İlber Ortaylı
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/b/b9/State_visit_to_Jerusalem_ of_Wilhelm_II_of_Germany_in_1898._General_view_of_street_procession.jpg |
1898 yılı Ekimi'nde Alman imparatoru ailesi ile
birlikte İstanbul-Kudüs yolculuğuna çıktı. İkinci defadır ki Osmanlı ülkesini
ziyaret ediyordu ve bu gezi gerek bir gövde gösterisi olarak, gerekse sağladığı
sonuçlar bakımından Osmanlı İmparatorluğu'nda Almanya'nın nüfuzunu artıran
tarihî bir dönüm noktası sayılır. II. Wilhelm, Bismarck'tan sonra Alman
imparatorluğunun yayılmacı politikasını temsil eden ve yönlendiren bir hükümdar
gibi değerlendirilmemelidir. Fizik bakımdan doğuştan özürlü olmasına rağmen
sert bir askerlik eğitimiyle yetiştirilmiş, şefkatten yoksun büyümüştü.
Veliahtlığında Wilhelm adeta bir hayat mücadelesi vermek zorunda kalmıştı.
Bu özelliğinden dolayı, II. Wilhelm'in kişiliğine olayların gelişmesinde bazı tarihçiler tarafından abartılan bir rol yüklenmektedir. Gerçekte Kayzer'in dünya egemenliği projeleri, buna yönelik girişimleri, yeni Almanya'ya yüklediği tarihî misyon, Alman dış politikasına yön vermiş değildir. Tam tersine yeni Almanya'nın militarist, otoriter ve yayılmacı sistem ve ideolojisi II.Wilhelm'in davranışlarındaki aşırılığa nedendir ve olayların akışını kavrayamayacak kişiliği dolayısıyla da Kayzer, son çağın megaloman, hatalar yapan ve mizah konusu hükümdarı olarak tarihe geçmiştir. Kayzer'in ziyaret ettiği Sultan II.Abdülhamit, Osmanlı otokratik modernleşmesinin tipik temsilcisiydi ve başında bulunduğu 19. yüzyıla ayak uyduramayan, bir toplum ve devletin hayatını günü gününe sürdürme çabasındaydı. Tartışılamayacak bir konu; yeteneklerine rağmen II.Abdülhamid'in gerekli radikal reformlara başlayacak tarihî bir misyonu götüremediğidir. Şark'ın kendine özgü yöntemlerle ayakta durmaya çalışan, zeki senyörü; II. Wılhelm'i, yani yaşadığı dünyayı kavrayamayan, parlak zırhlar kuşanmış acemî bir Charlesmagne'ı misafir ediyordu. Sultan Abdülhamid'in, ülkeyi Birinci Büyük Savaş'a sürükleyen bazı ittihatçı önderler derecesinde Kayzer'e ve Almanya'ya hayran olduğunu sanmak yanlıştır. Ama Sultan, Kayzer'i de Alman diplomasisini de onlardan (Genç Türkler) daha iyi tanıyabildiği halde, Alman yandaşı bir politika izlemekten ve Alman yandaşı görünmekten kaçınmamıştır. Bu eğilim ve tavırdakiler, Osmanlı yöneticilerinin içinde her kesimde vardı.
Bu özelliğinden dolayı, II. Wilhelm'in kişiliğine olayların gelişmesinde bazı tarihçiler tarafından abartılan bir rol yüklenmektedir. Gerçekte Kayzer'in dünya egemenliği projeleri, buna yönelik girişimleri, yeni Almanya'ya yüklediği tarihî misyon, Alman dış politikasına yön vermiş değildir. Tam tersine yeni Almanya'nın militarist, otoriter ve yayılmacı sistem ve ideolojisi II.Wilhelm'in davranışlarındaki aşırılığa nedendir ve olayların akışını kavrayamayacak kişiliği dolayısıyla da Kayzer, son çağın megaloman, hatalar yapan ve mizah konusu hükümdarı olarak tarihe geçmiştir. Kayzer'in ziyaret ettiği Sultan II.Abdülhamit, Osmanlı otokratik modernleşmesinin tipik temsilcisiydi ve başında bulunduğu 19. yüzyıla ayak uyduramayan, bir toplum ve devletin hayatını günü gününe sürdürme çabasındaydı. Tartışılamayacak bir konu; yeteneklerine rağmen II.Abdülhamid'in gerekli radikal reformlara başlayacak tarihî bir misyonu götüremediğidir. Şark'ın kendine özgü yöntemlerle ayakta durmaya çalışan, zeki senyörü; II. Wılhelm'i, yani yaşadığı dünyayı kavrayamayan, parlak zırhlar kuşanmış acemî bir Charlesmagne'ı misafir ediyordu. Sultan Abdülhamid'in, ülkeyi Birinci Büyük Savaş'a sürükleyen bazı ittihatçı önderler derecesinde Kayzer'e ve Almanya'ya hayran olduğunu sanmak yanlıştır. Ama Sultan, Kayzer'i de Alman diplomasisini de onlardan (Genç Türkler) daha iyi tanıyabildiği halde, Alman yandaşı bir politika izlemekten ve Alman yandaşı görünmekten kaçınmamıştır. Bu eğilim ve tavırdakiler, Osmanlı yöneticilerinin içinde her kesimde vardı.
İngiltere'nin Süveyş Kanalı'nı açmasına karşılık,
Almanya da Doğu'ya Bağdat-Basra üzerinden demiryoluyla açılmayı düşünüyordu.
Bağdat demiryolu, Doğu'ya islâm ülkelerine uzanan bir Alman kanalı olacaktı,
imparator 1889'da İstanbul'a ilk geldiğinde, artık bu ülkenin kendisi ile yakın
ittifak ilişkilerine girdiği görülüyordu. Daha ilk gezide Bağdat demiryolunun
Konya'ya kadar uzatılma imtiyazı alınmıştı. II. Wilhelm diplomatik dostluk
gösterileri ile değil, kontrolünden çıkmış dostluk gösterileri ile karşılandı.
Gazeteler aylardan beri imparatorun ziyareti ile meşgul oluyordu, Îkdam
gazetesi; "Osmanlıların cesaret ve mertlik ve yüksek nitelikleri
Almalılarda da vardır. Bu iki millet birbirinin sadeta aynası olarak
yaratılmıştır. Osmanlılar, Alman ismini saygı ve muhabbetle anarlar"
derken, ısmarlama değil, safça bir inançla bu ifadeyi kullanıyordu.
Propagandayı Almanlardan çok Osmanlı basını ve yöneticileri yapmıştı, işte
imparator on yıl sonra, yeniden kendisine kapılarını böyle sonuna kadar açan
bir ülkeye geliyordu. Bu sefer Doğu'ya bir büyük senyör, bir koruyucu pozunda
geldi. Yeni Alman politikası; İngiltere, Fransa ve Rusya'ya karşı kesin bir
tavır almış, Ortadoğu'nun hakimi olmak iddiasını adeta açıklamıştı. Tam bu
sırada İngiltere ve Fransa Afrika'daki Facho'da sorunundan dolayı
çatışıyorlardı. Wilhelm Yakındoğu'da arz-ı endam etme vaktinin geldiğini
anladı.
18 Ekim 1898'de imparator ve imparatoriçe
"Hohenzollern" yatıyla İstanbul'a gelip, top atışları ve "yaşa,
varol" sesleri arasında Dolmabahçe'de karaya çıktılar, ikinci gün İstanbul
müzeleri gezildi, Alman Büyükelçiliği'nde bir kabul resmi düzenlendi,
imparatoriçe aynı gün, çok merak ettiği sarayda Harem'de padişahın eşleri ve
kızlarını ziyaret elti. Üçüncü gün atla İstanbul surları gezilip, başkentteki
elçiler kabul edildi. Nihayet Sultanla uzun bir görüşme ve akşam bir tiyatro
temsili... Dördüncü gün Hereke Halı fabrikası ziyaret edildi, imparator ve
maiyyetine cömertçe halılar hediye edildi. Beşinci gün, padişahın resmi kabulü
ve gala yemeği programı doldurdu. Son gün imparatoriçenin doğum günü kutlandı.
22 Ekim 1898'de imparator ve ailesi Hayfa'ya hareket ettiler, imparator bu
arada, İstanbul’da Alman kolonisini kabul etmiş ve Deutsche Bank Müdürü Dr
Siemens'le uzun uzun görüşmüştü. Görüşme sonunda Siemens, Anadolu demiryolunun
Bağdat'a kadar uzatılma izninin alındığını öğrendi, imparator Alman Lisesi'ni
ziyaretten pek memnun oldu. Buraya kadar imparatorun gezisinin görünüşte
olağanüstü bir niteliği yoktu. Nihayet dost bir ülkenin hükümdarı, Osmanlı
başkentinde tören ve tezahüratla karşılanmıştı, imparatorun asıl Haçlı Seferi
"Hohenzollern" yatı 25 Ekim'de Hayfa'da demirledikten sonra başladı.
Yöneticileri, eşrafı ve ruhanî reisleriyle bütün Suriye, imparatoru görülmedik
bir tantana ile karşıladı. Yol boyu resmî görevliler dışında, Katolik ve Protestan
Alman kolonisi kendisine eşlik elliler, imparatora yüksek rütbeli 127 Osmanlı
memur ve askeri refakat ediyordu. Kendisini karşılamak için Hassa Ertuğrul
Alayı önceden Hayfa'ya hareket etmiş, hepsine yeni üniformalar
giydirilmişti.İmparator ve kalabalık maiyyeti 29 Ekim'de atla Kudüs'e ulaştı,
İmparatoru bu beldede bütün ruhanî reisler karşıladı. O simdi bir hacı
rolündeydi. Ruhanî reislerin hepsine bol bol ihsanlarda bulundu. Sadece
Protestanların değil, Katolik Almanların da imparatoru olduğunu göstermek için,
Katoliklerin ruhanî reisi Kardinal Piavi'ye en yüksek nişanlardan biri olan
Roiher Adlerordcn'i tevcih etli. Katolik misyon reisleri ise;
"imparatorun tarihî toprakları şereflendirmesinden kıvanç duyduklarını ve
gelecek için umutlarının arttığını" belirttiler.İmparator hac seferi
sırasında, Filistin-Alman kolonisinin (Alman Yahudileri dahil) misyon
reisleriyle ayrı ayrı görüştü, her birine vaat ve ihsanlarda bulundu. Ağlama
duvarını, Rum Ortodoks Kilisesi'ni ve hatta Mescidu'l-Aksa'yı bile ziyaret
etli. 31 Ekim'de Kamame Kilisesi (Holy Sepulchre) yanındaki Alınan kilisesini
ayinle açtı (Erlöserkirchc). Bu Kudüs'ün en büyük kilisesi idi ve güzel bir
mimarî parça sayılmasa da bir prestij anıtıydı. Sonra Hayfa'ya hareket etti. 12
Kasım'da Beyrut'ta karaya çıktı. Buradan trenle 13 Kasım'da Şam'a geçti.
Emeviyye Camii'nde Selâhaddin Eyyubî'nin mezarını ziyaret edip onun hatırasına
bir ziyaret plaketi çaktırdı.Şam'da yöneticilerin, "hoşgeldiniz"
söylevlerine cevap olarak meşhur nutkunu verdi: "Burada bütün zamanların en kahraman askeri Sultan Selâhaddin'in
mezarı önündeyim. Majesteleri Sultan Abdülhamid'e misafirperverliğinden dolayı
teşekkür borçluyum. Gerek Majeste Sultan, gerekse Halifesi olduğu dünyanın her
tarafındaki 300 milyon Müslüman bilsinler ki, Alman imparatoru onların en iyi
dostudur.". İmparator, Müslümanların koruyucusu (!) olduğunu böyle
parlak bir şekilde açıklayarak gezinin asıl amacını sergiliyordu. 16 Kasım'da
Beyrut'tan hareket etti. Bu gezi ve imparatorun tutumu, Sultan Abdülhamid'de;
Makedonya, Girit ve Ermeni meselesinde Avrupa büyüklerine karşı kendisini
destekleyecek bir müttefik bulduğu kanaatini pekiştirdi.
Alman basını çok önceden bu geziyi tarihî bir olay
ve siyasî bir atılım diye tanıtmıştı. Daha 1897'de; "imparatorun gelecek
yılki Kudüs gezisi, sadece oradaki Protestanları değil, bütün Küçük Asya'daki
Protestanları çok sevindirecek ve onlara umut verecektir. Bu vakte kadar zayıf
olan Protestan cemaati artık güçlenecektir” deniyordu. İmparator açıkça ve
kendiliğinden Osmanlı Protestanlanın koruyuculuğu rolünü üstleniyordu.
Filistin'deki Alman misyon şefleri, daha geziden çok önce Berlin'e müracaat
etmişlerdi. Örneğin, Templar tarikatının lideri Hoffmann; "İmparator
hepimizin kolonilerini ziyaret edip bize cesaret versin" diyordu.Alman
Protestanları, imparatorun Fransız Protestanlarına da iltifat etmesine hiç
taraftar değillerdi; "Katolik veya Protestan, sadece Almanlar imparatorun
yardımına nail olmalıdır" deniyordu, imparator Kudüs'te Alman
Yahudilerinin de kendisini karşılamalarını istemişti.Önemli olan Filistin
topraklarındaki Almanya kökenli kolonizatörlerdi. Özellikle bu geziden sonra
Alman Dışişleri mütemadiyen kilise, okul, yetimhane gibi kurumlar için Kudüs ve
Filistin'de arazî alımı işlemlerine girişti. Hangi tarikat ve dinden olursa
olsun, Almanya Filistin'e Almanca konuşan kalabalıkların yerleşmesini
isliyordu.
Buna rağmen 11. Wilhelm'in Kudüs gezisi, Alman
basınında bazı tartışmalara da neden olmamış değildir. Milliyetçi liberal
bir Alman gazetesi olan Bacdische Landeszeitung Sultan Abdülhamid'i kastederek;
"Elleri Ermeni kanına bulanmış bir adamın elini imparator nasıl sıkacak?
Bu gezide yatın kömür masraflarını haşmetmeab kendi tahsisatından mı, yoksa
devlet kasasından mı ödüyor?" diye sert bir eleştiride bulundu. Resmî
ideolojiyi savunan Germania bu yazıya; "budala şaşkın liberallerin
zırvası" diye cevap verirken, bir başka liberal gazete Constanzer Zeitung
aynı yazıya; "Ermeniler kendileri suçlu. Abdülhamid olmasa Türkiye ayakta
duramaz. Akıllı bir diplomattır. Gerçekte başbakan da kendisidir. Sınırları
dışında bile halife olarak hürmet görür, imparatorun böyle bir Sultan'a misafir
olması önemli olaydır” diye cevap verdi.
Burada ilginç bir görünüm dikkati çekiyor.
Revizyonist sosyalist parti; Bernstein ve Kautsky gibi liderler II, Abdülhamid
yönetiminin Ermeni politikasına muarızken, Vorvaerts gazetesi ve başredaktörü
Karl Liebknecht daha fazla Osmanlı yandaşı yayın yapıyordu. Çünkü Osmanlı
İmparatorluğu'nu Rusya'ya karşı desteklemek konusunda Karl Marx ve Friedrich
Engels'in Kırım savaşından beri izledikleri politika malûmdur. Balkanlar ve
İstanbul'da Çar'ı görmektense Sultan'ı görmeyi sosyalist gelecek açısından
tercih ediyorlardı.Doğu sorununu Vorwaerts grubu, büyük devletlerin ve
Rusya'nın karışmaması gereken bir alan olarak görüyorlardı.
Dış dünyada imparatorun Doğu gezisi herkesi
endişeye ve hiddete sevk etti. Papalık, Wilhelm'in Katolik koruyuculuğundan
hoşlanmamış ve Fransa'nın bu rolünü tanımaya devam edeceğini belli belirsiz
hissettirmişti. Kudüs'teki Britanya Konsolosu ise, yazdığı raporda;
"İmparatorun ziyaretinin ve bu ziyaret sırasında Osmanlı Hükûmeti'nin
kendisine gösterdiği itibarın ve tanıdığı olağanüstü serbestinin, Alman
İmparatorluğu'nun saygınlığını artırdığını ve Filistin'deki Alman nüfuzunun
genişlemesine neden olacağını" bildiriyordu.
İmparator Filistin'de faaliyette bulunan Alman
misyonlarını teşvik etmiş, onların başarısı için uygun bir ortam hazırlamıştı.
Filistin'de "Jarusalem Verein - Kudüs Birliği", "Evangelische
Bund - Protestan Birliği", "Deutsche Orient Mission - Alman Doğu
Misyonu" gibi cemiyetler 1890'lardan beri faaliyete geçmişlerdi. Bu
cemiyetler Alman Dışişleri'nin desteği sayesinde Protestanlığı Filistin kadar,
Osmanlı Asyası'nın diğer yerlerinde ve hâttâ Rusya'da bile yaymaya
girişmişlerdi. 2 Temmuz 1900 tarihinde Rusya'nın ünlü klerikal gazetesi
Zekıovniye Vedemosti; "Almanların Filistin'de okulsuz şehir
bırakmadıklarını ve Protestanlığın, Almanlar tarafından Rusya'da da fakir
fukara arasında yayıldığını" belirtiyor... Zerkovnıiya Vedemosti devamla;
"300 cemiyet ve 40 milyon mark yıllık bütçe ve Filistin'deki 400 Protestan
misyoner ve 20 Katolik rahiple Almanya başarılı çalışıyor. Bizim Rusların da Filistin'de
23 erkek ve l kız okulu, l hastane ve 4 sağlık ocağı var. Ancak Roma
(Katolikleri kastediyor) ve Töton cemiyetleri üzerinde etkin olmak için çok
güçsüzüz. II. Wihelm, Asya'yı sulh yoluyla fethetmek ve pancermanist
yoldaşlarına enerji aşılamak için Kudüs'e gitti" demekteydi.
İmparator Berlin'e döndüğünde kendisini karşılayan
bakanlarına ve işadamlarına, Sultan'dan kopardığı hediyeleri; Köstence-İstanbul
telgraf haltının inşa imtiyazını, ticarî ilişkilerin yoğunlaşmasını, Anadolu
demiryollarının Bağdat'a kadar uzatılması için Deutsche Bank'a verilen
imtiyazı müjdeliyordu.
Almanya uzmanlarıyla ve silah ticaretiyle Osmanlı
Ordusu'na, demiryollarıyla Önasya'ya ve dolayısıyla siyasal ve sosyal
hayatın her alanına nüfuz edecek döneme girmişti.
İKİNCİ ABDÜLHAMİT DÖNEMİNDE OSMANLI
İMPARATORLUĞUNDA ALMAN NÜFUZU
s: 52-56
http://psi301.cankaya.edu.tr/uploads/files/II%20Abdulhamit%20donemi%20Alman%20Nufuzu.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder