[Yazının tamamını okumak için aşağıdaki linke bkz.]
Emre GÖKALP
Ulusalcılık/Milliyetçilik, diğer taraftan, heterofobiyi ve zenofobiyi yaygınlaştırarak ve bu duyguyu devlet
otoritesine sadakat ve iktidar karşısında disiplin sağlama hizmetinde seferber eder. Milliyetçiliklere
göre, günümüzde yabancılar kamusal tehditler ve “kirletici unsurlar” olarak, ülke sınırları içinde ve dışında olarak, her yerdedir. Her zaman “bizden” nefret eden ve “bize” karşı komplo düzenleyenler olarak
evrensel düzeyde vardır.
(Hobsbawm,1992, s.205). Balibar’in (1991c, s.269) vurgulamış olduğu gibi, bu durum önemli bir paradoks oluşturmaktadır ve ulus, siyasal olarak tam anlamıyla yabancılaşmış bir topluma karşılık gelmektedir. Çünkü bir taraftan bireylerin kendilerini “evlerinde” hissedecekleri, çünkü “biz bize” olacakları bir ulus-devlet geçmişe dönük bir biçimde tahayyül edilir, diğer taraftan ise bu devlet içinde oturulamaz kılınır; durmadan düşmanın “içeride” olduğu keşfedilir ve bir taraftan da ulus “dış” düşmanlar karşısında birleşmiş bir topluluk olarak ortaya çıkarılmaya çalışılır (Balibar, 1991c, s.269).
Gerçekten de, düşman imgelerini kurgulamak ve yaygınlaştırmak milliyetçiliğin/ulusalcılığın neredeyse bir “olmazsa olmazı”dır. Çünkü düşman imgeleri en üst dereceden çelişki önceliğine sahiptir ve böyle olduğu içinde başta sınıf çatışması olmak üzere verili bir toplumdaki mevcut (kültürel, etnik, toplumsal cinsiyete dair vb) çatışmaları gizleyerek iktidarı kuvvetlendirir. Bununla birlikte, “düşmanların savaşçı amaç ve araçlarıyla vatandaşın düzenini, yaşamını tehdit ettiğine dair toplumsal algılayış egemen olduğu sürece, askeriyeyle demokrasi arasındaki çelişkiler çelişki olmaktan çıkacak” ve milliyetçilik ve militarizm arasındaki tarihsel eklemlenme ilişkisi elle tutulur, gözle görülür bir hal alacaktır. Diğer taraftan, düşman imgelerinin, sadece değerler aracılığıyla değil, aynı zamanda karşı tepki vermeyi bir mecburiyet haline getirmesiyle, bir millete üye insanları “cemaatleştirici” bir özelliği de vardır. Karşıya bir düşman dikmenin özelliği her türden ontolojiye açılan kapıyı daha baştan kilitleyerek karar verme sürecinin, bir “ölüm kalım meselesi” halini alacak kadar uç bir noktaya vardırılmasıdır.
Bu anlamda ulus-devletlerin, düşman imgelerine oldukça bağımlı oldukları ifade edilebilir. Düşman imgeleri, ulusdevletin uyguladığı (dahili ve harici) şiddeti bir karşı şiddet olarak meşrulaştırır. Düşman imgeleri ile demokrasi dışı, demokrasiye ters düşen, demokrasi karşıtı rıza kaynakları yaratılır. Ayrıca, “bütün sorulara baştan set çeken ve demokrasinin yüzüne kapıyı çarpıp sürgüyü çeken bir mühür” olan “devlet sırrı” olgusu ancak düşman imgeleri dolayımıyla mümkün ve meşru hale getirilir” (Beck,1993, s.128-129, 131-134).
http://siyasaliletisim.org/pdf/milliyetcilik.pdf
Yukarıdaki linkte bir şey yok, kaldırmışlar sanırım.
Ama aynı yazı şurada var, ben hemen kaydını aldım. Siz de alın kaybolabilir :)
https://earsiv.anadolu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11421/454/457164.pdf?sequence=3&isAllowed=y
Emre GÖKALP
http://www.magnoliabox. com/tag/careless%20talk |
(Hobsbawm,1992, s.205). Balibar’in (1991c, s.269) vurgulamış olduğu gibi, bu durum önemli bir paradoks oluşturmaktadır ve ulus, siyasal olarak tam anlamıyla yabancılaşmış bir topluma karşılık gelmektedir. Çünkü bir taraftan bireylerin kendilerini “evlerinde” hissedecekleri, çünkü “biz bize” olacakları bir ulus-devlet geçmişe dönük bir biçimde tahayyül edilir, diğer taraftan ise bu devlet içinde oturulamaz kılınır; durmadan düşmanın “içeride” olduğu keşfedilir ve bir taraftan da ulus “dış” düşmanlar karşısında birleşmiş bir topluluk olarak ortaya çıkarılmaya çalışılır (Balibar, 1991c, s.269).
Gerçekten de, düşman imgelerini kurgulamak ve yaygınlaştırmak milliyetçiliğin/ulusalcılığın neredeyse bir “olmazsa olmazı”dır. Çünkü düşman imgeleri en üst dereceden çelişki önceliğine sahiptir ve böyle olduğu içinde başta sınıf çatışması olmak üzere verili bir toplumdaki mevcut (kültürel, etnik, toplumsal cinsiyete dair vb) çatışmaları gizleyerek iktidarı kuvvetlendirir. Bununla birlikte, “düşmanların savaşçı amaç ve araçlarıyla vatandaşın düzenini, yaşamını tehdit ettiğine dair toplumsal algılayış egemen olduğu sürece, askeriyeyle demokrasi arasındaki çelişkiler çelişki olmaktan çıkacak” ve milliyetçilik ve militarizm arasındaki tarihsel eklemlenme ilişkisi elle tutulur, gözle görülür bir hal alacaktır. Diğer taraftan, düşman imgelerinin, sadece değerler aracılığıyla değil, aynı zamanda karşı tepki vermeyi bir mecburiyet haline getirmesiyle, bir millete üye insanları “cemaatleştirici” bir özelliği de vardır. Karşıya bir düşman dikmenin özelliği her türden ontolojiye açılan kapıyı daha baştan kilitleyerek karar verme sürecinin, bir “ölüm kalım meselesi” halini alacak kadar uç bir noktaya vardırılmasıdır.
Bu anlamda ulus-devletlerin, düşman imgelerine oldukça bağımlı oldukları ifade edilebilir. Düşman imgeleri, ulusdevletin uyguladığı (dahili ve harici) şiddeti bir karşı şiddet olarak meşrulaştırır. Düşman imgeleri ile demokrasi dışı, demokrasiye ters düşen, demokrasi karşıtı rıza kaynakları yaratılır. Ayrıca, “bütün sorulara baştan set çeken ve demokrasinin yüzüne kapıyı çarpıp sürgüyü çeken bir mühür” olan “devlet sırrı” olgusu ancak düşman imgeleri dolayımıyla mümkün ve meşru hale getirilir” (Beck,1993, s.128-129, 131-134).
http://siyasaliletisim.org/pdf/milliyetcilik.pdf
Yukarıdaki linkte bir şey yok, kaldırmışlar sanırım.
Ama aynı yazı şurada var, ben hemen kaydını aldım. Siz de alın kaybolabilir :)
https://earsiv.anadolu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11421/454/457164.pdf?sequence=3&isAllowed=y
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder