16/06/2007
Murat Belge
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=224293
İkinci
Meşrutiyet'le Harb-i Umumî'nin sonu, yani 1908-18 arası 10 yıllık dönem, Yusuf
Akçura'nın yazdığı Üç Tarz-ı Siyaset kitabındaki 'tarz'lardan birini daha ciddi
ölçüde geçersizleştirdi: bu, 'pan-İslamizm' siyasetidir. Abdülhamid'in İslamcı
bir siyaset yaparak imparatorluk içinde tutmayı umduğu, Avrupa kıtasında
Arnavutlar ile Asya kıtasında Araplar, bundan böyle talihin yıldızını ulusal
çizgide aramak üzere, ayrılıp gittiler. Osmanlılık zaten çoktan bitmişti.
Geriye
Türkçülük kalıyordu.
Ama bu,
kimin için böyleydi? Şüphesiz intelligentsia için. Geniş halk kitleleri,
'tarz-ı siyaset'in filan farkında değildi.
30'lar,
özellikle, Almanya gibi bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de,
'ırk' kavramının her derde deva, her kapıyı açan bir kavram haline geldiği bir
dönemdir. Üstelik bu, dün özetlediğim ilk dönem gibi, 'ırk'ın görece
'ulusal-romantik', iyi tanımlanmamış nosyon olduğu bir dönem de değildir.
'Irk'ın 'iyi tanımlanmış' hali ne olabilir? Bu, bilimsel bir kavram olmadığına
göre, iyi tanımlanması da zaten mümkün değil.
Evet,
'iyi'den kastım elbette ki 'bilimsel doğruluk' değil. Türkiye'de pek sevilen
'sözde' teriminin tam yerine oturduğu, 'sözde' ya da 'pseudo-bilimsellik'ten
söz ediyorum. Bu dönemde, 'renk' gibi etkenler yetersiz kalmaya, 'ırka özgü
kan' gibi etkenler biraz biraz gülünçleşmeye başlıyordu bir yandan. Kafa biçimi
daha 'gözde' bir araştırma alanıydı.
Açın,
Birinci Türk Tarih Kongresi'nin kitabını, Reşit Galib'in, Afet İnan'ın, Şevket
Aziz Kansu'nun ve daha birçoklarının konuşmalarını okuyun (tabii, aynı şekilde,
İkinci ve Üçüncü Tarih Kongreleri'nin kitaplarını da okuyun). Nasıl bir 'devlet
ırkçılığı' yapıldığını görürsünüz.
"...
Asiya brakisefallerin ocağıdır. Bunlar Alp adamı tipidirler. Ve Türk de bu
tiptir. Bizim son telakkiye göre esasen bir ırk olmaktan uzak bulunan Sarılarla
bir alakamız yoktur... Hulâsası şudur ki: Anadolu, brakisefal buğday renkli
veyahut beyaz, güzel, bazan mavi gözlü ve kumral bir ırk tarafından iskân
edilmiştir. Bu ırk Ortaasiyadan geliyor..." vb.
Böylece
bütün bir resmi tarihyazımcılığı ve eğitim sistemindeki tarih öğretimi bu ırkçı
temeller üzerine oturtulmuştur. Ancak, sonuçta bunlar 'eğitimli' kesimin
hayatında etkili olmuş ve geniş kitleler, geleneksel (büyük ölçüde dinin
etkisinde) ideolojileri içinde yaşamaya devam etmişlerdir.
Atatürk
döneminin ırkçılığını bugünkünden (veya o zamanın siyasi 'safkan' faşizminden)
ayırmak için,
1) bunun siyasi bir 'Pan-Turanizm' davası gütmediğini ve 2) 'askeri' değil, 'medeni' bir 'fütuhat' özlemi yansıttığını söylemek gerekiyor. Sorun, yeni ulus-devletin yurttaşlarına 'Ne mutlu Türk'üm diyene' dedirtecek bir ruh hali yaratmaktı, ama bunun yolu, Türklerin ta başından beri 'medeniyet kuran' ve 'medeniyet yayan' bir ırk olduğu inancını yerleştirmek olacaktı. 30'ların ırkçılığının bu özelliği bugün yayılan ırkçılığın üstüne basa basa reddettiği bir özelliktir.
1) bunun siyasi bir 'Pan-Turanizm' davası gütmediğini ve 2) 'askeri' değil, 'medeni' bir 'fütuhat' özlemi yansıttığını söylemek gerekiyor. Sorun, yeni ulus-devletin yurttaşlarına 'Ne mutlu Türk'üm diyene' dedirtecek bir ruh hali yaratmaktı, ama bunun yolu, Türklerin ta başından beri 'medeniyet kuran' ve 'medeniyet yayan' bir ırk olduğu inancını yerleştirmek olacaktı. 30'ların ırkçılığının bu özelliği bugün yayılan ırkçılığın üstüne basa basa reddettiği bir özelliktir.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=224293
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder