08.Eylül.2006
Gülay Göktürk
Şahin Alpay'ın dünkü Zaman Gazetesi'nde yayınladığı "Çokkültürcülük tartışması" öteden beri hassas olduğum bir konuyu "kaşıdığı" için tartışmaya katılmadan duramazdım.
Alpay yazısında Avrupa'da ve ABD'de bu kavram çerçevesinde yürüyen son tartışmaları aktarıyor. Çokkültürcülüğün tarihi olarak tekkültürcü (asimilasyonist) yani farklı etnik, dilsel ve dinsel kökenlerden yurttaşları tek bir kültür potasında eritme politikalarının toplumları bütünleştirmede gösterdiği başarısızlık karşısında, alternatif bir kültür politikası olarak ortaya çıktığını anlatıyor. Ancak son yıllarda Avrupa'da farklı kültürlerden gelen göçmenlerin, özellikle de Müslümanların toplumla bütünleştirilmesinde karşılaşılan sorunların kültür politikaları üzerine tartışmayı alevlendirdiğini söyledikten sonra, özetle bu tartışmaları aktarıyor.
Gülay Göktürk
Şahin Alpay'ın dünkü Zaman Gazetesi'nde yayınladığı "Çokkültürcülük tartışması" öteden beri hassas olduğum bir konuyu "kaşıdığı" için tartışmaya katılmadan duramazdım.
Alpay yazısında Avrupa'da ve ABD'de bu kavram çerçevesinde yürüyen son tartışmaları aktarıyor. Çokkültürcülüğün tarihi olarak tekkültürcü (asimilasyonist) yani farklı etnik, dilsel ve dinsel kökenlerden yurttaşları tek bir kültür potasında eritme politikalarının toplumları bütünleştirmede gösterdiği başarısızlık karşısında, alternatif bir kültür politikası olarak ortaya çıktığını anlatıyor. Ancak son yıllarda Avrupa'da farklı kültürlerden gelen göçmenlerin, özellikle de Müslümanların toplumla bütünleştirilmesinde karşılaşılan sorunların kültür politikaları üzerine tartışmayı alevlendirdiğini söyledikten sonra, özetle bu tartışmaları aktarıyor.
Öncelikle belirteyim,
mesele zaten "çokkültürcülük" başlığıyla ortaya konduğu anda, hata
yapılmış, "dava" kaybedilmiş demektir. Çok kültürlülüğü savunmak
başka, "çokkültürcü" olmak başkadır çünkü. O yüzden ben de on yılı
aşkın bir zamandır bir yandan farklı kimliklerin özgürce bir arada yaşamasını
savunurken bir yandan da "çokkültürcülük" eğilimlerine karşı mücadele
ediyorum.
Nedir "çokkültürcülük" eğilimleri derken kastettiğim:
Kimlikler üzerindeki baskılara karşı çıkalım derken başka bir uca savrulup bir
kimlik fanatizmine düşmek, alt kimlikleri yüceltmek, dokunulmaz kılmak, yok
olacaklar, eriyecekler diye ödü kopmak... Ve giderek, bütün insanların ırk dil
din cinsiyet farkı gözetmeksizin eşit olduğunu temel değer olarak kabul etmiş
toplumlarda birilerinin "daha eşit" olduğunu dayatmaya kalkmak;
tarihi hınçların açısını böyle iltimas talepleriyle çıkartmaya çalışmak...
Aradan geçen yıllar, bu tip endişelerin boş kuruntu olmadığını gösterdi ne
yazık ki...
Şimdi özelikle Avrupa "çokkültürcülük" politikalarının
başarısızlığından yakınıyor. Farklı kimliklere yapılan aşırı vurgu, niyet ne
olursa olsun, değişmezliğin ve donmuşluğun bir kez daha vurgulandığı, farklı
gruplar arasındaki duvarların biraz daha kalınlaştığı ve herkesin biraz daha
içe kapandığı bir dünya yaratıyor. Kimlik dediğimiz anda, kendimizin seçmediği,
dolayısıyla değiştiremeyeceği bir özellikten, aşılmaz bir engelden söz
ediyoruz.
Farklı kimliklere böylesine sarılmak farklı grupları, cemaatleri
kaynaştırmıyor, tersine içe kapanmalarına ve fanatikleşmelerine yol açıyor.
Kimliği korumak baş amaç haline geldi mi, karşılıklı iletişimin ve alışverişin
yerini içe kapanma, hasımlık ve düşmanlık alıyor. Hoşgörü... Evet, en iyi
beklentimiz ancak hoşgörü olabiliyor, "çokkültürcü"lerin idealindeki
dünyada... Hoşgörü, güçlünün "dediğim dedik" dayatmasına tercih
edilir elbette. Ama bu kadarcık mıdır insanlığın gidebileceği yer?
"Öteki"yi olduğu gibi kabul etme, değiştirmeye yeltenmeme ve ondan
etkilenmeme vaadiyle yetinebilir miyiz? Bizim herkesin birbirini hoşgörmesine
değil, herkesin birbirini anlamasına, yanlışını burnuna dayamasına,
etkilemesine ve dönüştürmesine ihtiyacı var asıl... Farklı düşünen, farklı
hisseden ve farklı yaşamak isteyen insanların "birbirlerini olduğu gibi
kabul etme" kolaycılığına sapmadan, arada bir kavga dövüş ederek de olsa
tartışmasına ve birbirini etkilemesine...
Çokkültürcülük ve hoşgörü, "öteki"ne
karşı duyguları nötrleştirmeyi öngörüyor. Oysa duygular ilelebet nötr
kalamıyor. Bir arada oluş, zaman içinde kozmopolitizme doğru yol alıp pozitif
duygular üretemezse, kabuk bağlayan yalnızlıklara ve negatif duygulara
dönüşüyor. Dünyanın gidişatına baktığımızda, şu anda ikincisini görüyoruz ne
yazık ki... İçinde doğdukları kozayı delip uçmak yerine, kendi elleriyle kat
kat örmeye, sağlamlaştırmaya devam eden, sonunda da artık delip çıkamaz hale
getirdikleri o kozalar içinde hapis hayatı yaşamaya mahkum olmuş insan
toplulukları... Etnik topluluklar, dinler, cemaatler... Yeni kabilecilik çağı
hepimize hayırlı olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder