Fernand Braudel
Demek ki
birinci özellik: Uygarlıklar çok, ama çok uzun süreli gerçeklerdir.
İkinci
özellik: Uygarlıklar coğrafyalarıyla belirlenmiş mekana sıkı sıkıya bağlıdır.
Elbette ki en güçlü olan, savaşı kazanan çoğu zaman zayıfın toprağını alır,
oraya yerleşir ve örgütlenir. Ama uzun vadede işler tersine döner. İstisnalar
kuralı pekiştirir: Roma’nın Galya’da başarı sağlaması, Kartaca’nın el çabukluğu
ile Afrika’yı ele geçirmesi ya da Avrupa’nın Amerika’ya başarı ile yerleşmiş
olması, bütün bunlar, daha hiçbir konuda yerine oturmamış bir uygarlığın
dışardan gelene kendini teslim etmesinin örnekleridir. Bu da bize Roma
işgalinden önce Galya’daki kültür düzeyini fazla abartmamak, hiç değilse
Camille Jullian’ın bu konudaki etkileyici heyecanından uzak durmak zorunda
olduğumuzu hatırlatır.
Gelişmiş ve
oturmuş uygarlıkların bağlı oldukları kural (Akdeniz eski temellere dayanan
oturmuş uygarlıkların beğenerek seçtikleri bölgedir) bunların genelde çok yavaş
da olsa çökmekten kurtulamamalarıdır. Aslında kendini kabul ettirmiş her
uygarlık böyle bir durumda, genellikle sadece görünüşte boyun eğerek daha da
bilenir, bilinçlenir ve ödün venmeyen bir milliyetçilik geliştirir. Büyük bir
kısmı Yunan ya da Ortodoks dünyasının egemenliği altında olan Balkan Yarımadası’nın
fethini Türkler 1453-1541 yılları arasında tamamladılar. Türklerin ve onlarla
birlikte İslam’ın yarmadayı terketmesi ancak 1918’de, dört yüz yıllık bir
aradan sonra gerçekleşti. Yalnız unutmamak gerekir ki Latinlere kin besleyen
Yunanlılar başlangıçta Türklerin başarısına yardımcı olmuşlardır. İspanya’yı
711’de ele geçiren Müslümanlar’ın egemenliği ancak yedi yüzyıl sonra 1492’de
Gırnata’nın alınmasıyla son bulacaktır. Burada da başlangıçta işbirlikçiler
vardır. Fakat her iki durumda da ilginç olan, bir uygarlığın yüzyıllar süren
bir tutsaklıktan sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi, kendi benliğine sahip
çıkmasıdır. Daha doğuya gidildiğinde İran topraklarında aynı olay İslam için
geçerli olmuştur.
İskender’in
MÖ 334-329 yıllarında Yakın Doğu’yu fethetmesiyle kurulmuş olan Grek ve Latin
kökenli Doğu’nun tarihi de gerektiğinde aynı savı doğrular. Emile Felix
Gautier’e göre “Bu uzun tarih bin yıla yakın bir dönemi kapsar: Çok uzun bir
zaman, bütün Fransa tarihini içine alacak kadar uzun bir süreyi (634, 636 hatta
641 yıllarındaki Arap fetihlerine kadar). Ve bu binyıl sonunda, Arap kılıçlarının
daha ilk parıltısında birden her şeyin altüst olduğunu, temelden çöktüğünü
görürüz, Yunan dili ve düşüncesi, Batı kadroları, her şey toz duman olmuştur;
bu bin yıllık tarih sanki bölgede hiç yaşanmamış gibidir.”
Karşılaştırırsak,
yüzyıl süren işgal ya da fetihlerin bir ara dönem oluşturduğunu görürüz.
Haçlılar tarafından 1099’da işgal edilen Kudüs’ün Hıristiyanlığı 1187’de son
bulur; Fransız Kuzey Afrika'sı 1830’da ele geçirilmiştir, 1962’deyse artık
yoktur. Kimisi çok uzun, kimisi daha kısa bütün bu süreçler, aynı cinsten bir
dizi sorun halinde karşımıza çıkar. Bu da, ne kadar nazik ve karmaşık da
görünse, uygarlık kavramının bazı olayları açıklayacak güçte olduğunun bir
kanıtıdır. Denizin yüklü geçmişi içinde aceleci bir yolcunun izleyebileceği tek
yol, bu kavramın onun önüne serdiği sonsuz yollardır.
O halde,
daha önce de ileri sürdüğümüz gibi, yalnız çatışan uygarlıkların üzerinde
durmak gerekir, olayların özetlenmesi bunların birer kilometre taşıdır.
Marathon savaşı (490): Bir yanda kendi içinde bölünmüş, Küçük Asya kıyılarından
Sicilya’ya kadar dağılmış durumdaki Yunan dünyası, öte yandan Ege Denizi’nden
Hindistan’a kadar uzanan “sınırsız Pers İmparatorluğu”. Roma’nın, Kartaca’ya karşı verdiği, MÖ 146 yılına
kadar süren savaş “özünde denizci ve tüccar olan bir halkla, her şeyden önce
kara insanı, savaşçı ve köylü” olan bir halkın çatışmasıdır. Bu arada Kartaca
kazansa, kendi uygarlığını bütün Akdeniz’de yaysa ve onun kuşkusuz dipsiz
uçurumlarla dolu derin sularını herkesin önüne serseydi ne olurdu diye bazı
tahminlerde bulunulabilir. Ama Kartaca kazanmadı...
Haçlılar: İnebahtı’da 7
Ekim 1571’de Kutsal İttifak’ın (Venedik, Papalık, İspanya) Don Juan de Austria
kumandasındaki filosu, Korinthos körfezinin girişinde, daha kesin bir deyişle,
Patrai körfezinde tarihin en büyük kadırga savaşında Türk “Armada”sını perişan
etti. Devlerin bu kısa süren savaşı “gün doğarken başladı, ikindi üzeri sona
erdi.” (Robert Mantran)
Kimisi kısa
(Marathon, İnebahtı) kimisi uzun süreli (Pön savaşları, Haçlı seferleri) bu
çatışmalar, uygarlıklar dediğimiz güçlü hayvanların birbirlerine ardı ardına
indirdikleri sert ve şiddetli darbelere işaret eder. Öyle ki bu savaşlar,
çatışmalar ve üzerinde durulmaya değer önemli bazı anların yaşandığı daha
başkaları [Tarık’ın 711’de Vizigotları yendiği Cadiz savaşı; Poitiers
muharebesi (735) veya Konstantinopolis’in fethi (l453)] bunları yapanların ve
yapıldıkları yerlerin sınırlarını aşar. Bir yanda bütün Batı vardır (Yunanlılar
ve Latinler) öte yanda bütün Doğu. Bu iki dünya arasındaki anlaşmazlığın
büyüklüğü çatışmaları şiddetlendirir ve ciddiyetini arttırır.
Fernand
Braudel, "Akdeniz: Mekan ve Tarih"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder