9 Aralık 2015 Çarşamba

Braudel: Uygarlıkların Örtüşmesi


Fernand Braudel



Demek ki birinci özellik: Uygarlıklar çok, ama çok uzun süreli gerçeklerdir.

İkinci özellik: Uygarlıklar coğrafyalarıyla belirlenmiş mekana sıkı sıkıya bağlıdır. Elbette ki en güçlü olan, savaşı kazanan çoğu zaman zayıfın toprağını alır, oraya yerleşir ve örgütlenir. Ama uzun vadede işler tersine döner. İstisnalar kuralı pekiştirir: Roma’nın Galya’da başarı sağlaması, Kartaca’nın el çabukluğu ile Afrika’yı ele geçirmesi ya da Avrupa’nın Amerika’ya başarı ile yerleşmiş olması, bütün bunlar, daha hiçbir konuda yerine oturmamış bir uygarlığın dışardan gelene kendini teslim etmesinin örnekleridir. Bu da bize Roma işgalinden önce Galya’daki kültür düzeyini fazla abartmamak, hiç değilse Camille Jullian’ın bu konudaki etkileyici heyecanından uzak durmak zorunda olduğumuzu hatırlatır.

Gelişmiş ve oturmuş uygarlıkların bağlı oldukları kural (Akdeniz eski temellere dayanan oturmuş uygarlıkların beğenerek seçtikleri bölgedir) bunların genelde çok yavaş da olsa çökmekten kurtulamamalarıdır. Aslında kendini kabul ettirmiş her uygarlık böyle bir durumda, genellikle sadece görünüşte boyun eğerek daha da bilenir, bilinçlenir ve ödün venmeyen bir milliyetçilik geliştirir. Büyük bir kısmı Yunan ya da Ortodoks dünyasının egemenliği altında olan Balkan Yarımadası’nın fethini Türkler 1453-1541 yılları arasında tamamladılar. Türklerin ve onlarla birlikte İslam’ın yarmadayı terketmesi ancak 1918’de, dört yüz yıllık bir aradan sonra gerçekleşti. Yalnız unutmamak gerekir ki Latinlere kin besleyen Yunanlılar başlangıçta Türklerin başarısına yardımcı olmuşlardır. İspanya’yı 711’de ele geçiren Müslümanlar’ın egemenliği ancak yedi yüzyıl sonra 1492’de Gırnata’nın alınmasıyla son bulacaktır. Burada da başlangıçta işbirlikçiler vardır. Fakat her iki durumda da ilginç olan, bir uygarlığın yüzyıllar süren bir tutsaklıktan sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi, kendi benliğine sahip çıkmasıdır. Daha doğuya gidildiğinde İran topraklarında aynı olay İslam için geçerli olmuştur.

İskender’in MÖ 334-329 yıllarında Yakın Doğu’yu fethetmesiyle kurulmuş olan Grek ve Latin kökenli Doğu’nun tarihi de gerektiğinde aynı savı doğrular. Emile Felix Gautier’e göre “Bu uzun tarih bin yıla yakın bir dönemi kapsar: Çok uzun bir zaman, bütün Fransa tarihini içine alacak kadar uzun bir süreyi (634, 636 hatta 641 yıllarındaki Arap fetihlerine kadar). Ve bu binyıl sonunda, Arap kılıçlarının daha ilk parıltısında birden her şeyin altüst olduğunu, temelden çöktüğünü görürüz, Yunan dili ve düşüncesi, Batı kadroları, her şey toz duman olmuştur; bu bin yıllık tarih sanki bölgede hiç yaşanmamış gibidir.”

Karşılaştırırsak, yüzyıl süren işgal ya da fetihlerin bir ara dönem oluşturduğunu görürüz. Haçlılar tarafından 1099’da işgal edilen Kudüs’ün Hıristiyanlığı 1187’de son bulur; Fransız Kuzey Afrika'sı 1830’da ele geçirilmiştir, 1962’deyse artık yoktur. Kimisi çok uzun, kimisi daha kısa bütün bu süreçler, aynı cinsten bir dizi sorun halinde karşımıza çıkar. Bu da, ne kadar nazik ve karmaşık da görünse, uygarlık kavramının bazı olayları açıklayacak güçte olduğunun bir kanıtıdır. Denizin yüklü geçmişi içinde aceleci bir yolcunun izleyebileceği tek yol, bu kavramın onun önüne serdiği sonsuz yollardır.

O halde, daha önce de ileri sürdüğümüz gibi, yalnız çatışan uygarlıkların üzerinde durmak gerekir, olayların özetlenmesi bunların birer kilometre taşıdır. Marathon savaşı (490): Bir yanda kendi içinde bölünmüş, Küçük Asya kıyılarından Sicilya’ya kadar dağılmış durumdaki Yunan dünyası, öte yandan Ege Denizi’nden Hindistan’a kadar uzanan “sınırsız Pers İmparatorluğu”.  Roma’nın, Kartaca’ya karşı verdiği, MÖ 146 yılına kadar süren savaş “özünde denizci ve tüccar olan bir halkla, her şeyden önce kara insanı, savaşçı ve köylü” olan bir halkın çatışmasıdır. Bu arada Kartaca kazansa, kendi uygarlığını bütün Akdeniz’de yaysa ve onun kuşkusuz dipsiz uçurumlarla dolu derin sularını herkesin önüne serseydi ne olurdu diye bazı tahminlerde bulunulabilir. Ama Kartaca kazanmadı... 

Haçlılar: İnebahtı’da 7 Ekim 1571’de Kutsal İttifak’ın (Venedik, Papalık, İspanya) Don Juan de Austria kumandasındaki filosu, Korinthos körfezinin girişinde, daha kesin bir deyişle, Patrai körfezinde tarihin en büyük kadırga savaşında Türk “Armada”sını perişan etti. Devlerin bu kısa süren savaşı “gün doğarken başladı, ikindi üzeri sona erdi.” (Robert Mantran)

Kimisi kısa (Marathon, İnebahtı) kimisi uzun süreli (Pön savaşları, Haçlı seferleri) bu çatışmalar, uygarlıklar dediğimiz güçlü hayvanların birbirlerine ardı ardına indirdikleri sert ve şiddetli darbelere işaret eder. Öyle ki bu savaşlar, çatışmalar ve üzerinde durulmaya değer önemli bazı anların yaşandığı daha başkaları [Tarık’ın 711’de Vizigotları yendiği Cadiz savaşı; Poitiers muharebesi (735) veya Konstantinopolis’in fethi (l453)] bunları yapanların ve yapıldıkları yerlerin sınırlarını aşar. Bir yanda bütün Batı vardır (Yunanlılar ve Latinler) öte yanda bütün Doğu. Bu iki dünya arasındaki anlaşmazlığın büyüklüğü çatışmaları şiddetlendirir ve ciddiyetini arttırır.

                                                                       
Fernand Braudel, "Akdeniz: Mekan ve Tarih"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder