15 Aralık 2015 Salı

Hukukçuların adaleti adalete karşı mı?

RICHARD FALK
Lahey'deki resmi adı Uluslararası Adalet Mahkemesi olan Dünya Mahkemesi'nin neredeyse ittifakla aldığı Sırbistan'ın 1990'larda Bosna'daki soykırımdan sorumlu olmadığı şeklindeki karar yaygın bir hayal kırıklığı ile karşılandı.
Sonuç bazı açılardan rahatsız edici olsa da Bosnalılar açısından bir mağlubiyet olarak görülmemelidir. Dünya Mahkemesi 1995'te Srebrenitsa'da meydana gelen ve 7 binden fazla Bosnalı Müslüman erkek ve çocuğun bilinçli bir şekilde öldürüldüğü hadiselerin soykırım olduğu sonucuna vardı. Aynı şekilde Belgrad'daki Sırp hükümetinin bu hadiseleri engellemek için yapabileceği şeyleri yapmamakla Soykırım Sözleşmesi'nin gerektirdiği hukuki sorumluluklarını yerine getirmekte yetersiz kaldığı kararına vardı. Ve dahası, Sırplar Srebrenitsa operasyonlarının komutanı olan General Ratko Mladiç'i tutuklama ve Hollanda'daki ceza mahkemesinde yargılanmak üzere teslim etme konusundaki isteksizlikleriyle yasal görevlerini ihlal etmektedirler.


Yine de, Dünya Mahkemesi tarafından ortaya konulan temel karar, Bosna genelinde Boşnak Müslüman halka yönelik kitlesel kıyımlar ile sistematik istismarlarda genel olarak yakın bağlantılı görünmekle birlikte Sırpların, bütün görünüşüne rağmen soykırım suçu işlemediği veya bundan sorumlu olmadığı şeklindedir. Öyle görünüyor ki, sağduyuya meydan okurcasına Sırpların Bosna'da Müslüman kadınlara yönelik olan ve yaygın bir şekilde tecavüz ve cinsel şiddet içeren barbarca davranışlarında Srebrenitsa'daki münferit bir hadisenin dışında soykırım sayılacak bir bulguya rastlanamamıştır. Ve garip bir şekilde, kurnaz Sırp ulusalcı Slobodan Miloseviç'in başkanlığındaki Belgrad hükümeti ile Bosna'daki hadiseler arasındaki ilişki, mahkeme tarafından Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'nin kendisine bağlı Sırbistanlı müttefiklerinin Bosna'da yapmakta olduğu şeyden hukuken sorumlu olduğunu gösteren bir delil olarak kabul edilmemiştir. Dünya Mahkemesi, Belgrad'ın Bosna'daki Sırp faaliyetlerini önemli ölçüde finanse ederek destek verdiğine ve yönettiğine karar verdi; fakat Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'ni hukuken sorumlu tutacak yeterli delilin var olduğu konusunda ikna olmadı. Bu tür bir kararın talihsiz bir sonucu da hadiselerdeki asıl planlayıcı rolü aşikar olmasına rağmen ölmüş olan Miloseviç'in Bosna'da yapılmış olan şeylerden dolayı suçlu kabul edilmemesi gerektiği şeklindedir.


Bu karar global adalete zarar verdi mi?

Bu sonuçlar her ne kadar hayal kırıcı olsa da, bizler Dünya Mahkemesi'ni kınamak için çok da acele etmemeliyiz. Her şeyin ötesinde, Birleşmiş Milletler'in bu adli kanadı, dünyanın farklı yerlerinden seçilmiş son derece vasıflı ve seçkin hâkimlerden oluşmaktadır. Son yıllarda cesaret verici ve popüler olmayan kararlar vermiştir. 1980'lerde Amerika'nın Nikaragua'daki sol hükümeti devirmeyi amaçlayan bir isyanda muhaliflere askerî destek vermesiyle ilgili bir davada Birleşik Devletler aleyhinde karar vermişti. Aynı şekilde 1990'larda nükleer silahların yasal durumu konusunda bir tavsiye kararı yayınlayarak neredeyse bu silahların yasal olmadığını ve nükleer silaha sahip olan ülkelerin iyi niyetli olarak nükleer silahsızlanmayı gerçekleştirme konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmekte yetersiz kaldıklarını ilan edecek hale geldi. Ve hepsinden daha etkileyici olanı, 2004'te Dünya Mahkemesi'nin 14'e karşı 1 oyla aldığı bir tavsiye kararı ile İsrail'in işgal altındaki Filistin'de inşa ettiği tartışmalara konu olan güvenlik duvarının sadece yasadışı olmakla kalmayıp aynı zamanda ortadan kaldırılması ve verilen zarar nedeniyle Filistinlilere tazminat ödenmesi gerektiğini ilan etti. Başka bir ifadeyle, mahkeme hukuki bir kurum olarak siyasi bağımsızlığını ikna edici bir şekilde göstermiş ve verdiği muhtelif kararlarla da yüksek seviyeli bir hukuk mantığına sahip olduğunu ortaya koymuştur. Hukuk disiplinini temel alan profesyonel bir düzene olan bağlılığı nedeniyle popülist olmayan kararlar verme arzusunda olması, bizim bu kurumun zaman içerisinde dünya düzenine ve global adalete katkı yapabileceğine olan güvenimizi artırmalıdır.

Bu sebeplerle, Bosna davasında Dünya Mahkemesi'ne yöneltilen eleştiriler, varılan kararı, cazip geldiği şekliyle İslamofobinin yeni bir örneği olarak izah etmekten kaçınmalıdır. Veya benzer şekilde Sırbistan'ı Bosna'daki soykırımdan sorumlu tutmakta başarısız kalmasını kabul edilemez birtakım siyasi baskıların hakimlerin davada sağduyuya uygun gelecek şekilde karar vermeyi reddetmelerine yol açacak tarzda etkilemesinin bir yansıması olduğunu iddia etmekten kaçınılmalıdır. Davanın kamuoyu algısının temelini oluşturan gerçeklere uygun şekilde sonuçlanmış olmasını dilemek yerine ben Dünya Mahkemesi'nin bu tür bir davada hukukun gereklilikleri konusundaki anlayışına uygun bir şekilde hareket etmiş olduğunu iddia ediyorum. Bu tür bir değerlendirme Faslı, Meksikalı, Venezuelalı, Sierra Leoneli, Madagaskarlı ve Çinli hakimlerin destekleyici oyları da dahil olmak üzere kararın tek taraflılığı ile de teyit edilmektedir. Doğrudur, Bosna'nın görüşlerini temsil etmesi beklenen Bosnalı hâkimin dışında tek muhalif Ürdünlü bir hâkim olan ve aynı zamanda da Dünya Mahkemesi'nin başkanlığını yürüten Avn Şevket el-Hasavne'ydi. Fakat genel olarak, hâkimler arasında bu derece yüksek bir konsensüs yaklaşımlarının ve kararlarının doğruluğu hakkında hukuki açıdan güçlü bir inanç olmaksızın sağlanamazdı.


Birtakım eleştirel yorumlar yapmadan önce Dünya Mahkemesi'nin hukuki düşünce tarzını anlamak faydalı olacaktır. Bosna kararı hakim bir devletin davranışı hakkındaki bir şikayeti değerlendirirken, son derece güçlü delillerin talep edilmesi gerektiğini aşikar hale getirmektedir. Aynı şekilde, bu talebin davanın 'soykırım' gibi son derece ciddi bir suçlamayı ihtiva etmesi durumunda daha da büyük olacağını kesin bir şekilde ilan etmektedir. Bu açıdan karar, Dünya Mahkemesi'nin otoritesinin nihai olarak devletlerin uluslararası camianın oluşturduğu güvene bağlı olduğunu onaylamaktadır. Bu anlamda, yetkisini bir hükümet sisteminden alan ve etkin bir yaptırım gücüne sahip olan ulusal hukuk sistemlerindeki mahkemelerden farklıdır. Dünya Mahkemesi, bunun aksine devletlerin diğer devletlerle olan ihtilaflarının çözümü için başvurabilecekleri gönüllü bir kurumdur. Hukuki otoritesi tarafların bir şekilde rıza göstermelerine bağlıdır. Burada, örneğin Soykırım Sözleşmesi'ni onaylamak suretiyle katılımcı devletler IX. madde üzerinde uzlaşarak taraflar arasındaki ihtilafların Dünya Mahkemesi'ne müracaatla çözülmesini kabul etmiş oldular. Şayet devletler Dünya Mahkemesi'nin meşruiyetinden şüphe duymuş olsaydılar veya önyargılı olduğundan endişe etmiş olsaydılar bu tür bir hüküm Soykırım Sözleşmesi'ni tartışılmaz hale getirirdi.
Mahkeme, Sırpları tamamen aklamıyor...

Dünya Mahkemesi'nin hukuki bir kurum olarak kimliği hakkındaki bu endişeye ilaveten soykırım suçu ile alakalı güçlendirici meseleler de mevcuttu. Uluslararası hukukçular arasında genellikle medya ve kamuoyunun sivillere yönelik yaygın herhangi bir katliamı Soykırım Sözleşmesi'nde tanımlandığı şekliyle suçun özelliklerini dikkate almaksızın 'soykırım' veya 'katliam' olarak yaftalama eğilimine karşı bir tepki mevcuttur. Hukuki kavramsallaştırma II. maddede belirtilen bir dizi eylem vasıtasıyla 'bir ulusal, etnik, ırkî veya dinî grubu bütünüyle veya kısmen ortadan kaldırmak için' belli bir niyetin ikna edici bir şekilde gösterilmesine ihtiyaç duyar. Bu açıdan, karar 'etnik temizlik' ile 'soykırım'ı birbirinden ayırarak Bosnalı Müslümanları Sırp Cumhuriyeti'ne ait olduğu iddiasıyla Bosna topraklarını terk etmeye zorlamak için korkunç usullere başvurulmasının, burada veya bir başka yerde soykırım olmadığını karara bağlamış; bununla birlikte hadisenin muhtemelen insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları komisyonlarının ilgi alanına girmesi gerektiği düşünülmüştür. Zorla malından mülkünden etmek için tasarlanan ve bu tür bir niyet taşıdığı kabul edilen aşırı derecede istismara yol açan bir dizi uygulama sözleşmenin kapsamı çerçevesinde bir soykırım özelliği taşımamaktadır. Dünya Mahkemesi'nin çoğunluğu Sırpların yaptığı kötülüklerin delillerini en ayrıntılı bir şekilde tasvir ederek Srebrenitsa dışında mevcut delillerin hukuki anlamda bir soykırım sonucunu desteklemediğini göstermek için kararı satır araları tek boşlukla 171 sayfa tutacak şekilde ayrıntılı olarak izah etmektedir. Aynı şekilde kararda mahkemeden sadece soykırımın yapılıp yapılmadığının belirlenmesinin talep edildiği ve sivil bir mahkeme olarak herhangi bir hadisede uluslararası suçların faili olan kişileri teşhis edecek yetkiye sahip olunmadığı, bu görevin ceza mahkemelerinin yetkisi dahilinde olduğu belirtilmektedir. Bu hadisede, her ikisi de Lahey'de bulunan BM Güvenlik Konseyi tarafından 1992'de eski Yugoslavya için oluşturulan Uluslararası Ceza Mahkemesi ile daha genel olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) Sırplar tarafından işlendiği iddia edilen suçların teşhisini yapabilecek yetkiye sahip olan ilgili mahkemelerdir. ICC muhtemelen yetkisi kuruluş tarihi olan 2002'den önce işlenmiş suçları kapsamadığı için bu konuda kullanılamayacaktır.

Yine de, bu durumda bile Dünya Mahkemesi tarafından katı bir hukuki test uygulanmasına rağmen Sırbistan niçin soykırım meydana geldiği kabul edilen Srebrenitsa'dan sorumlu tutulamaz? Burada bile mahkeme çekingen davranarak bağımsız bir devlete karşı olumsuz bir karar vermemeye meyletmektedir. Karar çoğunlukla Sırpların askerî güçler ile paramiliter güçler üzerinde kontrole sahip olması nedeniyle hukuki sorumluluğun zorunlu olarak Belgrad'a aitmiş gibi gösterilmesinin mümkün olamayacağında ısrar etmektedir. Karar Srebrenitsa'daki soykırımdan Sırpların sorumlu olduğu ile ilgili güçlü suçlayıcı dokümanlar ile oldukça kuvvetli delillere rağmen böyledir ve davacı taraf olan Bosnalıların şikayetleri delillerin değerlendirilme şeklini değiştirmemektedir.

Diğer soykırım davaları için bir örnek mı?

Fakat, aslında hukuki kimliğiyle Dünya Mahkemesi, Sırpların bu durumdan tamamen sıyrılmalarına da izin vermemiştir. Karar I. maddede yer alan "sözleşmenin tarafları"nı ilgilendiren soykırım suçunun "engellenmesi ve cezalandırılması taahhüdü" ile ilgili yükümlülükleri ciddi olarak ele almaktadır. Burada sözü edilen yükümlülüğün Bosna ile ilgili olan ve bizim daha geniş anlamda örneğin Darfur gibi soykırımdan söz edilen diğer örneklerle ilgili olarak devletlerin hukuki sorumlulukları hakkındaki anlayışımızın iki uygulaması söz konusudur. Dünya Mahkemesi tarafından Sırbistan'ın Srebrenitsa'da meydana gelen soykırımın ortaya çıkmasını önlemek için yapabileceği bir görevi bulunduğu ve Bosna'daki Sırp siyasi liderleri ve askerî güçleri ile ilgili yeterli bilgiye ve etkiye sahip olduğu, ancak bunu yapmaktan imtina ettiği, dolayısıyla Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiği kabul edildi. Benzer şekilde Sırbistan'da olduğu bilindiği halde General Mladiç'i tutuklamayı ve yargılanmak üzere ICTY'ye teslim etmeyi reddetmesi, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'nin haklı olarak soykırım yapmakla suçlananların cezalandırılmalarını sağlamak için hukuki açıdan gerekli adımları atma sorumluluğunu yerine getirmemesi bu konuda bir başarısızlık teşkil etmektedir.

Muhalif hâkim El-Hasavne, metoda ve değerlendirmeye aşırı bir şekilde karşı çıkmıyor. O da bir şekilde Sırp davranış şekillerinden hukuki bir sorumluluk neticesinin çıkarılmasını arzu ediyor ve daha da önemlisi mahkemenin ulaşabileceği dokümanter delilleri bilinir hale getirmekteki Sırpların başarısızlığının soykırım amacıyla ilgili olarak Bosna üzerine yüklenen delillendirme yükünü hafiflettiğine inanıyor. Bu açıdan, hâkim el-Hasavne'nin görüşü, dünya kamuoyunun kanaatine hâkimlerin büyük çoğunluğu tarafından ulaşılan karardan çok daha yakın bir şekilde benzemektedir, fakat hâkimler arasındaki daha sınırlı bulgular konusundaki desteğin sınırı en azından reddedilmeden önce anlaşılmalıdır. Bunun ötesinde, Dünya Mahkemesi'nin ne tür bir mahkeme olduğunu dikkate alma ihtiyacının yanında, Sırplara yönelik suçlamalarla ilgili olarak alınan bu kararla ortaya çıkan durumda açıkçası bütün devletlerin halen sürmekte olanlar ile tarihî soykırım örneklerini engellemek ve cezalandırmak konusunda hukuki bir mesele olarak ne yapıyor olmaları gerektiğini düşünmelerine yönelik bir vesile mevcuttur.


(*) Bu yazıyı Zaman için kaleme alan Prof. Falk, dünyaca ünlü uluslararası ilişkiler hocasıdır. Princeton Üniversitesi öğretim üyesi olan ve Filistin Raporu büyük yankı uyandıran Falk, değişik dillerde yayınlanmış çok sayıda kitap ve makalesiyle bilinmektedir.


19.03.2007
http://www.zaman.com.tr/yorum_yorum-richard-falk-hukukcularin-adaleti-adalete-karsi_515370.html



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder