Murray Bookchin
Bugünün yaşamtarzı anarşizminde göze çarpan en zorlayıcı yön,
düşünme yerine doğrudanlığa, akıl ile gerçeklik arasında saf, birebir
bir ilişkiye olan düşkünlükleridir. Bu tür bir doğrudanlık, yanlızca özgürlükçü
düşünceyi farklı ve dolayımlı fikirlerden muaf kılmakla kalmaz, aynı zamanda
akılcı çözümlemeyi ve dolayısıyla akılcılığın kendisini engeller.
İlkelci
yaşamtarzı anarşistlerinin bakış açısından; insanlar ancak, insan dışı doğaya
müdahale etmek yerine uyum sağladıklarında, ya da akıl, teknoloji, uygarlık ve
hatta konuşmadan kurtularak, belki de "doğal haklar" ile donatılmış
olarak, içten ve ille de akılsız, "çoşkulu" bir durumda, varolan
gerçeklikte uysal bir "uyum" içinde yaşadıklarında en iyi
zamanlarındadırlar. T.A.Z.,Fifth Estate, Anarchy: A Journal of
Desire Armed ve Michael William'ın çıkardığı Stirnerci Demolition Derby gibi
lümpen "fanzin"lerin hepsi, içinden "düşmüş" olduğumuz,
dolayımsız, tarihdışı ve uygarlık karşıtı bir "ilkelliğe"; çeşitli
şekillerde "doğanın bağları", "doğal yasa" ya da doymak
bilmez egomuz tarafından yönetildiğimiz bir mükemmellik ve "otantiklik"
durumuna odaklanır. Tarih ve uygarlık, "endüstri toplumu"nun,
otantikliğin uzağına düşmesinden başka birşey değildir.
Daha
önce de ileri sürdüğüm gibi, kökenleri gerici romantizme kadar izlenebilen
"otantiklikten düşüş" mitosu, en son olarak da, sonraki faşist
eserlerinde varlık ve zaman'da gizli kalan Völkish
"spiritüalizm"i01 açıkça ortaya çıkan Martin
Heidegger'in felsefesinde bulunur. Bu görüş şimdi, bir "yeşil Adolf"
tarafından "kurtarılma" isteğini pek de saklamayan Rudolf Bahro'nun
anti-demokratik yazılarında ve derin ekolojistler tarafından oltaya atılan
politik olmayan ekolojik spiritüalizm ve "kendini tamamlama"
arayışlarında bol bol bulunan dinginci mistizmden besleniyor.
Sonunda
bireysel ego; tarih ve oluşu, demokrasi ve sorumluluğu dışlayarak gerçeğin yüce
tapınağı haline gelir. Gerçekten de, bu tür bir toplumla yaşanan ilişki,
herşeyi yutan bir narsizm tarafından öylesine kısıtlanırki; bu narsizm;
birliği, kendi tatmini için tepinerek ortaya attığı talep ve iddialardan ibaret
bir egoya dönüştürür. Vecd02 ve arzu, yetiştirme ve tarihsel
gelişimin ürünleri değil de, toplumsal olmaktan çıkmış bir dünyada baştan beri
görünen, doğuştan gelen itkilermiş gibi; uygarlıktan kurtuluşun nihai olarak
gerçekleşmesi şeklinde somutlaşan, bu egonun arzularının vecd halinde kendi
kendini gerçekleştirmesini engeller.
Stirnerci
küçük burjuva ego gibi, ilkelci anarşizm de, toplumsal kurumlara, politik
örgütlere ve radikal programlara, özellikle de incelediğimiz tüm yazarların
otomatik olarak devlet işi ile özdeşleştirdiği toplumsal bir alana hiç yer
vermez. Tek tük olan, sistematik olmayan, sürekli olmayan ve sezgisel olan;
tutarlı, amaçlı, örgütlü ve akılcı olanı; yani bir "fanzin" ya da
broşür yayınlamaktan -başka tüm sürekli ve örgütlü eylemleri gölgede bırakır.
Hayal gücü akla, arzu teorik tutarlılığa, sanki bunlar birbiriyle temlden
çelişiyormuşçasına karşı tutulur. Goya'nın, akıldan yoksun hayal gücünün
canavarlık yarattığı yolundaki uyarısı, hayal gücünün, farksız bir
"teklik"ten dolaysız bir deneyimle ortaya çıktığı izlenimini verecek
şekilde değiştirilir. Aynı şekilde toplumsal doğa, biyolojik doğanın; yenilikçi
insanlık, uyumcu hayvanlığın; zamansallık, uygarlık öncesi sonsuzluğun; tarih
arkaik bir döngüselliğin içinde yok edilir.
Her
geçen gün ekonomik zulmü daha katı ve pervasız hale gelen bir burjuva
gerçekliği, yaşamtarzı anarşizmi tarafından kurnazca değiştirilerek, kendi
isteklerine düşkünlük, iptidailik, disiplinsizlik ve tutarsızlık dizgelerine
dönüştürülür. 1960'larda Durumcular, "gösterinin teorisi" adı
altında, aslında teorinin şeyleşmiş bir gösterisini üretmişlerdi; ama onlar en
azından estetizmlerine birazcık denge kazandıran, işçi konseyleri gibi örgütsel
düzeltmeler önermişlerdi. Yaşamtarzı anarşizmi, yeni bir hareket kaygısı
duymadan örgütlülüğe, programlı bağlılığa ve ciddi toplumsal çözümlemeler
saldırarak, Durumcuların en kötü özelliklerini taklit etmekte. 1960'ların
kalıntıları gibi, (Zerzan tarafından "doğanın sınırları" diye yeniden
adlandırılan) egonun sınırlarında amaçsızca dolanmakta ve bohem tutarsızlıktan
bir fazilet çıkarmaktadır.
En
üzücüsü de, kendiyle meşgul estetik çılgınlıklarının, bir zamanlar toplumsal
bağlam iddiasında bulunabilecek ve özgürlüğe dair uzlaşmaz bağlılığıyla tarihindışında,
öznel alanda değil, ancak tarihin içinde, nesnel alanda ağırlığa sahip
olabilecek Sol özgürlükçü bir ideolojinin toplumcu özünü önemli ölçüde
aşındırmasıdır. Marx ve yandaşları bırakıp gittiğinde, anarko-sendikalizm ve
anarko-komünizmin koruduğu Birinci Enternasyonal'in önemli talebi "Haklar
görevsiz, görevler haksız olmaz" talebiydi. Geçmişe dönüp baktığımızda, bu
slogan kuşaklar boyunca toplumsal anarşist olarak nitelendirdiğimiz
dergilerin logolarını süsledi. Bugün ise aynı slogan, "silahlanmış"
arzu adına temelde benmerkezci talep ya da Taocu düşünce ve Budist
Nirvana'larla temelden çelişiyor.
Toplumsal anarşizm insanlara devrim için
ayaklanmaları ve toplumun yeniden yapılanmasını istemeleri çağrısında
bulunurken, yaşamtarzı anarşizminin altkültürünü oluşturan hiddetli küçük
burjuvalar, süreksiz başkaldırı ve Deleuze ile Guattari'nin deyişiyle, kendi
"arzulayan makineleri"nin tatmin edilmesi çağrısında bulunuyorlar.
Klasik
anarşizmin (yokluğunda kendini gerçekleştirme ve arzuların karşılanmasının,
yanlızca içgüdüsel boyutuyla değil, tüm boyutlarıyla varolamayacağı) toplumsal
mücadeleye olan tarihsel bağlılığından geri çekilişine kaçınılmaz olarak
deneyim ve gerçekliğin feci bir mistifikasyonu eşlik ediyor. Neredeyse fetişist
bir biçimde özgürleşmenin lokomotifi olarak tanımlanan ego, bırakınız yapsınlar
bireyciliğinin "egemen bireyi" ile özdeş hale geliyor. Toplumsal
değerlerinden ayrılarak, özerkliğe değil, burjuva girişimciliğinin heteronom
"benliğine" ulaşıyor.
Aslında
ego, egemen benliğiyle özgür olmak bir yana, bireysel özgürlük efsanesini
amansız sermaye birikiminin amansız birikim yasalarını gizleyen diğer bir fetiş
haline sokarak, görünüşte anonim pazar yasalarına -rekabet ve sömürünün
yasalarına- sıkı sıkıya bağlıdır. Aslında yaşamtarzı anarşizmi, mistifikasyona
yol açan ek bir burjuva aldatmacası olarak ortaya çıkıyor. Havarileri, borsa
hareketlerinden; burjuva ticaretinin fiyat dalgalanmaları ve günlük
gerçeklerinden daha "özerk değildir. Tüm özerklik iddialarına rağmen,
elinde bir tuğla olsun ya da olmasın bu orta sınıf "asisi", gıda
kooperatiflerinden kır komünlerine, modern toplumsal yaşamın tüm sözde
"özgür" alanlarını işgal eden gizli pazar kuvvetlerine tümüyle
mahkumdur.
Kapitalizm
bizi girdabına almıştır -yanlızca maddi açıdan değil, kültürel açıdan da. John
Zerzan'ın, onun gibi bir teknoloji düşmanının evinde televizyon görmekten ötürü
şaşırmış bir röportajcıya verdiği unutulmaz cevapta dediği gibi: "Tüm
diğer insanlar gibi, ben de uyuşturulmalıyım" [1].
Yaşamtarzı
anarşizminin, "uyuşturucu" bir kendini aldatmaca olduğu en iyi, Max
Stirner'inThe Ego and His Own adlı kitabında görülebilir; burada, kutsal
"benliğin" tapınağında egonun "biriciklik" iddiası, John
Stuart Mill'in liberal softalıklarını kat kat aşar. Aslında, egoizm, Stirner
ile birlikte bilgi teorisinin bir sorunu haline gelmiştir. Ego and His Own'u
dolduran çelişkiler ve üzüntü verici bir biçimde tamamlanmamış ifadeler
labirentinde yolunu bulan insan, Stirner'in "biricik" egosunun bir
efsane olduğunu, çünkü kökenlerinin görünüşte "öteki"nde -toplumun ta
kendisinde- bulunduğunu anlar. "Hakikat senin gibi adım atamaz" diye
egoiste seslenir Stirner, "hareket edemez, değişemez, gelişemez; hakikat
herşeyi senden bekler ve alır ve senin sayende vardır; çünkü o yanlızca
-senin kafandadır [2]. Stirnerci egoist, aslında nesnel gerçekliğe,
toplumsallığın olgusallığına ve böylece de kökten toplumsal değişikliğe,
burjuva pazarlarının saklı canavarlarının ortasında kişisel tatminin ötesine
geçen tüm etik kriterlere ve ideallere veda eder. Bu dolayım eksikliği, somutun
varlığının yanısıra, Stirnerci egonun kendi otoritesini de sarsar -benliğin
toplumsal kökenlerini ve tarih içindeki oluşumunu göz ardı edecek kadar
kapsayıcı bir iddia.
Stirner'den
bağımsız olarak Nietzsche, olgusallığı (facticity) ve hakikatın gerçekliğini
silerek, bu hakikat görüşünü mantıksal sonucuna götürdü: "O zaman hakikat
nedir ?" diye sordu. "Eğretileme, düzdeğişmece ve insanbiçimciliğin
hareketli bir ordusu -kısaca; çoğaltılmış, yerleri değiştirilmiş, şiirsel ve retorik
olarak süslenmiş bir insan ilişkileri toplamı [3]. Stirner'den daha açık sözlü
olarak Nietzsche, olguların sadece yorumlardan ibaret olduğunu iddia etti;
sahiden de "yorumların ötesinde bir yorumcuya gerek var mı ?" diye
sordu. Görünene göre değildi, çünkü bu bile "bir icat, hipotez" idi
[4]. Nietzsce'nin amansız mantığını devam ettirdiğimizde, yanlızca kendi
gerçekliğini yaratmakla kalmayan, aynı zamanda bir de kendi varlığını,
basit bir yorumdan fazla olarak haklı çıkarmak zorunda olan bir benlik ile
başbaşa kalırız. Böyle bir egoizm, egonun kendisini de yok eder; ego,
Stirner'in dile getirilmemiş öncüllerinin sisleri içinde kaybolur.
Benzer
şekilde tarihten, toplumdan ve kendi "eğretilemeleri" dışında kalan
olgusallıktan sıyrılmış yaşamtarzı anarşizmi, gizli arzularıyla egonun,
mantıksal soyutlamalar içinde buharlaşmak zorunda olduğu toplum dışı bir alanda
yaşıyor. Ancak, egoyu sezgisel bir dolayımsızlığa indirgemek; kökenlerini sırf
hayvanlığa, "doğanın sınırları"na ya da "doğal yasa"ya bağlamak,
-ego sürekli geliştirici bir tarihle, yani, salt olaylardan daha
fazlasından oluşuyorsa- egonun ilerleme ve gerileme, zorunluluk ya da özgürlük,
iyi ve kötü, -evet !- uygarlık ve barbarlığın standartları için bir rehber
olarak akıldan yaralanması gereken bir tarihin ürünü olduğu gerçeğini göz ardı
etmek anlamına gelecektir. Kısacası, bir taraftan mutlak tekbencilik
sürülerinden, diğer taraftansa "benliğin sırf bir "yorum" olarak
kaybından kaçınmaya çalışan bir anarşizm, açıkça toplumcu ya da kolektivist olmalıdır.Yani,
toplumsal yaşamın önkoşullarından kaçınan, göçebe, uçucu bir ego yolu ile
değil; örgütlenme ve karşılıklı sorumluluk yoluyla özgürlük arayan toplumsal
bir anarşizm olmalıdır.
Açıkça
söylemek gerekirse; hiçbir zaman kendini gerçekleştirmenin arzunun karşılanmasının
önemini reddetmemiş olan anarko-sendikalizmle anarko-komünizmin sosyalist
soyuyla, -toplumsal etkisizliği, hatta toptan toplumun inkarını teşvik eden-
yaşamtarzı anarşizminin temelde liberal, bireyci soyu arasında, bunları
birbirinden ayıran, tümüyle farklı amaçları, yöntemleri ve temellerinde yatan
felsefelerini görmezden gelmediğimiz sürece aşılamayacak bir uçurum vardır.
Stirner'in kendi projesi aslında, Wilhelm Weitlig ile Moses Hess'in
sosyalizmine karşı giriştiği egoizme de tam sosyalizmin karşıtı olarak
başvurduğu bir tartışmada ortaya çıkmıştır: "[Stirner'in verdiği] Mesaj,
genel devrim yerine kişisel başkaldırıydı" diye takdirle gözler J Martin
[5]. Bugün kökenlerini tarhselcilik, bireyin toplumsal oluşumu ve akılcı bir
topluma olan bağlılığından alan toplumsal anarşizmden farklı olarak, varlığını
yaşamtarzı anarşizmi ve onun yuppie takipçileri arasında sürdüren bir karşı
konum.
Yaşamtarzı
"fanzin"lerinin her bir sayfasında bir arada bulunan bu karışık
mesajların uyumsuzluğu, kıvranmakata olan küçük burjuvaların ateşli sesini
yansıtmaktadır. Eğer anarşizm toplumcu özünü ve kolektivist amacını kaybederse,
özgürlükçü bir program, politika ve örgütlenmenin ikamesi olarak estetizm, vecd
ve arzuya ve de yersiz bir şekilde Taocu dingincilikle Budist kendini yok
etmeye doğru sürüklenirse; toplumsal yenilenme ve devrimci bir görüş yerine
toplumsal çürümeyle hırçın, egoist bir başkaldırıyı temsil eder hale gelecek.
Daha da kötüsü, şimdilerde ergenlik çağında ya da yirmil yaşlarında olan
kuşağın zenfin üyelerini zaten kasıp kavurmakta olan mistisizm dalgasını
besleyecek. Yaşamtarzı anarşizminin, radikal toplumsal bir oluşumda elbette
övgüye değer olan, ancak burada utanç verici bir biçimde
"büyücülük" ile karıştırılmış olan vecd duygusu, akılcı ve diyalektik
bir şekilde dünyanın farkında olmayı sağlamak yerine, ruhların, hayaletlerin ve Jung'unkine benzer arketipler03 aleminde kaybolmaya neden oluyor.
Tipik
bir şekilde, yaygın olarak okunan yabani bir Amerikan anrşist dergisi olan Alternative
Press Review'in yakın zamanlarındaki bir sayısının (Sonbahar 1994)
kapağını, tahminen girdap gibi dönen galaksilere ve New Age takım taklavatına
karşı, Nirvana huzurunun hareketsizliğine sahip bir biçimde duran üç başlı bir
Budist tanrısı süslemekte -bir New Age butiğinde, rahatlıklaFifth Estate'in
"Anarşi" posterine eklenebilecek bir görüntü. Kapağın içinde bir
figür sesleniyor: "Life Can Be Magic When Start to Break Free"
(Özgürleşmeye Başladığımızda Yaşam Büyülü Olabilir) -Magic sözcüğündeki A
daire içinde. Buna karşı şu soruları sormak zorundayız: Nasıl ?, Ne ile
? Derginin içinde Glen Parton tarafından yazılmış (David Foreman'ın Wild
Earth dergisinden alınmış) olan bir derin ekoloji yazısı var; başlığı
"Vahşi Benlik: Neden İlkelciyim?"; yazıda "yaşam şekilleri
önceden verili olan doğaya uyan"" "ilkel halklar" övülüyor,
Neolitik devrime ağıtlar yakılıyor ve "birincil görevimiz",
"uygarlığımızı 'yıkıp' vahşiliği yeniden kurmak" olarak belirleniyor.
Dergideki sanat çalışmaları, kabalığı yüceltiyor -bol bol insan kafatası ve
yıkıntı görüntüleri. Black Eye'dan alıntılanan, derginin en uzun yazısı
"Çöküş" 'te romantik lümpenle birleştiriliyor ve yazının sonunda
neşeyle: "Gerçek bir Roma tatilinin04 zamanı geldi, haydi barbarlara
yardım edin." deniliyor.
Ne
yazık ki barbarlar zaten burada -ve günümüzün Amerikan şehirlerindeki
"Roma tatili" de, eşkıyalık, duyarsızlık, aptallık, ilkelcilik,
uygarlık karşıtlığı, akıl karşıtlığı ve kaos olarak görülen belli dozdaki
"anarşi"den ortaya çıkıyor. Yaşamtarzı anarşizmini, günümüz toplumsal
bağlamında yanlızca ahlâki çöküntüye uğratılmış Siyah gettolarında ya da gerici
Beyaz banliyölerinde değil, ama Kızılderili gençlik çetelerinin birbirini
vurduğu, uyuşturucu satışının başıboş kaldığı ve "Kutsal pencere kayası
anıtını gezen ziyaretçilerin bile çetelerin grafitileriyle karşılandığı (Seth
Mydans, The New York Times, 3 Mart 1995) o görünüşte
"ilkellik" merkezleri olan Kızılderililer'e ayrılmış bölgelerde de
görmeliyiz.
Nitekim,
1960'ların Yeni Sol'unun postmodernizme ve karşı kültürünün New Age
spiritüalizmine kaymasıyla, büyük çapta kültürel bir çöküş yaşandı. Utangaç
yaşamtarzı anarşistleri için, Cadılar Bayramı'na uygun sanat ve kundakçılık
malzemeleri, umudu ve gerçeği anlamayı gittikçe ulaşılmaz bir uzaklığa itiyor.
"Kültürel terörizm"in tuzakları ve Budist cemaatler ile parçalanan
yaşamtarzı anarşistleri, kendilerini Wall Street'te ve şehirde, toplumun en
üstünde bulunan barbarlarla, en altında bulunan kasvetli Avrupa-Amerika şehir
gettolarının açtığı çapraz ateş arasında buluyorlar. Ne yazık ki, bugün içinde
bulundukları çelişki, -şirket pazarlarının bugünlerde hiç de yabancısı
olmadığı- lümpen yaşam şekillerine düzdükleri tüm övgülere rağmen, özgür bir
toplum yaratma ihtiyacından çok, uyuşturucu ve insan vücudunun satışından elde
edilecek ganimetle ve büyük miktardaki kredilerin kimlerin paylaşacağına -o
çöplük bonoları ve uluslararası kurları da unutmayalım- dair vahşi bir savaşla
ilgili.
Saf
hayvanlığa geri dönüş, -ya da "uygarsızlaşma" mı desek-, -özgürlüğe
değil güdüye, zekâdan çok genlerle yönlendirilen "otantikliğe"
bir dönüştür. Geçmişin büyük devrimlerinde gittikçe genişleyen biçimde
dile getirilen özgürlük ideallerine hiçbir şey bundan daha uzak olmaz. Ve
hiçbir şey, DNA gibi biyolojik buyuruculara itaat etme konusunda daha kararlı
ya da kültür ile akılcı bir uygarlık uğruna yapılan mücadelelerin açtığı
yaratıcılık, etik ve karşılıklılığa daha aykırı olamaz. "Vahşilikte"
özgürlük yoktur; eğer bununla tam bir yabanilikle, hayvanlığı şekillendiren
doğuştan davranış modellerinin kurallarını kastediyorsak. Uygarlığı, kendinin
farkında bir özgürlük -duygular kadar akıla da, arzu kadar anlayışa da,
şiir kadar nesire de bahşedilmiş bir özgürlük- yolunda taşıdığı büyük
potansiyele gerekli önemi vermeden kötülemek, düşüncenin karanlık, zihinsel
yeteneğin ise yanlızca evrimsel bir vaat olduğu hayvanlığın gölgeli dünyasına
geri dönmektir.
NOTLAR:
[1] 7 Mayıs 1995 tarihli The New
York Times'tan alınmıştır. Zerran'dan daha az ikiyüzlü insanlar televizyonun
egemenliğinden kaçıp müzik, radyo oyunları, kitaplar vs. ile ilgilenmeye
çalışmıştır. Sadece televizyon satın almamışlardır !
[2] Max Stirner, The Ego and His
Own (Ego ve Kendisi), derl. James J. Martin, İng. çev. Steven T. Byington,
Libertarian Book Club, New York, 1963, 2. Kısım, 4. Bölüm, C, "My
self-Engagement", syf. 352, vurgu tarafımdan eklenmiştir.
[3] Friedrich Nietzsche, "On Truth and Lie in Extra-Moral Sense" (Üstün Ahlâki Anlamda Doğru ve Yalan Üzerine)(1873; bir kısmı); İngilizceye Walter Kaufmann tarafından çevrilen ve düzeltilen The Portable Nietzsche (Nietzsche Cep Kitabı) içinde, Viking Portable Library, New York, 1959, syf 46-47.
[4] Friedrich Nietzsche, kısım 481 (1883-1888), The Will to Power, (İradenin Gücü), İng. çeviren Walter Kaufmann ve R. J. Hollingdale, Random House, New York, 1967, syf. 267. [5] James J. Martin, editörün girişi, Stirner, Ego and His Own, syf. xviii.
[3] Friedrich Nietzsche, "On Truth and Lie in Extra-Moral Sense" (Üstün Ahlâki Anlamda Doğru ve Yalan Üzerine)(1873; bir kısmı); İngilizceye Walter Kaufmann tarafından çevrilen ve düzeltilen The Portable Nietzsche (Nietzsche Cep Kitabı) içinde, Viking Portable Library, New York, 1959, syf 46-47.
[4] Friedrich Nietzsche, kısım 481 (1883-1888), The Will to Power, (İradenin Gücü), İng. çeviren Walter Kaufmann ve R. J. Hollingdale, Random House, New York, 1967, syf. 267. [5] James J. Martin, editörün girişi, Stirner, Ego and His Own, syf. xviii.
Anarşist
Bakış'ın Notları:
01Evrenin ruhsal bir temele dayandığını ileri süren öğretilerin genel adı, tinselcilik.
02Vecd: Sevgi ve heyecandan doğan çoşkunluk, kendinden geçme.
03Arketip: Nesnelerin oluşmasına örneklik eden ruhsal model, ilkörnek.
04Roma Tatili (Roman Holiday): Başkaldıranın yenilgisinden çıkartılan haz.
01Evrenin ruhsal bir temele dayandığını ileri süren öğretilerin genel adı, tinselcilik.
02Vecd: Sevgi ve heyecandan doğan çoşkunluk, kendinden geçme.
03Arketip: Nesnelerin oluşmasına örneklik eden ruhsal model, ilkörnek.
04Roma Tatili (Roman Holiday): Başkaldıranın yenilgisinden çıkartılan haz.
Kaynak: Murray Bookchin, "Toplumsal
Anarşizm mi, Yaşamtarzı Anarşizm mi" (Çeviren; Deniz
Aytaş), Kaos Yayınları/11, Mayıs 1998, sayfa 71-79.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder