Ayşe Hür1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı?
https://en.wikipedia.org/wiki/Great_Fire_of_Smyrna |
9 Eylül 2008 Salı günü, bazıları için ‘Gavur’ bazıları için ‘Güzel’ İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 86. yıldönümü kutladık. O gün, Habertürk televizyon kanalında Balçiçek Pamir’in yönettiği Söz Sende programında, Ateşin Gelini Gavur İzmir (Doğan Kitap, 2008) adlı albüm-kitabın yazarı Mehmet Coral’la birlikte kurtuluştan sonra çıkan İzmir yangınının müsebbibini aradık. Elbette kısacık bir programda ne kadar yapılabilirse. Programa Etyen Mahçupyan da telefonla katıldı. Programın kısıtlı süresi içinde, ancak yüzeysel biçimde değinebildiğimiz konular ise şunlardı: Türkiye’de uzun yıllar, yangını Yunan ordularının ve onlara yardımcı olan Rumların çıkardığı anlatıldı. Ermeni Meselesi ile bağlantılı bir biçimde, 1980’li yıllardan sonra Ermeniler suçlanmaya başladı. Batı kamuoyunda ise başından beri, yangını Türklerin çıkardığını düşünen önemlice bir kesim vardı. Bazı kesimler ise yangının taraflardan herhangi biri veya birkaçı tarafından kazara çıkarıldığını tahmin ediyor.
TEZLER, YANITLAR . Mehmet Coral, kitabındaki bazı imalara rağmen, programda kesin bir dille şehri ‘Ermeniler veya Yunanlılar yaktı’ denemeyeceğini söyledi ama ‘İzmir’i Türkler yaktı!’ tezine de sıcak bakmadığını açıkça belirtti. Etyen Mahçupyan ise tarihsel gerçeklerin sadece o ana ait okumalarla değil, olayın öncesini ve sonrasını kapsayan geniş çaplı bir değerlendirme ile ortaya çıkabileceğini, bu bağlamda ‘bütün dünyanın İzmir’i kimin yaktığını bildiğini’ söyledi. Mahçupyan’ın iması İzmir’i Türk tarafının yaktığı yolundaydı. Ben ise aksine belgelerin kıtlığı dolayısıyla ‘İzmir’i Ermeniler veya Yunanlılar/Rumlar yakmamıştır’ deyip işin içinden çıkılmasının doğru olmadığını ancak resmi tarih hiç üstünde durmasa bile, İzmir’e ilk giren ordu komutanı ‘Sakallı’ Nureddin Paşa’nın sorumlu olduğuna dair pek çok emarenin olduğundan söz ettim. Bu hafta, bu konudaki bilgilerin bir dökümünü yapacağım.
İZMİR’E DOĞRU . “Şehir bir kül yığını. İnsanların ve öküzlerin güçlükle çektikleri top arabaları arasından geçiyoruz. Ne Yunanlılar ne biz ölülerimizi gömmeye vakit bulamamıştık. Türk ordusu, Türk şehirlerini ateşten kurtarmak için var hızıyla koşuyor. Yunan ordusu da yaptığı yangınlardan, cinayetlerden kaçıyor. Hiç birisi öbür tarafa zerrece merhamet göstermiyor.” Halide Edip (Adıvar) Mustafa Kemal’in Uşak’tan İzmir’e yolculuğunu anlattığı Türk’ün Ateşle İmtihanı adlı kitabında (s. 282) Alaşehir’i böyle anlatır. Ardından 18 kurşun yarasına rağmen hayatta kalmayı başaran mucizevî asker Kemalettin Sami Paşa’yla Salihli’ye doğru yola koyulurlar. Yolda İzmir Körfezi’ne demirlemiş olan Edgar Quinet zırhlısından bir mesaj alan Mustafa Kemal. Türk ordusuna teslim etmek istediklerini söyleyen konsoloslar görüşmelere hangi kumandanın gönderileceğini sormaktadırlar. “Kimin şehrini kime veriyorlar!” diye bağırır.
KRAMER OTELDE . Yorgun ordunun konakladığı Nif’in (şimdi Kemalpaşa) biraz ilerisindeki Belkahve’den İzmir’e bakarken de, yabancı harp gemileriyle dolu körfeze ve Anadolu şehirlerinin aksine tek bir dumanın bile tütmediği şehre uzun uzun baktıktan sonra yanındakilere “Bu şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm” der. Yunan ordusunun acele ile terk ettiği İzmir’de kendisine önce Karşıyaka’da bir köşk hazırlanır çünkü İzmir’in içi karmakarışıktır ama Bornova’daki bir köşke yerleşilir. Ordu mensupları ve İzmir’in ileri gelenleri onu karşılarında görünce biraz şaşırırlar. Çünkü henüz gelmesini beklememektedirler. Şaşkınlık geçince büyük bir coşku yaşanır. Hoş geldin demeye gelenler, çiçekler, çelenklerle süslü bir sofrada yenilen yemek, alkışlar, yaşasın sesleri. Ancak birden silahlar patlar ve Mustafa Kemal arkada bir odaya kapanır. Kapıyı kapatmadan önce de Ruşen Eşref’e sert bir şekilde ne olduğuna bakmasını emreder. Bir süre sonra anlaşılır ki, Türk ordularının önünden kaçan Yunanlılardan bir bölüğü şehrin girişinde Çolak İbrahim Bey’in emrindeki Türk birliği ile karşılaşmış ve silahlar çekilmiştir. Ardından meşhur olay yaşanır. Mustafa Kemal, Karşıyaka’da bir zamanlar Yunan Kralı Konstantin’in da kaldığı beyaz köşke girerken kapıya serilen Yunan bayrağını kaldırtacak ardından Şevket Süreyya’nın dediği gibi ‘genç bir ilah’ gibi eve girecektir. İzmir’e girişinin, İzmirlilerin meşhur deyişiyle İstirdat’ın yani ‘geri alınışın’ ikinci gününde tek başına soluğu Kordon’daki Kramer Otel’de alan Mustafa Kemal’in alelacele kurulan sofrada yemeğini yerken garsonlara ‘Kral Konstantin de bu otele gelip, burada bir kadeh rakı içer miydi?” diye sorması, garsonların ‘Hayır Paşa efendimiz’ demesi üzerine, ‘Öyleyse neden İzmir’i almak istemiş?” demesi (Aktaran Aydemir, Tek Adam, Cilt 2, s.621) pek manidardır.
YANGIN BAŞLIYOR . İstirdat’ın dördüncü gününde ise bütün bu güzel hava tersine dönecektir. İzmir’in en mamur, en güzel, en zengin mahalleleri alevler içindedir çünkü. Yangın hızla Mustafa Kemal’in yerleştiği eve yaklaşırken, Mustafa Kemal, ateş çemberi içinde panik içinde kaçışan halkın arasından açık bir otomobille Uşakizade Muammer Bey’in Göztepe’deki evine doğru yola çıkar. O gün bir suikasta kurban gitmemesi büyük bir mucizedir.
“Deniz bakır kırmızılığındaydı. En kötüsü de, arkalarından gelen ölüm ateşi ile önlerindeki derin deniz arasında kalan dar rıhtımlarda birbiri üzerine yığılmış binlerce insanın sürekli olarak kilometrelerce uzaklıktan işitilebilecek korkunç çığlıkları yükseliyordu… Akkor halindeki dev balonların sürekli olarak havaya fırlatılmasını, akaryakıt bulunan yerlerin ateş almasını, havanın tiksindirici bir kokuyla kaplanmasını, bu arada üzerimizden ateş saçan bulutların, yanık kömür parçalarının ve kıvılcımların geçişini bir kez tasarlayın. İşte o zaman seyrettiğimiz büyük ve korkun yıkımın korku veren görünüşünü gözünüzün önünde canlandırabilirsiniz.” İngiltere'de yayımlanan Daily Mail gazetesinin muhabiri Ward Price 16 Eylül tarihli yazısında böyle anlatıyordu İzmir Yangını’nı.
YANGIN NEREDE BAŞLADI? . O gün de bugün de pek çok kişinin yangının nerede başladığı meselesini adeta yangını kimin çıkardığı sorusunun cevabı imiş gibi ortaya koymaları ilginçtir. Bazıları yangının Rum mahallesinde başladığını, bazıları Ermeni mahallesinde başladığını söylemiştir. Ancak herkesin üzerinde anlaştığı husus yangının aynı anda bir kaç noktada birden başladığı ve yangının Türk veya Frenk mahallerinden başlamadığı yolundadır. Yangının Rum mahallesinde başladığını ileri süren kaynaklardan biri Dr. Çınar Atay’ın Tarih İçinde İzmir (Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yayınları, 1978) adlı kitabıdır. Yazar, Ermeni Rahip Tourian’a dayanarak, yangından bir saat kadar once bir Türk ayakkabı boyacısının Ermeni mahallesinin sokaklarından bağırarak geçtiğini ve buradaki Müslümanlara kaçmalarını bildirdiğini anlatır. Buradan anlaşıldığı kadarıyla yangın Ermeni mahallesinde değil başka yerde çıkmıştır. Atay yangının çıkış yerinin St. Constantin Rum mahallesi, planlayıcısının da Rum Patriği Hrisostomos olduğunu söyler. (Milli Mücadele boyunca Rum milliyetçiliğinin liderliğini yürüten Hrisostomos, İstirdat’tan sonra denize yakın Ayia Fotini Kilisesi’ndedir. Kilise denize çok yakın olduğu için kolayca kaçabileceği halde kaçmamış, yargılandıktan sonra infaz yerine götürülürken halk tarafından linç edilmiştir.) Yangında Ecole Evangelique’te saklanan Rumlara ait 30 bin değerli kitabın yanmasına Rum kundakçıların nasıl razı olduğunu anlatmayan yazarın verdiği diğer ilginç ayrıntı ise yangından kısa süre önce Seda-yı Hak gazetesi ve bazı Türk kuruluşlarının Türk mahallelerine taşınmış olmalarıdır. (s.88-92)
İstanbul’da yayınlanan Djagatamart (Savaş Meydanı) adlı Ermenice gazetenin 19 Eylül 1922 tarihli nüshasında, 16 Eylül’de İzmir’den ayrılan bir gencin hikayesi ise yangının çıkış öyküsünü farklı anlatır: “9 Eylül cumartesi öğleden sonra Türk süvarileri İzmir’in Kordon Boyu’ndan dörtnala, kılıçları çekilmiş vaziyette şehre girdiler. Onlar şehre girerken, önlerinden çevredeki Rum vatandaşlar korkuyla kaçmaya çalışıyorlardı. Yunan askerleri de elbiselerini çıkarıp silahlarını atıp kaçışıyorlardı. Gece Türk askerleri ve silahlı çapulcular karşılarına kim çıkarsa, Rum veya Ermeni yakalayıp belirsiz bir yere götürmeye başladılar. Halk sabaha kadar süren silah sesleri arasında geceyi geçirdi. Pazar sabahı silahlı çapulcular ve askerler çarşıya daldılar ve arabalara, atlara, sırtlarına ne varsa koyup Türk mahalesine taşıdılar. Akşama doğru aynı durum Ermeni mahallesinde tatbik edildi. Araştırma ve soruşturma yapmak gerekçesiyle evlere giriliyor, evlerde ne varsa soyulup talan ediliyordu. Karşı koyanlar da öldürülüyordu. Salı günü öğleden evvel güneyden denize doğru sert bir rüzgar esmeye başladı. Basmane İstasyonu’nun önündeki bir Ermeni evinden yangın dumaları yükseldi. Yangın genişleyerek Ermeni mahallesine ve kilisesine doğru yayılmaya başladı. Başında yangın Mortakiya Rum mahallesini ve sahil boyunu tehdit eder nitelikte değildi. Fakat akşam üstü demiryolu üzerinden bir noktadan ikinci bir yangın Rum mahallesine yöneldi. O gün sabahtan akşama kadar bütün halk Kordon Boyu’nda toplandılar. Gümrük Binası’ndan Punto’ya kadar halk toplanmıştı. Yabancı savaş gemilerinden gelen memurlar ve askerler yalnız İtalyan, İngiliz ve Fransız tabiyetindeki kişileri gemilere aldılar. Kendilerine güvenen gençler denize atlıyor, ilerde duran gemilere yüzmeye çalışıyordu. Bazıları muvaffak oldu ve kendilerini gemilere aldırtmayı başardılar. Ermeni Kilisesi ve okulunun girişi ve etrafı Manisa, Ödemiş, Afyon Karahisar ve diğer yerlerden kaçan Ermeni göçmenlerle doluydu…. Yaşları 50’den büyük olanlar serbest bırakılıyor diğerleri tutuklanıyor veya askere alınıyordu. Çarşamba (13 Eylül) artık yangın Kordon Boyu’na yaklaşmıştı. Büyük patlamalar duyuldu. Sonradan Karantina Hastanesi’nde bulunan benzin depolarının ve başka yanıcı maddelerin patlamış olduğunu öğrendik. Bu arada Ermeni Kilisesi’nin de yangından nasibini aldığını ve çöktüğünü, kemerlerinin dağıldığını gördük. 16 Eylül’de şafakta dört kişi idam edildiler. Bunların ikisi Ermeni, biri de Rum’du…”
NÜFUSUN ARILAŞMASI . Sonuçta, ister Rum mahallesinden çıksın ister daha sonra pek çok kaynağın ittifak edeceği gibi Ermeni mahallesinden çıksın, 13 Eylül’de pek çok noktadan birden başlayan yangın, o ana kadar denizden esen hâkim rüzgar imbatın yerini güney-güneydoğu yönünden esen rüzgarın almasıyla 14 Eylül’de batıya doğru yayılır. 15 Eylül’de kontrol altına alınır ama ancak 18 Eylül’de söndürülebilir. 23 Eylül günü Hisar Camii arkasında yeni bir yangın başlar. Şehrin tekrar güvenli hale gelmesi ancak 30 Eylül’de olacaktır. Bu tarihe kadar Ermeni, Rum mahalleleri tamamen, Avrupalıların yaşadığı Frenk Mahallesi ise kısmen yanmıştır. Muhtemelen 15 Eylül’de rüzgârın tekrar imbata dönmesi sayesinde Türk ve Yahudi mahallelerine zarar gelmemiştir. Yangında yaklaşık 2,6 milyon metrekarelik bir alan, 25 bin ev, işyeri, kilise, hastane, fabrika, depo, otel ve lokanta yok olmuştur. Türk ordularının önünden İzmir’e doğru sürülen Rum ve Ermeni sayısının İzmir’de yaşayanlarla birlikte 500 bine yakın olduğu, bunların ancak 320 bininin gemilerle tahliye edilebildiği, geri kalan 180 bin kişinin çeşitli biçimlerde yaşamını yitirdiği kabul edilir. Böylece şehir gayrimüslim ahalisinden bir anlamda kendiliğinden ‘kurtulur’.
https://en.wikipedia.org/wiki/Great_ Fire_of_Smyrna |
Yangın Ermeni ve Rum mahallelerini tamamen yaktığı için, Ermeni ve Rumlardan geriye mülk kalmamıştır ama 3 Ekim 1922 tarihli İleri gazetesinde yayınlanan bir habere bakılırsa, geride kalan taşınabilir varlıklar 3,5 milyon altın değerindedir. 1924’ten itibaren yangın zararlarını tazmin ettirmek için sigorta şirketlerinin aleyhine açılan 150’ye yakın davanın dosyası ortada yoktur ancak, bu davaların hepsinin ‘yangının savaş durumunda ortaya çıktığı’ ileri sürülerek sigorta şirketleri lehine bittiği bilinmektedir. Böylece kimse yangından doğan zararını tazmin ettirememiştir.
BASININ TAVRI . Yangını izleyen günlerde, genel olarak, İngiliz, Fransız ve İtalyan basını yangın hakkında temkinli bir tavır takınmışlardır. Örneğin 16 Eylül 1922 tarihli The London Times’ta çıkan makalede yangını düzenli ordular şehre girmeden önce şehri ele geçiren Türk başıbozukların çıkardığı, ancak düzenli Türk ordularının yağmacılara veya yangını çıkaranlara karşı acımasız davrandığı, buna karşılık Türklerin yangına müdahalede yetersiz kaldığı anlatılır. Gazetenin 6 Ekim 1922 tarihli nüshasında ise yangını kimin çıkardığı konusunda bir kanıt olmadığını ancak Yunanlılar ve Ermenilerin çıkardığı konusunda uzlaşma olduğu yazılıdır. Fransız gazeteleri Figaro şehri Türklerin, Les Temps Yunanlıların, Le Matin ise Ermenilerin yaktığını ileri sürer. ABD’de çıkan New York Times şehri Yunanlılarla işbirliği yapan Rumlardan ve Ermenilerden intikam almak isteyen Türklerin yaktığını düşünürken The Portsmonth Daily Times “yangın, katliamlarının ve diğer suçlarının izlerini kaldırmak isteyen Türkler tarafından çıkarıldı’ denmektedir. Milli Mücadele’yi ve Mustafa Kemal’i ABD’de tanıtan faaliyetleri ile bildiğimiz Daily Mail muhabiri Ward Price ise yangını kimlerin çıkardığına dair hiçbir şey söylemez.
MİSYONLARIN TAVRI . Benzer bir kafa karışıklığı ABD, İngiliz ve Fransız misyon şefleri arasında da vardır. Yangına dair en ayrıntılı bilgileri Amerikalı donanma görevlisi A. J. Hepburn, ABD Türkiye Yüksek Komiseri Amiral Mark Lambert Bristol’e sunduğu 22 Eylül 1922 tarihli 48 sayfalık raporunda yangını başıbozuk Türk askerlerinin çıkarmış olduğunu ileri sürer. Bu askerlerin yangın çıkarmasının nedeni de, şehirde pek çok yağma ve katliam gerçekleştirmiş olmalarıdır. ABD’li istihbarat subayı Teğmen Merrill ise 14 Eylül 1922’de general Amiral Bristol’e çektiği telgrafta ‘Türklerin Hıristiyan azınlıklar sorunundan kurtulma planına uygun olarak Türk mahalleri dışında İzmir’i yaktıklarına ve Müttefikleri de onları tahliye etmeye zorladıklarına ikna oldum. Sanırım şimdi İstanbul’a saldırı için hazırlanacaklar” der. ABD’li Konsolos Yardımcısı Maynard Barnes de konsolosluğun köşesindeki caddeye gaz döken Türk askerleri gördüğünü anlatır.
Buna karşılık İzmir’deki Amerikan Kız Koleji Misyon Başkanı MacLahlan ‘Türk üniforması giymiş Ermeni teröristlerin yangınları çıkardığına kanaat getirdim. Anlaşıldığı kadarıyla böyle yapmakla Türk ordusuna karşı Batı’nın müdahale etmesini planlıyorlardı” der. İzmir’deki Britanya Konsolosu H. Lamb ise 20 Eylül’de hükümetine Yunanlıların Ermenilerle işbirliği içinde şehri yaktığını rapor eder.
İTFAİYE ŞEFİNİN TANIKLIĞI . İzmir’i Ermeniler yaktı diyenlerin en çok atıfta bulundukları belge, 1910-1922 arasında İzmir İtfaiye Şefi Paul Grescovich’in (Sırp asıllı Avusturya-Macaristan vatandaşıdır) yangın esnasında Near East Relief adlı yardım kuruluşu adına İzmir’de bulunan Amerikalı mühendis Mark Prentiss’e anlattıklarıdır. Prentiss’in ABD’ye döndükten sonra hazırladığı ve Amiral Bristol’a, gönderdiği kapsamlı rapor kapsamlı raporun bir kısmı Grescowich’in anlattıkları üzerine inşa edilmiştir.
Prentiss ilk kez 10 Eylül’de ikinci kez ise 13 Eylül’de yangın çıktıktan sonra görüşen Grescovich’e göre her yıl bu aylarda on günde bir yangın çıkarken, bu yıl Eylül’ün ilk haftasında günde beş yangın çıkmış ve kendisinin kırpılmış teşkilatı bunlarla başa çıkmayı başarmıştır. Pazar gecesi, Pazartesi günü ve gecesi aynı anda çıkan pek çok yangın ihbarı aldığını söyleyen Greschovich bu yangınlarla baş etmekte zorlandığını çünkü Türk askeri valisi Kazım Paşa’nın departmanındaki Rum asıllı itfaiyecileri görevden aldığını anlatıyor. Daha önce yüze yakın olan personel böylece 37 kişiye düşmüş. Paul Grescovich bu yüzden Eylül’ün 10’undan 13’üne kadar çıkan yangınlardan Türkleri sorumlu görür. 13 Eylül sabahı iki Ermeni rahibin önderliğinde Ermeni Okulu’ndan ve Dominikan Kiliselerinden çıkan birkaç bin Ermeni rıhtıma doğru uzaklaştıktan sonra bu kişilerin boşalttığı yerleri incelediğini, oralarda gaz emdirilmiş ve yakılmaya hazır meşaleleri bulduğunu anlatır. Grescovich Türk yetkililerine defalarca başvurduğunu ancak ilk yardımın saat akşam 18.00’de geldiğini belirtir. 100 askerlik birlikle saat 20.00’de yangını söndürmeye başlamışlar. Askerler yangının yayılmasını önlemek için evleri bombalamışlar.
AMİRAL BRİSTOL’ÜN ETKİSİ . Prentiss, Greschovich’in bu anlatımlarına ve bazı şahit ifadelerine dayanarak Ocak 1923’te Amiral Bristol’e sunduğu raporda ‘Ermenilerin ve Yunanlıların, elde ettikleri ganimetlerin Türklerin eline geçmesini istemedikleri herkesçe biliniyordu. Yangının çıkmasından günler önce. Ermeni gençlerinden oluşan bir grubun İzmir’i yakmak üzere organize edildiğini söyleyen raporların varlığıda biliniyordu” denmektedir. Bugün ABD Kongre Kütüphanesi’nde ‘Bristol Papers’ adıyla tasnif edilen belge grubunun içinde bulunan Prentiss’in bu raporu Ermeni kaynakları tarafından güvenilir bulunmaz çünkü, Mark Prentiss, henüz olayın sıcaklığı sürerken ve Amiral Bristol’e raporunu yazmadan önce, serbest muhabiri olarak çalıştığı New York Times gazetesinin 18 Eylül 1922 tarihli nüshasında yayınlanan ‘Relief man tells tragedy’ başlığıyla çıkan yazısında, İzmir’in Türklerin eline geçmesinden sonra binlerce kişinin Türk kuvvetlerince öldürüldüğünden ve şehri yağmaladığından söz ettikten sonra kendi şahit olduğu bazı yağma ve öldürme olaylarını anlatıyor ardından ‘Bizlerin çoğu gözlerimizle gördük –ve bunları doğrulamaya hazırız- Türk askerleri ellerindeki gazlı maddeleri caddelere ve evlere atan askeri yetkililerce yönetiliyorlardı. Konsolos yardımcısı Barnes bir Türk askerini Gümrük Binasını ve Pasaport Bürosu’nu ateşe verirken görmüş. Aynı şekilde Binbaşı Davis [Kızılhaç yetkilisiydi C. Clafun Davis’ten söz ediyor olmalı] Türk askerlerini evleri ateşe verirken gördüğünü söyledi. Donanma devriyesi de Amerikan Okulu civarında çıkan yangının Türkler tarafından çıkarıldığına şahit olmuş” diye yazmıştı. Ermeni araştırmacılara göre, Prentiss, bu görüşlerini ‘Yunanlı ve Ermeni düşmanı’ olduğu yazılarından bilinen Amiral Bristol’ün baskıları ile değiştirmiştir.
‘ASYA’NIN BELASI’. ABD’nin İzmir Konsolosu olan ve şehre Türk ordusunun girmesiyle 11 Eylül 1922 günü (yangından önce) İzmir’den ayrılan George Horton’un emekliye ayrıldıktan sonra yazdığı ve 1926’da The Blight of Asia (‘Asya’nın belası’ diye tercüme edilebilecek bu adla Türkler kastediliyordu) adlı kitap da Batı kamuoyunu Türklerin suçlu olduğuna inandıran önemli bir kaynaktır. Kitabın asıl isminin “An Account of the Systematic Extermination of Christian Populations by Mohammedans and of the Culpability of Certain Great Powers; with the True Story of the Burning of Smyrna” (Hıristiyan Nüfusun Müslümanlarca Sistematik İmhasının ve Büyük Güçlerin Suç Ortaklığının Bir Anlatısı, İzmir’in Yanışının Gerçek Hikayesi” olması bile kitabın hangi tezi savunduğunu göstermeye yeter.
E. Alexander Powell adlı bir yazar 1923’te yayınladığı The Struggle for power in Muslem Asia (The century Co. New York/London) kitabında şehri Ermeni ve Rumların yaktığına dair yeminli ifadelerden söz edip Batı basınında işin Türklere yıkılmasının büyük haksızlık olduğunu söyler. 1923’te yayınlanan Current History (Cilt V, s. 319) adlı kitapta yer alan“Smyrna During the Greek Occupation" adlı makalenin Müslüman yazarı Albay Raşit Galip ise yangının Ermeni mahallesinde başladığını ancak yangını Yunanlıların çıkardığını söyler. Albaya göre kundakçılar patlayıcı maddelerini Aya Triada ve Aya Fotini kiliselerinde ve bazı özel evlerde saklamışlar.
Lord Kinross, Atatürk/Bir Milletin Doğuşu (Altın Kitaplar, 1966) adlı meşhur biyografisinde, yangının orijinine ilişkin sağlam kanıtların hiçbir zaman ortaya çıkmadığını, Mustafa Kemal’in Fransız Amiral Dumesnil’e yangının Ermeniler tarafından çıkarıldığını söylediğini ve Türkler şehre gelmeden önce kiliselerde şehri yakmanın kutsal bir görev olduğuna dair vaazların verildiğini söylediğini, bu amaçla kullanılan petrolün Ermenilerin evlerinde bulunduğunu ve birçok kişinin yangın çıkarmaktan tutuklandığını belirtir. Diğer kaynakların Türkleri ve özellikle fanatikliği ve gaddarlığı ile meşhur Nureddin Paşa’yı suçladığını belirten Kinross, kendi kanaatinin de silahsızlandırdıkları Ermenileri imha etmek için bir binaya hapseden Türklerin yangını çıkardığı yolunda olduğunu söyler. Kinross’a göre Türkler binayı ateşe vermeden önce Ermeni mahallesine giriş çıkışı yasaklamış ve bir karantina bölgesi oluşturmuşlardır. Ancak rüzgâr yangının sınırlı kalmasına izin vermemiş ve alevler çabucak şehri sarmıştır. İtfaiye teşkilatının yetersiz oluşu da yangının büyümesine neden olmuştur.
O günlerin birinci elden tanığı Şevket Süreyya Aydemir ise ilk kez 1967 yılında yayınlanan Tek Adam’ın ikinci cildinde (s.622) ‘Bu yangının sebebi hala aydınlanmış değildir. Ermeniler yaktı, Rumlar yaktı, yağmacılar yaktı, hatta Türkler yaktı derler” demekle yetinir.
MODERN KAYNAKLARIN ELEŞTİRİSİ . Bu kafa karışıklığı bugüne kadar sürer. İzmir’i Türklerin yaktığını iddia eden en meşhur kitap, Ermeni asıllı Amerikalı yazar Margaret Housepian (Hovsepyan) Dobkin’in 1971’de yayınladığı Smyrna 1922: Destruction of a City(Kent State University Press,1988) adlı ödüllü araştırmasıdır. Kitap, ‘Türk dostu’ Amerikalı yazar Heath W. Lowry tarafından arşiv belgelerini seçici bir biçimde ele aldığı ve olayın en önemli tanığı olan İzmir İtfaiye Şefi Paul Greschovich’in anlatılarını es geçtiği için nesnel olmamakla suçlanmıştır. (Lowry’nin makalesinin online versiyonu için:http://www.tallarmeniantale.com/lowry-izmir.htm)
Lowry’ye göre ‘Türk dostu’ Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, (Oxford University Press, 1968) adlı kitabında İzmir Yangını’na tek satırla bile değinmez. Bir başka ‘Türk dostu’ Amerikalı yazar Stanford Shaw ise eşi Ezel Kural’la birlikte yazdığı History of Ottoman Empire and Modern Turkey. Volume II: Reform, Revolution and Republic: The Rise of Modern Turkey, 1808-1975 (Cambridge University Press, 1977) adlı eserinde yangını Türklerin çıkardığını reddeder ama gerçek suçlunun kim olduğuna dair bir öneride bulunmaz. Lowry ise Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan kaynaklarının eksiğini tamamlamak için incelenmesi şart olan Türk kaynaklarının henüz hiç bir araştırmacıya sunulmadığını söyleyerk konuyu bağlar.
Türk yazarı Dr. Bilge Umar ise, İzmir’de Yunanlıların Son Günleri (Bilgi Yayınevi, 1974) adlı eserinde bu felaketten Türkler ve Ermenilerin ortaklaşa sorumlu olduklarını, Greschovich’in raporundan anlaşıldığı kadarıyla yangını evlerine sakladıkları tüfekleri ve cephaneleri yok etmek isteyen Ermenilerin kazayla başlattığını, Türklerin de başlangıçta yangına kayıtsız kalarak yayılmasına neden oldukları söyler
MUSTAFA KEMAL VE ARKADAŞLARININ TUTUMU
Peki, Türkiye’de anlaşılır nedenle pek taraftar bulmayan, daha doğrusu üzerinde konuşmaya başlamanın bile bazılarının tepesini attıran tez, yani ‘İzmir’i Türkler yaktı’ teziyle ilgili ne söylenebilir?
Belkahve’den bakarken ‘Bu şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm’ diyen Mustafa Kemal’in yangın sırasındaki tavrı hala bir muammadır. İddialardan biri 13 Eylül’de kalmakta olduğu köşkün balkonundan yangını izlerken yanındaki genç subaylara şöyle dediğine dairdir: “Çocuklar, bu manzaraya iyice bakın! Bu alevler bir devrin sona erip yeni bir devrin başladığını gösteren bir yangındır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılındaki bütün günahları şu ateşle temizlenirken yeni Türk Devleti’nin kuruluşu ve Türk milletinin yükselişi de cihana ilan ediliyor.” (Doğumundan ölümüne kadar: Kaynakçalı Atatürk günlüğü, Yay. Haz. Utkan Kocatürk, Ankara Atatürk Araştırma Merkezi, 1999)
Mustafa Kemal’in yaveri Salih Bozok’un anlattığına göre alevler ‘Gavur İzmir’i’ bir kül yığınına dönüştürürken, Uşakizadelerin Göztepe’deki köşkünde bir ziyafet verilmektedir. “Fevzi Paşa Hazretlerinden başka herkes önündeki kadehleri zevkle doldurdu. Mezeler çeşitli ve nefisti. Fevzi Paşa içki içmediği halde kalamar tavadan tabağına öbek öbek alıyor ‘Bu İzmir’in kalamarı da pek başka oluyor, aman pek özlemişim diye afiyetle yiyordu. Velhasıl herkes son kertesine kadar sofradan ve başlayan geceden memnundu…” (Bozok’tan nakleden İsmet Bozdağ, Latife ve Fikriye, İki Aşk Arasında, Truva Yayınları, s. 81-82)
‘YANSIN VE YIKILSIN!’. Gerisini Mustafa Kemal’in yaveri Salih Bozok’tan dinleyelim: Denize nazır terasta Mustafa Kemal ile Latife bir ara yalnız kalmışlardı. Latife anne ve babasından, yaptığı işlerden söz ediyordu. Mustafa Kemal de ona Başkumandanlık Meydan Muharebesi’ne ait hatıralarını anlatıyordu. Yangın bütün dehşetiyle sürüyordu. Kordon Boyu ve bugün fuarın yer aldı alan alevler içindeydi. İki yaver uzaklarında kalmıştı, ama konuşmaları duyuluyordu. Mustafa Kemal Latife’ye sordu: ‘Bu yangın yerinde size ait emlak var mıydı?’ Latife, ‘emlakimizin mühim bir kısmı yanan sahadadır’ dedi ve heyecanla ekledi: ‘Paşam isterse hepsi yansın. Yeter ki siz sağ olun. Bu mesut günleri gören insanlar için malın ne kıymeti olur? Memleket kurtuldu ya. İleride olanları yeniden ve daha mükemmel bir surette yaptırırız.’ Bu cevap Mustafa Kemal’in çok hoşuna gitti. ‘Evet! Yansın ve yıkılsın” dedi. ‘Hepsinin telafisi mümkündür.’ (“Salih Bozok Anlatıyor”, Cumhuriyet, 30 Ocak 1939)
Ankara’dan Yakup Kadri ile birlikte gelerek ziyafete katılan Falih Rıfkı ise Mustafa Kemal’in ‘yalçın ve yırtılmaz sakinlikle’ yangını izlediğini teyit eder. (Çankaya, s. 323)
Peki o gün sofrada kalamar ziyafeti çeken Fevzi (Çakmak) Paşa’nın düşüncesi nedir? Fevzi Paşa anılarında ‘Nurettin Paşa’nın kısa görüşü acı biten iki olaya neden olmuştur. Biri İzmir’in büyük yangını, diğeri Gazi Kemal’in bu yangın münasebetiyle yerleştiği otelden Latife Hanım’ın Göztepe’deki evine yatılı misafiretidir’ der. (Süleyman Külçe, Mareşal Fevzi Çakmak, Askeri Hususi Hayatı, Birinci Cilt, Cumhuriyet Matbaası, 1953, s. 236. )
SADECE ‘NAHOŞ BİR OLAY’ MI? . Bu görüşü destekleyen bir başka belge de, İtilaf Güçleri’nin Fransız komutanı Amiral Dumesnil’in 11 Eylül 1922 günü Konak’ta Nureddin Paşa’yla, 15 Eylül 1922 günü de Mustafa Kemal’le Göztepe’de yaptığı görüşme tutanaklarıdır. Dumesnil’in yardımcısı korvet komutanı (sonra amiral) Moreau tarafından tutulan tutanaklarda, Nureddin Paşa’nın şehirde oturan Rum ve Ermenilerin İzmir’den çıkarılarak ülkenin yakılıp yıkılmış iç bölgelerine götürülmelerini emrettiğini söylediği yazılıdır. Amiral Dumesnil’in şehrin Rum ahalisi arasından hak edenlere cezaları verildikten sonra kalanlarının İzmir’in geleceği için şehirden sürülmemesi yolundaki önerisine Nureddin Paşa ‘bize çok çektirdiler. Onlara acıyacak değiliz. Yunanlıların işlediği cinayetler çok büyüktür’ cevabını vermiştir. Nureddin Paşa’yı ikna edemeyen Dumesnil 15 Eylül’de Mustafa Kemal’e, yangını Türklerin çıkardığı yolundaki söylentileri aktarır ve “Birçok kişi Türklerin ateşe gaz döktüklerini bir takım teferruat ile anlatıyorlar. Ben derhal kurmay heyetimin zabitleri tarafından tahkikat yaptırdım. Bu tahkikat, dolaşan rivayetleri teyit etmedi. [Ancak] Söylendiğine göre İngiliz amirali Türklerin mesuliyetine inanıyor’ der. Mustafa Kemal yangının işgalden önce oluşturulan bir teşkilatın eseri olduğunu belirtince, Amiral Dumesnil kendisinden Batılı çevreleri ikna etmek için daha güçlü bir tekzip yapmasını ister. Ancak Mustafa Kemal’den duyabildiği en ağır ifade ‘Evet bu yangın nahoş bir hadisedir” olur. Amiral bu sözün kendisine biraz zayıf göründüğünü belirtir, ancak Mustafa Kemal’den daha fazlasını duyamaz. Ardından Mustafa Kemal konuşmayı İtilaf Devletleri ile yapılacak barış müzakerelerine getirir ve yangın meselesini kapatır. (Aktaran Cengiz İlhan, “Kurtuluş Günlerinde İki Görüşme”, İşgalden Kurtuluşa İzmir, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Cumhuriyet imecesi, 2007, s.96-102)
FRANSIZLAR İKNA OLUYOR . Nitekim, 17 Eylül 1922’de Mustafa Kemal Ankara hükümetinin İstanbul’daki mutemet adamı Hamid Bey’e bir telgraf gönderir. Telgrafta İzmir yangınının Yunanlılar ve Ermeniler tarafından daha önceden planlandığı şekilde şehri yok etmek için çıkarıldığı, bu bilginin pek çok belge ve şahitlerin ifadeleri tespit edildiğini yazılıdır. Dumesnil ise 28 Eylül 1922 tarihli raporunda İzmir’i Türklerin yakmadığına ikna olduğunu, suçluların Ermeniler olduğunu tahmin ettiğini yazarak bu görüşü onayladığını gösterir. 1921 tarihli Ankara Anlaşması’ndan beri örnekleri sergilenen Fransız-Türk dostluğunun yeni bir nişanesidir sanki bu rapor. Halbuki, İngilizler, Türklerin masumiyeti konusunda uzun süre ikna olmayacaklar, durumu soruşturmak için İzmir’e bir komisyon göndereceklerdir. (21 Temmuz 1924 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki bu haberi ve konuyla ilgili onlarca –çoğunu kullanamadığım- belgeyi bana temin eden Sait Çetinoğlu’na ve Kevork Büyükagopyan’a teşekkürü borç bilirim.)
FALİH RIFKI’NIN SÖZLERİ . Peki İzmir’in simsiyah dev bir çukura dönüşmesine neden olan o korkunç yangından sadece ‘nahoş bir olay’ diye söz eden Mustafa Kemal daha sonra yangın hakkında konuşmuş mudur? Maalesef hayır. Örneğin CHF’nin 15-20 Ekim 1927 tarihinde Ankara’da toplanan ikinci Kurultay’ında Parti Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı 36,5 saatlik büyük Nutuk’ta bu konuda tek kelime etmemiştir! Buna karşılık aynı Nutuk’ta (TDK Yayınları, 1965, s. 532-547) Daha sonra kartvizitine “Yemen, Selmanpak, Batı Anadolu, Afyonkarahisar, Dumlupınar ve İzmir savaşları galibi…” yazdıracak olan ‘Sakallı’ Nureddin Paşa’yı tam 16 sayfa boyunca alaya alır, ağır şekilde eleştirir, hatta yerin dibine batırır.
Peki, Mustafa Kemal’in yangın konusundaki suskunluğunun ve Nureddin Paşa hakkındaki bu öfkesinin nedeni nedir? Bunun cevabı belki de Falih Rıfkı’nın şu satırlarında gizlidir: “Gavur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece Ermeni kundakçıları mı idi? Bu işte o zamanki ordu komutanı Nureddin Paşa'nın hayli marifeti olduğunu da söyleyenler çoktu. Atatürk’ün Nureddin Paşa’yı eskiden beri sevmediği Nutuk’unda görünür. (...) Kibirli, dar kafalı, zulüm ve ceberrut düşkünü bir kimse idi. Bu yüzden bir zamanlar Millet Meclisi kendini harp divanına verip mahkum bile ettirmek istemişti. (...) Nureddin Paşa’nın biri İzmir’de, biri İzmit’te tertip ettiği iki linçin hikayesi gene o vakitler, bizi ikrah içinde bırakmıştır (iğrendirmiştir). Bunlardan biri İzmir metropoliti Meletyos [Hrisostomos], öteki de Peyam-ı Sabah yazarı Ali Kemal’dir.
Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum:
‘Yağmacılar da ateşin büyümesine yardım ettiler. En çok esef ettiğim şeylerden biri, bir fotoğrafçı dükkanını yağmaya giden subay, bütün taarruz harpleri boyunca çekmiş olduğu filmleri otelde bıraktığı için, bu tarihi vesikaların yanıp gitmesi olmuştur. İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbinde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ile yakmıştık. bu kuru kuruya tahripçilik hissinden başka bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe, sanki Hıristiyan ve yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi. Bir harp daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir’i arsalar halinde bırakmış olmak, şehrin Türklüğünü korumaya kafi gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nureddin Paşa olmasaydı, bu facianın sonuna kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, ta Afyon’dan beri yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkını görerek gelen subayların ve neferlerin affedilmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi.” (Çankaya, Doğan Kardeş Matbaacılık 1969, s. 324-325.)
Falih Rıfkı’nın hatıra defterinin bu mahrem satırlarını Çankaya’nın bazı baskılarına koymaması, ayrıca Babamız Atatürk (Doğan Kardeş Yayınları, 1955) adlı kitabında “Bu sırada bir mesele çıkarmak isteyen Ermeni komitecileri şehri tutuşturdular” demesi ise ‘resmi tarih’ okumaları açısından ilginçtir.
İSMET İNÖNÜ’NÜN İMASI . Yıllar sonra “Yangın nerede başladı, kim başlattı bilmiyorum…İzmir’e girdiğimiz günlerin bende kalan en acı hatırası yangındır. Bu yangınların sebepleri büyük tarih hadiseleri içindeki sebeplerdir. Küçükler emir aldıklarını söylerler, büyükler disiplininin kalmadığını söylerler” (Teoman Özalp,Atatürk’ten Anılar, Kazım Özalp, İş Bankası Kültür Yayınları, 1992, s. 300) diyen İsmet Paşa’nın kastettiği ‘büyükler’ acaba kimdir? Mesela Nureddin Paşa olabilir mi?
Sözlü Tarihte İzmir Yangını
Bugün pek çok resmî tarihçiye göre Ermeniler 1915 Tehciri’nin intikamını almak için ittifak yaptıkları Yunanlıların yenilmesi üzerine artık İzmir’de yaşamaktan umutlarını kestikleri ve bana yar olmayan Türklere yar olmasın diye böyle korkunç bir yola başvurmuşlardır. Ermeni mahallesinde Türk ordularına yönelik bir direniş olduğuna dair bilgilerle birleştirilince bu ihtimal güçlü görünür. Ancak bunun tam tersi bilgiler de vardır. Örneğin İzmir’in tanınmış doktorlarından biri olan Garabet Haçeryan’ın anılarında var. (Dora Sakayan, Bir Ermeni Doktorun Yaşadıkları: Garabet Haçeryan’ın İzmir Güncesi, Belge Yayınları, 2005)
Haçeryan, 28 Ağustos 1922’den itibaren hatırat tutmaya başlamış. Hatıratın ilk sayfasında, “Çalgıcı Başı Sokağı, 109 numarada, Garabet Balabanyan’ın ferah ve rahat evinde oturuyoruz. Eşim Elisa ve bebeğimiz Vartuhi ile birlikte, mutluyuz ve rahatımız yerinde” diyen doktor yangın gününü şöyle anlatıyor: “Bu gün Uruç Yortusu (Meryem’in göğe yükselişi) ertesi. İzmir’in Hıristiyan ahalisi için tatil ve kutlama günü. Öğleden önce, insanlar her zamanki gibi geziniyorlar. Akşama doğru, Türklerin Afyon önlerinde bir taarruz başlattıklarına ve küçük bir zafer kazandıklarına dair bir söylenti dolaşmaya başladı; hiç önemsemedik…. Zengin Ermeniler ve zengin Ermeni doktorlar İzmir’i terk ettiler. Bana gelince, Türk hükümeti aleyhine hiçbir şey yapmadığım için, İzmir’i terk etmeyi düşünmüyorum. Aksine belediye doktoruyum ve askerde tam dört yıl geçirdim ve kusursuz hizmetimi teyid eden resmi belgelerim, madalyalarım var. Dolayısıyla, tehlike bu kadar uzakken, İzmir’de ulaştığım konumumu kaybetmek istemiyorum.”
Haçeryan, 9 Eylül’de şehre gelen Türk askerlerinin, onlardan korkan gayrimüslimleri ‘korkmayın size bir şey yapmayacağız’ diye teskin ettiğini, ancak ertesi gün şehre indiğinde her yerin kurumuş kanla dolu olduğunu ve özellikle Ermeni Meydanı’nın yağmalandığını gördüğünü belirtiyor. 13 Eylül Çarşamba ile işaretlenmiş güne ait sayfada ise, öğleden sonra saat ikide Ermenilerin yerleşim bölgesi olan Haytnos yönünden dev bir bulutun yükseldiğini ve aynı anda birçok yerde, kasten çıkarıldığı belli olan alevlerin göğü sardığı yazılı. Haçeryan, kendisini Türk sanan bir Türk askerinin “biz lazım olanını yaptık, siz geri dönün” dediğini, bundan sonra da çocuklarının her birinin eline bir bohça tutuşturularak devam edecek göçlerin başladığını anlatıyor. Haçeryan’a göre, Ermeniler eğer şehri ateşe vermeyi düşünselerdi, bunun için Türk askerlerinin şehri kontrol altına almasını beklemezlerdi, daha şehri gelirlerken bu işi yaparlardı.
FARKLI YAKLAŞIMLAR . Pelin Böke’nin gerçekleştirdiği bir sözlü tarih araştırması (İzmir 1919-1922:Tanıklıklar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2006), İzmir’deki yangını yaşamış Levantenleri konuşturmaktadır. 1914 doğumlu Levanten kökenli Ferdinando Stano ise Haçeryan’dan farklı bir hikaye anlatıyor: “O gece yangın başladı Gazi Bulvarı’nda. Evde çoluk çocuk, annem, babam, amcalar hepsi vardı. Bir battaniye aldık, nerde yatacağız belli değil. İzmir’den Turan’a gitmek..!!?? Vesait yok, araba çalışmaz, hiçbir şey. Ermeniler birinciydi yangını çıkaran. Yunanlılar çarpışıyordu ara sırada. Türkler Eşrefpaşa’da, yukarıdaydılar. Ermeniler Yunanlılarla birlik çarpışıyordu o zaman. Eee gördüler, Türkler başladılar inmeye Eşrefpaşa’dan İzmir’e doğru, yangına verdiler İzmir’i.”
Buna karşılık Leyla Neyzi’nin Ben Kimim? Türkiye’de Sözlü Tarih, Kimlik ve Öznellik, (İletişim Yayınları, 2004) adlı kitabında yer verdiği İzmir’in ünlü ailelerinden Kâtipzadelere mensup Gülfem İren ise ‘O depoyu Ermeniler mi tutuşturdu, Türkler mi tutuşturdu? Bana kalırsa Türkler tutuşturdu, büyük bir kolaylık ve temizlik olsun diye. Ve sonra kimse, kör olsun Rumlar, Ermeniler yaktı, demedi. bir de o var. Demek ki suç bizdeydi. Ama yanılabilirim” diyerek bir çeşit özeleştiri yapar. Gülfem Hanım’ın şu sözleri ise haklılık duygusu ile suçluluk duygusunun nasıl iç içe olduğunu gösterir: “Büyük bir pislik kalktı, ama haklı mıydılar haksız mıydılar? Bir miktar haklıydılar. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu çökmüştü. Çöken bir devletin orasını burasını koparmak da yabancılar için kolaydı. O fuarın olduğu yer, binlerce Ermeni, Rum ve Yahudi’nin barınağıydı. O temizliği yapmak için onu yaptılar….Olmalı mıydı böyle bir şey olmamalı mıydı, onu hâlâ düşünürüm. Bu topraklar bizim olduğu kadar onların da hakkıydı, ta ecdatlarından beri. Bizim vatan topraklarımız diyoruz, evet çok şükür bugüne, ama bizim kadar onların da memleketi”.
Başlangıçta sadece okuyucum, şimdi ise dostum olan İzmir’li Fadıl Kocagöz’ün bana özel olarak anlattıkları da ilginç. İzmir’in ünlü yazarı Samim Kocagöz’ün oğlu olan Fadıl Kocagöz şöyle diyor: “….İşgal’den önce İzmir Gümrüğü’nde çalışan, Girit’li olmakla birlikte, Helenika ve Fransızca bildiğinden işgal altında da bu vazifesini sürdüren, İstirdat’tan sonra 1927’ye kadar Sandık Emini olarak vazifede kalan anne-dedem Fadıl Sami Bey ve Kurtuluş Savaşı romanı yazan babam Hasan Samim ile Karşıyaka’da aynı evde yaşadım. Babamın, dedemim anılarını dinleyişini, evrakını okuyuşlarını çok iyi anımsıyorum. Ancak daha sonra bunun sadece işgal günlerine yoğunlaştığını, İstirdat ve yangının hep pas geçildiğini fark ettim. İkisi de, Yeni Asır Gazetesi’nin her 9 Eylül günü yayımladığı ve alt yazısı ‘9 Eylül İzmir Yangını, Yunan’ın son kahpeliği’ gibi bir şeyler olan o ünlü yangın fotografisi sabitliğinde dururlardı. Ancak, pederin Kalpaklılar-Doludizgin romanının yayınlanmasından birkaç yıl sonra dedem, bir sabah ilk vapurla, ben Sant-Joseph Ortaokuluna, o Pasaport’taki nargile kahvesine gitmek için Alsancak’a geçerken İstirdat’ta, Ermeni Kilisesi’nin kubbe mazgallarından alevlerin yükselişini ve kubbenin çöküşünü Namazgâh mahallesinden nasıl izlediklerini, Ermeni mahallesinin yangının önüne geçmek için nasıl çepeçevre dinamitlendiğini anlattı. Kilise yangını için, “İçinde cephanelik vardı, Körfezde alargada bekleyen gemiler onları kabul etmiyordu. Ya Sakallı Nurettin kundakladı ya da topyekün intihar ettiler” sözü içime işlemişti....”
BİTİRİRKEN . Her okuyucu, yukarıdaki anlatılar eşliğinde kendi tarih okumasını yapacaktır. Ancak, şurası da bir gerçektir ki, pek çoğumuz bu bilgilerden bile mahrum büyüdük. Bunun nedeni de tarihimizin bazı sayfaları hakkında konuşmanın adeta bir tabu haline getirilmesi. Peki bugün resmi tarihin önündeki en büyük engel gibi gözüken ‘İzmir’i Türkler yaktı’ dendiğinde ‘İzmir’i Atatürk ve arkadaşları yaktı’ diye anlaşılmasının önlenmesi için soruyu ‘İzmir’i Nureddin Paşa mı yaktı?’ diye değiştirmek tıkanıklığımızı açar mı? İzmir’e kimlerin kıydığı konusunu açıklığa kavuşturmak için hem Amerikan, Fransız, İngiliz ve İtalyan kaynaklarının, hem resmi ve yarı-resmi, gizli ya da açık Türk kaynaklarının, hem Yunan, Rum ve Ermeni kaynaklarının karşılaştırmalı bir okumasına ihtiyaç var, hem de bu olayın içinde yer aldığı tarihsel bağlamı yani Osmanlı’nın son yüzyılından bugune kadarki Cumhuriyet tarihinin siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve zihinsel açıdan analize tabi tutulmasına. Yani ‘Sakallı’ Nureddin Paşa’nın şahsında Nureddin Paşaları doğuran zihniyeti analiz etmemiz, İzmir Yangını özelinde 1910’lardan beri ‘dahili düşmanlar’ olarak görülen gayrimüslimlere karşı yöneltilen sistematik sürgün, imha ve sermaye transferi politikalarını irdelememiz daha sağlıklı sonuçlar verecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder