11 Aralık 2015 Cuma

Yazıların Esrarını Çözme Sanatı

C. W. CERAM

Eski yazıları okumak ilk bakışta sihirbazlık gibi görünür. İlkçağa yönelik bilgiler içinde bundan daha akıl sır ermez iş yoktur. Binlerce yıl kum ve moloz altında kalmış yazılardır bunlar. Yazan da, yazanın ulusu da binlerce yıl önce kaybolmuştur. Üstelik bu ulusun bizimle ne soyca bir ilişkisi vardır, ne de tarihçe. Gelgelelim, yazılar yine de okunur.

Bu sihirbazlığın bir iki temel ilkesini açıklamak istiyoruz. Ancak ne kadar çaba harcanırsa harcansın, bu açıklama hiçbir zaman hoş vakit geçirici biçimde yapılamayacaktır. Okuyucunun özellikle dikkat göstermesini ister. Bu yüzden sabırsız olanlara ve Hitit ulusunun yaşantısı hakkında bir an önce bir şeyler öğrenmek isteyenlere şimdilik bu üç bölümü atlamalarını öğütlerim. Daha sonra konuyla ilgili bilgileri biraz daha artmış olarak bu bölümlere dönebilirler .
Ama, konumuzun mantıklı bir sıra içinde gelişimini izlemek isteyen ve bir parçacık kafa yormaktan çekinmeyenler, bu atlamayı yapmadan okumalıdırlar.
Bilinmeyen yazıların okunması sorunu biz buna kısaca çözümleme diyeceğiz başlangıçtan bu yana çok farklı biçimlerde ele alınmıştır.

Latince, ölü bir dildir, fakat bugün pek çok kimse tarafından yazılabilir; iki binyıl önce Romalıların zafer anıtları üstüne yazdıkları yazılar okunabilir; birçokları bunları sadece okumakla kalmazlar, aynı zamanda anlarlar da. Latince, bir ulusun dili olarak Roma İmparatorluğu'yla birlikte göçüp gitti, ama eğitim dili olarak yüzlerce yıl varlığını korudu, günümüze kadar geldi. Ölü bir dil olmasına karşılık onunla ilgili bilgiler asla kaybolmadı.

Böylesine ideal bir durum, eski Doğu dillerinin ve yazılarının çoğunda görülmüyor. Geçen yüzyılın arkeologları toprağın altından sayısız yazılı belge çıkardılar; taş yazıtlar, ki1 tabletler, mühürler, tahtadan kitaplar ve papirüsler.
Bu belgelerin kimisinde bilinen bir yazı vardı, fakat kullanılan dil bilinmiyordu. Kimisinde ise hangi dilde yazıldığı biliniyordu, buna karşılık kullanılan yazı sistemi bilinmiyordu. Bir de öyleleri vardı ki; bilinmeyen dilde, bilinmeyen yazı sistemiyle yazılmışlardı. Bu yetmiyormuş gibi başka bir zorluk daha yüklenmişlerdi, hiç bilinmeyen bir ulusun yazılı belgeleriydiler.

İşte William Wright  Hama Taşları nı duvardan söktüğü an böylesine üç başlı bir muamma karşısında kalmıştı. Taşlarda şimdiye kadar hiç görülmemiş bir yazı sistemi vardı, bilinmeyen bir dil kullanılmış ve bilinmeyen bir ulus tarafından yazılmıştı.

Bu çeşit olaylarla ilgili olarak (Girit yazılarının okunmasında hizmeti görülmüş bir araştırıcı olan) Amerikalı Alice Kober, 194'de haa şöyle konuşmaktaydı: Şu gerçeği aklımızdan çıkarmayalım: Bilinmeyen bir dilde bilinmeyen bir, alfabeyle yazılmış yazı okunamaz!..

Oysa biz, bugün William Wright'ın taşlarında Hitit ulusunun icadı olan bir hiyeroglif yazısının kullanıldığını bilmekteyiz. Bu hiyerogliflerin esrarı hemen hemen çözülmüş, dilleri de hemen hemen öğrenilmiştir.
Muammanın çözülmesi nasıl başarıldı?

Bunu açıklamak için Hitit bilim çalışmalarının başladığı yerden başlamak gerekir. Hareket noktası; Boğazköy metinlerinden biridir. Okunabilen çivi yazısıyla, fakat bilinmeyen bir dilde yazılmıştı.

Eski yazıları çözümleme işinin toparlak hesap 150 yıllık bir geleneği vardır. Georg Friedrich Grotefend ile Jean François Champollion adlarına bağlanan iki klasik çözümleme başarısı, eldeki metinde birden fazla yazı kullanılması ve bu yazılardan  birinin  bilinir cinsten oluşuyla gerçekleştirilmiştir. Çivi yazısını söken Grotefend için bu  bilinir   öğe, ünlü üç Pers kralının adlarının saptanmasıydı. Gerçi ilkin varsayımsaldı, ama daha ilk uygulamada doğruluğu anlaşıldı ve böylece daha sonraki çözümlemelere yol açtı.

Mısır hiyerogliflerini çözümleyen Champollion için bu  bilinir  öğe, okunabilen Grekçe bir metindi. Üç dilde yazılmıştı.  Rozetta Taşı , ya da  Reşit Taşı  denilen bu taşın üstündeki Grekçe metinde yazılı Ptolemeus adının, hiyeroglif metinde özellikle çerçeve içine alındığını saptayınca ilk harfleri elde etti. Buradan hareketle diğer harfleri söktü.

Grotefend olsun, Champollion olsun, çözümlemelerinin çıkış noktalarını, başka ilişkiler nedeniyle bilinen adlara dayandırmışlardır. Bu da bir çözümleme girişimine başlamakta en iyi yolun ad arama olduğunu gösterir.

Bu konuda başka bir yolu da çok yakın bir zamanda Alman bilgini Ernst Sittig bulmuştur. Eski Girit yazılarını çözümlemek için elli yıl uğraşılmış, fakat olumlu bir sonuca varılamamıştı. Bu bilgin ise ordunun şifre çözmede kullandığı matematik istatistik metot ile Eskiçağ filolojisinin dil karşılaştırma ve ad arama metodunu birleştirerek yeni bir yol ortaya koydu.

Ancak, Girit yazılarının başarılı çözümleyicisi, aslında bir mimar olan, genç bir İngiliz, Michael Ventrist oldu. Bunun için uyguladığı metot da klasik adlar okuma yoluydu. Champollion'un zamanından beri  Bilingue  denilen iki dilli bu metinler, yeni keşfedilmiş yazılarla karşılaştıklarında bütün eski dil filologlarının rüyası olmuştu. Bu rüyanın Champollion'un eriştiği nitelikte olanı pek ender görüldü. Zaten gerekli de değildi artık; metotlar adamakıllı incelmişti. İşe ilk başlayan öncüler için hiçbir şey ifade etmeyen noktalardan bugün çok önemli bilgiler elde edilmektedir. Her yeni çözümleme, eski dilleri birbirine bağlayan ilişkiler sistemini biraz daha aydınlatıyor, açıklayıcı bilgileri arttırıyor.

Ne gariptir, eski diller arasında bir zamanlar örülmüş ilişkiler ağının düğümlerini saptamak işi, ilk çözümlemelerden çok önce, 1786'da gerçekleştirilmiştir. Hem de Önasya araştırmalarının bilinen merkezlerinde, Almanya'nın, İngiltere'nin inceleme odalarında değil, Hindistan'da.

Bu ilişkiler ağını eşsiz bir dil yeteneğiyle ilk kez anlayan ve bu anlayışla alabildiğine geniş filolojik keşifleri sağlayan adam, aslında bir hukukçuydu. Kalküta'da Yüksek Mahkeme'nin Başyargıcı'ydı. Boş zamanlarında yaptığı hiç de eski dillerin karşılaştırılması degildi; daha çok Hindu ve Müslüman kanunlarını toplar, bunların çevirisiyle uğraşırdı.

Adı William Jones, 1746'da Londra'da doğmuş, eski diller ve Eskiçağ tarihi öğrenimi yapmış, sonra da Harrow'da, Yakındoğu Dilleri (Farsça, Arapça, İbranice) okutmuştu. Bu işi para bakımından kendisini tatmin etmeyince ayrılıp sırf daha iyi kazanç umuduyla hukuk öğrenimi yapmıştır.

Bu yeni sahasında çok hızlı ve çok parlak bir yükselme göstermesi, onun, yeteneğinin bir belirtisi olduğu gibi, bugün Hint-Avrupa dediğimiz (sadece Almanya'da hala lndo-Cermen denilen) dil akrabalığını ilk kez saptamak gibi tarih bilimlerinin bütün dallarını etkileyen filolojik keşfi yapmış olması, onun zekasının başka bir belirtisidir.

Hint-Avrupa dillerini inceleme sadece genel İlkçağ tarihi bilgisini gerektirmez; ayrıca (büyük göçleri ve ırk karışımlarıyla) etnoloji, eski çağlar coğrafyası (İlk Hint-Avrupa toplum biçimlerinin, aile hukukunun oluşumu ve özellikleriyle) sosyoloji, (Tarihöncesi çağarda bitki ve hayvanların dağılımı, hayvan evcilleştirme hareketlerinin yayılımı ile) hayvanbilim (zooloji) ve bitkibilim (botanik) bilgilerini de zorunlu kılar.

Jones, Hindistan'a atanmamış olsaydı (bu ülkenin edebiyat ve bilim dili olan) Sanskritçe incelemelerine belki de hiçbir zaman yönelemeyecekti. Sanskritçe'den hareketle dillerde saklı bulunan bir iskelet keşfetti; çeşitli dillerin bireysel görünümleri arkasında onların asıl yüzlerini, bir aile oluşturan yüzlerini gördü.

C. W. CERAM,  "Tanrıların Vatanı Anadolu"nun içinde.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder