5 Aralık 2015 Cumartesi

30'larda Irkçılık

16/06/2007 Murat Belge

İkinci Meşrutiyet'le Harb-i Umumî'nin sonu, yani 1908-18 arası 10 yıllık dönem, Yusuf Akçura'nın yazdığı Üç Tarz-ı Siyaset kitabındaki 'tarz'lardan birini daha ciddi ölçüde geçersizleştirdi: bu, 'pan-İslamizm' siyasetidir. Abdülhamid'in İslamcı bir siyaset yaparak imparatorluk içinde tutmayı umduğu, Avrupa kıtasında Arnavutlar ile Asya kıtasında Araplar, bundan böyle talihin yıldızını ulusal çizgide aramak üzere, ayrılıp gittiler. Osmanlılık zaten çoktan bitmişti.

Geriye Türkçülük kalıyordu.

Ama bu, kimin için böyleydi? Şüphesiz intelligentsia için. Geniş halk kitleleri, 'tarz-ı siyaset'in filan farkında değildi.


30'lar, özellikle, Almanya gibi bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de, 'ırk' kavramının her derde deva, her kapıyı açan bir kavram haline geldiği bir dönemdir. Üstelik bu, dün özetlediğim ilk dönem gibi, 'ırk'ın görece 'ulusal-romantik', iyi tanımlanmamış nosyon olduğu bir dönem de değildir. 'Irk'ın 'iyi tanımlanmış' hali ne olabilir? Bu, bilimsel bir kavram olmadığına göre, iyi tanımlanması da zaten mümkün değil.

Evet, 'iyi'den kastım elbette ki 'bilimsel doğruluk' değil. Türkiye'de pek sevilen 'sözde' teriminin tam yerine oturduğu, 'sözde' ya da 'pseudo-bilimsellik'ten söz ediyorum. Bu dönemde, 'renk' gibi etkenler yetersiz kalmaya, 'ırka özgü kan' gibi etkenler biraz biraz gülünçleşmeye başlıyordu bir yandan. Kafa biçimi daha 'gözde' bir araştırma alanıydı.

Açın, Birinci Türk Tarih Kongresi'nin kitabını, Reşit Galib'in, Afet İnan'ın, Şevket Aziz Kansu'nun ve daha birçoklarının konuşmalarını okuyun (tabii, aynı şekilde, İkinci ve Üçüncü Tarih Kongreleri'nin kitaplarını da okuyun). Nasıl bir 'devlet ırkçılığı' yapıldığını görürsünüz.

"... Asiya brakisefallerin ocağıdır. Bunlar Alp adamı tipidirler. Ve Türk de bu tiptir. Bizim son telakkiye göre esasen bir ırk olmaktan uzak bulunan Sarılarla bir alakamız yoktur... Hulâsası şudur ki: Anadolu, brakisefal buğday renkli veyahut beyaz, güzel, bazan mavi gözlü ve kumral bir ırk tarafından iskân edilmiştir. Bu ırk Ortaasiyadan geliyor..." vb.

Böylece bütün bir resmi tarihyazımcılığı ve eğitim sistemindeki tarih öğretimi bu ırkçı temeller üzerine oturtulmuştur. Ancak, sonuçta bunlar 'eğitimli' kesimin hayatında etkili olmuş ve geniş kitleler, geleneksel (büyük ölçüde dinin etkisinde) ideolojileri içinde yaşamaya devam etmişlerdir.


Atatürk döneminin ırkçılığını bugünkünden (veya o zamanın siyasi 'safkan' faşizminden) ayırmak için,
1) bunun siyasi bir 'Pan-Turanizm' davası gütmediğini ve 2) 'askeri' değil, 'medeni' bir 'fütuhat' özlemi yansıttığını söylemek gerekiyor. Sorun, yeni ulus-devletin yurttaşlarına 'Ne mutlu Türk'üm diyene' dedirtecek bir ruh hali yaratmaktı, ama bunun yolu, Türklerin ta başından beri 'medeniyet kuran' ve 'medeniyet yayan' bir ırk olduğu inancını yerleştirmek olacaktı. 30'ların ırkçılığının bu özelliği bugün yayılan ırkçılığın üstüne basa basa reddettiği bir özelliktir.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=224293

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder