genel olarak, ulusal anlatılarda yaratılan karakterler,
hangi yüzyıllarda yaşadıklarından bağımsız olarak akıl, bilgelik, kuvvet,
cesaret gibi özelliklerin tümüne birden sahiptir. Fakat, karakterler ulusal
anlatı romanlarında yazarların ideolojik tutumlarının bir sonucu olarak farklı
roller üstlenebilirler. Genesis romanlarında ‘hainler’ de karakterler
rafında yer edinir, birbirini pekiştiren zıtlıklar karakterler üzerinden anlam
kazanır. Burada dikkate değer nokta ‘hain’ Türk ise diğer hainlerden olumlu
anlamda bir üstünlük taşıdığıdır. Türk'ün hainliği mutlaka bir zaafa bağlanır.
“ ‘Ajan’ ve ‘hain’, bütün özcü ideolojilerin cephaneliklerinde öteden beri yer
alan kavramlardır.” (Belge, 2008: 26)
Karakterler rafındaki bir diğer sergi nesnesi de
kadınlar... Ana, sevgili ve bacı olarak karşımıza çıkıyorlar. Cinsel bir
özellik taşımasına müsaade edilmeyen, toplumdaki işlevi saptanmış ‘ana’
karakteri romanlarda belirgin. Cinsellikten zevk alma ve bunu isteme söz konusu
olunca kadın sevgilileşiyor ve ‘biz’den biri olmasına izin verilmiyor, yabancı
oluyor. “Müslüman-Türk bilinçaltında bir kadının saygıdeğer olabilmesi için
menopozunu tamamlamış olması şart zaten.” (Belge, 2008, 46).
Devlet Ana, Osmancık ve Azap
Ortakları
Kemal Tahir’in Devlet Ana'sı, Tarık Buğra’nın Osmancık’ı
ve Erol Toy’un Azap Ortakları büyük ulusal anlatıyı Osmanlı'nın
kuruluşundan başlatırlar. Kuruluş anının fonksiyonu “biz kimiz?, nereden
geliyoruz?, bizi biz yapan öz nedir?” sorularına cevap aramaktır (Belge, 2008:
53).
Kemal Tahir, Devlet Ana’da Asya Tipi Üretim
Tarzı'nı (ATÜT) öne çıkarır. Tarık Buğra’nın Osmancık’ı ise daha
maneviyatçıdır. Azap Ortakları’nda ise Erol Toy Şeyh Bedreddin’i
Anadolu’da eşitlik mücadelesini başlatan bir kahraman olarak vurgular.
Devlet Ana’da Batı’ya
yönelik düşmanca ifadeler ve devletin sürekli olarak yüceltilmesi göze çarpar.
Tahir, abartılar ve hayali olay, kahramanlarla süslü bir anlatım tarzını
benimser.
Osmancık’ta Buğra, Osman
Bey’i çok zeki, olağanüstü bir insan olarak betimler. Buğra’ya göre Osman Bey,
kurulacak imparatorluğun düzenini geniş topraklara ve başka insanlara
ulaştıracak bir “misyoner”di. Hem Osmancık’ta hem de Devlet Ana’da
donanımlı askeri güce sahip ve düzen oturtan, bağışlayan, bahşeden, doyuran ve
giydiren kerim devlet var... Bu kerim devlet, bünyesinde aza kanaat eden,
dayanışmacı bir toplum “barındırıyor”. O toplum ki şükrediyor, otoritesine
isyan etmiyor, olanı ahlak'la ve teyakkuz halindeki güçle korumaya gayret
gösteriyor, devlet otoritesinde eriyerek hayat buluyor...
Kemal Tahir’de kötü karakterler eşcinsel olarak da
resmedilebiliyor. Tahir’in tarih'i
kurgularken, olumsuzladığı öğeleri homofobi'ye varacak derecede mahkûm etmesi
dikkate değer. Özellikle kadın'ın dişilikten arındırıldığı bu genesis-köken
anlatılarında, olumsuzlanan karakterlerin cinsellik üzerinden anlatılması
birbirini tamamlayan yanlar olsa gerek... Araçsal bir cinsiyet yorumuyla
karşılaştığımız bu romanlarda, güçlü-çevik insanların toplumsal işbölümündeki
görevlerini tanımlama derdi, “yumaşama”yı büyük ülkü'yü sekteye uğratacak bir
sapma olarak nitelendirebiliyor, kendi sapkınlık kodlarını ve ötekilerini
üretebiliyor. Örneğin; Kemal Tahir’de Rum kadınlarının esas işi fahişeliktir.
Türklerin ise güzellikleri dillere destandır ama cinselliklerine pek vurgu
yapılmaz. Tahir’in romanlarındaki kötü karakterleri incelediğimizde yazarın
yüzyıllar öncesindeki olayları yorumlarken, hoşlanmadıklarını yazdığı dönemin
ahlak kurallarına göre mahkum etmesi dikkate değer.
Necati
Sepetçioğlu...
Atları Selçuklu'ya
doğru sürmek
Sepetçioğlu yukarıda değinilen genesis yazarlarından
farklı olarak Türklerin Anadolu’ya girişini yani Malazgirt Savaşı’nı başlangıç
sayar. Türkçü bir anlatım romanlarına hâkimdir. Sepetçioğlu’nda kahramanların
dış ilişkilere ve istihbarata meraklı olmaları da dikkat çeker. Militarist bir
zihniyet de kendisini göstermekten geri kalmaz. Sepetçioğlu
‘kan’a dayalı ırkçılık yapar ve yabancılara yönelik nefretini sergilemekten
kaçınmaz. Militarizm, yabancı düşmanlığı, istihbarat kaygısı gibi
özelliklerin günümüz ırkçılarında da yaygın olduğunu söyleyebiliriz.
Sepetçioğlu’nun bu duruma tarihsel katkısı olmadığını kim iddia edebilir ki?
Nihal Atsız...
Atları Orta
Asya’ya doğru sürmek
Aslında Nihal Atsız romanlarını incelemeye başlamadan
önce meselenin psiko-politik boyutuna da değinmek gerekli. Atsız, çökmekte olan
imparatorluğun son çırpınışlarını izleyerek büyüyen asker bir babanın oğludur.
Bu nahoş tanıklık Atsız’ın eserlerinde bu kadar saldırgan bir üslup
benimsemesinde önemli bir etkendir (Altun, 2005: 34).
Genesis, Nihal Atsız’a
göre, Osmanlı'dan çok önce Orta Asya’da başlar. O zamandan bu zamana kadar
sabit kalan bir devlet imgesi dikkati çeker. Atsız’da devlet soyuttur. Hep
oradadır, sadece yöneticiler, hanedanlar değişir ama devlet hep değişmez,
veridir.
Nihal Atsız’ın Çinlilere yönelik çıplak nefretini, bazı genesis
yazarlarının geçmiş tahayyüllerine paralel biçimde, Bozkurtların Ölümü'nde
kurgusal düşmanlarla romanlaştırdığını görüyoruz. Atsız, romanlarını
anlatım olarak çok basit kurgularla ve çapraşık nedensellikler içermeyecek
şekilde yazmış. Bu da Bozkurtların Ölümü’nü istenmeden de olsa bir çocuk
kitabı haline getirmiş (Belge, 2008: 236).
Dinlerle, özellikle de İslamiyet ile Türklük arasına
hatırı sayılır bir mesafe koymak ve ırkı, yani Türklüğü öncelemek de Atsız
romanlarının temel vurgularından birisidir. Fakat İslamiyet dışındaki dinsel
kimlikler Atsız’da bir hakaret öğesi olarak karşımıza çıkar. Atsız’a göre
“komünist vicdanını Yahudi Marks’a satmış olan, vatansız serseri demektir.”
(Atsız'dan akt. Bozkurt, 2007: 8)
Atsız'ın romanlarında Çinliler baş düşman ve her türlü
hakaret ve aşağılamadan nasiplerini alıyor. Başka milletler de bu hakaret
silsilesinden kaçamıyorlar:
“Paramparça ederiz
Cermenliğin haçını.
Yarın rezil
ederler Romalı’nın piçini.
Söndürürüz kâfirin
Meryem Ana mumunu.
Haritadan sileriz
Tuna’ya at salınca
Ulah’ını,
Sırb’ını, Bulgar’ını, Rum’unu.
Bir geçerse
Moskof’un elimize yakası…
Süngümüzle bozulur
İngiliz’in cakası.”
(Atsız’dan akt.
Belge, 2008: 221)
Atsız romanlarındaki kadınlar Türk değillerse kategorik
olarak ‘orospu’dur. Askerliğin, erkekliğin ve kaba kuvvetin yüceltildiği bu
romanlarda saatler pek tabii ki savaşa, saldırganlığa ve düşmanlığa ayarlıdır.
Atsız romanlarında yıkıcı olmakla medeni olmak arasında bir karşıtlık var.
Atsız bekleneceği üzere tercihini askerlikten yana kullanıyor. Milliyetçilere
hâkim “tehdit altında olma” hissi, Atsız için pek önemli değildir. Ona göre
esas olan, sürekli ve her durumda taarruzdur. Teyakkuzu taarruz emri için mesai
harcar, savunmanın marjı düşüktür...
Süper kahraman
Attilâ...
Atları Avrupa’ya
doğru sürmek
Belge'ye göre (2008: 239), Attilâ’yı yazılarında en fazla
kullananların başında Peyami Safa geliyor. Safa, Attilâ’yı ‘Allah’ın Kamçısı’
olarak tanımlar ve bütün yüce değerlerin üstünü onunla taçlar. Aşağılanma
sırası Rumlar ve Çinlilerden sonra “Hun olmayanlar”a gelmiştir. Bu noktada şunu
ileri sürebiliriz: Genesis romanlarındaki ana hatlardan birisi köken
icadı sürecine eşlik eden düşmanları yaratmaksa, diğeri de Türklerin tehdit
algılarını desteklemektir.
Attilâ romanlarında Attilâ’nın çıktığı seferler anakronik
bir şekilde ve abartılarak anlatılır. Belge, bu romanlarda yer alan mantık
hatalarını, biraz da alaycı bir üslupla, anlatıyor.
Yıkıcılık ve medeniyet arasındaki tercihten yukarıda
Nihal Atsız bağlamında bahsetmiştik. Attilâ romanlarında yazarlar bu tercihi
medeniyetten yana da kullanırlar.
“Medeniyet!” deme
duymaz o sağır;
Taş üstünde taş
kalmasın durma kır;
Kafalarla düz yol
olsun her bayır,
Attilâ’nın oğlusun
sen, unutma!”
(Z. Gökalp’ten
aktaran Belge, 2008: 260)
Bu noktada Belge’ye şu soru yöneltilebilir: Yıkıcılık ve
medeniyet arasındaki gerilim nasıl ve
neden değişiyor?
Attilâ, erken cumhuriyet döneminin de en çok kullanılan
karakterlerinden birisiydi. Irkçı-milliyetçi romanlarda Türklük zaman zaman
‘ötekileri’ yola getirecek bir sopa olarak belirir:
“Kurulan cumhuriyet
bir tek ışık, bir ocak
Olup salınca
Türk'ün namını sağa sola
Eğilmeyen başlar
elbet gelecek yola.”
(Behzat’tan
aktaran Belge, 2008: 274)
Genesis romanları, söz
konusu Cengiz Han olunca, Moğol izlerini silmeye çalışır. Ne de olsa Moğollar
sarı ırktandır. Oysa biz fıtraten beyaz ırktanız...
İslami Genesis...
Atları Tekvin’e
doğru sürmek
İslami genesis romanları Türkiye siyasetindeki
İslamcılığın yükselişine paralel olarak
edebiyat dünyasındaki yerlerini aldılar. Bu romanlar milat olarak peygamberin
hayatta olduğu, İslamiyet'in hızla yayıldığı zamanları asr-ı saadet olarak ele
alırlar ve oradan başlayarak bir okuma yaparlar. Belge, çalışmasında Minyeli Abdullah ve Turgut Alp’i İslami genesis romanları olarak inceler. Bu
romanlar ve genel olarak İslami genesis romanları, ümmetçiliğe de göz
kırpar. Ibadetler ve dini ritüeller İslami genesis romanlarında bolca
yer alır. Kötüler ‘haram’ sayılan şeyleri bol bol tüketirler, icra ederler.
Belge’nin de dikkatimize sunduğu bu romanlardaki cehalet
gerçekten üst düzeyde. Katolik kilisesinin uygulamasının Ortodokslara
yaptırılması, yabancı isim kullanımlarındaki ‘yaratıcılık’ vb. Örneğin, “bir
‘Moris’ var, kızının adı da ‘Side’! Bir başka Rum’un adı ‘Batista’. Sonradan
Nilüfer Hatun olacak Holofira’nın ablasının adı da ‘Hanofer’ (Belge, 2008:
306).
Mavi Anadolu Akımı
ve ‘Biz’-‘Öteki’ denizinde gemilerle gezinmek
Halikarnas Balıkçısı ve Melih Cevdet Anday, Mavi Anadolu
akımının önde gelen temsilcileridir. Bu romanlarda İyonyalılar ile bağımız
olduğu, kökenimizin onlara dayandığı yaklaşımı yerleşiktir. Bu, kan ve ırk
temelli biyolojik bir bağ değil, kültürel bir akrabalıktır.
Halikarnas Balıkçısı'nın genesis başlığına dahil
edeceğimiz romanlarında cinselliğin ele alınış biçimi dikkate değer... Örneğin
Turgut Reis romanında cinsellik sadece gebe bırakmayla sonuçlanan bir fetih
hareketi ve Türk ‘delikanlıları’nın kendilerini kanıtladıkları bir iktidar
şovuna dönüşmüştür.
Mavi Anadolu akımının içinde sayılabilecek Melih Cevdet
belki de Belge’nin kitabında değindiği yazarlar arasında eleştiri oklarından en
az nasibini alan yazardır. Belge, çalışmasında Melih Cevdet’in dünya bilgisini
ve şiire yaptığı katkıları övüyor.
Murat Belge’nin eseri her gün soluduğumuz milliyetçi
havayı oluşturan fikir dünyasına eleştirel bir pencereden bakıyor. Öz ve köken
diye debelenmenin anlamsızlığına vurgu yaparken 70 milyonluk bir ülkenin nesnel
gerçeklikten uzak anlatılarla tımarhaneye dönmesine karşı hepimizi uyarıyor.
Kaynakça
Altun,
Murat, “Extracting Nation Out From History: The Racism of Nihal Atsız”, Journal of Historical Studies,
3(2005), 33-44.
Belge,
Murat, 2008, Genesis: “Büyük Ulusal
Anlatı” ve Türklerin Kökeni, İstanbul: İletişim Yayınları.
Bozkurt,
Mustafa, 2007, Nihal Atsız, Yayınlanmamış
Makale.
Güneş,
Aslı, 2005. Kemalist Modernleşmenin
Adab-ı Muaşeret Romanları: Popüler
Aşk Anlatıları, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi.
http://okaybensoy.blogspot.com.tr/2009/11/gecmisin-icad.html
Yazarın incelediği kaynak: Murat Belge, Genesis: “Büyük Ulusal Anlatı” ve Türklerin Kökeni,
İletişim Yayınları, 2008, 397 s.*
* Bu yazının
ortaya çıkmasında yardımlarını esirgemeyen Okay Bensoy’a ve Mustafa Bozkurt’a
teşekkürler. [Yazarın notu]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder