27 Aralık 2015 Pazar

Medyanın İdeolojisi, İdeolojinin Kökeni

Duygu Çavdar
Nisan 2012
Althusserhttps://tr.wikipedia.org/
wiki/Louis_Althusser
Medya, ilettiği mesajlarla ve sonucunda da hedef kitleyi etkilemesiyle ideolojik bir organdır. Althusserci bir yaklaşımla söyleyecek olursak, medya ve medya organları “devletin ideolojik aygıtları” arasında sayılabilecek kurumlardır.
İdeoloji, Aydınlanma çağı felsefesinde, fikirlerin, düşüncelerin oluşuna ilişkin kuram ya da kuramları ifade eder. Kelime olarak idea kelimesinden gelmektedir ve ilk olarak 18. yüzyılın sonunda Fransız düşünür Destutt de Tracy tarafından ortaya atılmıştır. Destutt de Tracy, ideolojilerin fikirlerle ilgili olduğunu ifade etmektedir. Yani nasıl düşündüğümüzün, konuştuğumuzun ve tartıştığımızın bilimidir.
Marx, daha sonraları bu kavramı daha değişik bir anlamla kullanmıştır. Ona göre toplumda egemen olan ideoloji, topluma egemen olan kesimin ortaya koyduğu ve onların çıkarlarına hizmet eden ideolojidir. Marx ideolojiyi ekonomik temellere oturtmaktadır. Ve insanların davranışlarının, fikirlerinin, bilgisinin ideoloji, dolayısıyla ekonomik ilişkiler vasıtasıyla şekillendirildiğini kabul etmektedir. Ayrıca ona göre ideoloji yanlış bilinçtir. Toplumun üyeleri, var olan koşulların doğal, normal ve iyi olduğuna inanıyorlarsa, bu onlarda yanlış bilincin oluştuğunun kanıtıdır. Çünkü artık bu toplum üyeleri, kendi çıkarları doğrultusunda düşünememektedirler. Artık söz konusu olan yönetici sınıfın çıkarlarıdır. Yani Klasik Marksizme göre bir ideolojinin topluma hakim olma yolu, üretim araçlarına sahip olmaktan geçer.
İdeolojiler, bir grubun kimliği, toplumdaki yeri, ilgileri ve amaçları, diğer gruplarla olan ilişkileri, yeniden üretimleri, doğal ortamları gibi karakteristik özellikleriyle ilişkili olan toplumsal olarak paylaşılan inançlardan oluşmaktadır.
Gramsci, 
https://tr.wikipedia.org/wiki/Antonio_Gramsci
Gramsci’nin de ön gördüğü gibi ideolojiler eyleme bağlıdır. Ve kendi gerçekliklerinden çok toplumsal etkileri bağlamında değerlendirilmektedirler. Bu ,daha sonraları, Althusser’in düşüncesi olan “ideolojilerin maddiliği kendilerinin dışındadır.” fikrine denk düşmektedir. İdeolojilerin toplumsal işlevi, bir grubun ve grupların birbirileri arasındaki toplumsal pratikleri denetleme ve eşgüdümünü sağlamadır.  İdeoloji hususunda Althusser’in günümüz dünyasında da geçerliliğini devam ettiren ideolojik aygıtlarla ilgili yaklaşımına değinmek gerekir.
Aslında her şeyin temelinde sınıf savaşımları bulunmaktadır. Sınıfsal farklılar sonucunda toplumun katmanlarında meydana gelen direnişler toplumsal yapıyı etkilemektedir. Yani toplumsal formasyonlar sınıf mücadelelerinin tarihine dayanmaktadır. İdeolojilere ilişkin kuram da buradan ortaya çıkar.
Althusser, ekonomizme karşı çıkmaktadır. Ekonomizmin üstyapının özerkliğini görmeyen “değişen altyapının üstyapıyı otomatik ve zorunlu üreteceği” inancına karşı çıkmaktadır. Bu noktada da klasik Marksizmden ayrılmış olmaktadır. Toplumsal formasyon ekonomik, politik ve ideolojik olmak üzere üç ayrı düzeyden meydana gelmektedir. Ekonomik düzeyde, insanın doğayla olan ilişkisi, politik düzeyde ise söz konusu toplumsal ilişkiler dönüştürülür. İdeolojik düzeyde de insanın kendi hayatıyla yaşanılan ilişkisi dönüştürülmektedir. Buradan şu sonuca varılabilir. İdeoloji salt olarak ekonomi-politiğin bir uzantısı değildir. Ekonomik düzey, ideolojinin belirlenmesinde etkilidir. Ancak ideoloji, kendi özerkliği olan maddi bir pratiktir.
“İdeoloji katıksız yanılsamadır, katıksız düştür, yani hiçliktir. Tüm gerçekliği kendi dışındadır.” ( Althuser L, 2008, 80) Althusser’e göre ideolojinin tarihi yoktur. Ancak bu sadece, ideoloji kavramının kendine has bir tarihi yoktur demektir. İdeolojilerin, içinde bulundukları hususlar ölçeğinde tarihi vardır. İdeolojilerin gerçeklerinin kendi dışında bulunma duruma da tam da bu yüzdendir. Bir başka deyişle, ideolojilerin kendilerine has tarihleri vardır.
Ayrıca Althusser’e göre fikirler, maddenin soyut yansıması değil, kendileri maddi olan şeylerdir. Çünkü fikirler, toplumsal pratikler içinde yazılıdırlar. Bu yüzden de maddenin soyut yansıması değil, maddenin tam da kendisidirler. Toplumsal pratiklerin içinde yazılı oldukları için de, tıpkı toplumsal pratikler gibi, ideolojilerin de dönüştürülmeleri gereklidir.
Daha yalın bir dille ifade edecek olursak da, fikirler sistemi olarak ideoloji soyut bir kavram değildir. Bir toplumsal sınıfa ya da gruba ait üyelerin toplumsal pratiklerini yansıtması bakımından somut bir kavramdır.
“İdeoloji, hem geçmiş olayların bir ürünü ve güncel olayların koşullarını oluşturan yapılarda ve hem de kendi koşullandırılmış yapılarını yeniden üreten ve dönüştüren olaylarda konuşlandırılmıştır.” (Norman Fairclough)
İnsanlar, kendilerini önceden başkaları tarafından belirlenmiş toplumsal formasyonlar içinde bulmaktadırlar. Bu toplumsal formasyonların içinde bireylerin rolleri de önceden belirlenmiştir. Toplum bireyler arası ilişkilere indirgenememektedir.
Devletin birçok ideolojik aygıtı vardır. Din, eğitim, medya bunların başlarında gelen ideolojik kurumlardır. DİA’lar, bir bakıma sınıf mücadelesinin hem nedeni hem sonucudur. Bir başka deyişle, sınıf mücadelesinin olduğu toplumlarda devletin ideolojik aygıtı da vardır, ideolojik aygıtların olduğu toplumlarda da sınıf savaşımları bulunmaktadır. Bu durum, birbirini güdümleyen bir kısır döngüdür.
Devletin ideolojik aygıtları düşünüldüğünde baskı ve ideolojinin yakın temas halinde oldukları akıllara gelmektedir. Devlet, Althusser’de başlı başına bir baskı aygıtıdır. Ordu, polis, mahkemeler, yönetim vs. baskı aygıtını oluşturmaktadır. Devletin ideolojik aygıtlarını bununla karıştırmamak gerekmektedir. DİA’lar, devletin baskı aygıtıyla aynı şey değillerdir. DİA’lar birbirilerinden ayrı ve özelleşmiş kurumlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar. DİA’ları belli başlı gruplara ayıracak olursak da;
-Dini DİA’lar
-Öğretimsel DİA’lar (değişik eğitim kurumları)
-Aile DİA’sı
-Hukuki DİA’lar
-Siyasal DİA’lar (değişik partileri de içeren sistem)
-Haberleşme DİA’sı (Basın, radyo, tv. vs.)
-Kültürel DİA’lar ( edebiyat, güzel sanatlar, spor)
Devletin baskı aygıtı ile ideolojik aygıtları arasındaki farkları belirginleştirmeye çalışacak olursak; devletin bir tane baskı aygıtı varsa(yönetimin kendisi), birçok ideolojik aygıtı bulunmaktadır. Ayrıca devletin ideolojik aygıtları daha çok özel alanda yoğunlaşmıştır. Din, aile, siyaset, medya, eğitim vs. özel alana aittir. Devlet, kamusal alanda yer almaktadır. Ancak devlet bu ayrımın dışında tutulmaktadır. Devletin bu ayrımın dışında tutulması onun “hukuk üstü” olmasından kaynaklanmaktadır. Fakat DİA’ları devletin baskı aygıtından ayıran temel fark,  Devletin baskı aygıtının zor kullanarak, Devletin ideolojik aygıtlarının “ideoloji” kullanarak işlemesidir.
Ama göz ardı edilmemesi gereken bir husus vardır ki o da, devletin baskı aygıtları da ideolojik aygıtları da hem baskı hem de ideolojiyi kullanarak işlemesidir. Ayrım işleyişteki öncelikten kaynaklanmaktadır. Bu şu demektir: Devletin baskı aygıtı birincil ve genel olarak baskıyı kullanırken, ideolojiye ikinci planda yer vermesidir. Devletin ideolojik aygıtlarında da baskı ikinci sıradadır. DİA’larda baskının işleyişinde “rıza mekanizması” kullanılmaktadır. Bu durum da baskının baskıcılığının etkisini kitlelerin gözünde gizler niteliktedir. Aslında bu işleyiş de ideolojiktir. İşte tam da bu yüzden, DİA’lar ve devletin baskı aygıtları birbirinden farklı düşünülemezler. Birbirilerini tamamlayan, etkileyen unsurlar olarak toplumsal formasyondaki yerlerini almaktadırlar.
Medyada yer alan haberler de ideolojik unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir başka deyişle medyada aktarılan haberler enformasyonların ideolojik olarak hazırlanmakta ve işlenmektedir. Haberler, hedef kitlesine hitap edecek şekilde ideolojik süzgeçten geçirilerek ya da ideolojik eklemlemeye tabi tutularak medyada yerini almaktadırlar. Haberlerin ideolojik olarak işlenmesi aşamasında da baskı aygıtının eli bulunmaktadır. Daha açık bir dille ifade edecek olursak da, medyada yer alan haberler, hakim gücün, hakim ideolojinin istediği doğrultuda ve düzeyde şekillendirilmektedir. Yani “baskı” gizil olarak, aslında bir o kadar da aleni şekilde medyada kendini göstermektedir. Bu durum, DİA’ların ve baskı aygıtının birlikte işlediğinin basit bir göstergesidir.
Devletin baskı aygıtı, toplumsal formasyonun bütünleyicisi olan yeniden üretimin siyasal koşullarını belirlemektedir. Aynı zamanda da DİA’ların işleyişindeki siyasal koşulları sağlamaktadır. Üretim ilişkilerinin yeniden üretimini sağlayan ise DİA’lardır. DİA’lar ve devletin baskı aygıtı arasındaki uyum egemen ideoloji aracılığıyla sağlanmaktadır.
“Louis Althusser, P. Bourdieu, Michel Foucault, Raymond Williams, Roland Barthes… gibi yazarlar ideolojinin belli bir aktöre atfedilemeyeceğini, bir siyasi parti veya hükümet gibi belli bir tarafa yerleştirilemeyeceğini ama bir toplumun bütün katmanlarına nüfuz edebileceğini ve bir düşüncenin doğal olarak kabul edilmesine, doğallaşmasına yol açabileceğini ifade etmektedir. Bu yazarlar için ideoloji ortak bir anlayıştır; bir sistem hakkında sahip olduğumuz normal algılamalardır; sosyal gücü destekleyen doğallaştırılmış aktivitelerdir ve bu tür ortak anlayışları kuvvetlendiren güç yapısıdır.” (Devran, 2010, 17, Blommaert, 2005:158-159)
Ancak Althusser’e göre ideoloji bireyleri nesneleştirmektedir. Stuart Hall ise bireylerin kendilerine dayatılan kültür ve söylem karşısında pasif olmadıklarını, direniş içinde olduklarını göstermiştir. Foucault’da bireylerin kendilerine dayatılan ideolojiye karşı direnç içinde olduğunu savunan düşünürlerdendir. Burada önemli bir husus vardır ki, günümüzde artık Klasik Marksist’lerin aksine, kültür öğelerinin de ideoloji üzerinde büyük etkisi olduğunun anlaşılmış olmasıdır.
“Stuart Hall, ideolojiyi diller, kavramlar, kategoriler, düşünce hayalleri ve temsil sistemini kapsayan zihinsel çerçeveler olarak görmektedir. Ona göre farklı sosyal gruplara ait olan insanlar bu çerçeveleri kullanarak düşünürler ve toplumun işleyiş biçimini anlamdırırlar. Bu yüzden ideoloji problemi farklı fikirlerin, kitlelerin zihnine nasıl yapıştığı ve böylece maddi bir güç haline nasıl geldiği ile ilgilenmektedir.” (Devran, 2010, 17, Hall, 1980: 25) Yani ideoloji, insanların zihinlerinde anlam haritaları halinde bulunmaktadır. Bu anlam haritaları dolayısıyla insanlar toplumsal yapıda yerlerini almaktadırlar. Bu çalışmada üzerinde durulan mesele de medyanın ideolojinin, insanların zihinlerinde anlam haritası olarak yer etmesine hizmet etmesidir.
Medya, hakim ideolojinin “öğretilerini” sembol ve bilgi bombardımanıyla tekrar tekrar hedef kitleye aktararak, hedef kitlenin hakim ideoloji doğrultusunda “eğitilmesini”, “yönlendirilmesini” sağlar. Toplumsal formasyon, haklim ideoloji tarafından sağlanır. Aynı zamanda da hakim ideoloji, toplumsal formasyon tarafından belirlenmektedir.
Medyada yer alan haberlerde ölüm ve kanın tüm çıplaklığıyla defalarca alıcıya sunulması, şiddet kültürünün yeniden üretilmesine, aynı zamanda da alıcıda tepki ve davranış değişikliği olmasına neden olmaktadır. Sürekli anlam bombardımanına maruz kalan kitle, sembol yoğunluğu sonucunda mesaja karşı duyarsızlaşmakta ve “normal” karşılamaktadır. Böylece şiddet kültürünün yeniden üretimi toplumsal formasyon ölçeğinde gerçekleşmiş olmaktadır. Bu da hakim ideoloji sayesinde olmaktadır.
İdeolojilerin toplumsal boyutu ideolojilerin yeniden üretiminde ve gelişmesinde gruplar ve kurumlar arasında ne tür grup ve ilişkilerin yer aldığını açıklar. İdeolojilerin söylem boyutu ise ideolojilerin günlük konu ve konuşmalarımızı nasıl etkilediğini, ideolojik söylemi nasıl anladığımızı ve toplumda ideolojinin yeniden üretiminde söylemin nasıl yer aldığını açıklamaktadır.
İdeolojiler gücünü, toplumda egemen olmasından almaktadır. İnsanlar kendi ideolojilerinin içinde yaşarken onun farkında bile olmayabilirler. Çünkü onların ideolojisi onların toplumsal hayatı içinde doğallaşmıştır. Aslında tam da bu yüzden onların ideolojileri güç kazanmıştır. Çünkü ideolojiler, daha önce de belirttiğimiz gibi toplumsal pratiklerin içinde yazılı halde bulunmaktadırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder